Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@karisik_senaryolar

~Taylan

Songül'ü hala etrafta göremiyordum ama paniğe kapılmak da istemiyordum. Sadi abiyi bu kadar endişelendiren durum Songül'le alakalı olabilir mi diye düşünürken Murat albay geldi, hepimiz ayağa kalktık.

'Oturun çocuklar. Sizi buraya toplamamın nedeni...' Naci abi girdi tam bu sırada, selam verdi.

'Komutanım, geç kaldım özür dilerim.'

'Sorun yok Naci, geç otur.'

Naci abi tekrar selam verdi ve hemen yerine oturdu.

'Sizi buraya toplamamın sebebi ''Şahin''.'

'Komutanım dün yakalamıştık.' Dursun'un bu söylediği üzerine Sadi abinin keskin bakışları onu susturmuştu.

'Evet, dün yakalamıştınız ama dün gece hapishaneye sevk edilirken araca yapılan pusu üzerine kaçmış. 1 şehidimiz var, 2 askerimiz de yaralanmış çıkan çatışma sonucu.'

'Komutanım, dün biz karargaha girerken Songül'e bir takım şeyler söylemişti...'

'Biliyorum Taylan, haberim var. Bu yüzden hepimiz çok dikkatli olacağız. O şerefsizi en kısa sürede bulmamız lazım. Bu arada Songül bugün Alp'in yanında olacak, Semih ile nöbet değişimi yapmalarını istedim.'

'Komutanım hastane daha tehlikeli olmaz mı?'

'Bilmiyorum Sadi, bilmiyorum. Songül tedbir için bir yerlere gidecek birisi değil, anca hastane geldi aklıma.'

'Birkaç gün izin versek ona? Kafa tatili gibi?'

'Taylan haklı bence komutanım, nasıl olsa bu durumdan haberi de yok.'

'Öyle yapalım. *derin bir nefes aldı* Sadi, Taylan, sizin gözünüz üzerinde olsun, çok da bunaltmayın ki bir şey anlamasın.'

'Emredersiniz komutanım' dedik aynı anda. Ben tamamdım da Sadi yüzbaşı ne alakaydı anlamadım, çok da üstüne düşmedim bu durumda. Semih girdi içeriye bu sırada.

'Komutanım?' Selam verdi Murat komutana ve geç emri ile yerine geçti.

'Naci, sen özet geçersin, hepiniz çok dikkatli olun. Semih, Alp nasıl?'

'İyi komutanım, bugün akşamüstü çıkartacaklarmış zaten, eve gelince neler yiyeceğini sayıp duruyordu en son, hastane yemekleri gerçekten çok kötü.'

'Ama iyi olsun da, Olgu'ya haber verin de, ne istiyorsa hazırlatıversin.'

'Gerek yok komutanım, ben ona dışarıdan-'

'Oğlum hasta çocuğa dışarıdan mı söyleyeceksin? Bu bir emirdir! İyi olmazsanız sahada da iyi olamazsınız, bunu unutmayın.'

'Emredersiniz komutanım.'

Olgu karargahın yemek sorumlusuydu. Yemekhanenin yemekleri güzeldi aslında, gerçi Uşak'ta ki yemekhaneden sonra burası cennetti. Ne diyordum ben! Songül'ün peşinde adamlar varken ne düşünüyordum!

'Komutanım, biz Sadi yüzbaşıyla beraber hastanenin bahçesinde mi beklesek? Olası bir saldırı girişimi için?'

'Olur, benim de aklımdan geçiyordu. Ama Songül'e görünmemeye çalışın.'

'Emredersiniz komutanım.'

'Hepinize kolay gelsin, Allah yardımcınız olsun çocuklar.'

'Sağ ol.' Hepimiz aynı anda ayağa kalkıp söylemiştik, bu yüzden küçük bir yankı oluşmuştu. Biz Sadi abi ile beraber hemen arabaya binip hastaneye gittik, tam köşede güzel bir yere park ettik arabayı, zaten hastane çok kalabalık olduğundan biz bile belki bulamazdık arabayı.

Saatler boyunca aynı yerde bekledik, hiçbir olağandışı hareketlilik yoktu.

'Ben bir çay daha alacağım, sen de ister misin?'

'Yok abi, bu 9. Oldu. Yeter bugün bana sağ ol.' Sadi komutan başı ile onaylayıp arabadan indi.

~Sadi

Elimde ki pet bardağı çöpe atıp kantine doğru yürüdüm. Sıraya girip beklemeye başladım. Taylan haklıydı aslında, çok çay içmiştik ama vakit geçmiyordu bir türlü. Gerçi yedi buçuktan beri bekliyorduk 7 saat olmuştu. Saat 2'yi geçmişti çoktan. Ben bu düşüncelerle beklerken yanımda bir ses duydum.

'Komutanım silahınız sivilleri korkutuyor.' Şaşırmıştım, şaşkınlıkla yanıma baktığımda Songül'ün de bana baktığını gördüm. Hay Allah'ım ya! Resmen suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi hissediyordum.

Silahımı ceketimle örttüm.

'Sen-'

'Alp'in çıkış işlemlerini hallettik de, son bir ilaç içmesi lazımmış, su almaya geldim. Siz niye bekliyorsunuz?'

'Ben şey ya, çay alacaktım.'

'Yok onu sormuyorum, aşağıda niye bekliyorsunuz?' Ne? Görmüş müydü bizi?

'B-Biz, şey, Alp'i görelim diye...' Başka bahane gelmemişti aklıma, Ah Sadi, Ah...

'Sabahtan beri Alp'i görmek için mi bekliyorsunuz?'

'Sabahtan beri mi?'

'Komutanım ben 9'da gördüm arabayı, belki operasyon vardır diye aramak da istemedim.'

'Yo, yok operasyon.'

'Niye bekliyorsunuz o zaman?'

'Birisi var da, onun için, tedbir amaçlı.'

'İki tane yüzbaşı görevlendirilecek kadar önemli birisi Vali ya da Belediye Başkanı falan olmalı?' Gülmüştü ama ben nasıl işin içinden çıkacağımı bilemedim.

'Asker yaralanmıştı da, biz onun için...' Tam bu sırada sıra bize gelmişti neyse ki. Kadınlar nasıl yapıyordu bilmiyorum ama böyle anlarda hiç bahane üretemiyordum, kal geliyordu resmen.

Songül su alınca sıradan çıktık.

'Siz almayacak mısınız bir şey?'

'Vaz geçtim.'

'Birisi yaralı diyordunuz?'

'Yok. Yani baksana bir sürü insan yaralı, Allah yardım etsin, çok zor.'

'Komutanım birisi yaralı mı değil mi?' Sıyıramadığımı anladım.

'Ya, işin aslı şu... Dün Murat albay ile biraz tartışmışsınız sanırım, merak etmiş o da. Aklı kalmasın burada diye biz gelelim dedik.' En azından bir öncekilerden daha mantıklıydı.

Songül başını bir tık önüne eğmişti, bardağına bakarak yürüyordu.

'Ben Taylan'a haber vereyim o zaman, gelsin buraya, boşuna beklemesin arabada.' Başı ile onayladı. Taylan'a mesaj attım bu sırada.

Alp'in odasına gelene kadar hiç konuşmadık. Alp zaten hazırdı, ilacı içince çıkacaklardı.

Alp bizi görünce hemen ayağa kalkamaya çalıştı.

'Otur aslanım, rahat ol.'

'Hoş geldiniz komutanım.'

Taylan geldi bizden bir süre sonra. Doktor gelip son bir kontrol yaptıktan sonra çıktık hastaneden. Onu eve yerleştirdikten sonra üçümüz beraber karargaha döndük. Semih Alp'in yanına geçmişti.

Biz timin yanına gara geçtikten birkaç dakika sonra Veysel geldi.

'Veysel Şaşı, Mardin' Selam verdi.

'Ne oldu Veysel? Hayırdır?'

'Sadi komutanım, Murat albay komutanım Songül komutanımı çağırıyor.'

'Ben de ne zaman diye bekliyordum.' Diyerek ayağa kalktı Songül ve yürümeye başladı, Veysel tekrar bize selam verdi ve hemen Songül'ün peşinden yürümeye başladı.

~Songül

Kapının önüne geldiğimde bir an duraksadım, Veysel'in sesi beni ürküttü.

'Komutanım girmeyecek misiniz içeriye?'

'G-Giricem, giricem de...'

'E girsenize komutanım, kapıda falan bir şey mi var?'

'Tamam giricem de, bir sık boğaz etmesene. Tamam giriyorum al oldu mu?' Sabır yaa, akıllısı beni bulmuyordu gerçekten.

İçeriye gerince ayak selamımı verip bir iki adım ileriye geldim.

'Gel Songül, gel otur biraz konuşalım seninle.'

'Böyle iyiyim komutanım.'

'Songül, hadi kızım yorma beni.' Mecbur koltuğa oturdum.

'Taylan'la konuştunuz mu?'

'Hayır.'

'Dün ki meseleyi hiç yaşanmamış sayalım, sizin aranızda zaten hep olan kavgalar bunlar, tabi neden kavga ettiniz bilmiyorum ama çözülemeyecek bir şey yoktur, değil mi?'

'Emredersiniz komutanım.'

'Songül, komutanın olarak konuşmadığımı biliyorsun.'

'Komutanım, şuan söylediklerinizi komutanım olarak söylediğiniz sürece kabul edebilirim.'

'Songül yapma böyle.'

'Komutanım... Siz de beni anlamaya çalışın.'

'Kızım ben seni anlıyorum-'

'Komutanım, isterseniz bu konuları karargah dışında konuşalım.'

'Tabi, tabi ki. O zaman şimdi komutanın olarak konuşuyorum.'

'Dinliyorum komutanım.'

'Şimdi Songül, bu birkaç gündür hatta haftadır çok fazla şey üst üste geldiği için sana 3 gün izin. Biraz kafanı dinle. Toparlan.'

'N-Nasıl yani?'

'Tatil gibi düşün.'

'Komutanım, yapmayın. Yeni dosyalar var, üzerinde çalıştığım dosyalara ne olacak? Yarıda mı kesilecek? Komutanım insanların canı söz konusu ne olur yapmayın.'

'Songül, sen iyi olmadan başkalarına iyi gelemezsin. 3 gün sadece, sonra söz istediğin kadar çalışırsın.'

'Komutanım nolur yapmayın. Adamlar kaçarsa bir daha nasıl iz bulacağız? Şahin'i yakalamak bile ne kadar sürdü komutanım, o adamların elinde kaç kişinin kanı var ne olur izin verin devam edeyim.'

'Songül, son sözüm budur. Git ve dinlen.'

'En azından karargahta çalışayım, sahaya çıkmam söz.'

'Songül hayır dedim, karargaha adım atmayacaksın 3 gün.'

'Peki komutanım.' Selam verip çıktım odadan. Hayır yani neden sadece bana verilmişti ki izin anlamadım. Ayrıca neden ben dinleniyordum ki? Bir şey olmamıştı bana, uyuduğumda dinleniyordum, işimle özel hayatımı da karıştırmıyordum, neydi şimdi bu?

Odama gidip tüm dosyaları aldım ve evime geçtim. Evi toparladıktan sonra dosyalara bakmaya başladım. Yazılması gereken bir sürü rapor vardı, hepsini yazdım tek tek. Aslında evde olmak işime gelmişti çünkü karargahta bunları yazmak bir tık daha zor oluyordu. Akşam 4'e kadar rapor yazdım. Yeni dosyaya geçtiğimde dosyanın kapağında Sadi Payaslı yazdığını gördüm. Bu dosya benimkilerine karışmıştı anlaşılan. Aslında açmamam gerekirdi, etik olan buydu ama merakıma yenildim ve açtım. Bir rapor vardı. Lojistik raporu.

'Buse Naz Aydın'ın vücudundan çıkartılan kurşun ile Sadi Payaslı'nın silahından çıkan kurşunun uyuşmadığı tespit edilmiştir.'

Kimdi bu çocuk? Ne olmuştu acaba? Saate baktım ama daha gelmediğini düşündüm. Mutfağa geçip bir kahve yaptım kendime. Balkona geçip kuşları dinleyerek içmeye başladım, bir yandan da içtima yapan erlerin sesi geliyordu tabi. Kısa bir süre sonra Sadi komutanı gördüm. Apartmana girdiğini gördüğümde hemen içeriye gidip dosyayı aldım ve alt kata indim.

'Songül? Hayırdır? Bir sıkıntı mı var?'

'Yok komutanım, biraz konuşabilir miyiz?'

'Tabi, kötü bir şey...'

'Yok, sadece birkaç soru...'

'Tamam, tabi, *kapıyı açtı* o zaman buyurun.'

'Teşekkürler.'

Oturma odasına gittik, oturduğumuzda dosyayı ortada ki sehpaya koydum.

'Ne dosyası bu?' Sadi komutan dosyaya uzandı ve açtı.

'Benim dosyalarıma karışmış. Aslında bakmamam gerekirdi ama merakıma yenildim.'

Satırları okuduğunda omuzlarında ki yükün bir nebze olsun azaldığını görebiliyordum.

'B-Bu iyi bir haber değil mi?'

'Bu iyi bir haber.'

Bir süre ikimiz de konuşmadık, Sadi komutan aynı satırı tekrar tekrar okuyordu ama sessizliği bozan yine kendisi oldu. Konuşmadan önce dosyayı kapatıp sehpaya geri bıraktı ve derin bir nefes aldı.

'Bundan 8 ay önce bir tim ile beraber bir köye gittik, daha doğrusu başka bir yere geçerken o köyde mola verdik, illa gelin dinlenin falan dediler, bizimkilerin de yorulduğunu görünce tamam dedim ben de oturduk. Orada küçük bir kız vardı, Buse Naz. 4 yaşındaydı. Önce çekinerek geldi yanıma ama görsen nasıl cana yakın bir çocuk. Öyle güzel bir kızdı ki... Hep beraber oturduk, yemek yedik, çay içtik ve hiç ayrılmadı yanımızdan. Bir süre sonra haber geldi köye baskın yapacaklarmış. Köylüyü topladık bir eve, yerleşti herkes. Çatışma başladı falan. Evin önünde iki tane terörist gördüm, biri kapıda ki kilidi silahıyla kırmış tüfeğini içeriye doğrultmuştu. Hemen onların hizasına bir yere geçtim, birini hemen indirdim. Sıra diğerine geldiğinde aynı anda ateş ettik, ben iki el ateş ettim, o içeriye ben ona. Kısa süre sonra içeriden bir feryat sesi yükseldi... Adam nereye sıkmıştı emin olamadı kimse. Buse Naz vurulmuştu. Onu ben mi vurmuştum yoksa adam mı vurmuştu kimse bilmiyordu. Timdekiler emindi o şerefsizin vurduğundan ama ben vicdanıma söz geçiremiyordum. Gerçi öğrendik de noldu... Giden geri gelmiyor... Daha 4 yaşında gitti... Söz vermiştim ona, koruyacağım demiştim ama olmadı, yapamadım...' Dolan gözlerine bastırarak ağlamasını engellemeye çalışıyordu. Ne diyeceğimi bilmiyordum, ne yapmam gerektiğini...

'Ben sizi üzdüysem...'

'Yoo, sen bana çok güzel bir haber getirdin. Ben bunun için sana teşekkür ederim.'

'Ne demek komutanım, ben sadece...'

'Eee sen ne yaptın bugün? Göremedim karargahta.'

'3 gün uzaklaştırıldım karargahtan.'

'Ne? Nasıl yani?'

'Böyle söyleyince de garip oldu. Şöyle, Murat albay bana 3 gün izin verdi ama tabi ki bunun bir uzaklaştırma olduğunun bence ikimiz de farkındayız. Karargaha girmem bile yasak. Bir şey var, çözemediğim bir şey ama... Çözücem.'

'Yo-Yok ya, işte dinlen diye. Geçen gün de hani kötü oldun falan, ondan yani.'

'Komutanım bu bir kere daha olmuştu biz Murat albay ile aynı karargahtayken beni böyle uzaklaştırmıştı.'

'Yani b-bence öyle karşılaştırma yapmaya gerek yok ya, yani ne olmuş olabilir ki?'

~Sadi

'Komutanım bana söyleyebileceğiniz bir şey var mı?'

'Y-Yok ya, ne olacak? S-Sen saçına bir şey mi yaptın?'

'H-Hayır, ne olmuş saçıma?' Songül'ün yüzüne bir gülümseme yerleşmişti ve şükür ki konu değişmişti.

'Bir güzel göründü gözüme, bak böyle ışıkta falan çok hoş.'

'Yaa, teşekkür ederim.'

Songül saçı ile oynamaya başlayınca bir anlık daldığımı fark ettim ama toparladım kendimi.

'Menengiç içer misin?'

'Olur.'

Beraber mutfağa geçtik ve ben kahveyi yaparken biraz daha konuştuk. Bir süre sonra da gitti. Yüzünde ki gülümsemesi öyle güzeldi ki...

Önümüzde ki iki gün gayet sakin geçti, Songül her ne kadar uzak durmaya çalışsa bile yine de araştırıyordu ama kimseden bir şey öğrenememişti, Alp'ten bile... Alp bile nereye kaçacağını şaşırmıştı.

Sabah uyanıp kahvemi yudumlarken birden kapım çaldı, kimseyi beklemiyordum ve saat henüz 7'ydi.

Kapıyı açtığımda Songül birden içeriye girdi.

'Komutanım ben anlamıyorum yani ne saklıyorlar benden hala çözemedim. Ya ben bir üsteğmen değil miyim? Alp bile söylemiyor ya. Hem ben bilsem ne olacak, ben gidip teröristlere mi söyleyeceğim? Ya hayır bir şey saklanıyor benden eminim ama ne?' Songül öyle hızlı konuşuyordu ki, neredeyse nefes bile almıyordu ve çok ciddiydi, bir rüzgar gibi girmişti eve ve adım attığından itibaren evin havası değişmişti.

Onu şaşkınlıkla izlerken oturma odasının ortasında gelmiştik bile ve birden durup geriye döndüğünde birden dip dibe olmuştuk. Tabi adım adım onun peşinde olmamın da bunda etkisi vardı. Songül'de şaşırdığı için birden kalakaldık.

'Ş-şey, komutanım, ben, b-böyle girdim içeriye ama... Şey... Yani...'

'Hoş geldin.'

'Hoş buldum.'

'Nasılsın?'

'İyiyim.'

Songül bir adım geriye gitti.

'Özür dilerim, böyle pat diye girdim.'

'Hiç sorun değil.'

'Ee komutanım, bir şey söylemediniz?'

'N-Ne hakkında?'

'Komutanım bir saattir ben ne söylüyorum ama çok ayıp, dinlemiyor musunuz siz beni?'

'Dinliyorum tabi ki dinliyorum.'

'Eee?'

'B-Bilmiyorum, yani ne saklansın ki senden?'

'Komutanım bence siz biliyorsunuz.'

'Neyi?'

'Yaa komutanım niye böyle yapıyorsunuz?'

'Songül, belki de peşine düşmemen gereken bir şeydir, yani belki de seni ilgilendirmeyen bir şeydir?'

'O zaman niye saklıyorlar ki. Ya Alp'e bile kaç kere sordum, hiçbir şey demedi ya.'

'Songül, güzelim gel şöyle bir otur, soluklan. Bak saat daha 7, gel şöyle güzel güzel bir kahvaltı yapalım. Sabah sabah ne enerjisi bu?'

'Komutanım ben uyuyamıyorum bile bunu düşünmekten.'

'Ee hani biz bırakmıştık yalnızken bu as-üst ilişkisini?'

'Ağız alışkanlığı olmuş ya, yani ben de farkındayım aslında ama şimdi birden Sadi diyince de acaba ayıp mı etmiş olurum diye düşünmeden de edemiyorum.'

'Yo, bence ayıp edilecek bir durum yok, Sadi iyi.' Gülümsüyorduk ikimizde.

'Peki o zaman, k-kahvaltı olur.'

'Tamam, buyurunuz efendim.' Songül gülümseyerek önden yürürken kapının önünde durdu ve bana döndü.

'Yaa, ben öyle birden girince hiç aklıma gelmedi, ben terlikle girmişim.'

'Sorun yok, zaten bizimkiler hep unutuyor.'

'Yok olur mu öyle? Süpürge nerede ben temizleyeyim hemen burayı.'

'Saçmalama, hiç gerek yok. Ben hallederim sonra.'

'Ama ben rahat edemem. Hem damdan düşer gibi girdim, şimdi kahvaltı bir de evi kirlettim...'

'E sen de kahveyi yaparsın o zaman, kahvaltıdan sonra. Özür mahiyetinde.'

'Olur mu öyle?'

'Olur tabi, niye olmasın?'

'Ama ben hiç yapmadım menengiç.'

'İzleye izleye kapmışsındır bir şeyler bence. Halledeceğinden şüphem yok, hem bir şey olursa hemen yanı başında olacağım için müdahale edebilirim.'

'Peki o zaman.'

Beraber güzel bir kahvaltı yaptık. Songül kahveyi yapmaya geçince ben birkaç dakikalığına odamın camını kapatmaya gittim. Evi saran yanık kokusu hemen mutfağa koşmama sebep oldu.

 

'Songül? Bir yanık kokusu gelmiyor mu sana-? Sen ne yapıyorsun?'

'Menengiç kavuruyorum senin için.'

'Kızım sen ne yaptın? *ocağın altını kıstım hemen* Bu böyle yapılmaz ki, bu kısık ateşte yapılır, kısık ateşte.'

'Ne biliyim ben böyle yapılıyor sanıyorum.'

'Ya burnun da koku almıyor mu senin? Tıkalı mı burnun? Et mi var burnunda, ameliyatla alalım. Allah muhafaza evi yakarsın.'

'Ya ama böyle her şeye laf edersen olmaz ki, senin için bir şey yapmaya çalışıyorum şurada, teşekkür etmek için.'

Yanan menengiçlere bakarken Songül mahcup bir şekilde konuşmaya devam etti.

'Ben bu kadar kavruluyor sanıyorum, ne bileyim? Hem sen niye beni geriyorsun sabah sabah, ilk defa yapıcam dedim ben sana.'

'Ben sana bir şey söyleyeyim mi? Mecnun bile Leyla'nın aşkıyla bu kadar yanıp kavrulmadı.'

'Ya aman ya, bir teşekkür edeyim babında şey yapayım dedim beceremedim onu da.'

'Neyse boş ver, bunu içmeyelim biz, şimdi malum askeriz görev falan çıkar, hastanelik olmayalım, başka bir gün ben sana öğretirim nasıl yapılacağını.'

'Ya dalga geçme.'

'Yok canım estağfurullah, geçmedim dalga falan. Bak ama bir daha operasyona çıkarken yanımıza menengiç alalım, bir de bunu kavurmaya bir şey alalım, yakaladığımız şerefsizlere içirelim, çok güzel bir ceza olur onlara.'

'Ya... Hem ben gayet de güzel yemek yaparım, her şeyi güzel yaparım, senin ocağın bozuk. Bizim evde olsaydık ben gayet de güzel yapardım.'

'La aynı ocak.'

'Hiç de değil. Benim elim çok lezzetlidir, benim ocağımda yapsaydım eğer bir daha yapmamı falan isterdin ama bak, senin ocağın bozuk.'

'Valla Songül Hanım, sözünüz olsun o zaman, bir gün çat-kapı menengiç içmeye gelebilirim. Sınav yaparım bak ama o zaman.'

'En yüksek notu alacağımdan şüpheniz olmasın Sadi Bey.'

'Bakak görek, ama istersen şimdi ben menengiç yapayım- diyeceğim ama... *tavaya baktım* tava patates.'

'Ben Türk kahvesi yapayım o zaman, ya da americano? Varsa eğer?'

'Türk kahvesi olur, Türk kahvesi iyidir. En sevdiğim 2. Kahve.'

'Yaa, diğerleri ne?'

'1 Menengiç, 2 Türk kahvesi, 3 hatır durumundan americano.'

'Hatır durumundan americano mu? O nasıl oluyor?'

'Evet. E senin hatırın için işte. Ama Güney Americano.'

'O zaman yaparım bir gün sana hatır durumundan olan 'güney' americanoyu.'

İkimiz de güldük, Songül kahveleri yaptı ve balkonda ki sandalyelere oturup içmeye başladık. Bu sırada aşağıdan sesler gelmeye başladı. Daha doğrusu Alp balkondan Semih'e bağırıyordu.

'Oğlum gelsene şuraya! Öyle kumandayı alıp gitmek var mı lan!'

'Onu beni uyandırmadan önce düşünecektin.' Dedi Semih evin bahçesinden ve gitti.

'Semih! Semih dursana!'

Balkondan aşağıya baktım. 'Alp, ne oluyor aslanım sabah sabah?'

'Aa, komutanım?' Alp sanki ilk defa görüyormuş gibiydi. Songül de yanıma geldi hemen tabi bu sırada.

'Aaa, Songül komutanım. Günaydın.'

'Günaydın, ne oluyor?'

'Komutanım sabah erken uyandım, Sadi komutanımdan alışkanlık olmuş sanırım, Semih de televizyonu açtım diye kızdı aldı kumandayı gitti.'

'E haklı çocuk, buraya geliyor oğlum televizyonun sesi.' Diyerek girdim araya.

'Kusura bakmayın komutanım ama o da gece 2'ye kadar oturuyor sonra sabah bana kızıyor.'

'Neyse, kendi aranızda halledin. Daha herkes uyuyor, bağırmayın böyle.'

'Emredersiniz komutanım.'

Biz geri yerlerimize oturduk.

'Hiç bitmiyor dertleri.'

'Çok komikler ya.'

Kısa bir sessizlik oldu.

'Ben işle ilgili bir şey sorabilir miyim?'

'Songül gerçekten bilmiyorum, haberim yok hiçbir şeyden.'

'Yok ya, onunla ilgili değil. Bende bir dosya var, bu 2 günde de bayağı araştırma yaptım, istihbarattan arkadaşlar yardımcı oldular sağ olsunlar. Şeref diye bir adam, bu sınırda ki köylere yakın bir yerde kamp kurmuşlar, onun başındaymış. Veee bil bakalım kimin kardeşi çıktı?' Songül çok heyecanlıydı sanki çok güzel bir haber veriyormuş gibi ama ben tedirgindim.

'Kimin kardeşi çıktı?'

'Şahin'in. Tam yerini bilmiyorum ama bence hemen operasyon yapılmalı. Ben götürsem Murat amcam kabul etmez ama sen götürürsen...'

