Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32. Bölüm: "ÖL VEYA ÖLDÜR"

@karsaz

32. Bölüm: "ÖL VEYA ÖLDÜR"

 

 

 

Duygularımın kurbanı olmak yerine bu kez mantıklı davranmak için kendime zaman tanımıştım ama yine boşunaydı bu çabalarım. Herkes ben bilirim ben daha güçlüyüm edasıyla hareket ediyordu bu yüzden içimde ki sıkıntının büyümesine izin vermeyerek saatlerce izlediğim duvarla tekrardan bakışmaya karar vererek gözlerimi sağ tarafıma çevirdim. Uykumu alamadığım için oldukça halsizdim. Gözlerimden akan yaşlar ile önümde ki cansız bedene bakıyordum, bu bakış kesin olarak hayattan vazgeçmişliğin bakışıydı. Oğuzun idamından sonra Rüzgar ile kimseye görünmeden izimizi kaybettirmiştik. Dört haftadır sadece binanın gizli saklı olan tüm koridor ve odalarını bulmaya çalışıyorduk. Bu durum ne kadar tehlikeli olsada buna göz yumarak ilerliyorduk. Bunuda gece 2:00 geçe yapıyorduk herkes uyurken biz buradan kurtulmak için bir çıkış yolu arıyorduk.

 

"Gece buradan gidelim güzelim." Rüzgarın sesi ile önümde ki cansız bedene iğrenerek baktım. Aslında ölülere saygım vardı benim. Fakat böyle itlere değil saygı! Ölüsüne leş demekten bile çekinmezdim.

 

"Yaptıkları sineye çekilecek bir şey değildi Yel! Bunu biliyorsun değil mi?" Ona bazen ismi ile hitap etmek yerine Yel derdim. O bunu kabul etmesede seviyordu. Ona hitaben kullandığım kelime onu mutlu ediyordu.

 

"Biliyorum kardeşim çocuklara tecavüz affedilecek bir şey değil." Ayakkabısıyla adamın eline basarken. Ölüsüne tükürerek ilerlemeye devam etti. Bulunduğumuz odadan çıkaraken Rüzgar kapıyı sessiz bir şekilde kapattı. Bu saatte bela istemezdik ikimizde!

 

Kaan salup'un odasına doğru ilerlerken gözlerim artık kapanmaya hazırdı. Rüzgarın elini omzumda hissederken gözlerim onu buldu. Kapının kolunu yavaş bir şekilde indirerek odaya girdik. Rüzgar kendini yan tarafımda ki koltuğa atarken ben Kaan salupun koltuğuna geçerek derin bir nefes aldım.

 

Yaptığım araştırmalar sonucu uykum tamamen gitmiş yerine bedenimin taşıyamayacağı ağırlıkta bir yük binmişti. Gözlerim odayı tararken Koltukta gözlerini kapatmış boynunu arakaya atarak ayağını sehpanın üzerine koymuş ve şuan rahat bir pozisyonda olduğunu bildiğim Rüzgar'da gezindi. Onun burada olması her ne kadar canımı sıkmaya başlasada yaptığım plan her ikimizin de yararına olacaktı.

 

Ondan özür dilemem gerekirdi fakat bunu yapamayacak kadar aciz bir durumdaydım. Onu istemeyerek sürüklediğim bu kaos, sadece beni karanlığında boğmalıydı onu değil. Onun bir ailesi bir kardeşi ve yanında mutlu hisettiği canından çok sevdiği bir nişanlısı vardı. Ona bu acıyı yaşatmaya hakkım yoktu ki benim! Onu kendi karanlığımda boğmaya hakkım yoktu. Sevenlerinin bedduasını kaldıramazdım.

 

Gözlerim dolarken bilgisayara format atarak tüm bilgilerin silinmesine sebep oldum. Madem ki bir çıkış yoktu bende bu dünyayı bana dar eden insanlara huzur vermeyecektim. Edindiğim bilgiler bana yeter ve artardı. Elimde ki flash bellek ile ne yapacağımı tam olarak bilmiyordum. Tüm bilgileri silemeden önce buraya aktarmıştım. Eğer ki büyük oynayacaksam tüm adımlarımı sağlam atmam gerekiyordu. Pantolonumun cebine sıkıştırdığım bellek ile pantolonda bulunan gizli bölmenin fermuarını çektim. Aklımda ki sinsi Tilki'nin planları beni bile dehşete düşürürken yapacaklarımın artık bir sınırı yoktu.

 

Bir kaç saat geçtikten sonra gün ağardı. Rüzgar hala aynı pozisyonda uyumaya devam etmekle meşguldü, onun bu uyku sevdası bazen beni dehşete düşürüyordu. Kapının açılması ile beklediğim kişi bana doğru gelirken onun sessiz olması için işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm.

 

Odadan çıkarken sert bir şekilde kolumu tutan Kaan Salupa iğrenerek baktım. "Sen neredesin? Senin yüzünden patron beni azarlıyor! Seninle konuşması gereken bir konu var ve sen ortalıkta yoksun senin derdin ne lan! Zaten ölmedin bir türlü, günlerdir seni arıyorum." Kolumu sıkması canımı sıkarken sert olduğunu düşündüğüm bir tokat atarak.

 

"Sakın canımı yakma yoksa canın yanar it herif." Ona doğrulttuğum silah ile bana bakarken gözleri şok içinde açılmıştı. Söylemiştim zihnimde ki sinsi Tilkiyi bu saatten sonra kimse durduramaz.

