Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm: "Ses"

@karsaz

 

 

Merhaba arkadaşlar:) öncelikle küçük bir duyuru yapmak istiyorum ki sonradan sorunlar oluşmasın. Yazım hatalarım ve yanlışlarım olabilir (Oldukça dikkatli olmaya çalışıyorum bu konuda.) bana sövecek ve hakaret edecekseniz şimdi bırakın okumayı ki sonradan tartışma çıkmasın kimse kimseyi zorlamıyor okuması için:) son olarak bol bol yorum yapın ki benimde yazma isteğim artsın.♡

 

 

 

 

1. BÖLÜM: "SES"

 

Rüzgar'ın sert bir şekilde esmesiyle birlikte yağmur damlaları üzerinde yürüdüğüm kaldırımları temizlerken ayın ışığı ile yer yüzünü gölgeleyen gökyüzüne baktım bulutlar karanlığın esiri olmuş bir şekilde korkutucu görünüyor. Gür bir sesle çakan şimşekler ortalığın daha fazla telaş içine kapılmasına neden oluyordu biliyordum bu bize Tanırının verdiği bir uyarıydı fakat kimse bu uyarıyı dikkate almıyordu işte. Tanrının onu dikkate almamız için bize sunduğu korkutucu hava olayları çoğu kişinin akıllanmasını sağlasa da bir çoğu hala umursamıyordu.

 

Belki de bu yağmur damlaları biz insanların gözlerinden akan yaşların bir temsiliydi veya öldürülen onlarca kadının gözyaşlarıydı. Belki de meleklerin gözyaşlarıydı bu yağmurlar.

 

Yağan yağmur damlaları yüzüme sert bir şekilde çarptığı halde tatlı bir şekilde canımı yakıyordu. Gözlerimin önüne gelen bir tutam saçım ile derin bir nefes alıp kulağımın arkasına sıkıştırdım gözlüklerimi çıkartarak çantama koydum boynumda ki kolyeyi kazağımın altına koyarak görünmesini engelledim benim için önemi büyük olan bir kolyeydi bu belki de hayatımın var olmasını bu yaşadığım iğrenç hayatın güzel duygularını tatmamı sağlayan tek şeydi.

 

Islanan saçlarım sanki banyodan yeni çıkmış görüntüsünü veriyordu. Benim gibi yağmurdan nasibini alan bir çok kişi benim gibi sırılsıklam olmuş etrafta aceleci bir şekilde koşturuyordu. Islak kıyafetlerim hasta olacağımı haber edercesine soğukluğunu en derinlerde hissettiriyordu. Şiddetle esen rüzgar ile zayıf bedenimin birden havalanacağını düşünerek hemen sağ tarafımda bulunan bir markete girdim zayıf ve çelimsiz bedenim şiddetli bir fırtına karşısında çok savunmasız olduğumu göze seriyordu aslında yemek yiyip kilo alamayan bir yapım vardı ne kadar yesem de hep aynı kiloda kalıyordum belki de vücudumun kilomu dengede tutmak için harcadığı bir efordu bu.

 

Sağlık sorunu olan bir insan değildim hasta olmam için çok çaba sarf etmem gerekirdi bazen. Bir ara okula gitmemek için bir yoğurt kovası dolu küp buzları yiyerek boğazımın şişmesine sebep olarak okula gitmemiştim. O gün evde kendi başımın çaresine bakarak hastalığımı atlatmıştım işte o gün anlamıştım yalnız olduğumu ve o gün bırakmıştım okulu. Kimsesi olmayan bir kız olarak yeterince okumuştum sonralardan girdiğim restoran ile kendi paramı kazanıp geçimimi sağlamıştım.

 

Gökyüzü delinircesine çakan bir şimşek ile bir an yerimden sıçradım ilk kez İstanbul'da da bu derece yağan yağmur ve gök gürültüsüne şahit oluyordum. Bu arada bana bakan eleman ile göz göze geldim bana ters bir bakış attıktan sonra dizdiği karton kutları yerlerine yerleştirmeye devam etti üzerinde ki siyah tulum ile onu incelerken bu saçma durumdan kurtulmak amacıyla bir kaç tane çikolata alarak bana ters ters bakan bakışlarının az da olsa yumuşamasını sağladım. Her şey paraydı gözleri kör olmuş insanlıkları kalmamıştı bunların fakat hala paraya tapıyor tüm benliklerini para karşısında eğerek ona itaat ediyorlardı.

 

Markette bir on dakika kalıp geri çıktım. Erken çıkma sebebim market sahibinin tekrardan o can alıcı bakışlarından kurtulmak için de olabilir! Marketini ele geçirmişim gibi sergilediği tavır dişlerimi sıkmama neden olurken bir daha ki sefere ona gününü göstermek amacıyla buraya gelip ona haddini bildirecektim.