'Songül, biz seni dinlen diye izne çıkarttık git Şahin'in kardeşini bul diye değil.'

'Ya ama bak önemli-'

'Songül, lütfen diyorum ya, bırak, düşme peşine. Kurcalayıp durma.'

'N-Ne demek kurcalayıp durma? Nasıl yani?'

'Bu işin sonu sıkıntılı, sen de biliyorsun. Tamam, gerekli bir şey olursa biz gider yaparız operasyonu ama sen nolursun uzak dur.'

'Ben bir üsteğmenim farkındaysanız komutanım, yoldan geçen herhangi birisi değilim.'

'Songül, Şahin arabaya bindirilirken bile sana neler söyledi duymadın mı?'

'Duydum, çok net duydum hatta ama korkmuyorum ondan. Benim neyim kaldı ki, en fazla canımı alır ki o da öyle kolay bir şey değil. Ondan korkup fare gibi saklanmayacağım, o beni köşeye sıkıştırmayı düşünürken ben onu köşeye sıkıştıracağım.'

'Kızım yapma işte böyle, inatlaşma. Biz seni korumak için neler yapıyoruz sen gidip adamın kardeşini araştırıyorsun.'

'B-Bir saniye, beni korumak için derken? Neden beni koruyoruz?'

'Genel anlamda, yani her şeyden.'

'Bir şey oldu değil mi? O yüzden beni sokmuyorsunuz karargaha, o yüzden 3 gündür evdeyim.' Songül'ün gözünde ki hayal kırıklığını görebiliyordum. Aferin Sadi! Aferin sana! Bir çeneni tutamıyorsun! Tamam de, bakarız de ne olacak! Ah Sadi ah...

Bu sırada Songül bana döndü, elleri masanın üzerinde birleşti, sakin kalmaya çalışıyordu anlaşılan.

'Sadi, bak bir kez soracağım, rütbeleri kenara bırakıp bana dürüstçe cevap verir misin?'

Derin bir nefes aldım.

'Hadi kalk, karargaha gidelim.'

'N-Ne?'

'3. Gün değil mi bugün? Hadi gidelim, hem ne sorun varsa orada Murat komutana sorarsın.'

~Songül

'Ya Sadi, lütfen, en azından bir şey söyle. Tamam belli bir şey saklıyorsunuz, bari neyle alakalı onu söyle.' Sadi gerçekten konuşmamak için jet gibi gidiyordu, ona yetişmek için hafif koşuyordum.

Karargaha girdiğimizde yavaşladık ikimizde, Murat albayın odasının önüne geldik.

'Albay odasında mı?'

'E-Evet komutanım, deminden geldi, bir şey mi oldu acaba?'

'Heh Veysel, bir sen kaldın talimat vermediğimiz, sana da talimat verelim!' Sadi aşırı gergindi, neler oluyordu burada? Kapıyı çalıp içeriye girdik, ayak selamı verip birkaç adım ileriye gittik.

'Oturun çocuklar, ben de sizi çağıracaktım aslında. Artık daha fazla saklamanın alemi yok.'

'Emin misiniz komutanım?'

'Eminim Sadi.'

Murat komutan bana döndü.

'Songül, şimdi sana bir şey söyleyeceğim ama sakin kalacaksın tamam mı? Time de kızma, ben istedim söylememelerini, senin için...'

'Komutanım korkutuyorsunuz beni.'

'Şahin... Kaçtı...'

'N-Ne? Na-Nasıl kaçtı? Ne demek kaçtı? Ne zaman? Ne zaman kaçtı?'

'O günden bir gün sonra, akşam cezaevine götürülürken araca pusu kurmuşlar.'

Nasıl ya, nasıl kaçmıştı aklım almıyordu. Onu yakalamak için bunca yıl çabalamıştım, nasıl kaçabilirdi? Ne yapacaktık şimdi?

'B-Benim bulduğum yerde olabilir mi?'

'Sen nereyi buldun?'

'Şahin'in bir kardeşi varmış, Şeref. Sınır köylerine yakın bir noktada kamp kurmuş. Oraya gitmiştir bence.'

'Olasılığı yüksek, Sadi siz de araştırın iyice, en kısa zamanda çökün tepelerine.'

'Ben yaptım tüm araştırmaları, 3 kilometrelik bir alana kadar düşürdüm çemberi, tam net değil ama çok zorlanmayız.'

'Songül sen burada kalsan?' İkimiz de Sadi'ye döndük lafı üzerine. Şaşırmıştım, gerçekten hiç beklemiyordum.

'Ondan korkup saklanacak mıyım?'

'Songül en azından bu görev için...'

'Komutanım, siz bana böyle bir şey demediniz, ben de böyle bir şey duymadım, lütfen.'

'Sadi doğru söylüyor kızım, sen çıkmasan daha iyi, hem bunu komutanın olarak değil Murat amcan olarak istiyorum.'

'Murat amca ne olur yapma böyle, ya ben koruyabilirim kendimi, söz, söz tüm emirlere uyacağım, telsiz kapatmak yok, gidip saçma sapan yerlere girmek de yok, her bir adımımı haber veririm. Ne olur yapmayın bunu bana. Ben o şerefsizi yakalamak için asker oldum, bunu en iyi sen biliyorsun Murat amca.'

'Biliyorum, bilmez miyim? Ama sen de bizi anlamaya çalış.'

'Siz de beni anlamaya çalışın lütfen, ya Sadi komutanım siz de bir şey desenize. Kaç kere beraber operasyona çıktık, kendimi koruyabildiğimi üçümüz de biliyoruz. Hem söz veriyorum emirlere tamamen uyacağım. O adamı benim yakalamam lazım, ne olursunuz ya. Hem ayrıca özür hediyesi olarak kabul edebilirim bunu.'

'Özür hediyesi mi?'

'E sonuçta kandırıldım, bana yalan söylediniz. Özellikle Sadi komutanım, ben size kaç kere sordum bir şey mi var diye ama düpedüz yalan söylediniz hepiniz. Özür hediyemi bu olarak kabul edebilirim, alın size fırsat.'

'Hayır buluyorsun da böyle şeyleri, küçükken de böyleydin.'

'Aysel teyzem sağ olsun.' Gülümsüyordum ama onlar pek gülümsemiyor gibiydi, ileri mi gitmiştim bilmiyordum ama ben geri adım atarsam onlar hiç izin vermeyecekti. Aferin kızım, böyle durumlarda asla geri atmamak gerektiğini gayet iyi biliyordum.

'*Murat amcam derin bir nefes aldı ve bıkkınlıkla verdi* Peki, tamam. Sadi gözün üzerinde olsun, Songül sen de kesinlikle Sadi'nin sözünden çıkmıyorsun.'

'Emredersiniz komutanım. O zaman ben çıkayım araştırmalarımı tamamlayayım.' Büyük bir zafer kazanan komutan edasıyla çıktım odadan. Aslında gerçekten kırılmıştım ama şuan kırılma zamanı değildi, o şerefsizi bin parçaya ayırıp acı çektiğini görmek istiyordum. Keşke canlı getir emri olmasaydı... Can çekişe çekişe ölmeyi hak ediyordu o şerefsiz... O yalvarışı duymak istiyordum resmen.

Hemen karargahta ki odama gittim, ilk iş olarak üniformamı giydim, ve dosyalara gömüldüm, bir sürü telefon görüşmesi yaptım. İstihbarat kısmında bir sürü arkadaşım olduğu için işlerimi kolay halledebiliyordum.

Yaklaşık bir saat sonra Sadi komutan geldi, peşinden de timin kalanı...

'Bir şey bulabildin mi?'

'Hayır komutanım, yeni bir bilgi yok, dediğim gibi 3 kilometreye kadar küçülttüm.'

'Biz de yeni bir şey bulamadık, çıkalım artık. Arar buluruz, çok zorlanacağımızı düşünmüyorum. Helikopter hazırlanıyor olmalı, biz de hazırlanalım.'

'Emredersiniz komutanım.' Taylan yüzbaşı girdi bu sırada içeriye.

'Çıkıyor muyuz?'

'Evet, hazırlanmaya gidiyorduk biz de.'

'Tamam, mühimmatı biraz çok alalım ne olur ne olmaz.'

'Haklısın.'

Taylan ve Sadi yüzbaşı önde biz arkalarında mühimmat odasına girdik, herkes hızlıca hazırlandı, ben ilk iş yine tüfeğime bandımı yapıştırdım. Hızla yedek şarjörleri ve el bombalarını yerlerine koydum. İçimde garip bir his vardı, buruk bir his. Pek önemsemeyip hızla helikoptere doğru gittim, timde hazırdı zaten. Bu sefer bizimle 4 asker daha gelecekti, 2 üsteğmen, 2 teğmen. İsimlerini duymuştum, hatta birinin ismi çok tanıdıktı ama tam da tanıyamadım, hepsi de iyilerdi. Yol boyu ben pek konuşmadım, Sadi timin moralini yüksek tutmak için her operasyon öncesi komik anılarını anlatıyordu.

Helikopter bizi belirlenen bölgeye bıraktı ve gitti, hava bozmaya başladığı için biraz daha uzakta bırakmıştı. Yürümeye başladık, yürüyüş bizi zorlayan bir şey değildi, sabah içtimalarını boşuna yapmıyorduk sonuçta. Sadi'nin hemen arkasından ilerliyordum. Herkes bir tarafa gitmişti.

'Çok heyecanlıydın, şimdi hiç sesin çıkmıyor. İyi misin?'

'Operasyona odaklandım diyelim.'

'Adamı canlı alacağız. Unutma.'

'Maalesef. Unutabilir miyim böyle bir şeyi?'

'Bak aklıma ne geldi? Sen hani şu silahta ki bant olayını anlatacaktın? Ne oldu o iş?'

'Kaynadı gitti.'

'E şimdi tam sırası.'

'Ama çay yok, çay sözüm vardı, çay olmazsa nasıl anlatırım?' Gülümsedim, kaytarmayı umuyordum ve umduğum gibi de oldu.

'Öyle olsun, telsizin açık değil mi?'

'Evet.'

Sadi başı ile onayladı. Yürüyüşe devam ettik. Yaklaşık 2 saat daha yürüdük. Yol kuş uçuşu kısa görünse de arazi çok engebeliydi, dağlık bölge olduğu için ikide bir, bir yere tırmanıyor ya da bir yerlerden iniyorduk.

Havada kara bulutlar vardı, aynı aklımdakiler gibi...

Kısa bir süre sonra telsizden bir anons duyuldu.

'Komutanım 200 metre ileride bir çadır görünüyor.' Pars doğru söylüyordu, ben de görmüştüm. Aslında şimdiye kadar yerimi almıştım çoktan ama bu görev farklıydı, ceza almak istemiyordum. O şerefsizi ben yakalayacaktım...

Biraz daha ilerleyip mevzilendik, beklediğimden biraz daha kalabalıklardı. Yeni mallar geldiği belliydi, bir sürü kasa vardı. Bu operasyon sayesinde o kadar malı sınırdan geçirmelerini de engelleyecektik, bu iyi bir şeydi. Sadi komutanın arkasındaydım ama buradan hiçbir şey göremiyordum. Şansımı denemekte fayda vardı.

'Komutanım, şuraya geçebilir miyim?'

Sadi söylediğim yere baktı. 'Tamam, çok uzaklaşma.' Yes bee, hızlıca geçtim ve yine hızlıca mevzilendim. Dürbünümü ayarladıktan sonra hızlıca kampı gözümle taradım. Tek aradığım kişi Şahin'di, diğerleri beni ilgilendirmiyordu.

Şahin'i görememiştim ama Şeref olduğunu tahmin ettiğim kişi kadrajıma girmişti. Aynı Şahin gibi maldı bu da... Zaten seçtikleri yerden belliydi.

'Şeref görüşümde, ne yapayım?'

'Bekle.' Ne? Neyi bekliyorduk ki? Şaşırmıştım çünkü beklediğim emir bu değildi.

'Şahin görünürde yok, belli ki buraya gelmemiş.' Dedi Taylan yüzbaşı. Onunla kaç gündür konuşmamıştık, garip geldi bir anlığına. Düşüncelere dalmanın cezasını kafamın üzerinden geçen kurşun ile almıştım, hemen geri çektim kendimi, kulağımda ki telsizde bağırışmalar vardı, fark edilmiştik ama aşağıdakilerin bizi görmesi imkansızdı, kimdi bu? Ve neden ilk iş beni hedef almıştı? Şahin mi diye düşündüm ama telsize bir cevap vermem lazımdı.

'Songül! İyi misin?' Taylan yüzbaşı resmen haykırıyordu, o korkmazdı aslında...

'İyiyim, sıkıntı yok.'

Sadi yanıma gelmişti bu sırada.

'İyi misin?'

'İyiyim, nereden geldi anlamadım. Keskin nişancı var muhtemelen.' Bunu dememle ikimiz de dürbünlerimiz ile karşı kayalığı izlemeye başladık, görünmüyordu kimse ama aşağıdakiler silah sesini duymuşlardı. Şeref'in kaçabileceği fikri kafamda horon tepiyordu resmen.

'Aşağı inmeliyiz, Şeref kaçmamalı, Şahin'e karşı koz olarak kullanabiliriz.'

'Sen kal, ben inerim.'

'Komutanım...'

'Songül, emire uy.'

'Bana verilen emir Sadi komutandan ayrılma, ayrılamam o yüzden, kusura bakma.'

'Of Songül. Off. Tamam dikkatli ol o zaman.'

'Tamam.'

-telsiz-

'Ateşe başlayın, biz Songül üsteğmen ile aşağıya iniyoruz, Şeref'i alacağız. Dikkatli olun.'

'Emredersiniz komutanım.' Tüm tim aynı anda ateşe başladı, biz aşağıya inerken aşağıdakilerin hepsi çil yavrusu gibi dağılmıştı bir köşeye. Kısa bir süre sonra keskin nişancının etkisiz hale getirildiği bilgisi geldi. Şeref neredeydi göremiyordum. Her zamanki gibi kampa arkadan yaklaştık, 5 tane adam vardı, sırayla boyunlarını kırarak ilerledik. Silah seslerinin arasında çadırdan gelen sesleri anlayamıyordum bu yüzden bulduğum bir kısımdan çadırın dışında ki örtü gibi şeyi araladım. Şeref buradaydı ama kiminle konuştuğunu öğrenmek için bekledim.

'Senin yüzünden buldular bizi! Geri zekalı! Bir işi de becer!' deyip kapattı telefonu. Sadi birkaç adım ilerimdeydi, bakışarak anlaşmış ve sessizce içeriye sızmıştık. Şeref bizi görünce hemen silahına davranmıştı ama Sadi daha hızlıydı, onu elinden vurdu, ben de hızlıca gidip onu dizlerinin üzerine oturttum.

'Bırakın lan beni! Bırakın! Çok para veririm size, bırakın!'

'Sus lan!'

'Şahin nerede?' Araya girmezsem Şeref'in ağzı ile burnunun yer değiştireceğinin farkındaydım, Sadi çok gergindi, bense ona nazaran çok sakin duruyordum.

'Bilmiyorum.'

'Deminden konuştun, söyle nerede?!'

'Bilmiyorum dedim sana! Sen bekle, o seni bulur zaten. Çok güzel şeyler hazırlıyor sana.'

'Bak son kez soruyorum, düzgün cevap vermezsen tekrar sormayacağım. Şahin nerede?'

'Bilmiyorum dedim ya! Telefonda konuştuk evet ama sormadım.'

'Ne konuştunuz?'

'Senin geleceğini söyledi.' Sırıtıyordu şerefsiz. Sadi komutan tüfekle vurdu yüzüne, bu ona karargaha gidene kadar yeterdi. Ellerini arkadan misina ile bağladım sıkıca, Sadi bana Şeref'in başında kalmamı söyleyip kendisi de çatışmaya katıldı, buradan adamları indirmek daha kolaydı. Telsizde ki sesler beni ürkütmeye başlamıştı. Bir sürü ses birbirine girmişti ama birisinin sesi dikkatimi çekti. 'Kağan, cevap versene oğlum, neredesin?' Yeni katılanlardan birisinin sesiydi bu, Kağan hangisiydi bilmiyordum ama umarım bir şey olmamıştır...

'Kağan iyi misin?' Taylan yüzbaşının sesiydi bu, tedirgindi. Kısa bir süre sonra korktuğum şey gelmişti başımıza.

'Komutanım Kağan yaralı, tekrar ediyorum Kağan yaralı. Kurşun kalbe yakın, durumu kötü.'

'Naci hemen müdahale et, Bora, füzeleri getirin, hızlanmamız lazım.'

'Emredersiniz.'

'Sadi, bombardımana başlayalım mı?'

'Başlayın, biz yukarıya çıkıyoruz hemen. Kağan'ı güvenceye alın önce.'

Telsizden tekrar bir şey söylendi ama sesten dolayı anlayamadım. Ben, Sadi ve Şerefsiz Şeref ile yukarıya çıktık, Şeref'i Dursun'a teslim ettik, ben hemen Kağan'ın yanına gittim zaten bize yakındı. Soy adına baktığımda tanıdık geldi, nereden tanıyordum ben bu ismi... Kağan Şen... Düşünürken lisede ki Kağan olduğunu fark ettim, Allah kahretsin, gerçekten o muydu? Yıllar sonra böyle mi karşılaşacaktık? Bilinci henüz açık olmasına rağmen konuşmakta zorlanıyordu.

'Kağan? İ-İyi misin?' Dedim, korkuyordum.

'S-Songül?'

'Benim, yorma kendini. İyileşeceksin.'

'A-Anneme... Anneme onu ç-çok sev-diğimi söyle...' Cümleleri kesik kesikti.

'Tamam, Yıldız teyze senin onu ne kadar çok sevdiğini biliyor, ben eminim. Hem bence kendin söylesen daha iyi, iyileşince kendin söylersin... Anlaştık mı?'

'Ben iyi-leşeme-yeceğim... Biliyorum... Elif, b-bırakmasın okulu...'

'Yapma böyle, iyisin. Söyleme böyle şeyler, vedalaşır gibi...' Cümlemi bitirmemle Kağan öksürmeye başladı, öksürmesinin ardından kısa süre sonra da bilinci kapandı. Olamazdı, böyle olmamalıydı... Kağan gidemezdi...

Sadi'nin beni tutup geriye çektiğini hissettim, muhtemelen şoka girmiştim, pek bir tepki veremiyordum çünkü.

~Sadi

Kağan'ın durumu gerçekten kötüydü, Songül ile nereden tanıştıklarını bilmiyordum ama uzun süredir görüşmedikleri belliydi. Kağan şehit olabilirdi ve Songül'ün onu böyle görmesi ona daha çok acı verecekti, emindim. Onu geri çektikten birkaç dakika sonra sarıldım ona, ağlamamak için kendini sıkıyordu.

'Songül, Songül kendine gel. Yapma böyle, iyileşecek...'

'İyileşecek...' diye tekrarladı. Kağan'a bakmak istese de engelledim, Naci müdahale ediyordu ama yüzünde ki ifade her şeyi anlatıyordu. Helikopteri beklerken Naci'nin kalp masajına başladığını gördüm, kimseden ses çıkmıyordu, Songül'ün sırtı dönüktü, ben istemiştim böyle durmasını, arkaya bakmaması için de sarılıyordum ona, iyi hissederdi belki... Helikopter sesi duyulduktan yaklaşık 2 dakika sonra helikopter göründü. Songül helikopterin yaklaştığını fark edince hızla kalktı ayağa.

'Hadi toparlanalım, helikopter geldi. Hadisenize! Kime diyorum ben? Komutanım bir şey söylesenize siz de.' Kimse hareket etmiyordu, Songül en son ki lafını bana dönüp de söylemişti.

'Toparlanalım hızlıca, hadi.'

Helikoptere ilk Kağanı koyduk askeri sedye ile, sonrasında da biz bindik. Hızla şehre döndük, helikopter hastanenin önünde durdu. Orada sedye hazırdı, hemen götürüldü. Yolda gelirken Naci kalp masajına devam etmişti, hastane de bir de elektraşok deneyeceklerdi. 20 dakika kadar bekledik, ameliyathanenin önündeydik, kimse konuşmuyordu. Şeref, Dursun ve Bora ile karargaha gönderilmişti. Koridorun başından birkaç kişinin sesi gelmeye başladı, o tarafa döndük.

Kağan'ın annesi getirilmişti.

'Oğlum nasıl? Oğlum nerede? Nasıl durumu?'

Songül fırladı hemen yerinden, yanına gitti.

'Yıldız teyze? Tanıdın mı beni? Songül Acarerk ben, lisede aynı sınıftaydık Kağan ile, hatırladın mı?'

'Songül, kızım? Kızım oğlum nasıl? Ne olur doğruyu söyle bana, nasıl oğlum?'

'Gel Yıldız teyze, gel şöyle otur. İyileşecek Kağan...'

Yıldız Hanımı koltuğa oturttular. Songül de yanına oturdu, ellerini tutuyordu, konuşamıyordu...

Yaklaşık 15 dakika sonra ameliyathanenin kapısı açıldı, doktor başında ki boneyi eline almıştı, yüzünden anlaşılıyordu durum...

Yıldız Hanım ve Songül hemen ayağa fırlamışlardı zaten, Yıldız Hanım doktorun yanına gitti hemen, gözlerinin içine bakıyordu ama doktor ona bakamıyordu.

'Nasıl oğlum? İyi olacak değil mi? Kağan'ım yaşayacak, iyi olacak?'

'Kurşun kalbin alt tarafından isabet etmişti... Getirildiğinde nabız çok zayıftı... Kurtaramadık... Başımız sağ olsun...'

Yıldız Hanım doktorun sözlerinden sonra dayanamayıp yere yığıldı, hemen hemşireler ve doktor müdahale ettiler, serum takıldı, sakinleştirici yapıldı. Songül hemen peşindeydi zaten. Karargaha haber verilmişti... Cenaze işlemleri başlatılmıştı. Defin işlemleri yarın yapılacaktı, Ankara'ya götürülecekti. Yıldız Hanım'ı uzun saatler uyuttular çünkü uyandığında çok kötü oluyordu.

Saat akşam 6 olmuştu. Yıldız Hanım'ın odasının önüne geldim, Songül buradaydı, bir an olsun ayrılmamıştı yanından. Yavaşça kapıyı tıklattım ve içeriye girdim, Songül beni görünce zaten hemen ayağa kalkıp yanıma geldi, dışarıya çıktık.

'Nasıl oldun?'

'Bilmem... 8 yıl sonra ilk kez karşılaşmıştık, o da...'

'Şimdi sırası değil ama ben size kantinden birkaç şey aldım, aç aç daha kötü olur insan...'

'Teşekkür ederiz, Yıldız teyzeye söylerim ama yer mi bilmiyorum, benim de hiç içim almıyor bir şeyi.'

'Songül, senin güçlü olman lazım. Kağan üsteğmen de güçlü olmanı isterdi, eminim.'

Songül yorgun gözlerle bakıyordu.

'Şunları içeriye bırakıp geliyorum ben hemen.' Hızlıca içeriye girip koltuğa aldıklarımı bıraktım. Çıktığımda Songül aynı bıraktığım yerde duruyordu. 'Hadi gel.'

'Nereye?'

'Biraz hava al, iyi gelir.'

Songül başı ile onaylayıp önden yürüdü, hastanenin terasına çıktık. Bahçede bir sürü asker vardı. Hem bizim timdekiler, hem Kağan üsteğmenin kendi timindekiler, hem de karargahtan koruma amaçlı gönderilen askerler vardı. Teras boştu ama...

Uygun bir yere oturduk, Songül'e cebimden çıkarttığım sandviçi uzattım, başta istemese de ısrarım üzerine zar zor birkaç ısırık aldı, hava serindi, üstüne bir şey almak gelmemişti aklıma. Benim üzerimdeyse askeri ceket vardı, onu çıkartıp Songül'ün omuzlarına koydum. Konuşmadık, sustuk... O kadar derin bir sessizlikti ki şehrin gürültüsünü bile duymuyordum. Sabaha kadar ara ara Songül ile terasa geldik, saatler geçmek bilmemişti resmen. Onu yalnız bırakmamaya çalıştım. Sabah olduğunda erkenden eve gittik hazırlanmak için. Ankara'ya gidilecekti.

Hepimiz hazırdık, Alp de gelmek istemişti ama Murat albay izin vermemişti, her ne kadar 1 haftası dolmuş olsa da doktoru uçağa müsaade etmemişti.

Ankara'ya geldiğimizde orada ki karargahta hazırlandık hepimiz. Kimse konuşmuyordu.

Tören çok kalabalıktı, Yıldız Hanım'ın feryatları herkesin tüylerini diken ediyordu...

Şu hayatta en sevmediğim şey şehit haberi vermekti. Aslında şehit olmak çok güzel bir şeydi ama arkasında bıraktığı ailesi o an bunu anlayabilecek durumda olmuyordu... Hele ki çocuğu olanlar... O çocukların boynu bir ömür bükük kalıyordu...

Tören bitip kalabalık dağıldıktan sonra Songül zor da olsa Yıldız Hanım'ı evine götürdü, Kağan'ın kardeşi Elif Yıldız'ı yatağına yatırdıktan sonra yanımıza geldi.

'Songül abla, çok sağ ol, sen olmasan ne yapardım bilemiyorum.'

'Ne demek, ne zaman bir ihtiyacınız olursa arayın tamam mı? Biz birazdan mecbur yola çıkacağız ama bir şey olursa ara hemen atlar uçağa gelirim.'

'Teşekkür ederim.' Songül vedalaştıktan sonra biz de timin yanına geldik. Hep beraber havalimanına, oradan da Şırnak'a döndük. Songül eve gidene kadar hiç konuşmamıştı.

'Ben teşekkür ederim.'

'Niye?'

'Ne zaman başımı çevirsem yanımdaydın, bu çok değerli bir şey.'

'Olur mu canım, lafı olmaz. Hem kim olsa aynı şeyi yapardı.'

'Yapmıyor. Herkes yapmıyor. Teşekkür ederim o yüzden.'

'Bir ihtiyacın olursa hemen ara, gelirim.'

Songül başı ile onayladı, sonrasında evlere dağıldık.