 

"Unutma Gece öl veya öldür." Beni bu korkak haliyle bile tehdit etmeyi unutmuyordu it herif.

 

"Sıra bende şimdi benim istediğim gibi ilerleyecek olaylar! Size fazlası ile boyun eğdim. Benim tölenarsım bu kadar. Gerçekten seni öldürmemi istiyor musun?" Sert ve sivri bir dille konuşmam Kaan Salupu baya bir şaşırtmıştı bunun yanında korkutmayı da başarmıştı.

 

"Bunu yapamazsın! Sen o kadar cesaretli değilsin Gece, kendini kandırma." Beni alaya alıyordu fakat bir yanı yapacağım için deli gibi kokuyordu.

 

"Tamam o zaman ilk öldüreceğim kişi sen olmayacaksın fakat boşversene sonda olmayacaksın. Edebiyat kasmaya gerek yok." Sinsi bir şekilde gülümseyerek ona bakıyordum. Ciddi olduğumu anlamış olacak ki bir adım geriye atarak bana baktı.

 

"Tamam. Öncelikle o elinde ki silahı indir." Korku dolu ses tonu beni tatmin ederken gülümsedim. İtaat etmek için geç bile kalmışlardı. "Güzel." Fısıltım ile başını sallarken ellerini havaya kaldırmış bir şekilde bana bakıyordu.

 

Kıyamam zavallı...

 

******

 

 

 

 

 

Haftalar sonra ilk kez bahçeye çıkmıştım. Merdivenlerden inerken gözüme çarpan mahkumlar ile iç çektim sanırım artık rahatlıkla ölebilirim. Düşüncelerime saçma bir şekilde gülerek saçlarımı geriye savurdum. Merdivenin son basamağını da aşarken gözüme çarpan grup ile bir kaç saniye olduğum yerde durdum. Benim varlığım ile oturduğu yerden sakin bir şekilde kalkan Alkan ile onu umursamayıp Rüzgarın yanına doğru ilerledim. Giymiş olduğu muhafız kıyafeti ile bahçedekiler hiçbir sorun çıkarmamıştı fakat bu kadar yakın olmamız bazı gözlerin üzerimizde dolaşmasına neden oldu. Bana doğru koşan Elis ile her şeyin boka saracağını bildiğim için elimi kaldırarak onu durdurdum. Şuan yanıma gelmesini istemiyordum gerçek anlamda istemiyordum. Ellerimde ki kelepçe rahatsız olmamı sağlerken Rüzgara ilerlemesini söyledim. Rüzgar sert adımlar atarak ilerlediği kapıya küfür ederek beni strese sokuyordu, Umarım işler ters gitmezdi. Biliyordum bana kızıyordu bu yaptığım için fakat onu burada daha fazla tutamazdım. Onu bu kaosa çekemezdim bana yeterince yardım etmişti. Fazlasına hakkım yoktu!

 

Rüzgar önde ben bir kaç adım arkasında onu takip ediyordum. Güvenlik kapısına vardığımızda başında ki şapkayı çıkartarak bana baktı. "Bunu yapma Gece o it herif ben gitmezsem seni gözünü dahi kırpmadan öldüreceğini söyledi. Fakat seni burada bırakmak istemiyorum." Titrek sesi gözlerimin dolmasını sağlarken açmış olduğu kollarına bıraktım kendimi. Ona sarılırken saçlarıma kondurduğu buseleri hissediyordum.

 

"Gitmen gerek Yel." Etrafıma bakarak bizi izleyen güvenlik görevlisine dönerek saçlarımı omzuma alarak Rüzgarın boynumda ki kartı görmesini sağladım. Boynumda hissettiğim parmakları ile gözlerimi kısarak güvenlik görevlisine bakmaya devam ettim.

 

"O kartı al ve bana o adresi bul Rüzgar işte o zaman bana yardımların en büyüğünü yapmış olacaksın." Dudaklarımdan çıkan her bir sözcük onun kaşlarının çatılmasına sebep olurken bahçeye doluşan muhafızları duygusuz bir şekilde izledim.

 

"Gitmen gerekiyor zaman geldi." Ondan ayrılarak kapıdan çıkması için onu yönlendiren güvenlik görevlisini izledim. Bir süre sonunda Rüzgar gidince etrafımı saran muhafızlara baktım. En az kırk muhafız etrafımı sarmış bir çoğuda mahkumların olay çıkartmaması için hazır olda bekliyorlardı.

 

"Neler oluyor lan orada?" Altemurun sesi muhafızların oluşturduğu etten duvarın arkasından gelirken onu umursamayarak muhafızlara yön vererek ilerlemeye devam ettim.

 

"Dur." Duyduğum ses ile gözlerimi yumdum. Muhafızlara hitaben değil bana hitaben konuşmuştu bu içimde bir yerlerin kanamasina neden olurken taktığım şapkayı biraz eğerek yüzümü gizledim. Muhafızları umursamıyordu! Muhafızların yarattığı duvarı hiç sorun çıkarmadan aştı çünkü muhafızlar ondan deli gibi korkuyordu, iki yanda destura durmuş olan muhafızlar kaşlarımı çatmama neden olurken sağ elimi yumruk yaptım, onu görmek istemiyordum. Ondan korkan muhafızlar bana bu kadar saygı göstermemişti. Tek kelimesi bile onları dizgine getirmişti.