 

Marketten çıkarak yol boyu sadece yürüdüm gözlerim etrafı incelerken sağ tarafımdan gelen ses ile oraya doğru döndüm bir çocuk ellerini dizlerime sararak ağlamaya başlarken kaşlarımı çatarak ona bakmaya başladım. Onun boyuna erişmek için diz çökerken gözlerim mavi gözlerinde oyalandı bakışlarım dolu gözlerini bulurken nefesim daraldı. Bu bakışlar hep böyle bakarsa ben yerimden bile kıpırdayamazdım ki!

 

''İsmin ne senin bakalım ufaklık?'' Sorum ile bana bakan gözlerinden yaşlar akarken gözlerinde ki akan yaşları silip yanağından öptüm.

 

''Ailen nerede? Annen veya baban?'' Minik elleri ile arkamı işaret ederken onun parmaklarını takip ederek karşımda ki kafeterya ile kaşlarımı çattım ne yani ailesi oradaydı ve bu küçük çocuğu bu havada dışarıya mı bırakmışlardı!

 

''Gel bakalım.'' Minik kızı kucağıma alırken ağlamaması için marketten aldığım çikolatalardan bir tanesini ona vererek uslu durmasını sağladım.

 

kafeterya'nın önüne geldiğimde cam kapıyı aralayarak içeri girdim beni karşılayan sıcaklık ile kaslarım gevşerken içeride telaş içerisinde dolaşan sarışın kadın ve yanında duran uzun boylu en fazla yirmilerinin sonuna merdiven dayayan adam ile onlara doğru ilerledim beni fark eden kadının gözleri irileşirken koşarak bize yaklaşmaya başladı.

 

''Asmin bebeğim.'' Acı bir şekilde feryat etmesi kaşlarımı çatmama sebep olurken dik dik kadına bakmaya başladım.

 

''Kızınıza iyi bakmanızı tavsiye ederim hanımefendi lakin bu havada ve bu çığrından çıkmış dünyada her an her şey başına gelebilir.'' Sert sözlerim ile kadının yanında yerini alan adam minik kızı kucağına alırken elinde ki çikolataya anlamsız bir şekilde baktı fakat kızının gözlerinde ki mutluluğu görünce sesini çıkarmadı.

 

''Bebeğim Anne ve babanın yanından ayrılmak yoktu nasıl dışarıya çıkabildin sen?'' Yumuşak sesiyle kızı ile konuşan adamın gözleri beni buldu.

 

''Umarım ona kuralları öğretmek yerine ilk siz o kuralları uygularsınız!'' Arkamı dönerken kolumu tutarak yürümeme engel olan adama sert bir şekilde bakıp kolumu çektim.

 

''Kusura bakmayın bu benim kartım ne zaman dilerseniz ulaşabilirsiniz.'' Dediklerinin çoğunu anlamış olsam dahi bazı harfler ile aram pek iyi olmadığından kaşlarım çatılmıştı. Uzatmış olduğu kartı aldım ve inceleme gereği duymadan yanımda ki çöpe atarak arkamı döndüm.

 

''Qué diablos se cree esta mujer que es?'' (Bu kadın kendini ne zannediyor?)

Kadının İspanyolca konuşması ile kaşlarım çatılırken dudaklarımı ısırdım. Ani bir refleks ile arkamı dönerken ona aşağılayıcı bakışlarımı gönderip dudaklarımı araladım.

 

''No sé cuánto te preocupa esto, pero no eres nada.'' (Bunun seni ne kadar endişelendirdiğini bilmiyorum ama sen bir hiçsin.) Dudaklarım kıvrılırken arkamda ki hayret nidası eşliğinde kapıya doğru ilerledim ana yola çıkarken sert adımlarım beni bile rahatsız etmişti yeri döver gibi yürümek mi? sadece sinirden oluşan bir alışkanlığımdı!

 

Boş olan sokakta ümitsiz bir şekilde yürürken, çaresiz adımlarım çelimsiz bedenime eşlik ediyordu. Kalbim sızlıyordu fakat acısını dindirecek bir ilacım yoktu. Gözlerim boş bir şekilde etrafı tararken iki sevgilinin el ele tutuşmuş bir şekilde yağmurun altında koştuğunu izledim bir süre. Az ileride köşe başında yağmurdan korunmak için iş çantasını kafasına tutan kadın ile kaşlarım havalandı komik görünüyorlardı.

 

Sonunda gözlerim dibime kadar giren ela gözlerini bana dikmiş bir şekilde bana bakan minik prense kaydı. Gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu ayakkabısının bağcıklarının açılmış olduğunu fark etmem ile buruk bir tebessüm ettim kendisine. Önünde diz çökerek ayakkabısının bağcıklarını bağlayıp güzelce düzelttim tam kalkıyordum ki burnuma kondurduğu buse ile sırıttım ve ona sarıldım. Feza her zaman marketin önüne gelen Down sendromu olan bir çocuktu. Çoğu vaktini sokakta geçirirdi ve bazen benimle iletişim kurmaya çalışırdı.