-diğer gün-

-Sadi-

Sabah erkenden uyanıp apartmanın altında ki banklarda oturmaya başladım, saat 6'yı geçiyordu, hava biraz serindi ama bu serinlik beni diri tutuyordu, seviyordum. Bu sabah içtima vardı normalde ama Şeref'in sorgusu sabaha kaldığı için içtimayı erteleyecektik. Karargaha geçmeden önce Songül'ü görmek istiyordum, sonuçta eski bir arkadaşını kaybetmişti, neler hissettiğini bilmiyordum, dışarıya hiçbir şey belli etmiyordu. Bu sabahki bekleyişmin ana nedeni de aslında Songül'dü...

~Songül

Gece hiç uyuyamamıştım, ne zaman gözümü kapatsam o cenaze günü geliyordu, gözümün önünden o 2 tabut gitmiyordu, annem ve babamın tabutları... Etrafımda bir sürü kişi olması ama hiç kimsenin olmaması... Resmen boğuluyordum. Güneş doğar doğmaz kendimi dışarıya atmıştım, karargahta ki odamda dosyalara gömülmüştüm. Saat daha çok erken olduğu için nöbetçiler dışında pek kişi yoktu.

Sabah Şeref'in sorgusu olacaktı muhtemelen ve yüksek ihtimalle beni sokmayacaklardı ama Sadi'nin gireceğinden emindim, en azından bir şey bulabilirsem ona söylerim o da Şeref'e sorar diye düşünmüştüm.

Yaklaşık 2 saat geçtikten sonra açık olan kapım tıklatıldı, kapıya baktığımda neredeyse 1 haftadır konuşmadığımız Taylan abi gelmişti.

'Müsait miydin?'

'Çalışıyorum.' Önümde ki dosyalara döndüm.

'Peki, akşam evde olacağım, artık konuşalım.'

'Sen kaçardın aslında ama nasıl oldu da konuşmak istedin anlayamadım. Madem çok istiyorsun konuşuruz. Ben kaçmıyorum nasıl olsa...' Başımı önümde ki kağıtlardan kaldırmamıştım, kısa süre sonra gelen adım seslerinden gittiğini anladım.

Kendimi işe vererek kafamı meşgul etmek çok eskiden beridir yaptığım bir şeydi ama bugün kafamı meşgul eden başka şeyler de vardı. Sadi... Onun yanındayken kendimi daha rahat ve daha güvende hissediyordum. Dün ve önce ki gün yanımdan bir an olsun ayrılmamıştı, belki ben abartıyordum bilmiyorum ama çok değerliydi bu... Her baktığımda onu görmeye alışmıştım farkında olmadan. Eğer bir gün... Eğer bir gün onu sedyenin üzerinde koyarsak ne yapacaktım? O sedyede Kağan varken Sadi hep yanımdaydı, ne zaman ihtiyacım olsa yanımdaydı gerçi ama bir gün ona ihtiyacım olduğunda o olmazsa ne yapacaktım?

Düşüncelerim Veysel'in kapıyı tıklamasıyla bölündü.

'Komutanım, günaydın. Erkencisiniz bugün?'

'Öyle oldu, günaydın.'

'Komutanım çay-kahve bir şey ister misiniz? İsterseniz Olgu'ya söyleyeyim hemen bir kahvaltı tabağı hazırlasın açsanız?'

'Yok, sağ ol. Kahve iyi.'

'Tamam komutanım. *kapıdan çıkacakken geri döndü* Komutanım bu arada, şey, başınız sağ olsun komutanım, Kağan komutanım arkadaşınızmış sanırım...'

Başımla onayladım. 'Vatan sağ olsun...'

'Ben kahvenizi getireyim.' Veysel hızla gitti. Kağanla lisede iyi anlaşırdık, benim kaldığım yurt onların evine yakındı, sabahları bazen beraber yürürdük okula. Lise bittiğinde o üniversite için İstanbul'a gitti sanıyordum, numarası vardı aslında ama telefonumu değiştirmem gerektiğinde tüm numaralar gitmişti, bir daha da görüşememiştik. Bir daha böyle karşılaşmak çok garip hissettirmişti, keşke operasyona çıkmadan önce konuşsaydık...

Şahin'e olan öfkem daha da artıyordu saniyeler geçtikçe, birkaç yeni bilgi ve yeni yer bulmuştum, saat 9'a geliyordu ama Sadi hala gelmemişti, hiç geç kalmamıştı şimdiye kadar, bir şey olup olmadığını merak ettim. Kendimi korkutmamak için cama gittim, pencereyi açıp hava almak iyi gelecekti ama zaten pencerenin yanına gittiğimde rahatlamıştım. Sadi, Alp ve Semih geliyorlardı. Derin bir nefes aldım. Onlar gelirken ben de masamın üzerini toparladım.

~Sadi

Karargaha girdiğimizde Semih ve Alp ortak alana gittiler, emir gelene kadar serbestlerdi, ben ise Songül'ü merak etmiştim, yine geçen gün ki gibi Murat albay mı bir yere gönderdi acaba diye merak etmiştim, sormak için Murat albayın odasına gittim, kapıda Veysel vardı.

'Komutanım günaydın.'

'Günaydın, Murat albay odasında mı?'

'Yok komutanım, bugün biraz gecikecekmiş. Ama 15-20 dakikaya gelir bence.'

'Anladım. Songül komutanını gördün mü? Karargahta mı?'

'Evet komutanım, valla ben de şaşırdım komutanım, sabahın 5'inden beri o odadaymış, ben 6 buçuk gibi geldim komutanım valla inanır mısınız yerinden bile kalkmadı, dosyalara gömülmüş harıl harıl çalışıyor komutanım.'

'Tamam Veysel, sen de maşallah hiç işin gücün yok komutanını mı izledin?'

'Yok komutanım, yanlış anladınız, odalar aynı koridorda olunca ben şey etmiştim...'

'Şey etme Veysel, işine bak koçum.'

Allah'ım ya, sana ne oğlum, ister oturur ister kalkar, sana ne yani? Bir de aynı koridordayız diyor. Ben gösterirdim sana aynı koridoru da... Şimdi sırası değil.

Songül'ün odasına geldim, beni görünce ayağa kalktı.

'Günaydın.'

'Günaydın.'

'İyi misin? Merak ettim seni. Sabah erken çıkmışsın?'

'Öyle oldu, uyku tutmayınca ben de gelip çalışayım dedim ama iyiyim. Sorgu bu sabah olur değil mi?'

'Yüksek ihtimalle bu sabah ama seni-' Hemen lafımı kesti ve eline masada ayırdığı birkaç kağıdı aldı.

'Ben biliyorum sorguya giremeyeceğimin, o yüzden not çıkarttım. Siz girersiniz diye düşündüm ben, en azından bulduklarımı size gösteririm siz de Şeref'e sorarsınız diye... Bir de 2 mağara benim dikkatimi çekti, Şahin 2'sinden birinde olabilir bence.'

Kağıtları aldım, çok temiz not çıkartmıştı.

'Tamam o zaman, ben bunları okuyayım bi, *masanın önünde ki koltuğa oturdum* kahvaltı yaptın mı sabah?'

'Yedim bir şeyler komutanım.'

'Ne yedin mesela?'

'Geçen hafta Alp çikolata getirmişti, onu yedim, bir de kahve içtim. Yetti bana.'

'Songül sen bir askersin, askeriyede bize güçlü insan lazım, ya acil operasyon çıkarsa? Ya operasyon sırasında fenalaşırsan?'

'Açlığa karşı direncim yüksek aslında...'

'Songül, tamam bugün üstüne gelmeyeceğim ama yarın sabah beraber yemekhanede kahvaltı yapacağız, göreceğim ne yediğini.'

'Emredersiniz komutanım.'

İkimizde önümüzde ki kağıtlara gömüldük, Songül bir yandan da bilgisayarda açtığı haritadan kestirme yolları buluyordu.

Saat 10'a gelirken Veysel beni sorgu için çağırdı. Murat albay sorgu odasındaydı, ben de girdim içeriye. Songül ise dışarıdaydı, kapının önündeydi ama adamın vereceği cevapları az çok hepimiz tahmin ediyorduk.

'Şeref, bugün sinirlerim normalden çok daha bozuk, sorulan sorulara düzgün cevaplar ver ki buradan yürüyerek çıkabil.' Murat albay öyle sakin konuşmuştu ki...

'Komutan, sizin sinirler hep bozuk oluyor zaten, ben düzgününüze rastlamadım ki. Aaa ama bak şu asker kız düzgün sormuştu, nerede o? Neydi ismi... Hah, Songül. Songül üsteğmen değil mi? Gelmeyecek mi o? Valla çok da güzeldi...'

'Şeref! Seni gebertirim oğlum, seni köpeklere parçalattırırım benim sinirlerimi zıplatma!'

'Sadi, sakinleş. Şeref, bir kere soracağım! Şahin nerede?'

'Ama komutan, siz de hep aynı şeyi soruyorsunuz, Şahin nerede Şahin nerede? NE biliyim Şahin nerede? Girmiştir yine bir deliğe.'

İki tane fotoğraf çıkarttım dosyanın içinden ve masaya koydum.

'Bu deliklerden biri olabilir mi?'

'Komutanım ben mağaranın fotoğrafından neresi olduğunu ne bileyim. İsmi cismi var mı bunların? Nerede bunlar?'

Haritayı da çıkarttım, sakin olmaya çalışıyordum.

'Biri burada, diğeri burada.'

'Valla komutan, kim bulduysa buraları helal olsun.'

'Burada yani Şahin?'

'Yok, tüymüştür çoktan, 8 saatte bir yer değiştirir o.'

'Peki en son nerede olabilir?'

'Siz yine şuralara falan bakın tabi *haritanın üzerinde ona gösterdiğim mağaraların civarını işaret etti'

'Sen çocuk oyuncağı mı sanıyorsun lan bu işi! Adam gibi yer söyle bize!' Murat albay kükremişti resmen, Şeref'in korktuğu belliydi.

'Tamam komutan, sakin... Siz bana bir telefon verebilirseniz eğer ben arayıp öğreneyim.'

'Neden güvenelim sana?'

'E zaten peşinde olduğunuzu biliyor.'

Bir şey demeden çıktı Murat albay, ben de masadakileri toplayıp çıktım. Songül kapıdaydı.

'Taylan'ı da alıp odama gelin.' Dedi Murat albay, sonrasında da gitti. Ben hemen Taylan'ı aradım ve Murat albayın odasına çağırdım.

Kapıyı tıklayıp 'gel' emriyle içeriye girdik. Masanın karşısına dizildik. Murat albay camdan bakıyordu, düşündüğü belliydi.

'Songül sen nasıl buldun bu mağaraları?'

'Komutanım istihbarattan arkadaşlar yardımcı oldular.'

'Şeref burayı bulmamıza şaşırdı, bizi oyalamak için burada değil demiş olabilir. İki gruba ayrılaksınız, birinci grup bu mağaralara bakacak. İkinci grupsa Şeref'in dediği yere gidecek.'

'Komutanım Şeref'e güvenerek doğru mu yapıyoruz sizce?'

'Başka seçeneğimiz mi var üsteğmenim?'

'Tabi siz daha iyisini bilirsiniz ama bizi tuzağa çekebilirler.'

'Songül haklı komutanım.' Bakışlarımız Taylan'a dönmüştü.

'Peki ya doğru söylüyorsa?'

'Komutanım niye insan kardeşini satar ki?' Songül istemsizce gülümsedi, hemen topladı kendini.

'Hayırdır ne gülüyorsun?' Taylan gerilmişti biraz, Songül ise onun tam zıttı bir şekilde daha rahattı.

'Böyle düşünmeniz garibime gitti komutanım.'

'Nesi garibine gitti?'

'Siz mi 'insan kardeşini satar mı?' dediniz yoksa ben yanlış mı duydum tam emin olamadım.'

'Yeter! Kavganızı dışarıda yaparsınız. 1. Timin başında Sadi olacak, Bora, Dursun ve Naci'yi alıp Şeref'in dediği yere gideceksiniz. 2. Timin başında da Taylan olacak, sen de Semih, Pars, Alp ve üsteğmenimle mağaralara bakmaya gideceksin.' Murat albay da gerilmişti.

'Komutanım aslında üsteğmen için tehlikeli olabilir bu operasyon.'

'Biliyorum Sadi ancak sıhhiyeden anlayan 2 kişi var, biri Naci biri Songül. Tamam Songül'ün alanı sıhhiye değil ama yine de yeteri kadar bilgisi var. Olası bir yaralanmada müdahale edebilir. Mecbur o da katılacak. Başka birisini görevlendirirsek eğer sahaya hakim olmayabilir, operasyon içeriğini de ne kadar az kişi bilirse o kadar iyidir her zaman.'

'Siz nasıl emrederseniz komutanım.'

'Şeref'e bir telefon verin arasın Şahin'i, sonra da hemen hazırlanıp çıkın, zayiat istemiyorum, benim için öncelik sizlersiniz, bunu unutmayın.'

'Emredersiniz komutanım.' Üçümüz de aynı anda selam verip çıktık odadan

Şeref Şahin'i aradı ama sinyali tespit edemedik, yurt dışı hattı kullanıyordu.

'Nereye kaçtın lan?' diyerek başladı konuşmaya Şeref.

'Beni boş ver, sen nasıl arıyorsun beni?'

'Konuşmayınca iki vurdular saldılar. Yanına geleceğim, nerdesin?'

'Türkler öyle kolay düşmez yakandan, şimdi gelme, takip ederler kesin.'

'Ee ne yapacağız? Ben nereye gideceğim?'

'Bizim mağaraya gel, ben de 2 gün sonra oraya geçeceğim.'

'Hangi mağaraya?'

'Kafana çok mu vurdular? Aptal olmuşsun iyice! Derenin orada ki mağaraya gel. Benim adamlar orada zaten. 3 tane yeni adam aldım, içlerinden biri fena. Attığını vuruyor.'

'İyi, iyi... Asker geldiğinde de vurabilecek mi bakalım?'

'Vurur, sen merak etme. Kapat artık, bir daha da arama, dediğim gibi 2 gün sonra o mağarada olacağım, sakın diğerlerine gitme asker bulmuştur oraları, götünü toplamayım!'

'Kim kiminkini topluyor belli değil!'

-kapattılar-

Şeref haritadan söylenen mağaranın yerini verdi, plan değişmişti ama olası bir durumda belirlendiği gibi dağılacaktık. Oraya gitmemiz zaten uzun sürecekti çünkü helikopterin bizi indirebileceği alan uzaktaydı, havadan da inebilirdik tabi ama bu sefer de cümle alem görürdü geldiğimizi. Sessizce yürümek en iyisiydi.

Hazırlandıktan sonra Şeref'i de hazırlayıp helikoptere bindik. İçine kurşungeçirmez yelek giydirmiştir, Şahin'in ne yapacağı belli olmazdı.

Helikopterden indiğimizde yürümeye başladık, 4 saat geçince herkes bir kenara dağılmış yürüyorduk, Şeref'in çenesi kapanmadığı için durmak zorunda kaldık.

'Yav durun ne olur ya, kaç saattir yürüyoruz vallah canım cerem kesildi. 1 damla suya muhtaç kaldım. Bacaklarım koptu ne olur duralım.'

Adam Songül'e yalvarıyordu ama bilmiyordu ki ona en son acıyacak kişinin Songül olacağını...

'Çeneni sen mi kapatırsın ben mi kapatayım?' dedi Songül sert bir sesle. Adam bu sefer ilk karşısına çıkan Pars'a gitti.

'Nolur duralım, nolur...' Pars adamın yüzüne bile bakmadı.

'Kurtuluş, 15 dakika mola, çevre güvenliğini sağlayın. Yemekleri de bence şimdi yiyin, bir daha vakit bulamayabiliriz.' dedim.

Şeref resmen toprağı öpmüştü yere oturduğunda. Herkes bir köşeye çekildiğinde Songül'ün tek başına uzaklara daldığını gördüm, çantamda her zaman yedekte bulunan çikolatalardan birini ona uzattım yanına gittiğimde.

'Teşekkür ederim.'

'Ne demek... Sence şuan doğru mu yapıyoruz? Yani haklıydın bence, niye insan durduk yere kardeşini satar ki?'

'Belki de sandığımız gibi bir kardeş ilişkileri yoktur. Gerçi ben ve abimden daha iyi anlaşıyorlar orası kesin.'

'Niye ki?'

'Annem ve babamın cenazesinde abim beni suçlu gördüğü için o gün orada değildi ya da ben görmedim bilmiyorum... Her iki ihtimalde de yalnızdım o gün...' Songül'ün ses tonu her ne kadar "sorun yok" şeklinde olsa da içindeki kırgınlığı anlayabiliyordum, daha fazla bu konuda konuşup onu üzmek istemedim. Kısa bir sessizlik oldu.

'Geçen verdiğin sözler bu operasyonda da aklındadır umarım.'

'Unutmam ne mümkün komutanım, yoksa 3 gün uzaklaştırırsınız.' Gülümseyerek bakıyordu.

'Onda da rahat durmuyorsun ki.' İkimiz de güldük.

'Siz olsaydınız bomboş oturacak mıydınız?'

'Yok, ben ilk iş sana menengiç yapmayı öğretirdim.'

'Ama yaa, çok ayıp, hiç yakışmıyor size böyle dalga geçmek.'

'Yok canım estağfurullah, ama bak niye çıkmadan hatırlatmadın, tava alacaktık.'

'Ne tavası?'

'Ceza olarak kahve içirecektik ya.'

'Komutanım aşk olsun, hiç yakışmıyor size böyle dalga geçmek.'

'Aşk olsun tabi canım, aşk önemli.'

Songül bir şey söyleyecekken Pars geldi yanımıza.

'Komutanım, 15 dakika oldu, biz hazırız.'

'Tamam, hadi devam edelim.'

Hep beraber yürüyüşe devam ettik. Arada birkaç kere mola verdik, 2 kere de haritadan hangi yöne gideceğimizi netleştirdikten sonra sonunda 6 saatlik yürüyüşümüz sona erdi, mağarayı bulmuştuk. Etrafta hiç hareketlilik yoktu, hava kararmıştı çoktan. Gecenin sessizliğini Şeref'in inlemeleri bölüyordu, sanki 10 gündür yürüyormuş gibi saçma tepkiler veriyordu, çareyi ağzını bantlamakta bulmuştuk. Songül her ne kadar emirlerime uysa da yine bildiğini okumuş en tepeye çıkmıştı, gerçi mağarada sıcak çatışma olabilirdi, bu iyi bir şeydi bir bakıma.

Mağarada görünen 5 kişi vardı, içerinin ne kadar büyük ve kalabalık olduğunu bilmiyorduk, Şahin gelene kadar olan dışı bir şey olmadığı sürece müdahale edilmeyecekti. Her ihtimale karşı mevzilenmiştik ve beklemeye başladık. Aradan 14 saat geçti. Saat 10'a geliyordu. Hava yağmurluydu bugün, gece 3'ten beri şiddetli yağmur yağıyordu. Hazırlıklı geldiğimiz için bir sorun çıkacağını düşünmüyordum. Sel, toprak kayması vb doğa olayları olmadığı sürece sıkıntı çıkmazdı.

Akşam 5'e doğru Şeref'i mağaraya gönderdik, üzerinde dinleme cihazı ve gps vardı. Şahin beklediğimizden çok geç gelmişti ama gelmişti sonunda! Hava zaten bozuk olduğu için kararmıştı, bu kötüydü, yağmur da devam ettiği için mağarayı görmekte zorlanıyorduk. Telsizde herhangi bir hareketlilik yoktu, uyudukları anda tepelerine çökmek en mantıklı karar olarak gelmişti, belki de yanılmıştım... Saat 8'i geçtiğinde kendi telsizimizden bizimkilerin iyi olup olmadığını kontrol etme gereği duydum, içimde bir huzursuzluk vardı. Belki de saatlerdir böyle burada beklediğimiz içindi, bilmiyordum. Şuan ki tek amacımız Şahin'i canlı ele geçirmekti.

'Hareketlilik var mı?'

'Yok komutanım.' Diyen ilk kişi Semih oldu, ardından Pars, Naci, Bora ve Dursun da onu onayladı.

'Bence çok zaman kaybettik, artık girmeliyiz, hava iyice bozacak.' Dedi Taylan.

'Haklısın, herkes tamamsa giriyoruz.'

Taylan ve Songül dışında herkes emredersiniz komutanım demişti, Songül'den uzun süredir ses gelmiyordu, bir sıkıntı yoktur umarım diye düşünmekten başka çarem yoktu, ben bu düşüncelerle boğuşurken Taylan konuştu. 'Songül, neredesin?'

'Yukarıda.' Dedi Songül sadece. Kafamı kaldırıp baktığımda üst tarafta ki ağaçların dibinde olduğunu gördüm, yaklaşık 18 metre yukarıdaydı, bu da aşağı yukarı 6 katlı bir bina demekti. Toprak yumuşaktı, kayabilirdi... Bunun olmaması için dua ederek ilerlemeye başladım. Biraz mağaraya yaklaştığımızda hemen yanımda ki ağaca bir kurşun isabet etti.

'Komutanım iyi misiniz?' Dedi Semih, en yakınımda o vardı.

'İyiyim, Songül ne oluyor?'

'Komutanım sanırım keskin nişancı var.'

'Saat 10 yönünden geldi kurşun.'

'Göremiyorum...'

Biz Songül'den gelecek haberi beklerken adam üzerimize kurşun yağdırmaya başladı, kafamızı çıkartamıyorduk.

'Songül kaç kişi bunlar!'

'Sanırım 4.' Songül'ün de ateşe başladığını duydum, yerini öğreneceklerdi...

'Artık 3.' Dedi Songül, indirmişti birini. Üzerimize kurşun yağarken mağaradan kimsenin çıkmaması çok garipti, normalde hemen ateşe başlardı bu şerefsizler, bir terslik vardı.

'Semih, sen benimle gel, içeriye bakacağız.'

'Emredersiniz komutanım.' Ben önde Semih peşimde mağaranın kenarına geldik, Şahin görünmüyordu, içeridekiler de zaten daha maksimum 20 yaşındaydı, Şeref de görünmüyordu, dikkatlice içeriye girip orada ki 5 kişiyi bağladık. Zaten zorluk çıkartabilecek bilinçte değillerdi, ilk kez bu kadar yakından çatışma gördükleri belliydi. Adamları bağladıktan hemen sonra yerde bir sarsıntı hissettim, toprak şuan çok yumuşaktı, her titreşim hissediliyordu resmen.

'Komutanım deprem mi oluyor?' dedi Semih, deprem değildi bu, başka bir şeydi... Songül telsizden konuştu bu sırada, sesinde endişe vardı.

'Komutanım hemen çıkın oradan! Tekrar ediyorum hemen çıkın oradan! Tank var komutanım, çıkın oradan!'

'Allah kahretsin!' Hızla kendimizi dışarıya attık, uzaklaşabildiğimiz kadar uzaklaştık ama üzerimize yağan kurşundan koşamıyorduk bile. Çalıların arasına attık kendimizi, bizden yaklaşık 1 dakika sonra mağaranın içerisine tank ateş etti, etraf kısa süreliğine de olsa aydınlanmıştı.

'2 tane kaldı.' Dedi Songül, biz de ateş ediyorduk ama tank şuan bizim önceliğimizdi. Taylan yanıma geldi.

'Abi ne yapacağız? Bu tank 2 ateş etse yokuz. Keskin nişancılar da nefes aldırmıyorlar.'

'Düşünüyorum... Bizim tanksavarlar nerede?'

'Songül'ün yanında.'

'Onları almamız lazım.'

'Ben gider alırım.' Onaylamamla beraber Taylan hemen gitti. Telsizden konuşmalarını duyabiliyordum.

'Songül, tanksavarları hazırla.'

'Komutanım buraya gelemezsiniz, çok tehlikeli, yerimi öğrendiler. Ben yer değiştireceğim. Bekleyin.'

'Songül senin için de tehlikeli.'

'Bir şey olmaz bana.'

Kısa bir sessizlik oldu, Taylan Songül'ü bekliyordu anlaşılan. Songül hem füzeyi hem de çantayı taşıyamayabilirdi, ikisi ağırdı. Bu sırada ben de dürbünümle keskin nişancıları bulmaya çalışıyordum, tüm tim dağa ateş ediyorduk ama öyle bir yere girmişlerdi ki bulamıyorduk, yağmurun yağması da işimizi zorlaştırıyordu.

'Taylan komutanım, halat ile aşağıya indireceğim füzeyi.'

'Tamam dikkatli ol, ben aşağıdayım.'

'Delirdiniz mi siz? Görürlerse ne olur farkındasınız değil mi?'

'Komutanım başka çare yok.'

'İkiniz de delisiniz! Kurtuluş, yerinizden çıkmayın!'

Hızla yerimden çıkıp Taylan'ın yanına geldim. Songül dediği gibi füzeyi bir halat ile bağlamış aşağıya indiriyordu, biz gözümüzü açamazken onlar da göremiyordur diye düşündüm. Füzeyi aldığımızda hızla hazırladık, Songül bu sırada yerini değiştirmeye çalışıyordu sanırım ama yine de bulunduğu yer tehlikeliydi.

Biz mevzilenmeye çalışırken Songül konuştu. '1 tane kaldı.'

Derin bir nefes almıştık, Taylan da ben de... İkimiz füzeyi ateşlemeye hazırlanırken tankın namlusunun hareket ettiğini gördüm.

'Taylan hadi!'

'Abi olmuyor! Tutukluk yaptı! Allah kahretsin!'

Namlunun ucu Songül'ün bulunduğu yere çevrilmişti, nefes alamadığımı hissettim.

'Songül! Songül! Songül terk et orayı!'

'Allah kahretsin! Songül neredesin!' Taylan resmen kükremişti. Tekrar tekrar ateş etmeyi denedik, en sonuncusunda da başardık ama geç kalmıştık! Biz ateş ederken o da ateş etmişti. Tank havaya uçmuştu ama ateş ettiği yerde Songül'ün bulunması çok büyük bir ihtimaldi, Songül neredeydi bilmiyorduk, eğer oradan çıkamadıysa...

Herkes telsizden Songül'e ulaşmaya çalışıyordu ama cevap yoktu, bulunduğu yeri füze dağıtmıştı, artık öyle bir tepe bile yoktu...

~Songül

Planım işe yaramıştı, sonunda tank beni fark etmişti, son kalan keskin nişancıyı da indirdikten sonra hızla arka taraftan aşağıya indim. Tank benim yerimi biliyordu ve bu yüzden oraya ateş edecekti, bundan emindim. Bu sayede biz onları etkisiz hale getirebilecektik. Tam da istediğim gibi oldu.