 

Karşımda gördüğüm Alkan ile derin bir nefes aldım. Sakalları uzamıştı daha dinç duruyor ve bir o kadar ölümcül görünüyordu. Siyah pantolon ve gri kapşonlu kazağı onun bir manken gibi gösteriyordu. Belki de insanlığa yapılan bir haksızlıktı bu kadar güzel olması.

 

Ben ise üzerimde ki siyah uzun kol kazak onu tamamlayan siyah pantolon ve kafamda yerini koruyan siyah şapka ile öylece ona bakıyordum şapkayı hafif bir açıyla kaldırıp ona baktım. Bakışlarımda ki donukluk onun kaşlarını çatmasına neden oldu. Benimle karşılaşmayı daha farklı düşündügü için bu halim onu şaşkına çevirmiş gibiydi, duygularını çok iyi gizlemesi onu daha fazla eleştirmeme engel oluyordu.

 

"Bana bir hafta sonra geleceğini söyledin!" Ses tonu benim irkilmemi sağlarken. Bunu fark etti, Benim tepkim karşısında dişlerini sıkarken gözleri bedenimi taramaya başlamıştı.

 

"Gelmek gibi bir zorunluluğumun olduğunu sanmıyorum. Hem bana güvenmeniz gerektiğini size söyledim mi bayım? Ben verdiğim sözleri genellikle tutmam, bu yüzden bana güvenerek sırtınızı bana asla dönmeyin. Son bir hatırlatma yapıp gideceğim, bir daha asla karşıma çıkmayın bayım çünkü görmek isteyeceğim son yüz sizinki!" Söylediklerimin aksine beni umursamayarak konuşmaya devam etti fakat benden bu tepkiyi beklemediği için fazlası ile sinir olmuştu, sinirden dolayı boynunda çıkan damarları görebiliyordum.

 

"Şimdi bizimle geliyorsun yoksa burada çıkaracağım katliam gram umrumda olmaz." Sesinde ki ölümcül tını damarlarımdan akan kanı bile titretirken gözlerine baktım.

 

"Beni umursuyor musun?" Sorum ile duygusuz bir şekilde gözlerini bana çevirdi.

 

"Bunu önemsiyor musun? Şimdi seninle bu konuyu tartışmayacağım sadece emrime itaat et." Söyledikleri kaşlarımı çatmamı sağlarken onu takmadım. Sorumun cevabını bile veremiyordu ben köle değildim! Kimseye itaat edecek biri hiç mi hiç değildim.

 

"Gidin kardeşinizi buradan zarar almadan çıkarın bayım yoksa hepiniz tek tek zarar göreceksiniz. İnanın ki bundan en çok etkilenen siz olacaksınız, sizi temin ederim ki burada kaldığınız her saniye onların lehine... hemen gidin buradan!" Gözlerimi yumdum çünkü gitmesini istemiyordum.

 

"Seni almadan gitmiyorum." Kolumu tutarak beni yönlendirmesine izin verdim fakat aniden Alkan'ın arkasında duran muhafız elinde ki iğneyi boynuna saplayarak içinde ki sıvıyı boynuna enjekte ederek geri çekildi. Bunu bir robot gibi hareket ederek yapmıştı. Alkan muhafızın boynunu sararken boynuna enjekte edilen dozun etkisiyle elleri gevşedi. Sert bir şekilde yere düşecekken Altemur ve Emre'nin onu tutması saniyeler içerisinde gerçekleşti.

 

"Onu hemen buradan götürün. Daha fazla burada tutmaya devam ederseniz bu sizin felaketiniz olur. Buradan ilk bulduğunuz fırsatta gidin bu uyarımı dikkate alın. Yapmaya çalıştığınız her şey sonuçsuz kalacak." Altemur ve Emre'nin bakışları beni bulurken onlara bakmamaya özen göstererek.

"En azından Kiraz ve Elisi düşünün ve buradan gidin." Son sözlerimi söylerken muhafızlar tekrardan etrafımı sararak beni binaya doğru yönlendirdi.

 

Bir çok gözün üzerimde olduğunu hissediyordum ve bu iğrenç hissetmemi sağlıyordu.

 

***********

 

Kaan Salup'un odasına girmeden önce arkamda duran muhafızlara son bir bakış atarak kapıyı açtım. Bana dönen bakışları dişlerimi sıkmama neden olurken o yüzünde memnun bir ifade ile bana bakıyordu. Gülümserken beliren sarı dişleri midemi bulandırmaya yeterken odaya kusmamak için direndim.

 

"Son günlerin Gece söylemek istediğin bir şeyler var mı veya." Bana bakarak güldü. " Bir vasiyetin var mı Gece?" Sırıttım. "Beni çok bekletme Salup seni diğer tarafta bekliyor olacağım." Yüzünde ki ifade hemen değişirken yüzü renkten renge girmeye başlamıştı.

 

"Muhafız!" Kaan Salup sert bir şekilde dışarıda ki korumalara seslenirken kaşlarım havalandı işte bunu beklemiyordum. Fazla sinir etmiş olmalıyım ki çok erken davranmıştı. "Buyrun efendim!" Odaya giren muhafız ile bakışlarım onu buldu. Mavi gözleri ve çekik gözü Kaan Salupun üzerindeydi.