 

Üzerinde ki ince T-shirt ile kaşlarım çatıldı çantamda her zaman taşıdığım yedek ceketimi çıkartıp Feza'nın giymesine yardımcı oldum Çantamda bulunan çikolataların iki tanesini ona verirken yanaklarımdan öperek tebessüm etti onu güzelce tembihleyip evine gidip dinlenmesini söyledikten sonra yoluma devam ettim.

 

Uzun bir süre yürüdükten sonra otobüs durağına varmıştım. Boş bulunan otobüs durağı içimde oluşan korkuyu hat safhaya yükseltiyordu. Fakat gidecek bir yerim olmadığı tekrar yüzüme sert bir tokat gibi çarpınca ümitsiz bir şekilde kafamı dizlerimin arasına gömerek gözlerimi uzun bir süre kapattım.

 

Kalacak bir yerim yoktu.

 

Çaresizliğimin verdiği öfke ile bir kez daha nefret ettim bu lanet olası dünyadan.

 

Bir kez daha nefret ettim annemden.

 

Bir kez daha nefret ettim babamdan.

 

Bir kez daha nefret ettim kendimden.

 

Bir kez daha nefret ettim hayattan .

 

Herkes nefret edilmek için yaratılmış varlıklardı buna ben de dahildim! kendime bile tahammül edemiyordum son sekiz yıldır kendimden delicesine nefret ediyordum.

 

Sessiz bir şekilde ağladım saatlerce. Ağlayamadığım, ağlamak istemediğim, ağlamak için utandığım hayata hiç olmayacak kadar ağladım. Hem de sesimi çıkarmadan! fakat içimde ki çocuğun sesi kulak zarlarımı patlatacak derece güçlüydü.

 

Canım yanıyordu! fakat kimse bunu bilmiyordu zaten bilmelerini istemiyordum ama nedensizce bir kırgınlık filizlenmişti içimde. Ne kadar zordu bu kadar insanın sen ağlarken seni mutlu sanması kimse fark edemiyordu yüzümde ki sahte maskeyi.

 

Az önce yaşananlar geldi aklıma, öfkem tekrar gün yüzüne çıkarken, ellerim hafiften titremeye başlamıştı heyecan, öfke, korkuya neden olan ani şeyler nedeniyle çok fazla titrerdi ellerim bu hastalık tam tamına sekiz yıl önce bedenimde yuva kurmuştu.

 

İtalya'dan Türkiye'ye teyzemi ziyaret etmeye gelmiştim fakat gittiğim evden yaka paça kovulunca büyük bir darbeye ev sahipliği yapmıştım. Benim için endişeye bile gerek duymayarak sokağa atmışlardı olayın şokunu atlatamadan polis çağıracaklarını söyleyerek beni kovmuşlardı elbet bu yaptıkları yanlarına kalmayacaktı! O günden sonra burada kalmaya karar vermiş son bir yıl boyunca Türkiye'de kalmış kendime burada yaşamaya başlamıştım. Yirmi bir yaşına kadar hep geçimimi sağlamıştım ama bir yerden sonra ev sahibi zorluk çıkarınca bir otelde kalmaya başlamıştım bugün ise kaldığım otelden ayrılmış İtalya için uçak bileti almıştım. Şimdi ise İstanbul'un sokaklarında son kez geziyordum. Güzel bir şehirdi fakat doğup büyüdüğüm yer İtalya iken buraya pek orası kadar alışamamıştım ama insanların ılımlı yaklaşımları beni baya sevindirmişti.

 

İstanbul insanlarıyla güzeldi. İtalya da küçük bir gecekondu da kalıyordum yememiş içmemiş çalışarak kazandığım tüm paraları o gecekonduya vererek güzel bir ev almıştım zaten bir oda bir salon vardı bu benim için fazlaydı bile ev çok tatlı ve güzeldi en azından sıcacık bir yuvayı andırıyordu. Gece ve gündüzleri olmak üzere çalıştığım iş yerleri bana ek ücret verdiklerinden dolayı bir saat fazla mesaiye kalıyor kimsenin hakkına girmek istemiyordum. Liseye gittiğim dönemlerde hem çalışıp hem lise sınavlarına deli gibi hazırlanmıştım sonunda diplomamı aldığım gün çalıştığım iş yerlerinden ayrı başka işlerde de daha fazla çalışmış bir senenin sonunda evimi almıştım ve o zaman okulla ilgili tüm hayallerimi başararak hukuk fakültesini bitirmiştim şimdi ise Savcılık ünvanını almıştım. Hayatın bana gösterdiği korkunç yüzü ile karşılaştıktan sonra mesleğime ara vererek tekrardan dışarıda çalışmaya başlamıştım.