Telsizden anons geçtim. 'Komutanım, ben iniyorum, burası dağılacak biraz. Tekrar ediyorum ben iniyorum.' Kimseden ses gelmedi, kimsenin sesi bana gelmiyordu ve muhtemelen benim sesim de onlara gitmiyordu. Uzaklaşmak için koşarken bombanın etkisiyle biraz savruldum ama önemli değildi, sadece üstüm toprak olmuştu. Mağaranın patladığını da görmüştüm, umarım içinde Şeref ve Şahin de gebermiştir diye düşünmeden edemiyordum... Uygun bir yere geçip time ulaşmaya çalıştım ama telsizden sesimin gitmediğine artık emindim, kulağımda ki ucunu çıkartıp baktığında kablonun çıktığını gördüm. Düzeltmeye çalıştım ama ellerim ıslaktı, yaptığım şey muhtemelen onu daha da bozuyordu, bu yüzden kaskımı geri takıp yürümeye başladım, timin yanına gitmem lazımdı. Haber vermeye vaktim olmamıştı ve muhtemelen ağzıma edilecekti. Telsiz kapattığım için de muhtemelen güzel bir azar işitecektim ama bu sefer benim suçum değildi, kendisi bozulmuştu. Bunları düşünürken hızlandırdım adımlarımı, mağaranın 25 metre ilerisinde ki ağaçların dibine gelmiştim ki böyle gitmemin çok tehlikeli olduğunun farkındaydım, sonuçta timde ki herkes bordo bereliydi ve beni düşman sanıp vurabilirlerdi. Bana seslendiklerini ve bombalanan tepenin etrafına dağıldıklarını ve beni aradıklarının farkındaydım. Çantamda ki lambayı çıkarttım ve açtım, daha doğrusu tepeye doğru yanıp söndürdüm 3 kere, fark etmemelerinin imkanı yoktu... Tüm silahların üzerime döndüğünü gördüm.

'Kaldır ellerini! Kimsin!' Taylan yüzbaşı modundaydı yine.

'Üsteğmen Songül Acarerk, benim komutanım.'

'Songül?' Sadi komutan ve diğerleri hızla yanıma geldiler.

'İyi misin!' Sadi kolumdan tutmuş elimde ki lambayı alıp iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Gerçi herkes öyleydi, amma korkmuşlardı.

'İyiyim, telsizin kablosu kopmuş, elim ıslak olduğu için onaramadım, daha da bozuldu sanırım. Telsizden söylemeye çalıştım aslında ama anonsum ulaşamadı, yoksa gerçekten bu sefer telsiz kapatmadım.'

Sadi derin bir nefes almıştı time döndü, hepsinin rahatladığı gözlerinden belliydi. 'Toplanın, yola çıkıyoruz. Şeref'in üzerinde ki vericiyi takip edelim.' Şuan ona sarılmayı o kadar çok istiyordum ki...

'Onu çoktan çıkartıp atmıştır komutanım, biliyordu verici koyduğumuzu.' Dedi Pars, haklıydı aslında ama tabi ki önlemimizi almıştık.

'Giydiği pantolonun arka cebinde bir verici daha var, onu bilmiyor.'

'Komutanım valla sizin aklınızdan korkulur.' Dedi Dursun.

'Bana değil Songül komutanınıza söyleyin onu, onun fikriydi.' Sadi bana bakarak gülümsüyordu.

'Songül üsteğmeni kutlamayı sonraya bıraksak da yola koyulsak, böyle çok açıktayız zaten.' Taylan huysuz şirinliğini yıllardır hiç kaybetmemişti tabi ki.

'Haklısın, gidelim.' Yürümeye başlamıştık, Pars bir yandan gpsten Şeref'in izini bulmaya çalışıyordu.

'Komutanım, 2 kilometre önümüzde görünüyorlar.'

'Şeref'e bak sen, işine gelince nasıl da yürüyormuş şerefsiz.' Semih cümlesini bitirir bitirmez hemen düzeltti kendini. 'Pardon komutanım, ben bir an şey...'

'Haklısın aslanım, şerefsiz Şeref kuş olmuş uçmuş.' demişti Sadi, gergin gibiydi. Biz ilerliyorduk ama onlar da ilerlediği için bir türlü yetişememiştik, neyse ki bir mağaraya gidip durmuşlardı.

'Komutanım 20 dakikadır duruyorlar, bir terslik olmasın?' Pars haklıydı, peşlerinde olduğumuzu biliyor olmaları lazımdı.

'Biraz hızlanalım, dikkatli olun, bastığınız yere bile dikkat edin.'

Yine bir şeyler oluyordu, hiç bitmiyordu ki aksiyonumuz zaten.

Biz mağaranın etrafını sardığımızda hava karanlık olduğu için içerisi görünmüyordu ama içeride birisi varmış gibi de durmuyordu. Hiç ses yoktu. Taylan yüzbaşı önde, biz de peşinden girdik içeriye. Bulduğumuz tek bir şey vardı. Şeref'in delik deşik olmuş bedeni... Şahin tüymüştü arkasında bir not bırakıp.

"Şuan gidiyorum ama senin döneceğim üsteğmen."

'Ne yapacağız komutanım?'

'Bilmiyorum Naci, inan bilmiyorum. Bora, bana karargahı bağlasana.'

'Emredersiniz komutanım.' Bora hızlıca karargahı bağladı, Sadi olanları anlattığında karargaha dönün emri geldi, mecbur geri döndük. Tabi önce uzunca bir süre yürüdük, helikoptere ulaştığımızda saat sabah 4'e geliyordu. Kısa sürede karargaha geldik. Murat albay aslanla önceden de karşı karşıya geldiği için gittim dediğinde gittiğini biliyordu, sabırla içerisinde bana saldırmasını bekleyecektik galiba, gerçi Murat amcam durup bekleyecek birisi değildi, bizi çıkartmasa da Aslan'ın peşine birçok timi taktığı biliyordum.

Evlere dağıldık. Karargahta Sadi, Murat albayın yanına girerken telefonunu bana bırakmıştı bildirim gelirse diye ve çıktığımızda bende kalmıştı, bunu fark edince hemen aşağıya indim. Kapıyı çaldığımda kısa sürede açıldı ama şoka uğramıştım resmen.

'Sadi, ne oldu sana?'

'Önemli bir şey yok, telaş yapma.'

'Kan var Sadi nesi önemli değil?'

'Songül dur bağırma, bak herkesi kaldıracaksın.' Ben avel avel baktığım için Sadi beni içeriye davet etti, üzerine giydiği mavi tişörtte kan vardı, sol tarafındaydı.

Oturma odasına geçtik, zaten ilk yardım malzemeleri hazır duruyordu orta sehpada.

'Ne zaman vuruldun? Niye söylemedin? Ya hiç mi fark etmedin? Hadi fark etmedin bu zamana kadar, fark edince niye söylemedin? Acıyor mu çok?'

'Kızım nefes al dur da, bir insan nasıl 10 saniyede 5 soru sorabilir? Bir sakin ol, ufak bir sıyırık sadece. Eve geldiğimde fark ettim, sonra da kimseyi telaşlandırmak istemedim, derin değil zaten. Sen de sakin ol'

Sadi bu sırada eline kolonyayı aldı, tam da beklediğim hareketti gerçekten!

'Dur, dur ne yapıyorsun? Olur mu öyle, lütfen bana bırak.'

'Niye olmasın canım ben hep böyle yapıyorum.'

'Ya olmaz öyle, bir kere de sözümü tekte dinle. Sen tişörtünü çıkart, ben de pamuğu hazırlayayım, böyle yarım yamalak olmaz, iltihap kapar.'

'Gerek yok ya...'

'Aa, ama kızmaya başlıyorum, daha da kanamadan müdahale edelim.'

Sadi böyle diyince tişörtünü çıkarttı, as –üst ilişkisini bıraktığımız iyi olmuştu, yoksa hiç söz geçiremezdim.

Batikonlu pamuğu hazırladım ve Sadi'ye döndüm, yarayı temizledim güzelce.

'Yanıyor mu?'

'Evet ya, biraz üflesen aslında...' Ben hemen yaraya üflemeye başladım ve Sadi kısa süre sonra gülmeye başladı, ah be Songül'üm, saf mısın ya? Koskoca bordo berelinin canını batikon mu yakacaktı?

'Ya gülme, endişelendim senin için.'

'Bana bir şey olmaz, merak etme ama istersen biraz daha üfleyebilirsin.' Sadi hala gülüyordu, yapmam yanlıştı biliyorum ama pamuğu biraz daha sert bastırmaktan zarar gelmezdi, alaycı bir inleme ikimizi de güldürdü... Ben tamponu yapıştıracakken ışıkların gitmesi de işin cabasıydı... Ben hemen telefonun ışığını açıp sehpaya bıraktım. Hava henüz aydınlanmamıştı, kapalı olması da iyice karartıyordu.

Bandı yapıştırmak için mecbur biraz yaklaşmıştım, dikkatlice yapıştırdığımda elimle düzeltirken Sadi de parmaklarıyla bandın üzerine dokundu, kontrol ediyordu herhalde.

'İ-İyisin değil mi?' Sesimde ki bu titreme de neyin nesiydi?

'İyiyim.' Biraz fazla yakındık sanki, avuçlarım terliyordu. Ne oluyordu ya bana? Kalp atışlarım da hızlanmıştı... Offf, bayılacak mıydım acaba şimdi? Sadi'nin gözlerine baktığımda onun da bana baktığını gördüm, masmavi bir çift göz... İnsan bu gözlerin derinliğinde nasıl boğulmadan sağ çıkabilirdi ki... Ben de sağ çıkamayacaktım galiba... Bedenlerimizin istemli veya istemsizce ileri gittiğini hissediyordum, şuan her ne oluyorsa rüya olmalıydı... Gerçek olamayacak kadar değişik hisler dolanıyordu bedenimde. Sadi'nin dudakları benimkilere değdiğinde rüya olmadığını anladım, gerçek dünyadaydık... Gözlerim kapanmıştı... Kalbim deli gibi çarpıyordu.

Birden kendimi geri çektim, neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyordum çünkü aslında bu andan hiç çıkmak istemiyordum. Sadi gözlerimde ne görüyordu bilmiyordum ama ben onunkilerde endişe görüyordum, pişman mı olmuştu?

Hızla ayağa kalktım, kalkarken kolonya şişesini devirmiştim, elim ayağıma dolaşmıştı, deli gibi titriyordu tüm bedenim.

'Songül, b-ben ileri gittim, özür dilerim...' Şimdi ne cevap verecektin Songül Hanım! Ben aslında hiç ayrılmak istemiyordum ama birden ilahi güçler beni geri çekti mi diyeceksin! Aptal!

'Songül ne olursun yüzüme bak...' Korkak gözlerle ona baktığımda pişman mı olmuştu yoksa ben böyle davrandığım için mi böyle görünüyordu anlayamıyordum. Kısa bir süre bakıştık.

'T-Taylan bir ş-şeyler hazırlamıştı, b-ben yukarıya çıkayım...' Elimde ki gazlı bezleri sehpaya bırakıp yürümeye başladım.

'Songül...'

'S-Sonra konuşalım mı?'

'Sen nasıl istersen.'

'Geçmiş olsun, bir şey olursa a-ararsın.' Sadi başıyla onaylamıştı, bense sesimin titrekliğinden dolayı yerin dibine girmiştim resmen. Abimden hiçbir farkım yoktu, zamanında o kaçıp gitmişti, şimdi olaylar farklı olsa da ben de kaçıp gitmiştim, kalmaya cesaretim yoktu...

Yukarıya çıktığımda Taylan'ın çoktan uyuduğunu gördüm, televizyonun karşısında sızıp kalmıştı. Üzerine orada ki battaniyeyi örttüm, kendime kahve yapıp balkona oturdum, üzerime şal almıştım, hava serindi.

Orada ne kadar kaldığımı bilmiyordum. Taylan'ın sesiyle ürktüm.

'Songül!'

'N-noldu ya?'

'3 kere seslendim. Ne oldu dalıp gitmişsin? Bir şey mi oldu?'

'Yok, yok canım ne olacak? Kahve içiyorum.' İnandırmak için bir yudum aldığımda kahvenin buz gibi olduğunu fark ettim ama bir şey belli etmemek için yuttum.

'İyi öyle olsun.' O da yanımda ki sandalyeye oturdu, karşıda ki ağaçlara bakmaya başladık, konuşmadan etrafı izliyorduk. Elimin dudağıma gittiğini fark ettim birkaç kere ve hemen toparladım kendimi... Kimseye bir şey söyleyemezdim, hele ki Taylan abiye...

'Sende bir haller var da, çıkar kokusu.'

'N-Ne hali ya? Ne olmuş bana?'

'Bir gariplik var sende, baksana elin falan titriyor.'

'Dibimde bomba patladı ya ondan olabilir mi ya da bugün ki çatışmadan?'

'Sen? Çatışmadan korktun? Bombadan korktun? Ben bir fareyim desen daha çok inandırıcı olurdu.' Haklıydı adam, nasıl çıkacaktım şimdi, bul bulabilirsen...

'Neyse, ben sana bir şey söyleyeceğim.'

'Kötü bir şey mi?'

'Yok, hatta senin için iyi de denilebilir.'

'Ne o gidiyor musun?'

'Evet.'

'NE? Ne gitmesi? Nereye gidiyorsun?'

'Sakin ol kızım, çok uzaklaşmıyorum merak etme. Karşı daireye gidiyorum.'

Derin bir nefes aldım, resmen travmam olmuştu bu durum artık. 'Niye gidiyorsun ki? Zaten evde durmuyoruz.'

'Doğru diyorsun da, böylesi daha iyi olacak. Hem tüm gün bana katlanmak zorunda kalmazsın, iyi bir şey yani senin için.'

'Tabi canım, huysuz şirinliğin hiç bitmiyor ki. Ee ne zaman geçiyorsun?'

'Ha öyleli bıktın yani benden?'

'Öyle bir şey demedim, çarpıtma.'

'Tamam ya, demedik bir şey. Murat amcamla konuştum bugün geçeceğim. Zaten bir kıyafet taşıyacağım başka bir değişikli yok. Bakıyorum çok üzüldün gidiyorum diye?' Alaycı konuşması hiç mi değişmeyecekti?

'Tabi canım, kahroldum resmen.'

Daha fazla konuşmadık, günlük konuşma kotamız bu kadardı, gerisi pek hoş olmuyordu. Bir süre balkonda oturduk, sonrasında ben biraz uyumak için odama gittim, uyumaktan çok o anları düşünüyordum... Sadi'yi... Yaralandığını gördüğümde hissettiğim korkuyu... Gözlerini... Öpüşünü... Kaçışımı... En çok da kaçışımı düşündüm... Mal mıydım acaba ben?

Düşüncelerle boğuşurken uyuyakalmıştım, Taylan'ın kapıma dayanmasıyla gözlerimi açtım, saate baktım ilk iş, alarmımı kurmuştum ama duymamıştım bile. Taylan abi kapının arkasından seslenip duruyordu.

'Songül kırmızı tişörtüm sende mi? Songül? Uyan artık ya. Akşam oldu akşam!'

'Geldim ya! Ne tişörtü? *kapıyı açtım* Bende yok tişört falan...' Elinde ki pastayı görmemle susmuştum. Küçük bir pastaydı ama en sevdiğimdi, unutmamıştı...

'Özür dilerim, geçtiğimiz günlerde seni kırdım. Gerçi yıllar boyu, aynı yolda bir türlü yan yana yürüyemedik. Özür pastası gibi düşün.'

'Hayırdır ya, ayrı eve çıkınca bir üzüldün gibi sanki?' Çocukça bir edayla sormuştum bunu çünkü anında şımarma özelliğim vardı.

'Yok canım ne üzüleceğim? Eve geçer geçmez ilk işim göbek atmak olacak.' Güldük.

'Çok ararsın bak beni, demedi deme.'

'Komşu komşunun külüne muhtaç derler, bak iki gün sonra işin düşer görürüm seni.'

'Ne işim düşecek sana ya?'

'Neyse gel de kesip yiyelim şu pastayı. Bulucam diye göbeğim çatladı zaten. 4 pastane gezdim senin için.'

'Allah Allah, yapmazdın sen böyle şeyler, doğru söyle hasta falan mısın?'

'Ne alakası var? Kırk yılın başı içimden geldi.'

'İyi bari.'

Mutfağa geçip pastayı ikiye böldük, eskiden olsa ortadan kesilmedi, ona çok gitti bana az geldi diye 3 saat kavga ederdik ama şimdi pek bir önemi yoktu böyle şeylerin. Pastayı yerken çok konuşmadık, çok uzun zamandır hiç pasta yememiştim, işim gereği zaten çok fazla doğum günü vs. şeye katılamıyordum ama katılınca da hiç içimden gelmiyordu, sanki annem ve babama haksızlık ediyormuşum gibi geliyordu... Bunu kaç yıl geçse de aşamayacaktım galiba.

'Siz Sadi ile ne iş?' Dedi Taylan abi, öyle birden sorunca pasta boğazımda kalıyordu neredeyse, öksürmeye başladım.

'Yavaş kızım, yavaş. Bir şey sorduk alt tarafı, üzerine kurşun yağdı kaç kere bir şey olmadı şimdi şu pastadan gideceksin.'

'İster miydin?'

'Ne?'

'Ölmemi, ister miydin?'

'Manyak mısın kızım ya, niye isteyeyim?'

'Ne biliyim, bazen... Aman boş ver ya, pasta çarptı beni galiba.'

'Dur bi dur, ne demek o? Sonunu getir.'

'Ya demedim bir şey, tamam. Su-Su ister misin?' Yerimden kalkıp su aldım ve içmeye başladım.

'Ben artık eve geçeyim, sen de "rahat rahat" pastanı ye.'

Bir şey diyemedim, bu sırada Taylan abi son pasta dilimini de yiyip kendi evine geçti. Aslında hayatımızda hiçbir şey değişmemişti, alt tarafı karşı daireye gitmişti. Yani bir insan çok da sevmediği bir insana ne kadar alışabilirdi ki bu kadarcık bir sürede. Ama o boşluğa düşmüştüm işte, karadelik gibi içine çekmişti bu boşluk beni. Oturma odasında, tekli koltukta boş boş oturuyordum saatlerdir. Ona bu kadarcık bir sürede alışmış mıydım yani? Ne kadar saçmaydı bu? Sanki her şey tekrarlamıştı, yine tek bırakılmıştım ama bu sefer sadece karşı dairemdeydi, istediğimde gidebilirdim. Gitmeli miydim peki?... Bizim aramızda bir bağ var mıydı? Yeniden deneyebilir miydik? Yan yana durabilir miydik? Annem denememizi isterdi...

Bu düşüncelerle boğuşurken aklıma Sadi geldi. Ne kadar da aptal gibi davranmıştım! Niye öyle yapmıştım ki... Niye geri durmuştum? Niye... Bir sürü niye kafamın içinde halay çekiyordu...

Sabah olduğunda bir kahve içip kendime geldim. Sıradan bir sabahtı, eğitim haftasında olan 2 tim vardı. Bizimkiler bahçede sıraya dizilmişlerdi bile. Ben de yanlarına gittim ve sıraya geçtim, dalgındım herhalde biraz.

'Komutanım? Komutanım günaydın.' Alp'in sesiyle sola döndüm.

'Günaydın Alp.'

'Komutanım biraz yorgun gibisiniz, uyumadınız mı acaba?'

'Alp, sana ne? Sana da mı hesap vereceğim?'

'Yok komutanım, yanlış anladınız.'

'Sus Alp, sus!'

Kısa süre sonra Sadi ve Taylan yüzbaşı geldi, önce sağ baştan saydık sonrasında karargaha girdik. Murat albay bizi harekat merkezinde bekliyordu.

'Geçin çocuklar, yeni bir operasyon var.' Yerlerimize geçtik.

'Savar kod adlı bir teröristin uzun zamandır aranan kampının yeri bulundu. Evet dün geldiniz görevden ama şuan boş olan tek tim sizsiniz, bu yüzden mecbur siz gideceksiniz.'

'Emredersiniz komutanım.'

'Koordinatlar size verilecek, hemen hazırlanmaya başlayın. İçeride sivillerin de olduğu bilgisi geldi bu yüzden dikkatli olun.'

Murat albayın konuşmasından sonra hızla hazırlandık, yine tam kadro olmak güzeldi. Sadi'ye her baktığımda onun da bana baktığını görüyordum, belki böyle denk geliyordu, belki de ikimiz de gözlerimizi birbirimizden kaçırmaya çalışırken yine aynı noktada buluşuyorduk, gözlerimizde...

Helikopterde inip 2 saate yakın yürüdükten sonra çadırlar ve mağara vardı, büyük bir yere benziyordu. Bu sefer kendi bildiğim gibi hareket edebilecektim.

Herkesin nerede duracağı planlandı ve mevzilendik, bu sefer keskin nişancı olmak yerine mağaraya girenlerden olacaktım. Sadi önümdeydi, dünden sonra hiç konuşmamıştık neredeyse. Ateşe başlamadan önce son dakikalarımızdı...

'Özür dilerim...' diyebildim. Sadi şaşkınlıkla bana bakıyordu, muhtemelen bu konuşmayı burada/böyle beklemiyordu, ben de beklemiyordum gerçi.

'Ben özür dilerim.' Dedi, sesi kararlıydı, sanki pişman olmuş gibiydi... Eğer öyleyse... Belki de gitmem ikimiz için de iyi bir adım olmuştu, daha da ileriye gitmeden, pişmanlığımız artmadan bitmişti, belki de en iyisi buydu, yaşamadan bilemezdik. Bu sırada Sadi ateş emrini verdi, kafamda ki susmayan seslere artık silah sesleri de eşlik ediyordu, depresyona mı girmiştim acaba? Yarım saatin sonunda mağaraya giriş yapabildik, Sadi sinirini teröristlerden çıkartıyordu ama kurşununun sınırlı olduğunu unutmuş gibiydi sanki. Onun da kafasında 40 tane tilki dolaşıyordu muhtemelen.

Mağaradan her yerden bir oda çıkıyordu, ne biçim bir mağaraydı bu?! En son Sadi bir odaya girdi, peşinden de ben girdim, siviller buradaydı, 2 erkek, 1 çocuk vardı. Sadi onların ellerini çözerken arkadan bir ses duydum.

'Komutanım?' Silahımı doğrultmam bir oldu.

'Kaldır ellerini! Bırak silahını! Bırak!'

Sadi hemen ayağa fırlamıştı, silahımı tutup diğer tarafa itti.

'İndir silahını, Hakan'dan bize zarar gelmez.'

'Bir teröriste güvenecek değiliz.'

'Haklısın ama o bir terörist değil.'

Muhtemelen gizli görevde ki bir askerdi, üzerinde ki kıyafetlerin başka bir açıklaması olamazdı çünkü. Yine de iki saniye önce tanıştığım, hatta daha tanışmadığım birisine güvenecek değildim, zira insan şu hayatta kardeşine güvenemiyordu... Elim tetikteydi her ihtimale karşı.

Telsizden dışarısının temiz olduğu anonsu yapıldıktan sonra sivilleri dışarıya çıkarttık, Naci abi onları kenara alıp hemen sağlık durumlarını kontrol etti, önemli bir şeyleri yoktu, biraz hırpalanmışlardı. Mağaradan çıkmadan önce Hakan denen kişinin ellerinin misina ile bağlandığını gördüm.

Etrafı kolaçan edip dönüş yoluna geçtik. Hep yan yana yürürdük dönüş yolunda, bilerek veya bilmeyerek ama şimdi öyle olmamıştı, Sadi bir yerdeydi ben bir yerdeydim. Bana kızgın mıydı yoksa kırgın mıydı bilmiyordum. Ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu, ne yapmam gerektiği hakkında da...

Karargaha döndüğümüzde ilk iş sorgu odasına alındı Hakan denilen adam. Biz Sadi ile Murat albayın odasındaydık, Taylan'ın da burada olması lazımdı aslında ama geldiğimizden beri pek görememiştim onu.

'Bugün getirdiğiniz kişi Teğmen Hakan Kurt. Yaklaşık 4 aydır gizli görevde, hala daha devam ediyor.'

'O yüzden ellerini bağlayıp getirdik değil mi?'

'Evet Songül, onu aldığımızı görmelerini istedik. Bu teğmen bizi Şahin'e götürebilir.'

'Onun için tehlikeli bir görev bu.' Sadi haklıydı, evet Şahin'i en kısa sürede yakalamak istiyordum ama bunun için 1 askerin daha canının yanmasına tahammülüm yoktu.

'Bu görev için kendisi gönüllü oldu, bu saatten sonra da görev değişimi yapamayız, onu tanıyorlar artık.' Murat albay haklıydı her zamanki gibi.

'Komutanım Savar denilen adama ne olacak? Baskında kaçtı.'

'O da Şahin'in adamı olduğu Şahin'e gittiğimizde onu da yakalamış olacağız.' Dedi Sadi.

Sorguya geçtik.

'Komutanım niye burada sorgu yapıyoruz ki?'

'Ben öyle istedim komutanım, size de uygunsa eğer?' Şaşırmıştım, role mi girmişti anlamamıştım.

'Diğerlerinin haberi yok görevde olduğundan.' Dedi Sadi, onunla da konuşmam lazımdı, gerçekten her şey domino taşı gibiydi.

Teğmen anlatmaya başladı. 'Komutanım, Şahin bir-iki kere bugün baskın yaptığınız mağaraya geldi önce ki haftalarda, bana arandığı bilgisi gelseydi haber verirdim ama bilemedim. Bu Şahin'in bir akrabası mı kardeşi mi bir şeyi varmış, Şahin'e ihanet etmiş sanırım. Onun öldüğü bilgisi geldi dün. Savar, kamptan birkaç kişi keşif için dolaşmaya göndermişti, o zaman görmüşler, rehineleri de orada yakalamışlar, askerlere haber vermesinler diye getirmişler. Oysa ki adamların tek suçu yiyecek aramaktı... Şahin'in Hakkari tarafında ki kampa geçeceği söylendi bugün, gideceği kampa erzak ve mühimmat yardımı yapılacaktı, sadece bizim kamptan değil başka kamplardan da. *saatine baktı* gerçi şimdiye kadar çoktan gitmişlerdir bile.'

'Sen tam yerini biliyor musun?' Sesim meraklı bir çocuk gibi çıkmıştı.

'Hayır komutanım, dediğim gibi sadece Hakkari'ye yakın olduğunu biliyorum. Ama yarına kadar öğrenmeye çalışacağım.'