 

"Kızı alın iblisin kalmış olduğu mahzene kapatın güvenlik şifrelerini değiştirin. Orayı güçlü bir şekilde koruyun orası çıkacak olan kaostan dolayı güçlü bir korumaya sahip olmalı!" Sesinden umursamazlık akarken biliyordum ki bunun içinde endişe ve korku çok büyük bir yer kaplıyordu.

 

"Peki efendim." Kolumdan sert bir şekilde tutan muhafıza sinirle baktım fakat o bunu umursamayarak diğerlerine koridoru boşaltmalarını söyledi. Bahçeye açılan kapı kapatılmadan önce bütün mahkumların dışarıya zorla çıkartılması üç buçuk saat sürmüştü.

 

Mahzene doğru ilerlerken gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Yabancı'yı yani Alkan'ı ilk kez bu mahzende görmüş onu kurtarmıştım. Şimdi ise ben burada, Onun eskiden kaldığı parmaklıkların arkasındaydım. Başlangıcım olan yer sonum olacaktı bu en başından beri belliydi. Tanrı bana hiç acımıyordu! Mahkum olma sırası bana gelmişti Alkan ile yer değiştirmiştim. Gözlerimi yumdum ve sakinleşmeye çalıştım elbet burdan çıkacaktım fakat şimdi burada tutsak olduğum gerçeği elimi kolumu bağlıyordu.

 

Omzumda ki sızı ile yüzümü buruşturdum. "Buradan kaçacak halim yok ne diye bana bu iğneyi vuruyorsun?" Sorduğum soru ile bana bakan kadın kaşlarını çattı.

 

"Ben sadece bana söyleneni yapıyorum! Bu sadece erkenden uyuya kalman için alınan bir tedbir." Baygın bir şekilde kafamı olumlu anlamda sallayarak ona baktım. Saniyeler sonra tek başıma kaldığım mahzende etrafı aydınlatan tek şey yer yer koyulmuş olan meşalelerdi. Gözlerim kapanırken bilincimi ayık tutmaya çalıştım fakat uyku o kadar kuvvetliydi ki bu duruma kaşlarımı çattım. Saniyeler sonra gözlerimi yumarak kendimi bir boşluğa teslim ettim. Beni kendisiyle sınayan uykuya çaresizce teslim oldum.

 

'Karanlık bir koridorda yürüyordum. Her zaman ki gibi yine Fellan ile konuşacak, ona bana anlatmasını istediğim hikayelerden bir tanesini seçecek ve kendimce mutlu olacaktım. Ona bildiği hikayelerin hepsini gece anlatması için ricada bulunacaktım. Sarı ve kahverengi karışımı olan saçlarımı omzumdan geriye atarak koridorda koşmaya başladım. Duyduğum piyano sesi ile yerimde dururken kulaklarımı kapatarak gelen sesi engellemeye çalıştım. Elimde ki bebeğin yere düşmesini umursamadım, nefret ediyordum bu piyano sesinden. Sonunda Fellan'ın bulunduğu odanın kapısını bir kaç kez tıklatıp beklemeye başladım. Fakat açmayınca kapının önünde oturarak parmaklarım ile oynamaya başladım, onu beklemek bile güzeldi. Bugün yeni yaş günümdü ve Fellan'ın burada olmaması beni oldukça üzüyordu. Oturduğum yerde saatlerce bekledim ve sonunda bana kızmasını umursamayarak odaya girdim.

 

"Fellan nerdesin? Ben çok korkuyorum." Ses gelmiyordu nerede olabilirdi ki acaba? Lavabo ve banyoyu kontrol ettim fakat orda da yoktu. Dudaklarım titrerken Fellan'ın odasından çıktım. Gözlerim ağlamaktan şişmişti çünkü ağrısını ve verdiği acı dolu sızısını hissediyordum.

 

"Neredesin sen çirkin hem bu saatte ne arıyorsun Fellan'ın odasında?" Arkamdan gelen ses ile daha fazla ağlamaya başladım.

 

"Çirkin." Yumuşak sesi beni huzura boğarken arkamı döndüm. Yüzümde ki tuhaflığı çoktan fark etmişti.

 

"Neden ağladın sen?" Sorusu ile bir hıçkırık daha kaçtı dudaklarımdan.

 

"Fellan odasında yok Al onu bulamıyorum. Bugün benim yaş günüm fakat o yok." Sözlerim üzerine bana sarılması ile ona sarıldım. Onun bana sarılmasını seviyordum. Beni her kötülüğe karşı koruması gibi, sarılışı da güvende hissetmemi sağlıyordu. Sanki o bana sarılınca tüm kötülükler bana yaklaşmaya cesaret edemiyor gibiydi.

 

"Aptal Çirkin eğer ki benim odama gelseydin bu kadar ağlamana gerek kalmazdı!" Kızgın sesi ile ona alttan bakışlar atarak dudaklarımı büzdüm.

 

"Ama Fellan ile konuşmak istemiştim." Kullandığım ses tonu ile kaşları çatılırken elimden tutarak yürümeye başladı.

 

Al odasının önünde durdu fakat kapıyı açmadı ilk benim girmemi bekledi. Nedenini anlamasam da ona bunu sormadım. Kapıyı aralamam ile Fellan ve arkadaşlarımı görmeyi hiç mi hiç beklemiyordum.