 

Otobüs durağına doğru ilerlerken gözlerim doldu burayı bırakmak istemiyordum sanırım. Kafamı az da olsa dağıtmış olan bir yerdi burası. Şimdi oraya gidersem tekrardan aynı şeyleri hatırlayacak kendimi depresyona sokacaktım huzurlu bir günüm yoktu resmen.

 

Ben hala otobüs durağında oturmuş ağlarken yağmur daha da şiddetlenmiş sanki öfkesini bizden çıkarırcasına gürlemeye başlamıştı. Üzerimde ki kıyafetler sırılsıklam olmuştu.

 

Koluma dokunan bir el sayesinde dikkatim dağıldı, kafamı kaldırıp kim olduğuna bakacaktım ki buna izin verilmeden burnuma kapatılan mendil sayesinde gözlerim kararmaya başladı ve bedenim beni saran karanlığa kendini çaresiz bir şekilde bıraktı.

 

**********

 

"Melis sence kabul eder mi?" Gelen ses ile uykumdan sıyrılırken yere düşen bir cisim ile bedenim titremişti kalbim hızlı hızlı atarken nefesim yavaştan daralmaya başlamıştı.

 

"Edecek, etmek zorunda bu plan için bir yıldır uğraşıyorum ve bu aptal kız planlarımı bozarsa onu ancak ölüm alır elimden." Kulağıma gelen sesler yüzünden kaşlarım çatıldı, bilinç altımda büyük bir karmaşa çıkmasına sebep olan sesler huzursuz hissetmemi sağlıyordu. Kesinlikle huzursuz hissediyordum bedenimi taşıyan bu yatak bile beni şuan hiç olmadığım kadar huzursuz hissettiriyordu.

 

Uyku ve uyanıklık arasındaydım fakat yorgunluğun verdiği his daha ağır geliyordu gözlerimi açmak da zorlanıyor bedenimi hareket dahi ettiremiyordum göz kapaklarım uykuya teslim olmak için yalvarıyordu.

 

O kadar yorgun hissediyordum ki kendimi gözlerimi açamadan karanlığın bedenimi tekrardan kendisine esir etmesine izin verdim ben karanlığa itaat ettim beni hoş karşılayacağını bildiğim için kendimi ona teslim ederek boynumu eğip biat ettim.

 

Yüzüme dökülen su ile yattığım yerden sıçrayarak uyandım. Anın verdiği şokla duraksarken bir kez daha yüzüme dökülen su ile gözlerimi kısarak içinde bulunduğum anı algılamak için bir kaç kez gözlerimi açıp kapattım. Sudan dolayı ıslanan kıyafetlerim ve saçlarım odada bulunan klima sayesinde donmamı sağlıyordu.

 

Gözlerim üzerinde uzanmış olduğum koltuğa kayınca kaşlarım havalandı çektiğim yabancılıktan dolayı etrafı tararken Sonunda gözlerim bir çift yeşil gözler ile buluştu. Bana o kadar sert bakıyordu ki bir an korkudan yok olmak istedim neden bana sert bir ifade ile bakıyordu ki. Titreyen ellerimi ona belli etmemeye çalışarak gözlerimi ondan kaçırıp hemen yanında duran bedene çevirdim.

 

Tam yeniden gözlerim yeşil gözlerin sahibine çevirecektim ki anın verdiği şok ile tekrardan ona baktım.

 

Hayatımın en büyük şokunu yaşarken dilim tutulmuş bir şekilde konuşamıyordum. Ben hala bana sırıtarak bakan şahsiyetten gözlerimi alamazken o bana küçümseyici bakışlar atıyordu.

 

Sesimi bulduğum vakit dudaklarımı aralayıp zar zor bir mırıltı ile karşımdaki kıza bakarak "B-bu da ne!" Dudaklarım dan dökülen cümleyi ben bile zar zor duyup idrak ettim kuruyan dudaklarımı ıslatarak ona baktım.

 

B-bu imkansızdı aman tanrım bunun mümkün olması bile saçmaydı.

 

Ona aptal gibi baktığımı fark edince yüzünde sinsi bir gülüş peydah oldu. Sonra bir kahkaha attı, ben onun her hareketine şaşırırken o her şey normalmiş gibi bana ve verdiğim hareketlere bakarak zevk alıyordu.

 

"Sana bu iş tamamdır dedim abi." Yeşil gözlerin sahibi ile bir bakışma yaşadılar bu memnuniyet den daha çok bir zafer bakışması gibiydi.

 

Sonra onun sert sesi yankılandı odada.

 

"Ona detaylara girmeden her şeyi anlat Melis eğer emirlerine itaat etmezse kafasına sık, polisle uğraşmayalım sonra." Diyerek adının Melis olduğunu öğrendiğim kızın eline bir silah verdi. Ben elindeki silahı görünce bile yutkunamadım o ise sıkmaktan bahsediyordu.