'Dikkatli ol evlat, sen bize lazımsın. Kendini tehlikeye atacak bir hareket yapma.'

'Emredersiniz komutanım.'

Biz sorgu odasından çıktık, plan basitti, Hakan bizi mağaraya götürecekti ama yolda dinlenirken kaçacaktı yanımızdan, biz de yalandan kısa bir süre arayacaktık sonra geri dönecektik. Murat albay odasına gitti. Sadi ile koridorda yalnız kalmıştık. Bir süre ayakkabımın ucuna baktıktan sonra Sadi'nin yürümeye başladığını gördüm, hemen peşinden koşup yetiştim ona, odama yakındık.

'Biraz konuşalım mı?' dedim, başıyla olur dedi. Odama geçtik. Masamın önünde ki koltuklara oturduk karşılıklı.

'Songül, ben özür dilerim, bir an boşluğuma geldi herhalde, ileriye gittim, kusura bakma.'

'Ben özür dilerim asıl, açıklama yapmadan önce sormak istediğim bir şey var.'

'Tabi.' Sadi koltuğunda dikleşti.

'Pişman mısın?'

'Neyden?' Beklemediği bir soruydu muhtemelen.

'Beni öptüğün için pişman mısın?' Tüm hücrelerimde tek bir duygu vardı, korku...

'Hayır. Sadece seni incitmekten korktum, öyle panikleyip gidince...'

'Ben birden ne yapacağımı bilemedim, özür dilerim. Yani aslında neden gittim onu bile bilmiyorum, bilinçli yaptığım bir şey değildi... Böyle diyince pek inandırıcı gelmiyor farkındayım ama...'

'Estağfurullah canım, ben senin ağzından çıkan her söze inandım bu zamana kadar, bundan sonra da öyle devam edecek. B-Ben de düşündüm sen gittikten sonra, a-acaba Taylan ile mi ilgili diye...'

'Taylan mı?' Ne alaka ya? Niye her yerden çıkıyordu, offff.

'Bir sıkıntı olur belki diye korktum açıkçası.'

'Yok canım ne sıkıntısı olacak? O karışmaz bana.'

Kapı tıklandı bu sırada.

'Gel.' Dedim ve içeriye daha önce görmediğim bir Er geldi. Sırayla ikimize de baş selamı verdi. Acemi olduğu yakasında ki düğmelerin iliklenişinden belliydi, heyecanlıydı.

'Er Mahmut Manisalı, Muş. Emredin komutanım.'

'Hayırdır aslanım?'

'Sadi komutanım, Murat albay komutanım sizi çağırdı komutanım.'

'Tamam.'

'Emredersiniz komutanım!' Fazlaca stresliydi ve stresi daha da bağırmasına neden oluyordu, gülmemek için dudağımı ısırdım.

'Ben bir bakayım, konuşuruz yine.'

'Emredersiniz komutanım.' İkimiz de ayağa kalktık bu sırada ve gülümsedik. Sadi ve yanında ki er gitti.

~Sadi

Murat albayın odasına girdiğimde önünde ki kağıtlardan başını kaldırıp bana baktı, daha doğrusu bize. Mahmut da yanımda duruyordu.

'Gelin çocuklar oturun.' Mahmut hemen gitmek için bir adım attı ama hemen tuttum ensesinden.

'Yok komutanım biz iyiyiz böyle. Sağ olun.'

'Oturun, bu bir emirdir.' Bu sefer oturduk.

'Mahmut'la tanıştınız sanıyorum.'

'Pek sayılmaz komutanım.'

'Mahmut bundan sonra bizimle, onunla senin ilgilenmeni istiyorum Sadi.'

'Nasıl yani komutanım?'

'Ben de sizinle dağa gelecek miyim komutanım?'

'Hayır.' Ne oluyordu lan? Nereden çıkmıştı şimdi bu?

'Diğerlerini nasıl yetiştirdiysen Mahmut'u da öyle yetiştireceksin boş vakitlerinde. Önce eğitim haftasından geçecek, buraya uygun bir asker olmasında yardımcı olacaksın. Yani sen ilgileneceksin kısaca ama sahaya çıkış yok.'

'Niye ben komutanım? Dışarıda bu işi yapabilecek bir sürü asker var.'

'İkinize de güzel bir ceza olur işte.'

'Ceza mı?'

'Ben buraya sürgün edildim komutanım.' Dedi Mahmut. Hay Allah'ım ya, onun cezasını ben mi çekecektim?

'Sen de önceden beni sinirlendirdiğin zamanların cezası olarak düşün yüzbaşım. Mahmut sen de komutanının sözünden çıkmıyorsun.'

'Emredersiniz komutanım.'

Dışarı çıktım, Mahmut kuyruğum gibi peşimde dolanacaktı anlaşılan.

'Ee komutanım ne yapıyoruz?'

'Yürü, işimiz var seninle.'

'Emredersiniz komutanım.'

Ortak alana geldik, tim oradaydı, beni görünce ayağa kalktılar.

'Oturun oturun, Mahmut sen hepimize çay kap gel aslanım.' Mahmut hızlıca kaç kişi olduğumuzu saydı ve gitti.

'Bu kim komutanım?'

'Mahmut, başımızın yeni belası. Murat albay benim ilgilenmemi istiyormuş, zor olacak biraz ama halledeceğiz bir şekilde.'

'Komutanım siz Alp'i bile yola soktunuz, Mahmut Alp'ten daha kötü olamaz.' Herkes güldü.

'Ayıp ediyorsun kardeşim, sen dururken bana sıra mı gelir?' Semih ve Alp laf dalaşına girmeyi severlerdi.

Mahmut elinde çaylarla geldiğinde biraz döküldüğünü fark ettim ama kimse bir şey demedi, bunlar halledemeyecek şeyler değildi, ne kadar zor olabilir ki diye düşündüm.

Çayları içtikten sonra herkes bir tarafa dağıldı, yarına kadar boştuk. Songül'ün hava almak için bahçede oturduğunu gördüm, hava güzeldi, yanına gittim. Yanına oturduğumda bir an sessizlik oldu, bankın ayak ucunda ki papatyaları gördüm, bir tanesi eğilip koparttım ve Songül'e uzattım. Beklemiyordu muhtemelen, şaşkınlığı yüzüne gülümseme olarak yayıldı.

'Teşekkür ederim.' Songül elinde ki papatyayı parmakları arasında çeviriyordu. Normalde olsa aklıma bin tane şey gelirdi ama şimdi sözlüye kaldırılmış çocuk gibiydim, konuşacak konu açamıyordum.

'Kimmiş o yeni gelen er?' dedi Songül, en azından artık bir konumuz vardı.

'Sürgün, ceza alınca buraya göndermişler. Sorumluluğu senin dedi Murat komutan, sağ olsun.'

~Songül

Sadi'nin ses tonundan bu konuda ki hevessizliği anlaşılıyordu.

'Muşlular eğlenceli olur aslında, konuşma tarzları falan...'

'Orası öyle de, yani ne bileyim.'

Bu sırada arkadan gelen 'komutanımmm' sesine döndük, iyi insan lafın üstüne gelirmiş, Mahmut elinde iki tane çay ile gülümseyerek bize doğru geliyordu, tabi elinde ki mavi beresi ile bize el sallamayı da ihmal etmiyordu.

'Komutanım, size çay getirdim komutanım.'

'Sağ ol Mahmut.' Çayları aldık, Mahmut elinde ki tepsi ile önümüzde bekliyordu.

'Mahmut, sağ ol.' Dedi Sadi tekrardan.

'Rica ederim komutanım, ne demek. Siz madem istiyordunuz komutanım, bana niye söylemediniz, ben daha önceden getirirdim komutanım. Öyle camdan gördüm sizi komutanım, kuru kuru oturmak sarmaz diye düşünüp getirdim komutanım, başka bir şey ister misiniz komutanım?' Resmen makine gibi konuşuyordu.

'Mahmut, koçum, sağ ol dedik. Başka bir şey lazım olursa söyleriz.' Sadi bir tık sinirlenmişti sanki. Komik bir durumdu.

'Tamam komutanım. Ben o zaman sizi şurada bekleyeyim.' Mahmut elinde tepsi ile bizden birkaç adım geriye gitti ve gerçekten de orada beklemeye başladı.

'Aslanım, sen ver o tepsiyi bana.'

'Tabi komutanım.' Mahmut tepsiyi verince ikimiz de Sadi'nin ne isteyeceğini merakla bekliyorduk.

'Sen şimdi şu ileride ki sahayı görüyorsun değil mi? İçtima sahası.'

'Görüyorum komutanım.'

'Heh, o sahada 10 tur koş gel, ben bakıyorum sana buradan. Kaytarma sakın.'

'Tamam komutanım ama 10 çok değil mi ya?'

'Emir tekrarlatma bana Mahmut! Hadi dedim.'

'Emredersiniz komutanım.' Mahmut ikimize de selam verip sahaya gitti. Saha önümüzde olduğu için çaylarımızı içerken onu izleyebiliyorduk.

'Sen hep böyle yaparsan Mahmut'un senden çok çekeceği var.'

'Alışsın, hem kaç kere sağ ol dedim, kendi kaşındı.'

Güldüm.

'Çok güzel gülüyorsun...' Bana sanki bir sıcak basmaya başlamıştı, yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum.

'Teşekkür ederim ama ben utanırım böyle her fırsatta iltifat edersen.'

'O zaman alışman gerekecek çünkü çok güzel gülüyorsun ve seni güldürmek için her şeyi yapacağımı bil.' Dışarıdan bakıldığında romantiklikle alakası olmayan o insanın içinden resmen romantik bir insan çıkıyordu ve evet sanırım bu duruma alışmam gerekecekti.

'Bu Şahin meselesi... Onu yakaladığımızda senden sadece sakin olmanı isteyeceğim.'

'Onun adını duyunca bile parçalamak istiyorum ama.'

'O cezaevinde cezasını çekecek, ölüm onun için kaçış yolu. Sen de ceza almasını istemiyor musun?'

'İstiyorum ama bir yanım da intikam almamı söylüyor.' Derin bir nefes aldım ve devam ettim konuşmaya. 'Mesela diyelim ki bir gün herhangi birisi beni aldı götürdü bir yere, işkence etti ve ben şehit oldum...' Sadi kısık sesle Allah korusun demişti ama devam ettim konuşmama. 'O zaman sen o kişiyi "sakince" yakalayıp polislere teslim eder miydin?'

Sadi cevap vermek yerine sakallarıyla oynuyordu. Aslında askeriyede sakal pek istenilen bir şey değildi ama bazen gizli görevler gelebiliyordu bu yüzden sakal bırakıyordu.

'O zaman işler değişir tabi...'

'Hiç geveleme ağzında, sen de alırdın intikamımı.'

'Kapatalım mı bu konuyu? Ha, eğer günün birinde şehit olursan sana acı çektiren kişiyi bulmadan son nefesimi vermem, bulunca ne yaparım bilmiyorum.'

'Biraz gerildin sanki?' dedim çocuksu bir sesle, ortamın havasını değiştirmek için.

'Sevmiyorum böyle şeyler konuşmayı, şuan yanımdasın, önemli olan da bu zaten.'

Gülümsedim, gözüme güneş geldiği için tam açamıyordum, Ekim ayında olmamıza rağmen hava gereğinden güneşli ve sıcaktı ya da pek alışık olmadığım için bana öyle geliyordu.

'Yarın Cuma.'

'Öyle, bu hafta hızlı geçti.'

'Evet, yarın çarşıya çıkar mıyız?'

'Olur, çıkarız.'

'Yaşasın..'

'E bu kadar mutlu olacaksan bugün de çıkabiliriz. Yarın akşam ne zaman geliriz belli değil.'

'Aa, görev var doğru. O zaman haftaya Cuma gideriz biz de.'

'Niye Cuma?'

'Komutanım çok soru soruyorsunuz. Sürprizi kaçmamalı.'

'Ne sürprizi?'

'Hiç, hiçbir şey sürprizi. Yok öyle bir şey.'

'Nasıl bir şey?'

'Ya boş ver, hem Cuma çıkıyoruz her zaman döngü bozulmasın diye söyledim.'

'Üsteğmenim, sanki bir şey saklıyor gibisiniz?'

'Yoo, ne alakası var?'

Bu sırada Emre geldi yanımıza. İkimize de selam verip bana döndü.

'Komutanım, girişe bir paket geldi, sizin olduğunu söylediler. İsterseniz bir gelip bakın.'

'Tamam, geliyorum.' Emre gitti, Sadi de ben de gerilmiştim.

'Murat albaya haber versek mi? Şahin göndermiş olabilir.'

'Yok ya, bir gidip bakalım, duruma göre bakarız. Hem belki kargom gelmiştir.'

'Kargo mu?'

'Evet, malum burada pek fazla şey yok.'

'Orası öyle.'

Girişte ki kulübeye geldik, paket masada duruyordu, siyah bir paket ile sarıldığı için şüphe uyandırıyordu, dikkatlice kenarını deldim belimde ki çakı ile, tahmin ettiğim gibi kargom gelmişti.

'Kargom, sıkıntı yok.'

'İyi bari.'

'Sağ olun.' Oradan ayrılınca ben hızla kargoyu eve bırakıp geldim, tam vaktinde gelmişti.

Geri dönmeden önce evden üç tane elma aldım ve Sadi'nin yanına geldim, Mahmut'un son bir turu kalmıştı, ben yanlarına gidene kadar bitirdi turunu ama yorulmuştu, muhtemelen uzun zamandır içtimalara katılmıyordu.

Elmanın birini Sadi'ye, diğerini Mahmut'a uzattım.

'Sağ olun komutanım, şimdi ilaç gibi geldi vallah. Benim babamın Malatyalı bir arkadaşı vardı, rahmetli iyi de anlaşırdı onunla, her sene bize kasa kasa elma gönderirdi. Öyle güzel olurdu ki elmalar, kütür kütür yerdik.'

Ben Mahmut'un anlatış tarzından dolayı gülümserken Sadi'nin pek hoşnut olmadığını seziyordum, elinde olsa Mahmut'u uzaya gönderecekti. Ufacık bir kıskançlık seziyordum ve bu, durumu daha da komik hale getiriyordu.

Öyle böyle gün bitti, evlere geçtiğimizde Taylan abiyi geldiğimizden beri görmediğim için kafama takıldı. Ziline bastım ama açmadı, telaşlanmak istemiyordum ama neredeydi bu adam?

Karargaha bağlanıp yedek anahtarı istedim, Veysel anahtarı getirip geri gitti, nöbeti vardı ve pek hoşnut görünmüyordu. Ben kendi işime odaklandım ve kapıyı açtım anahtarla. Oturma odasında ve mutfakta kimse yoktu, yatak odasının kapısı açıktı, sessiz yürüdüğümün farkında değildim, birden karşıma silahını bana doğrultmuş Taylan yüzbaşı çıkınca istemsiz bir çığlık attım.

'Abi ne yapıyorsun ya? Ödümü patlatın!'

'Kızım deli misin sen! Böyle girilir mi!'

'Zile bastım 10 kere, açsaydın!'

'Kapıyı nasıl açtın?'

'E anahtarla.'

İkimiz de derin bir nefes aldık, Taylan abi silahını indirdi ve kenarda ki komodinin üzerine koydu.

'Eee, ne işin var burada? Görev mi geldi?'

'Yoo, geldiğimizden beri yoksun ortalıkta, merak ettim.'

'Arasaydın ya.'

'Zili duymayan adam telefonu nasıl duyacak acaba?'

'La havleee.' Taylan abiye illallah ettirmiş olabilirdim ama bu sefer ben haklıydım.

'Ama bak merak ettiğim önemli bir şey var.'

'Neymiş?'

'Kaç kere zile bastım, duymadın, şu yürüme sesine mi uyandın?'

'Yüksek sese aldırış etmiyor benim kafa ama kısık sese uyanıyorum, mesleki deformasyon kızım.'

'Ne değişik bir insansın.'

Oturma odasına geçtik.

'Eee ne yapıyordun evde? Bizimkiler börek almışlardı.'

'Yoruldum, geldim evime Allah Allah, onun da mı hesabını vereceğiz?'

'Sen niye bu kadar gerginsin ya? Bak kesin bir şey var sende.'

'Yok bir şey.'

'Ayy aman tekte söyleme, çocuk gibi koştur beni peşinden, aman.'

'Ne diyeyim Songül? Yarın Şahin'e operasyon düzenliyoruz ve ben sana bir şey olacak diye it gibi korkuyorum mu diyeyim? Senin yanında olmadığım için suçluluk mu duyuyorum diyeyim? Ne diyeyim?' Birden çıkmıştı bunlar ağzından, ikimiz de böyle bir konuşma beklemiyorduk.

'Desen olurdu...'

'Şımarma.'

'E sende ona şımarma, buna şımarma. Kırk yılın başı beni düşünüyorsun onda da tüm şımarma haklarıma engel koyuyorsun. Çok ayıp.'

'Songül, bu ciddi bir konu. Adam sana neler dedi hatırlıyorsun değil mi?'

'Eee, ne yapayım? Onlar bana ilk kez söylenen sözler değil, ki öyle de olsaydı korkup saklanacak birisi değilim ben. Onları söylediği için artık daha da çok bulmak istiyorum. Sadi'ye söz verdim öldürmeyeceğim diye ve ilk kez sözümü tutamazsam diye korkuyorum.'

'Sadi'ye söz mü verdin?'

'Şuan konumuz bu değil.'

'Aç mısın? Yemek yedin mi?'

'Yedim.'

'Kimle yedin?'

'T-timle?'

'Songül sesin titriyor.'

Öksürdüm birkaç kere sesimi düzeltmek için.

'Olabilir, insanım ben de, arada olur öyle. Hem sen sorguda gibi niye beni darlıyorsun?'

'Ne sorgusu canım, konuşuyoruz işte, sesi titreyen sensin.'

'Off, gidiyorum ben.'

'Sen bilirsin, yani bildiğin üzere ultra eğlenceli kişiliğim ile aşk acın falan varsa seni dinleyebilirim.'

'Sağ ol, kalsın. Sana dert yanmak yapacağım en son şey falan olur muhtemelen.'

'Sen kaybedersin.'

Taylan'a ciddi bir bakış atmaya çalıştım ama gülmemi de durduramadım, bizim max anlaşma buydu, yine iyi dayanmıştık birbirimize.

Sabah uyandığımda hızla hazırlandım, merdivenleri inerken Sadi'nin kapısında Mahmut'u gördüm, henüz tam uyanamamış gibiydi.

'Günaydın.'

'Günaydın komutanım.'

'Hayırdır bu saatte ne işin var burada?'

'Sadi komutanım saat 7'de kapıda ol dedi komutanım.'

'İyi o zaman, kolay gelsin sana.'

'Sağ olun komutanım.' Merdivenleri inerken kapı açılma sesini duydum, Sadi Mahmut'a birkaç şey veriyordu herhalde, bir yandan da Semih, Alp, Dursun, Bora ve Pars'ın sesi geldiği için tam anlaşılmıyordu. Bugün görev vardı, Şahin'i alacaktık...

Karargahta toplandığımızda Murat albayın gelmesiyle toplantımız başladı.

'Deminden koordinatlar geldi, Şahin şuan için burada kalıyor ama kaçma ihtimali de yüksek, Hakkari'den bir tim de size desteğe gelecek, emir komuta Sadi'de. Sizin göreviniz Savar ve Şahin'i "canlı" getirmek *bunu bana bakarak söylemişti* bana rapor yazdıracak şeyler yapmayın. Yanınızda başka bir tim daha olacağı için daha da dikkatli olmalısınız, sonuçta ilk defa beraber çalışacaksınız ve her timin kendi kuralları var. Olcay timi sizi burada *ilk koordinatların biraz daha kuzeyinde bir nokta gösterdi* bekleyecek. Yola beraber devam edeceksiniz.

'Komutanım şart mı başka bir tim?'

'Kalabalık bir kampa gidiyorsunuz Taylan ve yakınlarda başka kamplar da var, benim için önemli olan eve sağ salim dönmeniz. Destek gerektiğinde gelmeleri uzun sürebilir, önlem almakta yarar var, zaten Olcay timi de Şahin'i radarına almış son 1 aydır.'

'15 dakika sonra helikopter pistinde buluşalım.' Murat albay gitti, biz de hemen hazırlanmaya başladık. Alp midesine düşkün olduğu için bir sürü konserveyi doldurmuştu bile çantasına. Pars ise yeni konserveler getiriyordu. Bu timi doyurmak imkansızdı sanırım...

Helikopter sahasına geldiğimizde Murat albay orada bizi bekliyordu. Mahmut ve Veysel yanındaydı.

'Çok dikkatli olun, Allah yardımcınız olsun.'

'Sağ ol' Hızla helikoptere bindik, giderken pek fazla konuşmamıştı kimse. Yarım saat sonra bırakılacağımız yere gelmiştik, ormanlık bölge olduğu için ipten kayarak inmemiz gerekiyordu. İkişerli olarak indik aşağıya. Olcay timi orada bekliyordu.

'Komutanım.' Hepsi esas duruştaydılar.

'Rahat. Dursun, haritayı getirsene.'

'Emredersiniz komutanım.' Dursun hızla çantasından haritayı çıkarttı, koordinatımızı gösteren bir alet vardı, onunla nereye gideceğimize karar verdik ve yürümeye başladık. Toplam 15 kişi olmuştuk. Olcay timinde ki herkes çok yapılı olduğu için yanlarında küçücük kalmış gibi hissediyordum.

Yürürken birisi yanıma geldi, soy adı İnci'ydi ve bir teğmendi.

'Komutanım, kızmazsanız bir şey sorabilir miyim?'

'Tabi.'

'Komutanım zor olmuyor mu sizin için?'

'Ne zor olmuyor mu?'

'Yani şey... Asker olmak sizin için zor olmuyor mu diye merak etmiştim ama özür dilerim komutanım...'

'Özür dilemene gerek yok, ayrıca zor olmuyor. Yani tabi operasyonların bazı zorlukları oluyor ama sizler ne kadar zorlanıyorsanız ben de o kadar zorlanıyorum. Bu üniformayı giydiğimde tüm bu zorluklar aklıma bile gelmiyor...'

Teğmen mahcup bir şekilde başı ile selam verdi ve yerine geçti. Sadi ile yan yanaydık yine.

'Sıkıntı yok değil mi?'

'Yoo, bir şey yok. Dün hava ne güzeldi, bugün yine kapalı.' Dedim, bıkkın çıkmıştı sesim.

'Daha saat erken, açar belki öğlene doğru, hem akşam çarşıya çıkacağız, açık olsa güzel olur.'

Gülümsedim. 'Operasyon biterse tabi.'

'İstersen hemen geri dönelim.' Dedi Sadi çocuk gibi.

'Ya saçmalama, hadi yürü yürü.' Dedim.

Bu sefer operasyona çıkmadan önce hepimiz balaklava (askeri kar maskesi) takmıştık, Şahin'in kim olduğumuzu öğrenmesini istemiyorduk, onu yakaladığımda yaşayacağı şoku görmek için sabırsızlanıyordum...

'Gözlüğünü tak istersen. Güneş var, ne olur ne olmaz.' Dedi Sadi, haklıydı.

Çantamdan çıkarttığım gözlüğümü taktım, artık boy dışında pek bir farkımız kalmamıştı Sadi ile, tabi omuzumuzda ki yıldızlarımız dışında.

Sadi böyleyken daha bir karizmatik görünüyordu... Ay de diyordum ben! Songül kendine gel, operasyondasın!

Biz yürürken Olcay timinden az önce benimle konuşan teğmen ve bizim timden Bora bizden biraz daha hızlı gitmeye başladılar, alanda bizden başkaları var mı öğrenmemiz gerekiyordu. Kısa süre sonra telsizden Bora'nın sesi duyuldu. 'Komutanım etraf temiz görünüyor.'

İlerlemeye devam ederken üst tarafta ki bir hareketlilik dikkatimi çekti. Biraz uzak olduğu için çıplak gözle göremiyordum, tüfeğimin dürbünü ile baktım, bu sırada Bora'nın telsize söylediklerini duydum. 'Komutanım üst tarafta, saat 11 yönünde bir grup terörist var. Tahmini 15-20 kişiler.'

'Bizi görmediler komutanım.' Dedi Bora ile giden teğmen.

'Dikkatlice takip edelim onları, Savar'a götürebilirler bizi.' Dedi Sadi, dediği gibi peşlerinden gitmeye başladık. Taylan önümde yürüyordu, arada göz göze geliyorduk. Gelip iki güzel şey söyleyemiyordu, ne vardı "ben senin için korkuyorum" dese? Biz iletişim kuramadığımız için kaybediyorduk en çok.

Biz ilerliyorduk ama yaklaşık 45 dakikalık bir yürüyüşün ardından birisi bizi fark etmişti.

'MEVZİ ALIN!' dedi Sadi, yanımızda başka bir tim daha olduğu için biraz gergindi, daha fazla asker daha fazla sorumluluk demekti ama bu operasyonu da en iyi şekilde tamamlayacağından emindim.

Hızla mevzilenip ateşe başladık. Ellerinde ki silahın iyi olduğu kurşunlardan belliydi ama doğru düzgün atış yapmayı bile beceremiyorlardı, bu işimize gelmişti. Kısa sürede hepsini etkisiz hale getirdik. Yanlarına gittiğimizde birinin hala yaşadığını fark ettik. Naci hemen yanına gitti.

'Konuşabilir mi?' Diye sordu Sadi.

'Konuşabilir komutanım, önemli bir şeyi yok.'

Sadi adamı sarsmaya başladı. 'Şahin nerede? Savar nerede?! Konuş lan! Konuş!'

'Bilmiyorum. Ahhhh, Bilmiyorum!'

'Konuş yoksa beynini dağıtırım!'

'Beni hastaneye götürün! AAAaaahhhh yaralıyım görmüyorsun?!' Adamın şivesi bile düzgün değildi...

'Konuş lan! Başlatma hastanene! Nerede bu itler?!'

'Siz üsteğmenin timi misiniz? Aaaahhh, Şahin komutan istemediği sürece onu bulamayacaksınız.' Dedi ve sırıtmaya başladı. Herkesin sinirleri gerilmişti.

Taylan hızla adamın yanına gitti, tabancasını çıkartıp adamın alnına dayadı. 'O henüz sıkmadı ama ben sıkarım, bir kere soracağım, ikinciyi öte dünyada sorarlar! Nerede Şahin!'