 

Doğum günüm için gelen hediyeleri açarken mutluluğum her halimden belli oluyordu. "Al sen bana hediye almadın mı?" Her şeyi bırakarak Al'in yanında oturmuş dizlerimi kendime çekerek ona bakıyordum. Sorum ile kaşlarını çatarken onun almadığını düşünen tarafım fazlası ile acımaya başlamıştı. Ondan hediye istiyordum bu minicik aptal bir şey olsa bile bana en güzel hediye gelirdi.

 

"Sana almamı istediğin bir şey mi vardı?" Yumuşak bir sesle konuşması utanmamı sağlarken olumsuz anlamda kafamı sallayarak. "Hayır." Dedim.

 

Ellerimden tutarak ayağı kalkmama yardımcı oldu. Cebinden çıkardığı kolye ile gözlerim irileşmiş kalbimde ki amansız çarpıntı ile nefes alamaz hale gelmiştim. Bu tavırları ona hayran hayran bakmamı sağlıyordu.

 

"Bunu boynundan asla çıkarma çirkin..."

 

Gözlerimi kırpıştırarak gördüğüm acı dolu anıların etkisinden çıkmaya çalıştım. Anılarım ne zamandan beri rüyalarıma girer olmuştu! Dudaklarım özlediğim anılardan dolayı titrerken ağlamamak için gözlerimi karşımda ki duvara sabitledim. Boynumda ki kolyeyi kontrol ederken oldukça endişeliydim. Etkisi altında kalmış olduğum kabus ile kalbimin hızlı bir şekilde atıyor olması aşırı bir derecede terlememe neden olmuştu.

 

"Siz gidin ben halledeceğim." Duyduğum sesler ile ayağa kalkmaya çalıştım fakat dizlerim titrerken bunu yapacak gücüm dahi yoktu.

 

"Siz nasıl emredersiniz efendim." Bana doğru yaklaşan adım sesleri ile gözlerim parmaklıkların ardında duran kadına değdi. Gözlerim ne zaman açılsa, Ne zaman kendime gelsem sürekli bana iğne vurarak derin bir uykuya dalmamı sağlıyordu.

 

"Uyanmışsın?" Sorusu ile alaylı bir tavır ile ona baktım. "Fark etmene sevindim." Ona karşı olan tutumum en başından beri sinirini bozuyordu. "Senden nefret etsem yeridir!" Kızgın ses tonu umrumda bile değildi. Psikolojik şiddet en büyük tramvalara neden olurdu.

 

"Bende bunu sorguluyorum biliyor musun? Neden bana karşı nefret duymuyorsun?" Sorumu ciddiye almış olmalı ki aramızda bir kaç dakika boyunca oluşan sessizlik bana ona çıkma teklifi etmişim gibi hissettiriyordu. Neden bu kadar çok düşünme gereği duyuyordu! Cevap vermemesi sinirimi bozarken kapıyı açarak benim olduğum duvar köşesine benimle bağdaş kurarak oturdu.

 

"Ne zamandan beri uyutuluyorum?" Sorum ile derin bir nefes aldı." İki hafta boyunca uyutuluyorsun. Sana verdiğim ilaçlar bedeninde ki bazı hücreleri yavaş yavaş öldürüyor. " Söyledikleri ile büyük bir şok yaşarken nefes alamaz bir hale gelmiştim. Bana yemek vermek yerine neden her gün bir tas çorba verdiklerini daha yeni kavramıştım. Beni yavaş yavaş öldürmeyi planlıyorlardı. Lanet olası kadın bedenim yavaş yavaş sömürülsün diye elinden geleni yapıyordu.

 

"Neden içimde öldürme arzusu var? Neden geçmişi hatırlamaya başlıyorum? Neden her ayrıntısını yavaş yavaş hatırlamaya başlıyorum? Neden bir kaç hafta önce olan çoğu şeyi yavaş yavaş unutuyorum?" Sorularım ile gülümsemek ile yetindi. Cevap vermeyeceğini anladığım vakit soruyu değiştirdim.

 

"Bu sefer ne getirdin? Dur söyleme ben tahmin edeceğim. Ahh o kadar çok yemek var ki acaba hangisini vereceksiniz. Tahmin etmek fazlasıyla zor. Ah buldum çoraba mı?" Söylediklerim ile dişlerini sıkarken gülümsedim.

 

"Doğru tahmin, aferim." Alaylı Cümlesine rağmen bana büyük bir öfke ile bakıyordu. Çorbayı dizlerimin üstüne yerleştirirken oldukça sakin görünüyordu. Biliyordu ki bu halde ona zarar vermemin mümkünatı yoktu.

 

"Söylesene Leza neden hala yaşıyorum. Bana verilen süre bildiğim kadarıyla üç günlük bir süre zarfıydı. Şuan yaşamamın bir sebebi olmalı değil mi?"

 

"Bazı şeyleri gerçekten kavrıyorsun. Evet şuan yaşamanın bir sebebi var fakat bunu ben bile bilmiyorum." Söyledikleri tahminimi doğrulamıştı.

 

"Leb demeden leblebiyi anlayan bir insanım diyelim." Kafasını olumlu anlamda sallarken elinde ki sigarayı çakmağı ile tutuşturmakla meşguldü.

 

Çorbanın üzerinde ki yeşil sıvı ile bana karşı oynamış oldukları tuzağa düşmemek için Leza'nın dikkatini oldukça dağıtmaya çalıştım. Çorabanın yarısını yan tarafımda duran ayakkabıma dökerken Leza hala elinde ki çakmak ile uğraşmaya devam ediyordu.