 

"Merak etme abi iki ay içinde her şeyi öğrenecek." Dedi gülerek ve odadan ikisi birlikte çıkıp beni cevapsız sorularım ile baş başa bıraktılar.

 

Boş bulunduğum dan dolayı odayı incelerken gözüme takılan küçük kutu ile hemen ahşap zemine ayak basarak komodinin üzerinde ki kutuyu aldım.

 

3 AY SONRA

 

İnsanlar bazen kendinden ve hayatından ödün vermeliydi. Bu insanların yapmak zorunda olduğu bir vazifeydi ve biz o vazifeyi yerine getirip itaat edecek olan esirlerdik.

 

Ben kendimden o kadar ödün vermiştim ki menzilimi kaybetmiştim. Şimdi ise yolluma koyulan engeller beni yıpratmaktan, pes etmemi sağlamaktan başka bir işe yaramıyordu.

 

Tanımadığım annemi özlüyordum neydi anne sevgisi. Cennetten bir demet gül alıp koklasam annemin vereceği huzur verebilir miydi acaba.

 

Annemi tanımadım fakat, ondan nefret etmem için bana çokça fırsat tanımıştı. Kendini iyi tanıtmıştı nefretim hala taze olduğuna göre ona minnet duymam gerekirdi.

 

Acaba mutlu olmak nasıl bir duyguydu. Bir papatya demeti alıp her bir papatyanın yaprağı ile yapacağım seviyor sevmiyorum hissiyatını verecek olan gülümseme miydi! Yoksa o yaprakların sonunda uğrayacağım sevmiyor hüsranı mıydı?

 

Sahi mutluluk neydi?

 

Kanatlarımı kırdılar anne, ben hayatım boyunca bir kafese mahkum edildim, kanadı kırık bir kuş gibi. Papağanın kafese mahkum edilmesi gibi bende mahkum edildim ve sürekli özgür bir şekilde hayatını yaşayan insanları seyrettim tıpkı papağanın özgürce göklerde uçan kuşları izlemesi gibi.

 

Titreyen bedenimde kaç iz bıraktılar anne bilmiyorum, ama tek bildiğim acısını hala hissediyorum! Halen çok acıyor ve hepsi derin izler bıraktı.

 

Bana yanlışı öğreten herkese doğruyu öğrettim anne. Şimdi ise doğrularımın cezasını çekiyorum. Sırf yalanları kabul etmediğim için! Acı çekmeyi ben çok erken öğrendim bu hayattan. Şimdi ise hayatı hala sineye çekiyorum bana zarar vermeyecekmiş gibi. Boynumu her yanlışın kusuruna eğmeyecekmiş gibi.

 

Affet annem çünkü ben yaşadıkça seni asla affetmeyeceğimi biliyorum.

 

Bil ki anne senin kızın hüküm giyiyor tanımadığın kızın. Senin özleminden sana büyük bir nefret besleyecek olan kızın.

 

Senden bir dileğim olsun isterdim. Sadece senin yerine getirebileceğin bir dilekti bu ama bunun içinde çok geç kaldın. Ben doğmadan beni öldürseydin belki bu kadar nefret ve kin beslemezdim sana, size karşı.

 

Eğer beni mevsimlere benzeteceksen anne ben sonbahar olurdum hep yapraklarını döken bir mevsim. Kimsenin sevmediği yaprak döken bir incir ağacı olurdum belki ama sonuç bu ya yine sevilmezdim ben. Senin sevmediğin gibi ve benim seni asla kabullenmeyeceğim gibi.

 

Senden nefret ediyorum baba ama yine de hep bekledim yara alınca babam beni kurtarır diye.

 

Çocuktum ve hiç olmayacak hayaller kurdum sonucunda ise hayallerimin altında ezilen güçsüz bedenimi iyileştirmeye çalıştım. Hüsrana uğrayan duygularım bedenimde koca izler bırakırken sana karşı tüm sevgi duygularım körelmişti. En kötüsü de o hayallerin peşinden çok fazla yara almama rağmen hep bir ümitle koşmuş olmamdı.

 

Biliyor musun baba artık senin kızın hissiz sen hislerini bilirken senin kızın artık bir hissinin olduğunu bile bilmiyor. Sen mutluyken ben çok üzgünüm.

 

Sen özgürken ben tutsağım baba! Sen yaşıyorken ben her gün ölüyorum.

 

Eğer yaşadığım ve çektiğim acı hayat özgürlükse ben hiç olmadığım kadar özgürüm sayenizde!

 

Size kalbim ne kadar kırılmış olursa olsun sizden tam anlamıyla nefret etmediğim sürece kendimden nefret edeceğim. Ben hep sizin aksinize iyi olmaya çalıştım belki tanımıyorum ikinizi fakat çocuğunu bırakan bir aile benim gözümde asla masum ve iyi olamaz!