'Bilmiyorum.' Adam Taylan'ın blöf yaptığını düşünmüştü muhtemelen ama Taylan blöf yapmazdı, bunu 13 yaşındayken öğrenmiştim.

Adamın cevabından kısa bir süre sonra bir el silah sesi duyuldu.

'Bu yoldan gittiklerine göre kamp bu yolda, doğru iz üzerindeyiz. Devam edelim.' Dedi Sadi gayet sakin bir sesle. Yola devam ettik. Uzun bir yürüyüşün ardından bir köye ulaştık, küçük bir köydü ve boş gibi görünüyordu, hemen senkronize olup hızla tek tek evlere girdik, her yer boştu. İşin ilginç tarafı evlerde eşya bile yoktu, o kadar boştu.

Teğmen Levent İnci, Sadi ve ben köyün uç tarafında ki üç katlı eve girdik, Levent aşağıda beklerken biz üst katlara çıktık hızlıca, penguen gibi yan yana gidiyorduk ve bunun farkında değildik, dikkatimiz dağılmasın diye bir şey söylemedim, tüm odalar boştu.

 

(Temsili sadgül)

'Komutanım, bir aşağıya gelebilir misiniz?' dedi Levent. Üst katların tamamen boş olduğundan emin olup aşağıya indik, salonda ki duvarda bir yazı vardı... "Geç kaldın üsteğmen..."

'Biliyormuş buraya geleceğimizi.' Sadi ile gerginlik dolu bakışmamızın ardından teğmen araya girdi.

'Ne yapacağız komutanım?'

'Etrafta birileri olabilir, Songül sen anons geç biz de etrafa bakayım.' Dedi Sadi ve camdan tüfeği dürbünü ile dışarıya bakmaya başladı.

'Bu ev de boş, geleceğimizi biliyorlarmış, not bırakmışlar.' Dedim.

'Tuzak hazırlamış olabilirler.' Dedi Taylan, muhtemelen bu durum bir tık daha endişelenmesine neden olmuştu.

Timin kalanları buraya gelmişti kısa sürede. Sadi de Taylan da hiç konuşmuyorlardı ama kısa süre sonra Sadi konuşmaya başladı.

'Şimdi, hedefte ki kampa yakınız, buraya kadar gelmişken gidip bakmakta fayda var ama oraya geleceğimizi tahmin edip bize tuzak hazırlamış olabilirler. Tehlikeli olacak.'

'Gitmemiz lazım her şeye rağmen.' Dedi Taylan.

'Gidelim bence de, buraya kadar gelmişken...'

'Songül sen aslında burada kalsan?'

'Taylan yüzbaşım saçmalamayalım isterseniz?' dedim, şaşırmıştım.

'Tamam biraz saçma ama... Offf, ne bileyim, tamam boş ver.' Dedi Taylan.

'Mantıksızda değil aslında ama buraya bir saldırı olursa yetişemeyebiliriz.' Dedi Sadi.

'Komutanım saçmalamasak mı acaba? Abartmasak mı komutanlarım?'

'O zaman hemen yola koyulalım.' Sadi'nin sözü üzerine köyden çıktık. Taylan'ın yanına gittim hızla.

'Ne demek burda kalmak ya? Delirdin mi?'

'Seni düşünüyoruz burada.'

'Çok güzel düşünüyorsun, çokk.'

'Songül, çocukluk yapıyorsun şuan.'

'Ben mi çocukluk yapıyorum? Ya köyde kalmamı söyleyen sendin. Ben bir üsteğmenim, başımın çaresine bakabilirim. Bu zamana kadar bir şey olmadı, bundan sonra da olmaz.'

'Hiç olur mu canım? Olmadı tabi.'

'Ne olmuş?'

'4 sene önce, çatışmada ağır yaralanan asker sen değil miydin?' Neee? Onu nereden biliyordu?

'Hiç öyle bakma Songül, yanında olamasam da attığın adımdan bile haberim vardı.'

'Niye gelmedin o zaman?'

'Gelemezdim...'

'Niye? Offf, neyse bunları karargaha dönünce konuşalım, zaten yeterince dolu kafam.'

'Sen de bir şeylerden şüpheleniyorsun değil mi?'

'Murat albayla konuşalım önce, ortalığı ayağa kaldırmayalım.'

'Haklısın. Dikkat et kendine, tamam mı?'

'Sen bi duygusal oldun bu aralar sanki.' Dedim ve güldüm, Taylan'ı böyle görmeye alışık değildim.

Bir süre yürüdükten sonra kampa geldik. Etraf sakin görünüyordu.

'Komutanım karşı kayalıktalar.' Dedi Naci, hızla mevzi aldık. Üzerimize mermi yağması uzun sürmedi, bekliyorlardı zaten bizi.

Birkaç adım ötede Alp vardı, onun yanına geçtim hızla.

'Komutanım?'

'Merhaba.' Bir yandan ateş ediyorduk.

'Alp, ben geçen gün biraz sana patlamış gibi oldum, kusura bakma. Kafam dalgındı biraz.'

'Olur mu komutanım? Ne kusuru. Ben anladım zaten.'

'N-Neyi anladın?'

'Sizi.'

'Nasıl bizi?'

'Yani kafanızın dolu olduğunu anladım.'

'He, öyle desene.'

'Komutanım siz gülünce çok güzel oluyorsunuz ama böyle mutsuz olduğunuzda da zaten herkes anlıyor onu, haa diyor, bir şey olmuş diyor.'

'Kim diyor?'

'Yani size bakınca öyle diyor insan mutsuzsanız. Ama biz zaten alıştığımız için- Ş-Şey yani komutanım alışmak derken şey...'

'Suratsız mıyım ben?'

'Yok komutanım, öyle değil, yani şey, şimdi ilk zamanlar biraz mutsuz görünüyordunuz ya, o yüzden dedim komutanım. Yoksa tövbe haşa komutanım size suratsız dersem Allah taş eder komutanım.' Alp panikten operasyonu unutmuş, eli ayağına dolaşmıştı.

'Tamam, sen yine de çok çıkma mevzinden.'

'Emredersiniz komutanım.'

Uzun bir çatışma olacağı kesindi, karşı tarafa destek için yeni adamların geldiğini görmüştüm, tabi yeni mühimmatların da. Ama bizim mühimmatımız sınırlıydı ve benimki azalıyordu, 2 şarjörüm kalmıştı, tabancamın şarjörü doluydu ama onun menzili kısaydı.

'Komutanım son şarjöre geçtim.' Dedi Alp.

'Tamam, son 5'e kadar kullan, ne olur ne olmaz 5 tanesi dursun.'

'Emredersiniz komutanım.'

'Komutanım benim de son 1.' Dedi Semih. Peşinden Dursun ve Naci de son 1'e geçiş yaptı.

'Karargahla bağlantı kurmamız lazım.' Dedi Sadi, Dursun kısa sürede bağlantıyı kurdu.

'Komutanım burada Şahin veya Savar'dan iz yok, tuzağa çekildik, son şarjörlerdeyiz.'

'Allah kahretsin! Tamam evlat, ben hemen destek gönderiyorum.'

'Sağ olun komutanım.'

Taylan'a baktığımda ortada olduğu için en çok kurşunun ona geldiğini gördüm, dürbünümle tek tek adamları bulup indirmeye çalıştım, başarılı da olmuştum ama kurşunum azalmıştı.

'Kaç kaldı?' dedim Alp'e. Alp de gergindi.

'Son 7 komutanım.'

'Benim de 6 kaldı.' Aksi gibi kurşun bitiyor adamlar bitmiyorlardı! Beklediğimizden daha kalabalıklardı. Olcay timindekilerin de kurşun sıkıntısı çektiği bilgisi geldi. Saklanmak bize göre değildi, bir şeyler yapmamız lazımdı... El bombası işe yaramazdı, menzili kısaydı ve boşa harcamış olurduk.

'Kendinizi güvenceye alıp bekleyin, F16 yola çıkmış.' Dedi Sadi, dediğini yaptık. Şuan kahramanlık taslayacak zaman değildi.

15 dakika gibi bir süre sonra üstümüzden geçen F16 karşımızda ki teröristlere güzel bir parti vermişti, kayalık temizlendikten sonra kampı kontrol ettik, tabi ki boştu.

~Sadi

Çadırların içinde birkaç silah dışında bir şey yoktu, güzelce toparlanmıştı her yer. Nasıl olmuştu böyle bir şey aklım almıyordu, nasıl kaçırabilirdik elimizden?

Kamptan kendi silahlarımıza uygun kurşun aldıktan sonra haritadan gidebilecekleri yerleri netleştirip devam ettik yola. Karargaha haber vermemiştik şimdilik, belli ki bir sıkıntı vardı. Bu durum en çok Songül için tehlikeliydi, Şahin'in derdi Songül'leydi. Songül'e bir şey olmasına izin vermezdim ama bu istihbarat açığı varken pusuya düşürülebilirdik ve geri dönülmez sonuçları olabilirdi. Songül'ü daha yeni bulmuşken kaybedemezdim. Kendisini koruyacağından şüphem yoktu ama kendini feda etmeyi seven bir tipti.

Yolda uygun bir yerde 10 dakika mola verdik. Mola lafını duyar duymaz Alp hemen konservelerine sarılmıştı, bu çocuk hiç akıllanmayacaktı.

Songül'ün yanıma geldiğini gördüm.

'Komutanım, görüşemedik.' Dedi.

'Öyle oldu.' Dedim.

'Yoğunsunuz galiba bu aralar?' dedi, yüzünde maske olsa bile gülümsediğini biliyordum.

'Biraz öyle gibi, ajandam çok dolu ama size her zaman boş vaktim var Songül üsteğmenim.'

'Harika, o zaman beraber çikolata yemeye ne dersiniz?' Cebinden çıkarttığı iki çikolatayı uzattı, birini aldım.

'Seve seve size eşlik ederim.'

Kasklarımızı çıkartıp yan yana koyduk, maskelerimizi çıkartmamız lazımdı mecbur.

Çikolatalarımızı yerken pek konuşmadık, şuan daha düzgün koşullarda bir şeyler yemek yemeği çok isterdim ama en azından yan yanaydık ve manzaramız güzeldi. Yalçın dağları ayaklarımızın altındaydı. Bense gözümü Songül'den alamıyordum. Songül tabi fark etti bir süre sonra.

'Daldın...'

'Manzara çok güzel. Dalmamak mümkün mü?' Gülümsedi... Yanaklarının kızarışı onu daha da gülümsetiyordu.

'Utandırma beni.' Dedi çocuksu bir edayla.

'Utandırmıyorum canım, doğruları söylüyorum.'

Bir sessizlik oldu.

'Mahmut ne yaptı acaba sensiz?'

'Murat albayın başının etini yemiştir.' Güldük.

'Murat amcam çok sabırlı birisi değildir, ceza almasa bari.'

'Alsın alsın, Murat komutanım ceza vermezse bile ben vereceğim zaten.'

'Ne zararı var size?'

'Bir gün verelim yanına üsteğmenim?'

'Yok komutanım, sağ olun. Alp bana fazlasıyla yetiyor.'

'Ama çabuk pes ettin, olmaz böyle.'

'Ben mi pes ettim? Asla. Tamam dönünce 1 gün boyunca benim yanımda olsun.'

'Emin misin? Sonra şikayet etme ama.'

'Bence abartıyorsun bir tık.'

'Görürsün.' Mahmut Songül'ü delirtecekti muhtemelen.

'Tamam, o zaman bir iddiaya girelim. Öyle kuru kuru olmaz çünkü.'

'Kabul, nesine?'

'Yemek.'

'Olur. Nerede olsun? Sonra mızıkçılık yapma.'

'Ben mızıkçı birisi değilim, zaten kaybetmeyeceğim için sıkıntı yok ama evde kendi ellerinle hazırlayacaksın, öyle kolaya kaçmak yok.'

'Sen iste ben sana her gün Halil İbrahim sofrası hazırlarım.'

Taylan geldi konuşmanın üzerine.

'Çıkalım mı artık yola?'

'Olur, çıkalım.'

Yürümeye başladık tekrardan, 1 saat kadar yürüdükten sonra mağaralar çıktı karşımıza. Bu mağaralarda birbirlerine çıkan gizli geçitler olabiliyordu bu yüzden bakmakta fayda vardı.

Etrafta kimse görünmediği için ilk mağaraya girdik, boştu, zaten küçük bir mağaraydı. İkinci mağarada da görünürde bir şey yoktu.

'Komutanım burada bir kek ambalajı var.' Dedi Naci, Naci'nin olduğu yere doğru gittim. Haklıydı.

'Burada kalmış olabilirler. Hızlıca diğer mağaralara da bakıp devam edelim.'

Birkaç mağaraya daha baktık ama başka bir şey yoktu. Dursun konumdan haritada ki yerimizi gösterdi. Önümüzde bir köy vardı, belki gören olmuştur diye gidip sormakta fayda vardı.

Köye 50 metre kala mevzilendik, önce güvenlikten emin olmamız lazımdı ama bu köyde gariplik vardı.

'Komutanım hareketlilik var.' Dedi Bora. Bir kamyonet giriyordu köye.

'Komutanım kamyonetin içinde rehine var.' Dedi Pars. Şahin rehineyi bize karşı kullanabilirdi, onu hemen kurtarmamız lazımdı. Rehinenin indirildiğini gördüm ama 1 kişi değil 3 kişi rehin alınmıştı. Kafalarında siyah, çuval gibi bir şey vardı, elleri bağlıydı. Köyün ortasında ki bir eve götürüldüler.

'Ne yapacağız?' dedi Taylan.

'Semih, Alp, Songül, siz köyün diğer tarafından dolaşacaksınız, Naci, Dursun ve ben bu taraftan gireceğiz, Taylan, Pars, Emir ve Levent sol taraftan, Yavuz, Cihat ve Bayram da sağ taraftan girecek. Olabildiğince yer değiştireceğiz ki gerçek sayımızı öğrenemesinler. İlk biz başlayacağız, sonrasında duruma göre sizler de emrimle ateşe başlayacaksınız. Telsiz kapatmak yok, iki tim için de geçerli bu. Allah yardımcımız olsun.' Herkes kendi grubu ile bir taraflara dağıldı, kısa sürede hepimiz mevzi aldık.

Etrafta pek fazla kişi yoktu ama gereğinden fazla araba vardı, Şahin'i köşeye sıkıştırmış olabilirdik ve muhtemelen öyleydi.

Biraz daha yaklaşıp bekledik, evden çıkan bir grup görmüştük, tam da tahmin ettiğim gibi hepsi teröristti. Biz ateşe başladık, evden 25'e yakın adam çıktı, hepsi bir tarafa dağıldı. Daha diğerleri için ateş emri vermemiştim, bu doğru bir karardı.

~Taylan

Köyün sol tarafına geçmiştik Sadi'nin dediği gibi. Eski, terk edilmiş bir evin yanına mevzilendik, ateş emri gelene kadar evin içine bakmak mantıklı gelmişti. Diğerlerine beklemelerini söyleyip içeriye girdim, teçhizat depolarını buraya koyduklarına göre bayağı bir salaklardı! Karşımda bir sürü bomba, silah, tüfek ve mermi vardı.

'Yüzbaşım, teçhizat depolarını buldum, tekrar ediyorum teçhizat depolarını buldum.'

'Güzel. Tanksavar tarzı şeyler varsa yanınızda bulunsun.'

'Olmaz mı? Cennet gibi burası.' İlk işim çantama alabildiği kadar şarjör koymak oldu, çantama sığmayanları da pantolonumun bacak kısmında ki ceplerine koydum, yola devam edersek ihtiyacımız olacaktı. Emir'e yanıma gelmesini söyledim, hızla onun çantasına da biraz şarjör ve el bombası yerleştirdik. 1 tanksavar vardı, onu ben aldım. 3 tane de el yapımı bomba vardı, onları da Emir aldı. Benim vurulmam önemli değildi ama Emir vurulursa çok sıkıntıydı. Çantanın içine koyup güzelce sarmıştık, bir şey olması düşük bir ihtimaldi ama her ihtimali düşünmek zorundaydık. Geri mevzimize geldiğimizde bir süre bekledik, bu tarafa da adamlar gelmeye başlamıştı, bomba alacaklardı muhtemelen. Ateş emri hala gelmemişti.

'Komutanım gelenler var bekliyor muyuz hala?'

'Evet Pars, kritik bir şey olmadığı sürece müdahale etmiyorsunuz.'

'Emredersiniz komutanım.' Pars dürbününü ayarladı konuşmadan sonra, tatmin olmamıştı. Böyle beklemek istemiyordu ama beklemek zorundaydık, emir demiri keserdi.

Bu tarafa gelen 3 kişi vardı, müdahale etmememiz söylenmişti. Onların teçhizat evine girdiğini gördük, bulduğum bir delikten içeriyi izliyordum, orada gördüğüm daha küçük bir tanksavar vardı, onu aldı içlerinden biri ve hızla dışarıya çıktılar. Sessizce evin içindekileri etkisiz hale getirdi Pars ve Emir. Bense Sadilere dönmüş olan şerefsizin hemen arkasındaydım. Tetiği çekeceği sırada tanksavarın yönünü değiştirdim ve elimde ki bıçağı adamın ciğerine batırdım, aldığı yara onu yaklaşık 5 dakika süründürecekti.

Bu sırada adamların çıktığı evin havaya uçtuğunu gördüm, bizim bomba orayı bulmuştu, Allah'ın hikmeti işte...

Mevzime geri geldim. Bu sırada Sadi'nin anonsunu duydum. 'Songül, Semih ve Alp'in dışınızdakiler ateşe başlayabilir.' Evettt, şimdi bizim sıramızdı. En çok Şahin'i yakalamak istesem de hepsini öldürmek istiyordum. 23 şehidimizin kanı vardı o şerefsizin elinde, hatta 24 olmuştu Kağan'la beraber. O şerefsizi öldürmek yetmezdi, ölmek için yalvartacaktım onu!

Biz de karşı grupta tek tek eliyorduk adamları, salaklar hala bir bordo bereliden kaçabileceklerini düşünüyorlardı. Ama içinde bu intikam ateşi olan hiçbir Türk kurşunu boşa harcamazdı!

Adamlar tahmin ettiğimiz gibi Songüllere doğru gidiyorlardı. Songül onları çiğ çiğ yerdi, bakalım bu sefer ne yapacaktı.

~Songül

Alp ve Semih tam da istediğim gibi yerleştirmişti bombaları. Adamların arabaya bindiğini görmüştüm, kaçmalarına izin vermeyecektim! 1 kişi bile kalmayacaktı onlardan. Sabırla bize doğru gelmelerini izledim. Gözüm sadece birinin üzerindeydi, Şahin... Fare gibi kaçacak delik arıyordu, Tanrı ona acırdı belki, ama ben acımayacaktım. Belki emir çiğnemek olacaktı bu bilmiyorum ama artık çok geçti. Ben bombaları hazırlamıştım, o ise arabanın içindeydi, arabada olduğunu bilmiyor olabilirdim, geç fark etmiş olabilirdim... 24 şehidimizin, annem ve babamın intikamını alacaktım, gerisi önemli değildi...

'Songül size doğru geliyor, durdur onları!' dedi Sadi.

Şahin 2. Araçtaydı, ödlek bir fare gibi kaçıyordu! Araçlar yaklaşınca biz bulunduğumuz bölgeden biraz uzaklaştık, etkili bombalardı ve gelirken bir bahçeden bulup "ödünç" aldığım benzin dolu şişenin içini yere boşaltmıştım, bombada diğer bombaları ve yangını etkinleştirecekti...

Ve o an geldi...

~Taylan

Bizden taraftakileri temizlemiştik neredeyse. Gelen sesle irkildim, Songül arabaları havaya uçurmuştu. O araçların geçişine izin vermeyeceğini biliyordum ama bu kadar etkili bir patlama da beklemiyordum.

Dürbünümle etrafta başka biri var mı diye bakarken bir namlu gördüm. İçeriyi göremediğim için indiremiyordum. Taramalı tüfeğe benziyordu ve 2 taneydi. İkisi de Songüllerin bulunduğu yöne dönüktü. Telsizden durumu bildirdim ama geri dönüş alamadım. Songül'ü kaybedemezdim...

Var gücümle koşmaya başladım, topuklarıma kurşun yağıyordu resmen. Songül'ün yanına geldiğimde artık tüm kurşunlar üzerimize yağıyordu.

'Ne işin var burada? Delirdin mi?'

'Eğil!' Songül'ün üstüne kapandım, en azından bir şey olacaksa da bana olsun...

Emir bombalardan birini taramalıların bulunduğu binaya yerleştirdiğini söyledi telsizden ve kısa süre içerisinde patlama sesi duyuldu, kurşunlar kesilmişti.

~Songül

Taylan kendini yan tarafa attı, ben önce Alp ve Semih'in iyi olup olmadığını kontrol ettim. Silahımı almaya geri geldiğimde Taylan hala aynı şekilde oturuyordu, koluna bir şey bağlamaya çalışıyordu... Sağ tarafına doğru geldiğimde kana bulanmış formayı gördüm.

'T-Taylan?'

'Şşş, bir şey yok. Şunu sıkıversene.'

Hemen Taylan'ın yanına dizlerimin üzerine oturdum, çantamdan ilk yardım malzemelerini çıkarttım, kurşun içeride miydi göremiyordum, koluna, dirseğinin biraz üstüne gelmişti. Yaraya tampon yapıp güzelce sardım, dediği gibi verdiği fuları da iyice sıktım, en azından kan kaybını azaltacaktık. Morfin bantlarımdan birini boynuna yapıştırdım. Durumu kötü değildi, öldürmezdi en azından. Kan kaybı artarsa sıkıntı yaşayabilirdik ama geri dönmemek için direnecekti.

'Komutanım? İyi misiniz komutanım?' Alp koşarak gelmişti fark edince.

'İyiyim iyiyim, sakin ol.'

'Ne oluyor? Yaralı mı var? Alp cevap ver.' Sadi'nin sesi endişeliydi.

'Taylan komutanım kolundan yaralanmış komutanım.'

'Tamam geliyorum.'

Semih geldi bu sırada yanımıza. 'Komutanım sanırım Şahin'den ömür boyu kurtulduk.' Dedi elinde ki kolyeyi bana uzatırken.

Bu Şahin'in kolyesiydi, şahin figürü vardı, bu yaratıcılık bile fazlaydı ona.

Kan ve toprakla bulanmış kolyeyi elime alıp Taylan'a baktım.

'Bitti...' dedi gülümseyerek.

Şuan sinirlerim alt-üst olmuştu, 14 yıldır bugün için bekliyordum ve sonunda intikamımızı almıştık. Taylan'ın boynuna sarıldım. 'Yavaş kızım ya!' diye alaycı şekilde şikayet ettikten sonra o da bana sarıldı ve 4-5 kere "bitti" dedi. Bu bizim savaşımızdı, kazanmıştık.

Toparlanıp patlayan aracın yanına geldik, araba hala yandığı için içeride kim var net görünmüyordu, arkada ki araçta aynı şekildeydi ama o yanmıyordu, iyice içine baktık, Şahin'e dair bir iz yoktu. Önde ki araçta olduğundan emindim çünkü görmüştüm onu. Bu defa bitmişti, paranoyaklaşmanın alemi yoktu.

'Dursun, karargaha bağlanır mı buradan?'

'Bağlanır komutanım, hemen hallediyorum.' Dursun hızla bağlantıyı sağladı.

'Yüzbaşı Sadi Payaslı, bana Albay Murat Korgun'u bağlayın.'

Kısa süreden sonra Murat albay hatta bağlandı.

'Sadi, evlat ne yaptınız?'

'Komutanım Şahin operasyon esnasında etkisiz hale getirildi maalesef.'

'Tamam, dönüşe geçin burada konuşuruz, helikopter koordinatları Dursun'a gönderilecek. Akşam yemeğine yetişin.'

'Emredersiniz komutanım.' Kısa süre sonra koordinatlar gönderildi, yaklaşık 1 saatlik bir yürüme mesafesinden alınacaktık. Taylan'ın yanında yürüyordum, gerekli önlemleri almıştım ama yine de endişelenmeden duramıyordum, beni korumak isterken vurulması da beni iyice üzüyordu...

Hedeflenen yere gelene kadar Sadi ile birkaç kere konuştuk, Taylan'ın durumunu sormuştu. Bir şey olmuştu sanki, bir şeye bozulmuş gibiydi. Şahin ölüp gittiği için böyle olacağını sanmıyordum ama aklıma başka da bir şey gelmiyordu.

Helikoptere bindik ve şehre geri döndük, helikopter hastanenin üzerine iniş yapmıştı, Taylan ufak bir ameliyat geçirecekti. Timi karargaha gönderdik, Sadi ile ben kalmıştık. Karşımda oturuyordu ama bana bakmıyordu, bunu ne zaman fark ettiğimi bilmiyordum. Saatime baktığımda Taylan'ın ameliyata girmesinin üzerinden 1 saat geçtiğini gördüm.

Sadi'nin yanına gidip oturdum ve ona döndüm.

'Bir sorun mu var?' dedim.

'Ne gibi?' dedi pek de umursamadan, hala bana bakmıyordu, kale alınmamak şu hayatta en sevmediğim şeydi.

'Sadi, bana döner misin?' dedim çenesine uzanarak, sonunda bir çift mavi göz bana bakıyordu.

'Ne oluyor?'

'Bir şey olduğu yok.'

'Niye bana böyle davranıyorsun o zaman? Taylan vurulduğundan beri neredeyse hiç konuşmadık. Bana Şahin'i durdur dendi, ben de durdurdum, eğer o öldü diye bozulduysan-'

'Ne saçmalıyorsun ya sen? Ne Şahin'i? Sen yapmasaydın ben ya da Taylan yağacaktı zaten aynı şeyi.'

'O zaman ne olduğunu söyle bana. Niye beni görmezden geliyorsun?'

Sadi tam cevap verecekken ameliyathanenin kapısı açıldı, doktoru görür görmez ayağa fırladım ve yanına gittim.

'Nasıl durumu?'

'Şuan gayet iyi, kaslarda bir zedelenme yok, bilinci de açık. Biz bu gece yatırmayı planlıyorduk ama kendisi taburcu olmak için çok ısrar etti, şimdi odaya alınacak, 1 saat kadar dinlensin sonrasında çıkabilirsiniz. Geçmiş olsun.'

'Sağ olun.'

Doktor gittiğinde hemen peşinden Taylan'ı çıkarttılar.

'İyi misin?'