 

"Leza inanır mısın bilmem ama elbiseni beğendim." Ona iltifat etmem şaşkın bir şekilde bana bakmasına sebep olmuştu.

"Sen bana ait olan bir şeyi beğendiğini mi söylüyorsun?" Gözlerimi devirip dudaklarımı araladım.

 

"Sana ait olup olmaması kısmını es geçerek söyledim. Ki sana hiç yakışmadığından eminim, benim üzerimde daha şık durur. Hem o peruk ve o şişko göbeğin ile içinde fazlasıyla kötü görünüyorsun." Onu kızdırmayı seviyordum.

 

"Seni aşağılık." Bana doğru gelirken ayağı kalkmaya çalıştım fakat dizlerim bu eylemi gerçekleştiremeden yere düşmeme neden oldu. "Daha karşımda bile duramıyorsun seninle uğraşmaya değmez." Söyledikleri benim boşlukta sallanmama neden olurken öfkeli bir şekilde eski pozisyonuma döndüm.

 

Leza arkasını dönerken geri kalan çorbayıda ayakkabımın içine boşaltarak ona doğru attım. Ayağına değen demir kase ile bana doğru döndü. "Bu aralar fazla fevrileştin sen." Elinde ki iğnenin kapağını açarken içinde ki mavi sıvı ile dişlerimi sıktım. Boynumda ki morlukların çoğu iğnenin içinde ki dozun sebep olmuş olduğu etkilerdi. Vücudumu ele geçirecek kadar beni etkiliyor, sinirli ve asabi tepkiler vermeme neden oluyordu.

 

Boynuma doğru yönelttiği iğneyi kurnazca bekledim, bir elini boynuma dolarken iğne için damarlarımı kontrol ediyordu. Sonunda derin bir nefes alarak iğneyi boynuma yaklaştırdı. Hızlı bir şekilde elini tutarak dudaklarına avuç içimi bastırdım, çığlıklarına engel olurken şeytan benimle adeta gurur duyuyordu. Kimsenin bizi duymasını istemezdim sonuçta, boynuna doladığım kolumu çekmeye çalışırken elinde ki iğne dizlerime düşmüştü. İğneyi sol elime alırken boynuna bütün dozu enjekte ettim Leza'nın koluma sarmış olduğu elleri yere düşerken derin bir nefes alarak boynunu hızlı bir şekilde sağa çevirdim. Çıkan sesten dolayı yüzümü buruştururken ölmüş olduğunu tahmin edebiliyordum.

 

Gri peruğuna tiksinerek baktım bu kadın her türlü midemi bulandırmayı başarıyordu. Üzerinde ki uzun siyah elbise ile kaşlarımı çatarken hızla üstünü soymaya başlamıştım. Üzerinde ki elbiseyi giyerken kendi elbiselerimi ona giydirmiş ve duvar köşesine uzanmasını sağlamıştım. Elimde ki kelepçenin anahtarını doktor önlüğünün cebinden çıkarıp lanet olası kelepçeden kurtulmam tam tamına iki dakika yirmi yedi saniyemi almıştı.

 

Takma saçımı kontrol ederken bana fazlasıyla yakıştığını görmek ileride saçımı bu renge boyatmak için vesveseler veriyordu. Leza'nın önlüğünü giydikten sonra tamamen hazırdım. Spor ayakkabımın içine döktüğüm çorba gelince yüzümü buruşturdum. Leza'nın giymiş olduğu topuklu ayakkabı sinirlerimi altüst ederken artık çığlık atmamak için dudağımı kemirmeye başlamıştım. Ayakkabı numarası otuz sekiz olduğu için bana bir tık büyük gelmişti, ben otuz yedi giyiyordum ve bu biraz dengede durmamı zorlaştırıyordu. Bunu sorun etmedim topuklu ayakkabılar ile zindandan çıkarken demir kapıyı kilitleyerek gülümsedim. Artık çıkabilirdim bu lanet olası yerden Leza'nın masaya bıraktığı çantayı alarak içini kontrol ettim. Çıkan makyaj malzemeleri ile duvara monte edilmiş kırık aynanın karşısına geçerek makyajımı yapmıştım. Son olarak rimel sürerek kutuyu geri çantaya koydum ve ilerlemeye başladım.

 

Mahzende yürürken topuklu ayakkabımın sesi duvarlara sert bir şekilde değerek yankılandı. Az ilerimde duran adam ile gözlerimi kıstım siyah giyindiği için kilosunu tam olarak çıkartamıyordum. Yüzünü kapatan kar maskesi beni tedirgin ederken bir süre sadece onu inceledim. Elinde tuttuğu silahı tam göğüs hizasına almış bir şekilde bekliyordu. Ayak seslerimi duyan asker bana dönmek üzereyken. "Dur." Sesimle olduğu yerde durdu. Bedeninin gerildiğini buradan bile hissediyordum.

 

"Efendim bir sorun mu var?" Sorusu ile sesimi boğuk çıkararak. "Dördüncü katta çıkan kaostan dolayı büyük bir karmaşa çıkmış. Muhafızlar mahkumları kontrol edemeyecek duruma gelmişler. Oraya yardıma git ben Kaan bey ile konuşacağım kız hakkında." Bir süre olduğu yerde durdu bu beni tedirgin ederken hala ondan bir komut bekliyordum.