 

Ben kendimi hep böyle ayakta tuttum. Şimdi idam edileceğimi bilsem dahi size olan nefretim dinmeyecek. Eğer bir gün size olan nefretim dinerse o zaman bilin ki ben artık yaşamıyorum.

 

En çok da neyi merak ediyorum biliyor musunuz? kokunuz! en çok kokunuzu merak ediyorum. Nedir anne kokusu cennet gibi mi peki baba kokusu. Hep engel olmak istedim içimde ki bu duyguya fakat hep bir merak sardı benliğimi. Size sarılıp kokunuzu solumak istiyorum ama biliyorum ki ben sarılsam sarılsam ancak çaresiz bedenime sarılırım neden mi! Çünkü anne kokusu almayan bir çocuk hep eksiktir.

 

Kokunuz hariç soluyacağım tek koku ise kan kokusu olur bu saatten sonra!

 

Arabanın durmasıyla düşüncelerimden arındım durduğumuz görkemli binayı tamamen incelemek için arabadan yavaş bir şekilde indim. Körelen duygularım sayesinde kendi varlığını belli eden umursamazlığım sayesinde boş boş baktım binaya.

 

Bu koca bina gözüme o kadar korkutucu geliyordu ki bir an arkama bile bakma dan koşmak ve özgürlüğe kavuşmak için beynimde kuruntular yapmaya başladım. Bunu bilincime yerleştiren mantıklı olan tarafımdı fakat bir yandan da artık boş vermişlik ile hareket eden duygularım beni çıkmaz sokaklara sokarak kaybolmamı hedefliyordu.

 

Bu binanın görkemli ve büyük olması onun kirliliğini göstermiyordu, fakat buraya gelen herkes bu binada ki ürkütücü hissiyatı sezerdi. Hani ansızın bir titreme gelir ya insana bu binaya bakınca o his uyanıyordu bedenimde. Kollarımı kendimi korumak istercesine bedenime sardım. Artık burada bir tarih yazılacaktı adıma ya da tarihin tozlu sayfalarında kaybolacaktım.

 

Ben hala binayı incelerken rengi tuhaf hissetmeme neden oldu Siyah binanın belirli bölgelerinde kırmızı şeritler vardı. Bu şeritlerin arasında bir çok el izi ve bu uzaklıktan fark edilecek bir şekilde görünen harfler vardı. Bina saydığım kadarıyla yedi katlıydı. Ve en dikkat çekici ayrıntısı ise pencere yoktu. Kare şeklinde havalandırmalar ile dudaklarımı büzdüm. Bunun belirli bir nedeni vardı elbet.

 

Yanımda duran Ali abinin bakışlarındaki acıma bana hiçte yardımcı olmuyordu. Ama onunda yargılayamıyordum ben bile kendime acıyordum bu durumda. Fakat sahte acıtasyonlara gelecek değildim biliyordum ki o da beni kullanmıştı ve hala kullanıyordu.

 

Binayı incelemeyi bırakıp girişe baktım, Fazlasıyla kalın olan demir kapının önünde duran beş polis ile gözlerimi devirdim. Binayı saran kalın ve boyumu bir hayli aşan uzun demir büyük ihtimal duvar görevi görüyordu.

 

Kapıdan geçmek için Ali abi ile polislerin yanlarına yaklaştık. Ali abi eğilip polis görevi gören adama bir şeyler söyleyip yanıma geldi. Kolumdan tutması ile ona sert bir bakış atarak kolumu sertçe çektim bana ters ters baksa da onu umursamadım. Onun bana bu şekilde bakması ne kadar umrumda olabilirdi ki!

 

Bina'nın bahçesine girdiğim an ilk dikkatimi çeken mahkumların bileklerinde farklı renklerde bileğinin yarısını kaplayacak şekilde olan demir kelepçe oldu. Kelepçelerin verdiği enerji ile kasılan midem sayesinde bir kaç saniye gözlerimi yumdum. Zarif ve fazla ince olan bileklerime bakıp dudağımı büzdüm bu şeylerden takmak istemiyordum! Bir mahkum olmayı hiç istemiyordum.

 

İnsanların umursamazlık seviyesi beni o kadar şaşırtmıştı ki bir an bahçede ki varlığımı sorguladım. Mahkumların bileklerinde ki demir olan kelepçe bana şok verici cihazı anımsattı bir an. İki ellerinde değil sadece bir kollarına takılıydı bu kelepçe bahçede herkesin kolunda takılıydı çoğu eline bakarak bir şeyler söylerken çoğu ellerinde ki kelepçeyi umursamıyordu.