'İyiyim ya, sıkıntı yok.'

Taylan'ı götürdüler, ben de Sadi'nin yanına geldim.

'Sen ilgilen istersen.' Dedi Sadi.

'Tamam ama kaybolma bir yere, 10 dakikaya gelirim, konuşalım. Sonra konu daha da büyüyor, hiç işin içinden çıkamayız.'

'Nasıl istersen.'

Direkt buraya geldiğimiz için tüfeğim yanımdaydı, insanlar biraz korkuyorlardı haklı olarak bu yüzden hızlı adımlarla Taylan'ın odasına gittim.

'Hayırdır ne oldu?' dedi Taylan, hızlı gelicem diye nefes nefese kalmıştım. 3 kat merdiven çıkmak normalde etkilemezdi ama sırtımda 40 kiloluk çanta olunca işler pek de kolay olmuyordu.

'Merdiven çıktım.' Dedim tüfeğimi ve çantamı koltuğa koyarken.

'İyi misin? Yastığın falan rahat mı?'

'İyiyim dedim kaç kere Songül, sen bu kadar endişelenir miydin ya?'

'Ben endişelenirim de senin endişelenmen garip oluyor.' Dedim.

'Tamam, tamam, dur bi orada, şuan valla hiç kavga edecek havamda değilim, sonra ederiz, sözüm olsun.'

'Anlaştık, e sen iyiysen o zaman ben bi hava alıp geleyim.'

'Al havanı al, selam söyle benden de, aranızı da düzeltin.' Dedi gülerek.

'Kime selam söyleyeyim?'

'Hadi yürü yürü.' Gülümsememi tutamadığım için hızla çıktım odadan, ameliyathanenin önünde oturuyordu Sadi, beni görünce ayağa kalktı.

'Bahçede konuşalım istersen.' Dedi, başımla onayladım ve bahçeye çıktık, kendimize bir bank bulduk.

'Evet, şimdi ne olduğunu bana anlat, ben de ne yapabileceğimi bulayım.' Dedim.

'Yazılı rapor da ister misin?' dedi.

'Sadi konuş benimle diyorum, neye bozuldun bilmiyorum, yanlış bir şey mi yaptım bilmiyorum, sana kötü bir şey mi söyledim hatırlamıyorum...?'

'Taylan nasıl?' dedi.

'Değiştirme konuyu.'

'Niye, bizim konumuz başından beri o değil miydi zaten?' dedi, ne demekti bu?

'Nasıl yani? Bizimle Taylan'ın ne alakası var?'

Sadi derin bir nefes aldı ve oturduğu yerde dikleşti.

'Taylan ilk karargaha geldiğinde gittin boynuna sarıldın, iki saat göremesen merak ediyorsun, bugün de tamam omzundan vuruldu, yaralandı eyvallah, kim olsa endişelenir ki biz de endişelendik ama sen sanki adam beyninden vurulmuş gibiydin, Şahin'in öldüğü kesinleşince de gittin boynuna sarıldın... Yani tamam bak, bizim aramızda net bir şey yok ama ben senin yanında olmak, sana destek olmak istiyorum, eğer benden kaçmanın sebebi Taylan'sa...'

Sadi'nin lafını kestim, daha fazla ileri gitmemesi gerekiyordu.

'Sen Taylan'ı mı kıskandın?'

'Yok, ne kıskanıcam?'

'Eee, bu tavır ne?'

'E konuş dedin, konuştum ben de işte, beni rahatsız eden şeyler bunlar.'

Gülmemek için kendimi tutmaya çalışıyordum. Sadi'nin ellerini tuttum.

'Taylan'ı kıskanmana gerek yok, onunla benim aramda sandığın gibi bir durum hiç olmadı olamaz da.'

'Güzelim, sen şimdi böyle konuşunca kızamıyorum da ama...'

'Aması falan yok, çünkü neden bir düşün bakalım?'

'Neden?'

'E hiç düşünmedin.'

'Ben bu sorunun cevabını geceler boyu düşündüm...' Bakakaldığım için Sadi müdahale etme ihtiyacı duydu muhtemelen. 'Eeee'

Gülümseyerek cevap verdim. 'Taylan benim abim çünkü.'

'Abin mi?' Şaşkın ördek gibi görünüyordu şuan ve onu öpmemek için zor duruyordum...

'Evet, öz abim, 4 yaş büyük benden. Arada kaynadı, söylemeyi unuttum ben de ama Taylan benim abim.'

'G-Gerçek abin?'

'Evet, gerçek abim.'

'Kızım sen beni kalpten götüreceksin, *derin bir nefes verdi* ben Taylan geldiği günden beri kaç tane şey kurdum kafamda... Ohh Allah'ım, şükür yarabbim.'

'Sen baya baya kıskandın yani beni?'

'Yoo, ne kıskanması? Alakası yok.'

'Valla yüzbaşım buradan hiç öyle görünmüyor.'

'Oradan nasıl görünüyor bilmiyorum ama buradan manzara çok güzel...' Direkt gözlerime bakarak söylemişti bunu ve ne yalan söyleyeyim, tavlama sanatını konuşturuyordu...

'Ben eski sevgilin falan olabilir belki diye düşünmüştüm aslında...' dedi utana sıkıla.

'Yok canım saçmalama, öyle olsa Murat amcam aynı evde kalmamıza izin verir miydi? Ki ben de kalmak istemezdim.'

Sadi'nin yüzünde ki terleri formamla sildim, gülmeden edemiyordum, içeriye geçtik.

'Hiç gülüp durma, ben ne bileyim abin olduğunu?'

'Ama çok komik. Alp olsaydı şimdi burada yerlere yatardı gülmekten.'

'Songül sakın, sakın bak, beni onların diline düşürme, 10 yıl gülerler.'

'Tamam ya, söylemem merak etme.'

Sadi kolunu omuzuma attı ve 3 katı öyle çıktık, asansör vardı aslında ama merdivenden çıkarken daha fazla zaman geçirecektik, güzeldi...

Odanın önüne geldiğimizde ben kapıyı açtım, Taylan tam kapının dibindeydi.

'Ne yapıyorsun burada?'

'Hazırlanıyorum.'

'Ne bu acele? Dinlen işte biraz.'

'Şu zımbırtıyı takacağım işte, yeter o bana. Açım ben aç, Murat amca akşam yemeğine yetişin dedi, bak saat 5, şu çantanı al da çıkalım.'

Şaşırmıştım, bu kadar hızlı beklemiyordum.

'Alınacak bir şey var mı?' dedi Sadi.

'Şu benim çantayı alıversen çok iyi olur.'

'Alırım tabi.'

Taylan, doktora da emrivaki yapmıştı ve sonunda çıkmıştı, hep böyle yapıyordu, küçükken de hastaneleri hiç sevmezdi.

Karargaha geldiğimizde Sadi ve ben çantaları ve tüfekleri teçhizat odasına bıraktık ve timin yanına geldik. Tim dinlenme odasındaydı.

'Komutanım geçmiş olsun.' Dedi Alp hiç zaman kaybetmeden, herkesin keyfi yerindeydi.

'Sağ ol aslanım.'

'Komutanım Murat komutanım sofra hazırlatıyormuş, yemek yiyince iyileşirsiniz.' Dedi Semih. Herkes güldü.

Ve tabi ki beklenen bomba, Mahmut da geldi.

'Komutanım, hoş geldiniz komutanım, valla gözümüz yollarda kaldı komutanım.' Dedi ve Sadi'ye sarıldı hemen.

'Ee sen şimdiden böyle olursan büyük görevlere gittiğimde ne yapacaksın?' dedi Sadi'de. Abi-kardeş gibi görünüyorlardı.

'Ben de gelirim komutanım.'

Bu sırada Veysel geldi, selam verip içeriye girdi.

'Komutanım, Murat komutanım timi garda bekliyor.'

'Yemek zamanııı.' Dedi Alp sevinçle yerinden kalkarken, aynı zamanda ellerini de birbirine sürtüyordu.

Taylan'a baktığımda onun da keyfinin yerinde olduğunu gördüm, biz galiba aile olmuştuk...

Gara geldiğimizde upuzun bir sofra vardı ve çeşit çeşit yemek.

Hepimiz esas duruşa geçtik.

'Rahat, güzel bir yemeği hak ettiniz bence. Hadi geçin bakalım.' Dedi Murat amcam, herkes bir yere geçti, Sadi benim karşımdaydı, Taylan'sa yanımda... Baş köşede Murat amcam vardı, yani benim sol tarafımda. Uzun zamandır yediğim en güzel yemekti... Garın içini kahkahalar dolduruyordu, sanki bir film sahnesi gibiydi...

Yemekten sonra çay içerken Murat amcam ayağa kalktı, o kalkınca hepimiz ayağa kalktık.

'Oturun, oturun. Sadi, Songül, Taylan siz benimle gelin, diğerleri yarın sabah içtimasına kadar izinli.' Dedi, üçümüz Murat amcamın peşinden gittik. Odasına geldiğimizde az önceki mutlu hava dağılmıştı.

'Bugün ki operasyonla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.' Dedi, ellerini masanın üzerinde birleştirmiş ve cümlelerini toparlamaya çalışıyormuş gibi duruyordu.

'Belki siz de farkındasınızdır, Şahin bu zamana kadar bizden kaçtı ve çoğu zaman kıl payı denilebilir.'

'Komutanım, biz bugün bu konuyu Taylan komutanımla da konuştuk kendi aramızda, bizce karargahta bir sızıntı var.' Dedim.

'Bugüne kadar emin değildim ama en son ki operasyondan sonra ben de emin oldum buna, ilk gittiğimiz yerde bize kurulmuş bir pusu vardı ama sonrasında karargaha bilgi vermeden gittiğimizde Şahin'i bulabildik. Biz yola çıktığımızda haber veren biri olmalı.' Dedi Sadi, onu azıcık tanıdıysam her şeyi affedebileceğini ama ihaneti affedemeyeceğini biliyordum.

'Heh, ben de bunu düşünüyorum. Operasyon hakkında bilgisi olan kişilerin sessizce sorgulaması yapılacak, siz time bir şey söylemeyin yine de. Sessizce ilerleyelim şimdilik.'

'Komutanım tim de bundan şüphelenmeye başlamıştır.' Dedi Taylan, haklıydı.

'Şüphe iyidir, bırakalım da şüphelensinler. Daha dikkatli olurlar. Şimdi siz yanlarına dönün, benim timden şüphem yok, sizin de olmasın. Karargahta ki sızıntıyla da bizzat ben ilgileneceğim. Siz kimseye bir şey belli etmeyin.'

'Emredersiniz.' Deyip gara geri geçtik. Bizimkiler telefondan müzik açmış ve bayağı bir eğleniyorlardı, biz de gidip yerlerimize oturduk, bir süre onlarla oturduktan sonra evlere dağıldık.

Abimin evine gelmiştim ben de, her ne kadar iyiyim dese de ağrısı olduğu belliydi. Ağrı kesicisini verdim.

'İyi misin şimdi?' dedim sırtında ki yastığı düzeltirken

'İyiyim ya, boş ver sen beni. Siz ne yaptınız?' dedi gülümseyerek.

'Nasıl ne yaptık? Kimseye bir şey yapmadık.' dedim aşırı derecede acemilikle. Elim ayağıma dolaştı resmen, sanki üsteğmen değilmişim de anaokuluna giden bir çocukmuşum gibiydi.

'Üsteğmen, çok açık veriyorsunuz şuan, vücut diliniz sakladığınız/saklamaya çalıştığınız bir şey olduğunu söylüyor.' Dedi muzurca.

'Yok canım ne saklayacağım senden?'

'Kızım yalvartma işte beni, söyle tekte.' Dedi saçma bir ciddiyetle.

'Neyi söyleyeyim ya? Aaa.'

'Damadı soruyorum.' Gülüyordu ve daha da gerilmiştim.

'Damat? Kim damat?'

'Aaa Songül! Bak sinirleniyorum. Sadi ile ne yaptınız diyorum, konuştunuz mu, barıştınız mı?'

'Ama sen de dedikoducu teyzeler gibi ne darlıyorsun beni ya? Aaaa. Sen uyu artık, dinlen. İlaç kafa mı yaptı acaba sende?' Hızla kalktım ve sehpada ki bardakları alıp söylene söylene mutfağa gittim. Aslında resmen kaçmıştım.

'Kaçma kaçma gel buraya' diye seslendi Taylan içeriden.

Mutfaktan çıkarken yalan bir telaşla içeriye gittim.

'Aaaa, saat kaç olmuş? Ben gideyim artık. Bir şey olursa ararsın, öptüm, bayy.' Sonunda evden çıkmıştım. Kapıyı kapatınca derin bir nefes aldım, neydi bu telaş? Alt tarafı bir soru sordu... Konuştuk sıkıntı kalmadı da diyebilirdim ama kaçmayı seçmiştim.

Kendi evime geçtiğimde etrafı toparlayıp kahvemi yapıp balkona oturdum, kafamda ki tek düşünce normalde Sadi olurdu ama şuan içimizde ki hainin kim olduğunu düşünmekle meşguldüm. İlerleyen saatlerde üşüdüğümü hissettim ve içeriye gittim. Yatağıma yattıktan kısa bir süre sonra uykuya dalmıştım.

Sabah içtimamızı yaptıktan sonra hazırlanıp dinlenme odasına gittik. Sadi geldiğinde hepimiz ayağa kalktık.

'Rahat olun oğlum, biz bizeyiz.' Diyerek yanıma oturmuştu, hepimiz merakla ona bakıyorduk.

'Yeni bir istihbarat geldi, sınır kasabasında ki bir okulda teröristlerin olduğu öğrenildi, sivil halktan yaklaşık 20 kişilik bir rehine var. Daha operasyon emri gelmedi ama biz yine de buralarda bekleyelim, ne olur ne olmaz.' Dedi.

Odaya giren Mira içeride ki kara bulutları dağıtmıştı hemen.

'Ben geldimm.' Dedi babasına koşarak.

'Kızım? Nereden çıktın sen?' dedi Naci abi şaşırarak.

'Evden.' Dedi Mira masumca. Beni fark ettiğindeyse hemen bana doğru koştu ve sarıldık.

'Songül ablaa.'

'Kuzum, görüşemedik bayağıdır.'

'Siz hiç evde durmuyorsunuz ki, hep başka yerlerdesiniz. Ben de sizinle gezmek istiyorum.'

'Güzelim biz gezmeye gitmiyoruz ki, ama söz bir gün seninle çarşıda bol bol gezeriz.' Dedim çenesini hafifçe tutarak.

'Bugün, bugünn.' Dedi Mira heyecanla.

'Bugün işlerimiz var güzelim, ama söz bir gün çıkarız, hatta hep beraber çıkarız değil mi?'

'Evet evet, top da oynarız.' Diye atladı Alp.

'Oğlum ne meraklıymışsın top oynamaya, çocukken oynatmadılar mı?' dedi Semih.

'Yo, hep dışarıdaydım ben.' Diye cevapladı Alp.

'Seni sokaktan almışlar, sokağı senden alamamışlar.' Dedi Semih, hepimiz güldük.

'Deniz de gelecek mi?' dedi Mira merakla.

'Gelir tabi güzelim, hep beraber oynarız.' Dedim.

'Yok, o gelmesin, hep bana kızıyor o.' Dedi Mira, yüzü düşmüştü biraz.

'Niye geldiği anlaşıldı küçük hanımın.' Dedi Naci abi. Deniz ve Mira yine kavga etmişlerdi...

'Babacığım, siz yine mi kavga ettiniz?'

'Deniz bana bağırdı.' Diye sitem etti Mira.

'Niye bağırdı?' dedi Naci abi.

'Deniz'in yarın okulda gösterisi var diye annem oje sürmesine izin verdi, ben de istedim oje sürmek ama Deniz bana sırasını vermedi, bağırdı bana.'

'Kızım sen de ablanı bekleseydin ya, ne kadar sürecek zaten bir oje sürmesi?' dedi Naci abi, kız babası olmak da zordu bi yerde.

'Ama Deniz hep 2 kat sürdürüyor anneme, kurumasını beklerken uzun sürüyor.'

Mahmut geldi bu sırada içeriye.

'Er Mahmut Manisalı, Muş. Emredin komutanım.'

'Rahat Mahmut, ne oldu?' dedi Sadi.

'Bir şey olmadı.' Dedi Mahmut. Herkes neden geldiğini merak ediyordu haliyle.

'E oğlum niye geldin o zaman?'

'Komutanım, Murat albay komutanım Sadi komutanının yanından ayrılma dedi komutanım, ben de geldim o yüzden.'

'Sana verdiğim görevi yaptın mı?'

'Yaptım komutanım, tüm çatal, kaşık ve tepsileri saydım, orada ki arkadaş da öğrenmiş oldu. Söyleyeyim mi size de?'

'Yok, kalsın.' Dedi Sadi.

'İnanmıyorum sana.' Dedim fısıldayarak, yüzünü biraz çevirip gülümsedi.

'Baba ben de oje sürmek istiyorum.' Diyerek kucağımdan kalkıp Naci abiye gitti Mira.

'Mira, güzelim, bak sana bir çözüm buldum.' Dedi Sadi. Ne bulduğunu açıkçası çok merak ediyordum.

'Ne buldun, ne buldun.' Diyerek neşelendi hemen Mira.

'Sen şimdi ne renk oje istiyorsan bu abine söyle *Mahmut'u işaret ediyordu* abin hemen gitsin alsın gelsin sonra da sana sürsün.' Dedi.

'Yaşasınnn.' Diyerek Sadi'nin boynuna atlamıştı Mira, kısa sürede Mahmut'a dönüp saymaya başladı.

'Pembe, mor ve beyaz istiyorum.' Dedi aynı zamanda parmaklarıyla da sayarak.

'Kızım ne yapacaksın o kadar ojeyi, evde bir sürü var zaten. Bir tane seç yeter.'

'Ama annem Deniz'e şekilli yapıyo.' Dedi.

'Abi boş ver, nasıl olsa Mahmut gider alır, değil mi?' dedi, Son kısmı Mahmut'a dönerek ve bastırarak söylemişti.

'Alırım tabi komutanım, siz emredin yeter ki. Nereden alacağım?' dedi merakla.

'Aşağıda ki markette var.' Dedi Mira.

'Tamam o zaman, ben çıkayım o halde.' Dedi.

'10 dakikan var.' Dedi Sadi. Mahmut baş selamı verip çıktı, koşarak gittiğini boş koridorda yankılanan ayakkabı sesinden anlayabiliyorduk.

Bir süre dinlenme odasında Mira ile oyunlar oynadık. Murat albay odaya girince aniden ayağa kalkmıştık, Mira alışık olmadığı için birden korkmuştu, her ne kadar etrafında bu kadar asker olmasına alışık olsa da henüz 6 yaşında bir çocuktu.

'Rahat. 5 dakikaya harekat merkezinde olun, istihbarat bilgileri gelecek.' Dedi. Sonrasında Mira'yı fark etti.

'Oooo kimler gelmiş, e ağır misafirimiz var niye söylemiyorsunuz?' dedi. Mira Murat amcamı çok severdi, hemen gidip sarıldı ona.

'Hoş geldin, niye gelmedin yanıma?' dedi Murat amcam.

'Birisi bana oje getirecek, onu bekliyordum.' Dedi Mira.

'Birisi?' derken bize baktı Murat amcam, tam bu esnada Mahmut içeriye daldı elinde ki ojeleri havaya kaldırarak. 'Geldim komutanım.' Dedi, merdivenleri hızlı çıktığı belliydi, nefes nefese kalmıştı. Murat amcamı görünce hızla toparlandı.

'K-Komutanım?'

'Anlaşıldı, o zaman biz biraz konuşalım, sen de o sırada ojelerine bak, sonrasında ben seni çağırırım anlaştık mı?' dedi Murat amcam Mira'yı yere indirirken. Çocuklarla çok iyi anlaştığını biliyordum, dağları titreten adam çocukla çocuk oluyordu resmen. Tim önden çıktı, en son odada Naci abi, Mira, Sadi, Mahmut ve ben kalmıştık.

'Sen şimdi nasıl istiyorsan Mahmut abine söyle, o sana istediğin şekilde yapsın.' Dedi Sadi, resmen yeni işkence yöntemi bulmuştu.

'Komutanım ben ne anlarım oje sürmekten?' diye yakındı Mahmut.

'Emre karşı mı geliyorsun?' dedi Sadi kinayeli bir şekilde.

'Y-Yok komutanım olur mu? Tabi yaparım nasıl istiyorsa.'

'Heh, aferin.' Biz odadan çıktık, Naci abi Mira'yı uslu durması konusunda uyardıktan sonra birkaç hızlı adım atıp bize yetişti.

'Komutanım, Mahmut'a oje sürdürmek konusunda emin misiniz?'

'Ben daha onunla nasıl uğraşacağım... Bu daha bir şey değil.'

'Yandı o zaman, Mira canına okur onun.'

'Okusun okusun, az bile.' Dedi Sadi, keyfi yerindeydi bugün.

Harekat merkezine geldik, hızlı bir plandan sonra hazırlanmaya gittik. 15 dakikalık bir hazırlanma sonucunda helikoptere bindik. Murat amcam Taylan'ın operasyona çıkmasına izin vermemişti, Taylan her ne kadar bozulsa da bir şey diyememişti.

Plan belliydi, okulun etrafını sarıp ilk önce köyün güvenliğini sağlayacaktık ama söylenen yere geldiğimizde bu köyün o kadar da küçük olmadığını gördük, en azından benim beklediğimden çok daha büyüktü.

'Bu ne la böyle...' dedi Pars, telsizin açık olduğunu unutmuştu muhtemelen, anlaşılan herkes şaşkındı.

'Plan aynı, hemen mevzi alalım, alan büyük ve kalabalık.' Dedi Sadi. İkişerli gruplara ayrılmıştık, Sadi ile ben, Semih ile Alp, Pars ile Naci, Dursun ile Bora eşlenmişti. Hızla mevzilerimize dağıldık. Tüfeklerimize susturucu takmıştık, en azından şimdi çok işimize yaramıştı.

Belki delilikti, belki de artık psikolojim altüst olmuştu bilmiyorum ama Sadi ile sırt sırta düşmanın üzerine kurşun yağdırmak çok hoşuma gidiyordu, beraber bir sürü operasyonumuz olmuştu ve önce ki katıldığım hiçbir timde beni bu kadar düşünen birisi olmamıştı. Tabi ki tüm askerler silah arkadaşlarını kollarlardı ama diğerlerinde as-üst ilişkisi çok belirgindi, ya da bana öyle olanlar denk gelmişti bilmiyordum ama bu timde herkes sanki kardeş gibiydi. Her ne kadar beni kızdırsalar da bazen, olurdu öyle şeyler. Zamanında ben de Taylan'ı az kızdırmamıştım. Üzerime annemin yıkamadan yeni teslim aldığı rulo halinde ki halıyı fırlattığı bile vardı ama o da çok gergindi.

Sadi'nin işaretiyle ilerlemeye devam ettik, sessizce yürüyorduk, birisi fark edip ötene kadar vaktimiz vardı, hızlı olmalıydık. Saatimden kontrol ettiğim kadarıyla 14. Dakikada açığa çıkmıştık. Bu kadar hengameye fark etmemiş olmaları bile aptallıklarının bir simgesiydi! Bizi fark ettiklerinde hepsi ekilip okula doğru gittiler. Okulun önüne 4 sivilden barikat yaptıkları ve başlarına silah dayalı olduğu için belli bir yere kadar ateş edebilmiştik. Okulun önü resmen kan gölüydü, ilk sayımıma göre 5 kişiyi kurşuna dizmişlerdi ve içlerinden birinin daha liseye bile gitmediğine emindim. Sırf o çocuk için bile burayı onların başına yıkacaktım, o kurşunlar Türk milletine sıkılmış kurşunlardı ve damarlarında bu aziz kan olan hiç kimse intikamını almadan rahat edemezdi! Özellikle Türk askerleri...

'Kahretsin' dedi birisi telsizden, Dursun'du muhtemelen. Okuldan bize ateş açılmıştı bu yüzden telsiz sesini duymakta güçlük çekmiştim, aslında telsizime baktırmam gerekiyordu en kısa sürede, kablolarında sıkıntı olduğu için sesi cızırtılı veriyordu, çıkmadan yapmalıydım aslında ama unutmuştum, umarım bu hatam birisinin canına mal olmazdı...

Yaklaşık 45 dakika sıcak çatışmadaydık, bizim pes etmeyeceğimizi anladıkları zaman rehineleri camlara dizdiler, artık ateş edemiyorduk. İletişime geçmek gerekliydi.

'Dursun, bunların kodu kaçtı?' dedi Sadi telsizden. Elinde ankesörlü telefon gibi bir telefon vardı, bu telefondan genelde teröristler birbirleriyle konuşuyorlardı, gerektiğinde biz de onlarla konuşmak için kullanıyorduk.

'44-76-89 komutanım.' Dedi Dursun. Sadi hızla telefonu ayarladı. Hemen dibinde olduğum için duyabiliyordum az da olsa.

'Kimsin?' diyerek açıldı telefon.

'Zebaniniz!' dedi Sadi sert bir sesle ama sonrasında ekledi, 'Telefonu orada ki en üst kişiye ver.'

Kısa bir sessizlik sonrasında başka birisinin sesi duyuldu.

'Ne istiyorsun?'

'Rehineleri bırakın!'

'Yok ya... başka?' dedi alayla.

'Amacınız ne? Ne istiyorsunuz?'

'Bizim tek bir amacımız var! Kürdista-' Sadi resmen sinirden köpürmüştü.

'O TELEFONU GÖTÜNE SOKARIM! ÇIK DIŞARIYA TESLİM OL YA DA BEN GELİP ÇIKARTIYIM!'

'Burada 15 kişi kaldı, ya onların canı ya da sizin...' dedi telefonun diğer ucunda ki ses. Sadi bu adamı eline geçirince çok fena şeyler olacaktı...

'Tamam, rehineleri bırak evlerine gitsinler, senin onlarla işin yok, asker olan biziz.' Dedi aşırı sakin bir sesle, sanki deminden kükreyen kişi o değildi.

'Rehineleri bırakırım ama sen ve yanında ki bayan gelip bize teslim olacaksınız, en ufak bir plan hissedersem burada tek kişi sağ kalmaz!'

'Ben tek gelirsem olur, rütbesi büyük olan benim.' Dedi Sadi., hemen kolunu tuttum ve sessizce 'saçmalama, anca beraber kanca beraber' dedim, eliyle sus işareti yaptı, tamam beni düşünüyordu ama onu burada bu şerefsizlere bırakmazdım.