 

"Efendim sesinize ne oldu." Sorusu ile gün yüzüne çıkan korkum nefesimi keserken soğukkanlığımı koruyarak cevap verdim.

 

"Lanet kız boğazıma yapıştı. Lanet olası tırnaklarını hala hissedebiliyorum boğazımda." Bana inanması için kısık ve cırtlak bir ses tonuyla konuşuyordum.

 

"Peki efendim." Sonunda gitmeyi kabul etmesi ile hızla peşine takıldım. Bir çok askerin olduğu yerden birlikte çıkarken kimse bir kelime bile edemiyordu.

 

"Kapıyı kilitleyin. Bu kısma gelen herkese vur emri var sakın birini bile sağ bırakmayın." Kafamı eğmiş bir şekilde önümde bana yol veren askere baş selamı vererek koridordan çıktım.

Sonunda tek kaldığım için derin bir nefes aldım. Kendime saklanacak bir yer bulsam iyi olacaktı, kendimi toparlamam gerekiyordu. Bedenimin fazla kilo kaybından dolayı yürüyemeyecek duruma gelmiştim. Adımlarım hiç sağlam değildi biri değse yeri boylayacak derecedeydim.

 

Kaan Salup'un olduğu odayı es geçerek asansörün olduğu kısıma doğru ilerledim. Yorgun bedenimin asansörün duvarına yaslarken beşinci katın düğmesine bastım. Asansörün camından kendime bakarken gözlerim üstümde ki elbisede ve peruğumda haddinden fazla gezindi. Elbisenin içinde ki cılız bedenimi çok rahatsızlık vermesede bu kadar zayıflamış olmam midemin kasılmasına neden oldu.

 

Bunların intikamını en ağır şekilde alacaktım...

 

Gelen tik sesi ile asansör dururken hemen düğmelere baktım. Asansör dördüncü kata çağırılmıştı. Kapılar yavaş yavaş açılırken gözlerimi yumdum. Bu halde kime kendimi nasıl savunacaktım lanet olsun. Asansörün kapıları tamamen açılınca karşımda nefes nefese duran bir beşli beklemiyordum. Alkan,Emre, Elis,Kiraz ve Esme soluk soluğa kalmış bir şekilde duvara yaslanmıştı. Hepsinin bakışları beni bulurken ağızları beş karış açılmış bana bakıyorlardı. Beni tanımış olma ihtimalini yok sayarak hiç bozuntuya vermeden asansörden çıkarak gözlerimi yumdum.

 

"En başa dönmüş gibi hissediyorum." Kendi kendime mırıldanırken şansıma lanet ettim. Onların üzerinde fazla göz gezdirmeyerek etrafımı kontrol ettim. Bu onlarla yaşadığım bazı garip anlardan biriydi sanırım. Zihnimde ki anıları def ederek hepsine öfke nefret karışımı bir bakış atarak peruğumu düzelttim.

 

Yanlış asansöre mi binmiştim ben böyle bir yeri hiç hatırlamıyordum çünkü. Karşımda ki sıralı bir şekilde karşı karşıya duran kapıları izlerken bir tanesine girme kararı verip sağ tarafımda olan kapıya doğru ilerledim. Kapının kolunu yavaş bir şekilde aşağı indirirken gözlerim artık isyan ediyordu. Kapıyı aralamam ile karşılaştığım ofis odası ile midem daha çok bulunmaya başladı. Bu lanet olası odalar neden bana tanıdık geliyordu. Daha fazla dayanamayarak odadan çıktım. Sol tarafımda kalan odaya ilerlerken gözlerim istemsizce kapıda ki canlı renkte takılı kaldı. Siyah ne zamandan beri canlı görünür olmuştu?

 

Kapıyı saniyeler içinde açmam ve karşılaştığım silah dolusu oda ile gülümsedim. İşte en güvenli oda burasıydı burayı başlarına yıkacaktım. Yıkım istiyorlardı fakat hiç beklemedikleri bir kasırga ile karşı karşıya geleceklerdi. Odaya girerken gözlerim en cool duran silahta durdu. Bebek gibi sevesim gelmişti nerdeyse silahı sağ elime alarak arkamı döndüm kapıyı korumaya almalıydım.

 

Arkamı dönüp kapıyı korumaya almak istedim fakat karşılaştığım beşli ile kaşlarımı çattım. Silahımı onlara doğrulturken ne istediklerini odaya olan bakışlarından anlamıştım. "Kendimizi korumak için bir kaç tanesi yeterli olur." Esme'nin silahlara yönelmesi ile silahı ona doğrultarak emniyetini açtım. Sesi Duyduğu gibi yerinde duraksarken oldukça şaşkındı. Dudaklarımdan histerik bir gülüş çıktı. Hala garip bir nefret besliyordum bu kıza karşı.

 

"Onu bana verirseniz silahları size veririm." Kalın bir sesle konuşurken Alkan'ın kaşları çatılmıştı. Sesimi istediğim gibi değiştirebiliyordum. Bu yüzden o askere karşı emir verirken kısık ve boğuk bir ses tonu kullanmıştım. Çünkü Leza'nın konuşma tarzı fazlasıyla değişikti.

 

"B-benden ne istiyorsun." Korku ile gözlerini kırpıştıran Esme'ye bakarken onun bu hali beni fazlasıyla zevke getirmişti.

 

"Cesedini." Bunu o kadar acımasız bir ses tonu ile söylemiştim ki ben bile sesimin farklılığını kısa bir an sorguladım.