 

Olduğum yerde binayı incelerken bir çok kişi de beni yeni fark etmiş bunun yanı sıra beni inceliyordu. Kimi bana bakıyor kimi ise bahçede ellerindeki kelepçeyi umursamadan kavga ediyorlardı Bahçede bulunan çınar ağacının altında duran iki kişinin birbirine yumruklar savurması ile dudaklarım aralandı. Bakışlarımı orada sabit tutarsam olayın bana patlaması düşüncesi ile gözlerimi etrafta gezdirdim.

 

Bahçede bulunan küçük bir çardak ve üzerine oturmuş bir grup genç dikkatimi çekti kısa bir an. Birbirlerine bir şeyler anlatıp kahkahalarla gülüyor, ara sıra küfür ederek homurdanıyorlardı masalarında bulunan çaylar ile kaşlarım havalandı. İçlerinden sarışın bir kızla göz göze gelmemizin ardından onları izlemeyi kestim.

 

Az ileride dikkatimi fazlasıyla çeken bileğinde siyah kelepçe bulunan genç adam ile tüm dikkatim onun üzerine yoğunlaştı kavga edeceği ihtimalini düşünerek gözlerimi üzerinden ayırmadım zaten benim onu izlediğimin farkında bile değildi. Karşısında ki yaşlı bir adam ile sinirli bir şekilde tartışıyorlardı. Seslerinin bahçeyi kaplaması ile tüm bakışlar onları bulmuştu.

 

Genç adamın ne zaman çıkardığını bilmediğim çakı ile kaşlarım havalandı bileğinde mavi kelepçe takılı olan yaşlı adam en fazla elli yaşlarında görünüyordu belki de daha fazla tahminlerim çoğu zaman tutmasa da altıncı hislerim her zaman kuvvetliydi.

 

Genç adam karşısında ki yaşlı adamla avıyla oynar gibi oynuyordu çakıyı yaşlı adama doğrultarak bir şeyler söyledi fakat ben duymadım. Yanlarında olup onları duyanlar ise kahkaha atıyordu genç adamın söyledikleri ile yaşlı adamın zar zor yutkunduğunu olduğum yerden bile fark ettim.

 

En fazla yirmilerinin ortasında olan siyah kelepçe takan gence korku ile bir şeyler söylemeye başladı yaşlı adam. Genç ise onu hiç takmıyor avını nasıl öldüreceğini düşünen bir avcı gibi dikkatini sadece onun gözlerine dikmiş, dilini ikiye katlamış bir şekilde adama sert bakışlar atıyordu. Yaşlı adamın elleri titriyor göğsüne vurarak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

 

Bahçedeki insanlar ise sanki normal bir durum gibi onları karşılıyor seslerini çıkarmak yerine onları izliyordu. Bu duruma ne kadar da soğuk kanlıydılar.

 

Siyah kelepçeli olan genç avını nasıl öldüreceğini düşünmüş olmalı ki yüzünde sinsi bir gülüş peydah oldu.

 

Çakısını iyice kavrayıp yaşlı adamın önce boynuna sonra ise takip edemediğim bir hızla kalbine çakıyı batırdı bunu o kadar hızlı yapmıştı ki ben bile idrak edemedim gördüklerimi. Yaşlı adamın boynundan fışkıran kanlar genç adamın yüzüne sıçramıştı fakat bunu pek umursuyor gibi görünmüyordu hala avının canını almış olduğu gerçeği ile zevk alıyordu.

 

Ve ben bir ilk yaparak gördüklerime ses çıkaramadım. Sessiz kaldım artık hep kalacağım gibi.

 

Yaşlı adam yere yığılırken zaferini yaşayan genç gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Yaşlı adam yerde kriz geçirircesine titrerken asfalt zemine kan kusmaya başladı. Etrafında olan insanlardan yardım isterken kimse onu takmıyor, işine devam ediyordu.

 

Elinde tuttuğu çakıyı koklayarak cebine koymadan önce yaşlı adamın kıyafetine çakının üzerine bulaşmış olan kanı sildi genç adam. Sonra öldürdüğü adamın bedenine bir tekme savurdu gözlerini ölen bedenden ayırdı ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti. Yaptığı olaydan bir haber gibiydi. Bu beni daha da dehşete düşürdü.

 

Peki ben hala nasıl ayakta duruyordum bu vahşet karşısında!

 

Sonunda ölümü bana kat kat yaşatacak olan binaya girdik. Ali abinin beni buraya neden getirdiğini az çok tahmin ediyordum. Belirli suçlarım vardı ve kontrol hastasıydım ve biraz şizofrenlik teşhisi koyulmuştu bu aralar sicilim çok kabarıktı. Gözlerim kısılırken dudaklarım gerilmişti saçma sapan gülümseyerek Ali abiyi takip ettim.