'Olmaz, o bayan da gelecek!' dedi adam, telefonu Sadi'den aldım.

'Anlaştık, biz alt yola çıkacağız, ateş etme, rehineleri bırakacaksın ama önce.' Dedim. Sadi resmen gözleriyle küfür etmişti.

'Tamam.' Dedi telefonda ki kişi ve kapattı.

'Songül ne yapıyorsun sen? Delirdin herhalde!' dedi.

'Sen delirdin bence. 1-Seni oraya tek başına asla göndermem, 2-burada bu kadar kişi katledilmiş, öylece seni rehin almalarını mı bekleyecektim?' dedim.

'Off Songül! Offf!' dedi. Telsizden bizimkilere bilgi geçtik, en ufak bir hareketlilikte ateşe başlayacaklardı. Kendi aramızda yaptığımız hızlı planı gerçekleştirmek üzere okulun önünden geçen yola doğru gittik. Silahlarımızı mevzilendiğimiz yerde bırakmıştık, Alp bize en yakındı, o alacaktı onları oradan.

Aşağıya indiğimizde içeriden çıkartılan 14 kişi okulun önüne dizildi, arkalarından çıkan 10 kişilik grup ve en son çıkan elinde telefon olan birisi tam karşımızda durdu.

'Eksik var.' Dedim.

'Maşallah gözler de keskin.' Dedi telefonda konuştuğumu tahmin ettiğim kişi, iğrenç bir sakalı vardı ve bunu söylerken sakalını sıvazlamıştı, midem bulanmıştı resmen.

Adamlarına dönüp 'çözü ellerini' dedi kürtçe. 2 adam hızla rehinelerin ellerini çözdü. 14 rehine hızla yanımızdan ayrıldı.

'Hiç öyle bakmayın, ben size nasıl güveneyim? O benim çıkış biletim olacak.' Dedi. 2 adam hızla bizi kontrol etti silahımız var mı diye. Silahımı bunlara vereceğime ölürdüm daha iyi. Benim silahımdan çıkan hiçbir kurşun Türk askerine sıkılamazdı!

'Öksüz, gidelim artık, çok açıktayız.' Dedi hafif uzun boylu birisi. Öksüz karşımızda duran adamın takma adıydı muhtemelen.

'Bunları içeriye alın, daha işimiz var burada.' Dedi. Üstümüzü arayan iki adam bizi çekiştirerek okula soktu, okulun içinde de 3 kişi yerde kanlar içerisinde yatıyordu, çöp torbası gibi üst üste yığmışlardı. Burası bir Türk köyüydü ve şehit ettiği herkes için Öksüz denen herife o kadar kurşun sıkacaktım! Bizi sandalyeye oturtup ellerimizi arkadan bağladılar. İlk başta ellerimizi bağlayan adam çok sıkmamıştı ama Öksüz kontrole gelmişti ve yanında ki adama kürtçe bir şeyler söyleyip kızmıştı. Ellerimi o kadar sıkı bağlamıştı ki bileğimi acıtmıştı. Sadi ile sırt sırtaydık, ellerimiz birbirine değiyordu, boş bir sınıftaydık, kapıda birisi bekliyordu. Sınıfın içerisinde ki Türk Bayrağı ile dolu panoları görünce gözlerim parlamıştı resmen.

'Songül?'

'Efendim?'

'Senin ellerin ne kadar yumuşakmış.' Dedi Sadi şaşkınlıkla.

'Sadi ne diyorsun Allah aşkına.'

'Kızım valla çok yumuşak ellerin. Eve dönünce ne sürüyorsan bana da ver, benim ellerim kuru. Bir de hep dağda bayırdayız ya çatlıyor.'

'O zaman kremini yanında taşıman lazım, evde yedek kremim vardı veririm ben sana, düzenli kullanman lazım ama... Ay Sadi ne diyoruz biz ya? Offf...'

'Krem diyoruz kızım, ne yapalım? Ben 1 saat veriyorum kurtulmamız için.'

'Hmm, bence yarım saat.'

'Var mısın iddiasına?'

'Varım, nesine?'

'Baş başa akşam yemeğine.'

'Tamam, kabul, ama yenilince mızıkçılık yapmak yok.'

'Benim canıma minnet üsteğmenim, sen mızıkçılık yapma yeter.'

'Ben mızıkçı birisi değilim ki.' Dedim hemen.

'Öylesin mi dedin ben sana?'

'Demedin de yani, deme.'

'Demem demem.' Dedi, güldüğünü hissedebiliyordum. Sandalyeye bağlı değildik, bu iyi bir şeydi.

'Sadi.' Dedi sessizce, Sadi başını yana döndürdü.

'Ne oldu?'

'Bende bıçak var.' Dedim.

'Nerede?' dedi.

'Sıkıntılı kısım orası işte, *derin bir nefes aldım* sütyenimin ortasında.'

'Nasıl alacaksın?' dedi.

'Ellerimiz arkadan bağlı olduğu için senin alman gerek.' Dedim. Avuç içlerimin terlediğini hissettim.

'T-Tamam.' Dedi Sadi.

'Sen yana dön, ben yere çömeleceğim.' Dedim. Dediğim gibi Sadi yan tarafa döndü, ben de ellerinin hemen yanında dizimin üstüne çöktüm, kurşungeçirmez yeleği çıkarttığımız için şuan sadece uzun kollu formam vardı üzerimde. Sadi'nin ellerinin titrediğinin farkındaydım, ikimizden de ter akıyordu resmen.

Sadi dikkatlice tişörtümü sıyırdı ve bıçağı sapından tutup çekti, bunu yaparken bıçak biraz döndüğü için göbek deliğimin beş parmak üstü olduğunu tahmin ettiğim yerde kesik oluşmuştu, aniden geri çekilmiştim ve Sadi bunu fark etmişti. Kendini kötü hissetmesin diye kesiği söylemedim.

'Bir yerin mi geldi?' dedi endişeyle.

'Y-Yo, bir şey yok. Biraz üşüdüm sanırım.' Dedim. Sadi de kendi ellerinde ki ipi kesemeyecek kadar sıkı bağlanmıştı, bıçağı ağzım ile tutup ilk onun ellerini kestim, iplerden kurtulur kurtulmaz bana dönüp benim elimde ki ipleri kesmeye başlamıştı ki kapıda bir hareketlilik oldu, Sadi bıçağı dizinde ki bölmeye koydu ve eski halimizi aldık.

Bu sırada odanın kapısı açıldı, Öksüz elinde telefonla içeriye girdi.

'Siz çok sevdiniz herhalde bu rehinelik işini?' dedi mal mal sırıtarak.

'Seni nasıl döveceğimi planlıyordum.' Dedi Sadi. Bizi sinirlendirmek aslında çok kolaydı ama istediğimiz zaman hiçbir şekilde sinirlendiremezdi, eğitimini almıştık bunun.

'Demet, sen burayı merak etme, istediğim bilgileri öğren yeter. Yaser'e de söyle Şahin'e bilgi geçsin.' dedi telefona fısıldayarak ama duymuştum işte! Kimdi bu Demet? Asker miydi? Ya içimizde ki hain Demet denilen kişiyse? Yaser kimdi asıl? Şahin'in yanında ki oydu demek ama neredeydi? Sadi'ye baktığımda duyduğu bu şeyle keyfi yerine gelmiş gibi duruyordu.

'Komutan, şimdi sizinle ufak bir soru cevap yapacağız.' Dedi Öksüz.

'Sor bakalım, seni nelerle döveceğimi ya da üstünde neleri parçalayacağımı mı merak ettin?' dedi Sadi alay edercesine.

'Bu kadar komik olma komutan! Şahin'in peşindeymişsiniz sanırım.' Dedi.

'Ne o? Korkup sana mı sığındı?' dedi Sadi.

'Komutan! Şahin'in peşini bırakacaksın! Yoksa sizin için iyi olmaz, zaten bu bayanın ölüm emri verildi, zamanının gelmesini bekliyor!' dedi. Bunu demesiyle Sadi ayağa fırlayıp kestiği ipi Öksüz'ün boğazına dolayıp sıkmaya başladı, ben hızla gidip kapının kilidini burdum. Ellerim hala bağlıydı.

Öksüz nefes alamadığı için garip sesler çıkartıyordu.

'Bir daha söyle! Ne olurmuş bize?! Kötü mü olurmuş! Sen kimsin de beni tehdit ediyorsun it!'

'Sadi, gelenler var.' Dedim, adamlar bu sese gelmezse zaten gidip kulaklarına baktırsınlardı.

'Gelsinler! Gelsinler de Türk'e silah doğrultanlara ne olduğunu yakından görsünler!' dedi. Haklıydı aslında ama şuan herhangi bir silahımız yoktu, bıçağım dışında. Bıçak demişken, Sadi bıçağı dizliğinden çıkarttı ve sersemlemiş Öksüz'ün boğazında ki ipi açıp bıçağı boynuna doladı. Birkaç adım atmıştı ki durdurdum onu.

'Acaba önce beni mi çözsen?' dedim sitemle, beni unutmuş olamazdı herhalde??

'Daldım, kusura bakma.' Dedi ve hızlıca ipi kesti.

'Sağ ol.' Sadi mahcup bir bakış attı ama şuan uzun bakışma anı değildi, eve dönünce uzun uzun bakışırdık...

Öksüz önde, Sadi onun arkasında ben de onların arkasında odadan çıktık, Sadi Öksüz'ü siper yapmıştı, bir anda 10 tane kalaşnikof bize dönmüştü.

'Parmağı tetiğe giden olursa boğazını keserim!' dedi Sadi. Öksüz'ün el hareketiyle adamlar biraz geri çekildi.

'Durun, ateş etmeyin sakın.'

'İndirin lan silahlarınızı!' Sadi bunu diyince Öksüz'ün de baş onayıyla adamlar silahlarını indirdiler, biz kapıya yaklaştığımızda timin kapının yanında hazır beklediğini gördüm. Burada kalan rehineyi kurtarma görevi bana düşmüştü, kapıya yaklaşınca bulunduğumuz yere en uzak olan odada tutulduğunu ve başında kimse olmadığını gördüm, bu iyi bir şeydi. 20'li yaşlarında genç bir kızdı, çok güzel bir kızdı.

Sadi ile göz göze geldikten hemen sonra en yakınımda ki adamın karnına tekme atış elinden silahını aldım ve hızla önümüzdekileri indirdim, ama Allah kahretsin ki onlar da ateş açmaya başlamışlardı. Hızla kendime bir yer buldum, doğru bir anda çıkıp 4 kişiyi daha indirdim, bu sırada Sadi de bir silah bulmuş, o da ateşe başlamıştı, tim bizden gelecek işareti bekliyordu ama şuan içeri girseler ortalık daha da karışacaktı, gerek yoktu, Sadi ile ben halledebilirdik.

Sadi elinde ki silahın kurşunu bittiği için yeni bir silah almaya yeltendiğinde Öksüz'ün koşmaya başladığını gördüm, bu an o andı... Öksüz 1 dakika sonra yaşamıyor olacaktı çünkü ben üzerine kurşun yağdırıyordum. 7 kurşun sıkmıştım, 5'i isabetliydi, yere yığıldığında 3 kurşun daha sıktım. Burada şehit olan kimsenin kanı yerde kalmamıştı! Diğer adamları Sadi hallederdi, rehinenin bulunduğu tarafa giden teröristin peşinden koştum hızla, ben geldiğimde sınıfa girmiş kızı çekiştiriyordu.

'Bırak onu!' Bağırışımla bana döndü, ona doğrulttuğum silahı gördüğündeyse kızın kolunu bıraktı.

'Tamam, onun yerine seni alırım, daha iyi!' dedi sırıtarak.

'Tamam lan! Alabiliyorsan al!' dedim, aynı anda silahlarımızı yere attık, resmen adamın üstüne atlamıştım, boğazını sıkmaya başlamıştım, çırpınıyordu. O da benim boğazımdan tutmaya çalışıyordu, boğazımı çizmişti tırnakları muhtemelen, mikrop kapmasaydım bari bu herifin pis tırnaklarından! Bir süre debelendikten sonra kurşun sesinin kesildiğini duydum. Kapıya gelen adım sesleri dikkatimi dağıtıyordu. Adam o kadar dirençliydi ki... Gerçi resmen benim 2 katımdı adam ama yine de iyi ilerlemiştim. Şuan parmaklarımın arasında çırpınıyordu, yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Yanımızda ki kızın kapıya koşmasıyla dikkatim dağılmıştı, Allah kahretsin diye geçirdim içimden. Adam bi bir anlık dalgınlığımdan yararlanıp cebinden bir şey çıkartmıştı, bunu görememiştim! Büyük bir hataydı. Dikkatimi geri topladığımda adamın son dakikalarının olduğunun farkındaydım, aslında tüm bunlar başladığından itibaren 2 dakika bile geçmemişti, kısa bir süreydi ama uzun gibi geliyordu.

Sol tarafımda, muhtemelen dalağımın bulunduğu bölgede hissettiğim yoğun yanma hissi bir anlık duraksamama neden oldu. Evet... Adamın cebinden çıkarttığı şey bir bıçakmış... Ve o bıçak şuan benim sol tarafımdaydı. Tek elimi adamın boğazından çekip bıçağı çektim, bunu yaparken canım çok yanmıştı çünkü az da olsa çevirmiştim bıçağı.

Kendimden çıkarttığım bıçağı adamın boğazına sapladım. Artık sondu... Adamın boğazından fışkıran kanlar formama sıçramıştı ama zaten formamda yeterince kan vardı. Kızın buradan çıkmış olması belki de iyi bir şeydi, bu manzarayı görse ölse unutmazdı.

Elimle yarama bastırıp ayağa kalktım, ilk başta senderelesem de kendimi toparlayıp kapıya yürüdüm, bu ilk bıçaklanışım değildi, yaranın derin olduğunu düşünmüyordum. Çok kanamadığına göre önemli bir damara denk gelmemişti, idare edebilirdim. Bizi içeriye aldıklarında üzerimizden çıkarttıkları askeri yağmurluk tarzı kıyafetimi gördüm sol tarafta, hızla sınıftan çıkıp onu giydim üzerime, Sadi yarayı görse çok telaşlanırdı, gerçi Sadi demişken o neredeydi?

Sadi'nin de formasını alıp yerden bulduğum silah ile yürümeye başladım, okul büyük değildi ama bir köye göre büyüktü de... Girişin hemen yanında ki sınıfa girdiğimizde orada yaralı bir sivil olduğunu gördüm, tüm tim onun başındaydı, Sadi beni görür görmez yanıma geldi.

'Neredesin kızım sen? Bir şey mi oldu?'

'Y-Yo, geldim işte. Kızı aldınız mı?'

'Orada, durumu iyi.' Bir sıraya oturmuş verilen suyu içiyordu.

'Yaralının durumu nasıl?' dedim. Naci bize döndü. 'Ex komutanım.' Dedi. Derin bir iç çekmiştim. Ülkede bu kadar vatan haini varken masum insanların ölmesine dayanamıyordum...

'Hava almak ister misin?' dedi Sadi.

'Kızı evine bırakayım, ne olur ne olmaz yanında birisi olsun.' Dedim.

'Kötü görünüyorsun, Semih bırakır kızı.' Dedi.

'Yok, zaten korktu, yanında bir kadın olsa daha iyi.' Dedim. Başı ile onayladı. Kızı çağırmadan önce sınıftan çıkıp yerde yatan Öksüz'e bir kurşun daha sıktım. "bayan" demesine ayrı sinir olmuştum ama onun için ölmüş adama kurşun sıkamazdım.

'Artık gidebiliriz.' Dedim. Kız geldiğinde Alp'ten silahımı, kaskımı ve çantamı alıp yola çıktık. Çanta 100 kilo gibi geliyordu.

'Abla, iyi misin?' dedi yanımda ki kız.

'İyiyim. Adın ne senin?' dedim gülümsemeye çalışarak.

'Adım Kardelen. Doğduğumda kışın ortasındaymışız, her taraf adam boyu karmış, dedem kışımıza açan çiçek gibisin der hep, o yüzden kardelen koymuş adımı.' Dedi gülümseyerek.

'Çok güzel bir ismin varmış.' Dedim.

'Senin adın ne?' dedi.

'Songül.' Dedim, annem koymuştu adımı...

'Benim teyzemin adı da Songül.' Dedi Kardelen hemen, gülümsedim. Evinin önünde onu bıraktıktan sonra annesi içeriye gelmem için çok ısrar etti.

'Kızım, gel bir soluklan, bir ayranımızı iç. Bunun teşekkürü olmaz ama teşekkür olarak...' dedi kadın çekinerek, en az 6 kere tekrarlamıştı bu cümleyi, mecbur kabul ettim.

'O zaman bahçede oturayım, hiç girmeyeyim içeriye, üstüm kirli.' Dedim.

'Olur mu kızım öyle şey? Lütfen geç.' Dedi.

'Üstüm kanlı biraz...' dedim en son çekinerek.

'Yaralı mısın yoksa?' dedi kadın endişeyle, ben bir şey diyemeden üstümü kontrol etmeye başladı, sol tarafımda kan formanın üstüne çıkmaya başlamıştı.

'Ah kızım, gel, gel hemen içeriye. Kardelen su getir, bez getir, babaannenin çantasını da getir.' Dedi ve beni kolumdan tutup içeriye sürükledi resmen. İtiraz edecek vaktim bile olmamıştı.

Şansıma kadın köyün hemşiresi çıkmıştı, basit bir tampon yaptık, benim çantamda ki morfin iğnesi ise ağrıyı azaltmıştı. Sanki bıçağı lavla ısıtıp da sokmuştu, öyle bir yanma vardı ki... Allah güç veriyordu, dayanıyordum. Bu vatan için döktüğüm kanın her damlası helal olsun...

Pansuman bittiğinde teşekkür edip timin yanına gittim. Onlar da hazırlanmışlardı, köy halkı etraflarındaydı, bizimkilere teşekkür ediyorlardı.

Yola çıktık, dönüş yolu geldiğimiz yoldan farklıydı, daha engebeliydi ve haliyle canım acıyordu.

Yürümemiz gereken 7 kilometre vardı, yol gözümde büyümüştü resmen. Normalde olsa 20 kilometre yürüsem gıkım çıkmazdı ama şimdi işler karışıktı. Sanki geri geri yürüyor gibiydim, ayaklarım ileriye gitmiyordu... Son 2 kilometre kala bir ağaca tutunup durdum, zaten en arkada olan bendim bu yüzden birkaç dakika soluklanıp devam edebileceğimi düşündüm.

Ağaca tutunduğumda bacaklarım sanki bu anı bekliyormuş gibi boşaldı, dizlerimin üstüne çöktüm. Kendimi toparlamam lazımdı! Ben bir üsteğmendim! Bir bıçak darbesiyle mi yıkılacaktım! Şuan kendimi o kadar zavallı hissediyordum ki...

Silahımı düşürmemek için yere doğru koydum ve bir nevi baston olarak ona tutundum. Sadi'nin sesi ile ileriye baktım, bana doğru koşuyordu, diğerleri de geliyordu.

'Songül? Songül ne oldu? İyi misin?'

'Komutanım? Komutanım iyi misiniz?'... Bir sürü aynı söz vardı.

Sadi'nin beni tutup ağaca doğru yasladığını hissetmiştim, yüzüme vuruyordu. Naci yarama bakıyordu muhtemelen, bandın çıktığını hissettim, gözlerim açıktı ama sanki algılayamıyordum. Sadi su verdi, suyu içinde dünya daha gerçekçi gelmeye başladı...

'Songül? Bana bak güzelim, duyuyor musun beni? Songül bir şey söyle ne olursun...' dedi Sadi.

'Duyuyorum.' Dedim. Ani bir atak mıydı deminden yaşadığım, resmen kulaklarım tıkanmıştı.

'Nasıl oldu güzelim bu? Niye söylemedin?'

'Önemli bir şey değil.' Dedim, sesim biraz kısık çıkmıştı.

'Dalağı parçalamış sanırım.' Dedi Naci yaraya tampon bastırırken.'

'İyiyim.' Dedim.

'Alp, sedyeyi hazırlayın.' Dedi Sadi.

'Hazırız komutanım.' Dedi Alp.

'Gerek yok, yürüyebilirim.' Dedim ve kalkmaya yeltendim ama başım dönmüştü bu hareketimle.

'Songül söz dinle, sonra istediğin kadar yürürsün.' Dedi Sadi sitemle. İtiraz edebilecek durumda değildim. Bu sefer başka bir şey vardı, bir bıçak beni bu hale getirmezdi, biliyordum...

Beni askeri sedyeye aldılar, yolumuz azalmıştı. Geldiğimizde helikopter bizi bekliyordu. Gözlerim kapanmıştı çoktan ama konuşulanları duyuyordum, daha doğrusu bizimkilerin paniğini...

Tekrar gözümü açtığımda hastane odasındaydım. Yanımda Sadi vardı, elimden tutmuş, başını sedyeye yaslanmıştı bu yüzden kendime geldiğimi görmemişti. Ne zamandır buradaydım bilmiyordum, hastanede olduğumuza emindim. Üstümde ki önlükten de anlaşıldığı üzere ameliyat olmuştum.

Sadi bir süre sonra başını kaldırdı, benim uyandığımı görünce yüzündeki endişe kaybolmuş, yerini gülümseme almıştı.

'Songül? İyi misin? Ne zaman uyandın? Niye uyandırmadın beni? Ağrın var mı?'

'Dur bi sakin ol, bir de bana diyorsun 10 saniyede 5 sor soruyorsun diye... İyice bana çektin.' Dedim gülümseyerek. O da gülümsedi.

'İyiyim merak etme.' Dedim elini tutarak.

'Dalağını parçalamış tahmin ettiğimiz gibi ama şuan sorun yokmuş, onarmışlar. Bir de bacağından uyuşturucu madde enjekte edilmiş, ondan bayılmışsın.' Dedi.

'Ne?' diyebildim.

'Biliyordum, biliyordum işte! Başka bir şey olduğunu biliyordum.' Dedim.

'Şşş sakin ol şampiyon.' Dedi Sadi gülümseyerek.

Kısa bir sessizlik oldu, yaralı olduğum için şımarma hakkım olduğunu düşünüp, bunu kullanmaya karar verdim...

'Çok korktun mu?' dedim muzurca.

'Yoo, ne korkacağım?' dedi Sadi omuz silkerek.

'Görmedik sanki gözünde ki endişeyi.' Dedim söylenerek.

'Yaaaani, belki bir tık *eliyle işaret ediyordu* endişelenmiş olabilirim, o da sonuçta timimdesin yani, sorumluluğun bende.' Dedi.

'Ha ondan yani...' dedim, Allah var bozulmuştum, yaralıydım sonuçta, nazlanmak hakkımdı ama yapamamıştım.

Sadi bir süre bana baktıktan sonra gülümsemeye başladı.

'Şaka şaka, *ciddileşti biraz* korktum. Hele gözlerin kapandığında... Bir daha böyle bir şey olduğunda haber ver, insan yaralandığını söylemez mi?' dedi, sitemle söylemişti son cümlesini.

'Ne kadar korktun??' dedim cilveli bir şekilde.

Sadi ise kollarını yana açtı.

'Dünyalar kadarrrrr.' Dedi, kendine ses efekti yapmıştı ve bu benim gülmeme neden olmuştu. Yanında çocuklaşabilmek çok hoşuma gitmişti...

Taylan'ın odaya dalmasıyla çocuklaşmamız yarım kalmıştı.

'OOooo uyuyan güzel, prensin öptü de uyandın mı senn?' dedi çocuksu bir sesle. Resmen kıpkırmızı olmuştum.

'Abi ya, ne diyorsun?' dedim sitemle.

'Nasılsın? Ağrı var mı?' dedi.

'Yok, bir şey hissetmiyorum ki zaten.' Dedim.

'İlaçlardandır.' dedi.

'Senin kolluğun nerede?' dedim merakla, daha dün ameliyat olmuştu o da, kendine dikkat etmesi lazımdı.

'Kızım bi gün taktım yeter işte, hem kolumu kaşındırıyor.' dedi sitemle.

'Ya bir ben bir sen yatıyorsun, enişte sen de dikkat et bak kendine yarın da gelmeyelim hastaneye.' Dedi, şuradan bir kalkabilsem boğacaktım onu, bakışlarım sayesinde susmuştu, Sadi ise bıyık altından gülüyordu.

'Tamam tamam sustum, merak etmeyin sırrınız bende güvende.' Dedi Taylan ağzının fermuarını kapatır gibi yaparak, bunu başkalarına söylemeyeceğini bildiğim için rahattım.

Kısa süre sonra doktor geldi ve muayene etti, sıkıntılı bir durum yoktu. Bu gece burada kalacak, yarın duruma göre taburcu edecektim ama 2 gün raporluydum. Murat amcamın rapor konusunda kesin çizgileri olduğu için karargaha adım attırmayacaktı beni, biliyordum...

Tam bunu düşünürken Murat amcam geldi.

'Kızım, nasılsın?' dedi endişeyle.

'İyiyim, merak etme.' dedim güven verici bir ses tonuyla.

'Nasıl oldu bu olay?' dedi.

'Bunları sonra konuşsak?' dedim.

'Komutanım, bu içeride ki adamımız Şahin'in yanına ulaşmış, bu bizi rehin alan adam telefonda konuşurken duyduk.' dedi Sadi. Yaser'den mi bahsediyordu?

'Neydi adı?' dedi Murat amcam.

'Kod adı Yaser ama gerçek adı Teğmen Yaver Göbeklitaşoğlu.'

'Çok yaratıcıymış gerçekten.' dedim, Taylan'la bakarsam güleceğimi bildiğim için bakmamak daha hayırlıydı.

'Birkaç haftaya bize bilgi geçebilir bence, şuana kadar çok iyi ilerledi, bu görevi sorunsuz bitireceğine inanıyorum.' dedi Sadi sessizliği bozarak.

'Sen tanıyordun değil mi onu?' dedi Murat amcam.

'Evet, çok yakın bir dostum. Ben kefilim kendisine.' dedi. Artık daha da merak etmiştim bu teğmeni...

Bir süre sonra tim geldi odaya.

'Komutanınızı çok yormayın.' dedi Murat amcam tebessümle, karargah dışında daha yumuşak birisi oluyordu, operasyonda olmadığımız sürece...

 

Keyifli okumalar...

Loading...
0%