 

Esme hızla Alkan'ın arkasına saklanırken gözlerini kıstı. "Alkan sevgilim şunu öldürmek için neyi bekliyorsun. Eğer onu öldürmezsen o beni öldürecek. Nişanlını böyle saçma bir şekilde ölüme terk mi edeceksin." Esme'nin söyledikleri ile ortama bomba gibi çöken sessizlik benim umrumda olmazken. Tek yaptığım ilk defa fark ettiğim ve fark eder etmez kendime ağlamamak için lanetler ettiğim yüzükler oldu. İksinin de ellerinde nişan yüzüğü vardı. Nasıl bunu fark edemedim ki! Ya da daha önce fark ettim mi? Çoğu şeyi nasıl unutmuştum bu kadar kısa bir sürede!

 

Silahı yavaş bir şekilde indirirken hepsinde teker teker göz gezdirdim. Şimdi buradan çıkmam gerekiyordu. Yoksa işler fazlasıyla boka saracak gibi görünüyordu. Üzerimde ki elbisenin inceliği beni titretirken gözlerim Emre'nin üzerinde ki ince cekete takıldı. Bu sefer silahın yönü Emre'ye dönerken Kiraz'ın abisinin önüne geçmesi ile ne yaptığımı sonradan fark ettim. "Ceketini çıkar." Kiraz söylediğim şeyi üzerine alınmış olmalı ki elini kalın montunun fermuarına götürmüştü. Gözlerim hala Emre de olmasına rağmen. "Sen değil o." Emreyi kast ettiğimi anlamış olmalı ki bir adım kenara çekildi.

 

"Ceket ne alaka?" Esme'nin konuşması ile silahın ucunda yerini alması saniyelerimi aldı. Çenesini anında kapatırken Alkan'ın arkasına saklanmaya devam etti.

 

"Ceketi bana at." Emre ceketi bana doğru yavaş bir şekilde atarken sol elimle ceketi tutmuş ve onları karşıma alarak kapıya doğru ilerlemeye başladım. "Kıpırdayanı veya bana doğru ani bir atak yapanı anında vururum." Hepsinin gözleri şok içinde aralanırken ne olduğunu kavrayamıyordum.

 

"Neden far görmüş tavşan gibi bakı-" Ses tonunun normal çıktığını fark ettiğim an dilimi ısırdım. Sanırım oyunu bırakmak için daha fazla deşifre olmaya gerek yoktu. Lanet olsun oyunculuk yeteneğim bile yoktu ben ne diye daha fazla onları oyalıyordum ki!

 

Peruğumu yavaş hareketlerle çıkartırken hepsi sessiz bir şekilde beni inceliyordu kimse sesini çıkarma cürretinde bulunmuyordu. Alkan ise sanki benim olduğumu önceden biliyormuş gibi suskun ve hiçbir duygu kırıntısı barındırmayan gözleri ile beni izliyordu. "G-gece." Silahımı Elis'e karşı tutarken tam anlından hedef almıştım. "Kimse bir adım dahi atmasın! Eğer bir adım daha atarsanız olacaklardan sorumlu olacak kişi ben değilim!" Sert sözlerim ile hepsi yerinde durmuş beni dehşet içinde izliyordu. Elise olan tavrım hepsini şaşırtmış yerlerinde durmalarını saglamıştı. Elis korkuyla bir adım geriye atarak bana bakmaya başladı fakat ona aldırış etmedim. Üzerimde ki doktor önlüğünü çıkartırken zayıf bedenim gözler önüne serilmişti.

 

"S-sana ne oldu böyle?" Emre'nin sorusu ile ona bakarken arkamda ki duvara yaslandım. Bir tek ona silahımı doğrultmamıştım bu hepsinin ilgisini çekmişti. Gözlerimden akan yaş ile ona baktım acı ile gülümsedim bana doğru bir adım atarken sesimi çıkarmadım. Alkan bana doğru bir adım atacakken silahın namlusu ona döndü bu hareketim ile bedeni kasıldı, işte bunu tahmin etmiyor gibiydi. Emre bana doğru gelirken sonunda tam dibimde bitti. Elimde ki silahı alırken kollarını belime sardı bu hareketi ile gözlerimi yumdum.

 

"Seni hatırlıyorum." Dudaklarımdan dökülen son cümle ile bedenimde ki tüm güç çekildi. Bedenim yerle buluşmadı çünkü beni saran kollar buna izin vermedi. Onun kolları fazlasıyla güvende hissetmemi sağlıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Emre'nin başrol olma ihtimali sizce % kaç?

 

Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi aşırı derecede merak ediyorum...😉

 

Sormak istediğiniz sorular olursa çekinmeden sorun. Elimden geldiğince cevaplamaya çalışacağım. 🤗

 

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum:) özellikle satır arası yorumlarınızı❤

 

Yeni bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın sizi seviyorum ❄ tanelerim.

 

 

👉 KARSAZ burdan hesabımı takibe alabilir yapacağım çoğu duyurudan haberdar olabilirsiniz.

 

Instagram: @yourkarsaz hesabından yazabilirsiniz. Alıntıları Instagram hesabından paylaşıyorum sorularınız varsa sorabilir benimle iletişime geçebilirsiniz.

 

Bu arada Instagramda: @yourkarsaz hesabını takip etmeyi unutmayın seviliyorsunuz.❤️

 

 

🌠 Temas et.⛄

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%