 

Binaya girdiğimiz vakit Ali abi düz bir şekilde koridordan ilerlerken bende onu takip ediyordum. Karşımıza sağ ve sol olmak üzere iki merdiven çıkınca Ali abi solda bulunan merdivenleri vakit kaybetmeyerek çıkmaya başladı. Toplam yirmi iki basamak vardı evet bazen merdiven basamaklarını saymak gibi kontrolsüzce yaptığım bir kaç alışkanlığım vardı.

 

Bende tam arkasından gidiyordum ki duyduğum kısık ses ile adımlarım aniden durdurmuş bir adım daha atmama engel olmuştu.

 

Sesin geldiği yöne döndüğüm vakit boş koridor ile karşılaşmıştım. Boş olan bir koridorda duyduğum ses beni korkuturken Ali abinin beni çağırdığını işittim ona "Tamam geliyorum Ali abi." diyerek cevap verdim fakat bu tamamen refleks olarak aniden dudaklarımdan dökülen bir cümleydi.

 

Kafamı olumsuz anlamda sallayıp merdivenlere yönelmiştim ki tekrardan o sesi duydum "Yardım et." Bu sefer sesin yönünü seçebilmiştim sağ tarafta bulunan merdivenin oradan geliyordu bu kalın ve boğuk olan ses.

 

Evet kesinlikle oradan geliyordu, yavaş adımlarla oraya doğru ilerledim tam önünde durduğumda boş duvarı yokladım. Bir kaç kez nedensizce duvara sert bir şekilde vurdum sanırsın kapı çalıyorum!

 

"Beni duyuyor musun?" diye saçma bir soru sordum.

 

Ses gelmeyince beynimin bana oynadığı saçma bir oyundur diye düşünmeye başlamıştım ki tekrardan o sesi işittim.

 

"Evet duyuyorum ve şimdi bana yardımcı ol ve buradan çıkmamı sağla." Sesinin kalınlığı ve güzelliği beni anlık durdururken bir an gözlerimi kapattım kendime sakin olmam gerektiğini hatırlatırken.

 

"Orada ne yapıyorsun Melis hemen buraya gel!" diye bağıran Ali abinin sesini duyunca yerimden sıçradım.

 

Telaş ile Ali abiye döndüm yine ellerim titremeye başlamıştı lanet olası bundan nefret ediyorum iki elimi birbirine bastırarak titremenin azalmasını sağladım az da olsa işe yarıyordu bu hareket.

 

"Geliyorum bilekliğimi düşürdüm sadece sen git Ali abi ben hemen arkandayım." diyerek onun gitmesini bekledim gözlerini devirip arkasını dönerken derin bir nefes aldım. Lanet olsun hala titreyen ellerimi duvara sert bir şekilde geçirdim anlımı duvara yaslarken gözlerimi yumdum.

 

Duvarın arkasında kimin olduğunu önemsemeden "Geleceğim" dedim kim olursan ol geleceğim ve seni kurtaracağım çünkü ben ailem gibi değildim iyilere her zaman iyi olamaya çalışırdım.

 

'Her son bir başlangıçtı aslında, en zor anlarımız bizim huzur bulmamızın en yakın olduğu günleri gösteriyordu bu tıpkı çok çalışırsan ileride rahata, refaha kavuşursun gibi söylenen bir cümlenin mealiydi. Fakat ben hiçbir zaman huzura ve refaha karışamayacağımı bildiğimden dolayı boş vermiş olduğum bu kabarık duyguları zihnimin saklı çekmecelerine saklayarak kilitledim.

 

Her son bir başlangıçtı fakat benim için sadece sonum istenilmişti benim kararlarımı önemsemeden benim sonumu yazmışlardı defterlerine.

 

Fakat bilmedikleri bir şey vardı bu benim sonum değil başlangıcım olacaktı ben onların ellerinde ki defteri yakıp kül edecektim ve dünya Tarihi yazanı konuşacaktı tarih olanı değil!

 

Evet arkadaşlar bölüm nasıl?

 

Yeşil gözlü gizemli gencimiz sizce kim olabilir?

 

Peki duvardan gelen ses hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Sizce duvardan gelen ses Melis'in beyninin oynadığı bir oyun mu biliyorsunuz ki şizofreni tanısı konulmuş birisi 'Sicili fazla kabarık' olduğu için bu ses hayali bir ses olabilir mi?

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum:) özellikle satır arası yorumlarınızı❤

 

Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın sizi seviyorum ❄ tanelerim.

 

👉 KARSAZ burdan hesabımı takibe alabilir yapacağım çoğu duyurudan haberdar olabilirsiniz.

 

Bana ulaşmak için Instagram: @yourkarsaz hesabından yazabilirsiniz. Alıntıları Instagram hesabından paylaşıyorum sorularınız varsa sorabilir benimle iletişime geçebilirsiniz.

 

Bu arada Instagramda: @yourkarsaz hesabını takip etmeyi unutmayın seviliyorsunuz.❤️

 

 

Loading...
0%