@karvoni
|
-ARC I // BİR ALEV- Rykabhar, Liman semti Rennaht, Kuzey Yakası, terk edilmiş “Barış” meskeni Rialla Lemourn
Odanın ay ışığı vurmayan karanlık bir kenarında, koridora açılan kapının yanında kıvrılmış oturuyordum. Yıpranmış pencerenin pervazının altından göz ucuyla dışarıyı gözetleyen bu ancak benim kadar duran kısa, küt saçlı kadın fazlasıyla tetikteydi. Şu an sırtımı ona dayamaktan başka çarem yoktu, sonuçta az önce beni kurtarmıştı. Takatim kalmamıştı. Yine de güvende hissetmiyordum. Bu cehennemden gerçekten kurtulabilme ihtimalinin yaktığı ışık her ne kadar içime dolsa da, o göğsüme zimmetli karanlığın içerisinde kaybolup gitmeye mahkûmdu. Gözlerimi umutla açamıyordum. Yine de bu, şu an önümdeki şansı elimin tersiyle iteceğim anlamına gelmiyordu. Bu kadın kimdi, amacı neydi bilmiyordum ama ne olursa olsun onu kullanacak ve bu delikten kaçacaktım. Bir meydanı çevreleyen binaların içerisindeydik. Meydanın küçük bir kısmı koya bakan bir boşluktan ibaretti. Gökyüzünde kocaman mavi ay dışında pek bir bulut yoktu. Binalar meydandan dışarıya sıra sıra uzanıyor, her biri terk edilmiş, yarım bir halde birbirlerini bekliyor gibiydi. Ben bunları düşünürken kadın kafasını eğdi ve saatine bakmaya başladı. Kaşlarını çattı ve dudağını ısırdı sinirle. Bir şeyler yolunda gitmiyor gibiydi. Tam ağzımı açacaktım ki adım sesleri duydum koridordan yankılanan. Korkuyla odanın diğer ucuna attım kendimi. Kapıya kilitlenmişti gözlerim. Ardında yürüyen her kimse, vücudumdaki her bir hücreyi alarm haline geçirebilmişti sadece tabanının zemin dövme sesiyle. Kaçmaya ya da var gücümle savaşmaya hazırlanıyordum. Algım, yalnızca kapıya ve ardındaki kişiye yetebiliyordu o an. Başka hiçbir şeyin farkında değildim. Birden omzumda hissettiğim elle irkilerek kendime geldim. Hızla döndüğümde elin sahibinin yanımdaki kadın olduğunu fark ettim. Kapıya kilitlendiğim bu süreçte farkında olmadan solumayı bıraktığımdan dolayı nefes nefese kalmıştım. Kadın parmağını dudağına götürerek ‘sessiz ol’ işareti yaptı soğuk bir ifadeyle. Üzerindeki takım elbisesi onu daha da “ağır” kılıyordu. Kolundaki saati ay ışığı altında parlıyor, yersiz duran kolyesiyle ona eşlik ederek küt saçlarının geceden koyu karanlığını ortaya çıkartıyorlardı. Yavaşça dikilerek kapıya doğru yürümeye başladı. Fazlasıyla rahat gözüküyordu. Beklediği birinin geldiğini tahmin edebiliyordum artık. Nefesim yavaşça düzene giriyordu. Yanımda daha fazla insan olduğu için güvende hissediyor, aynı anda amaçlarını bilmediğim için daha çok tedirgin oluyordum. Kendime tekrar hatırlattım. Tetikte olmayı bırakamazdım. Bir daha hiçbir zaman, hiçbir yerde; gerekirse son nefesimi verene dek böyle yaşayacaktım. Adam yavaşça içeri girdi, kadınla beraber tek kelime etmeden cama doğru yaklaştılar. İki eli tek bir iskambil destesini karmakla meşguldü. Sakin ve abartısız ama keskin ve net hareketlerle kartları karıştırıyordu. Destenin kendi içerisinde üst üste binmeden, bazen temas dahi etmeden böylesine estetik bir sadelikle, adeta dans eder gibi karışıyor olması beni resmen büyülemişti. Karmayı bıraktığı an sonunda gözlerimi kartlardan alıp adamı inceleyebilmiştim. Uzunca boyu olan kalıplı, orta yaşlı birisiydi. Yavaş yavaş kırışmaya başlamış yüzünde yaralar birbirine karışmıştı. Dizlerine varan beyaz denebilecek bir trençkot giyiyor, kırmızı bir de fular boynundan aşağıya asılıyordu. Kirli sakalları, hafif uzun; yorgun duran saçları ve keskin bakışları: üzerine çöken yılları ve anıları taşıyor gibiydi. Yürürken bir an bile bana bakmadı. İkisi de dışarıyı izlerken konuştu kadın: “Geç kaldın Char.” Hiçbir duygu emaresi yoktu kadının sesinde. “Yalnızca üç dakika. Bazı pürüzleri zımparaladım.” Kartlarını karmaya tekrar başlamıştı adam. Tok ve soğuk bir sesi vardı. Ama yine de bazı şeylerin hala içinde yaşadığını hissedebiliyordum. “Anne bahane kabul etmez.” Anne kimdi? “Bunu senden iyi bildiğimi biliyorsun Anna. Bana hesap sorma.” Demek ki kadının adı Anna’ydı. Char’ın sesi öfkeli geliyordu. Anne’yle arasında bir şey mi olmuştu? Sessizce dışarıyı izlediler bir süre daha. Ardından adam kartlarını şiddetle karıştırmaya başladı. Artık zarif bir danstansa ateşler içerisinde yanan bir hesaplaşmayı andırıyordu karma şekli. “Çocuk nasıl?” Çocuk mu? Benden mi bahsediyordu? “Güçsüz. Yine de hayati bir meselesi yok. Şartları karşılıyor. Geriye kalan tek şey buradan çıkmak.” Şartlar mı? Durum kafamda yavaşça oturmaya başlamıştı. Birinin “dileğini” yerine getirdikleri barizdi. Biri beni buradan çıkartmak istemişti. Ama kim olabilirdi? O olamazdı, değil mi? Oysa, neden şimdi? “Roach’tan haber?” Char bu soruyu sorduğu anda kadın ilk defa bir duygu emaresi gösterdi. Hafif titredi. Adam da aynı benim gibi şaşırmıştı. “Anna? Bu surat da neyin nesi? Sakın söyleme…” Char siniri bozulmuş bir şekilde sırıtmaya başlamıştı sorularını sorarken. “Roach’tan hiçbir haber alamıyorum. Tüm sinyallerimizi aksattı. Eğer oralarda bir yerlerdeyse şu an planın fazlasıyla gerisinde.” Anna’nın yüzü düşmüştü. Sanki… “Fazlasıyla mı? Delirdin mi sen? Roach senden bile dakikti. İmkânsız. Mümkünatı yok. Bizi satmış da olamaz. O adam Anne için Kahmolt’tan buraya tam yüz sevkiyat yaptı. Ay’dan haber alamıyor oluşumuz çok büyük talihsizlik. Şu sikik jammerlar…” Char emin olmuştu. Roach’un başına bir şey geldiği kesindi. Ve buralarda başına bir şey gelenin sonu pek de iyi olmuyordu. Char ne yapacağını düşünürken kartlarını daha da şiddetle karıştırmaya başladı. Bir avucundan diğerine fırlatıyordu bütün desteyi. Topladığını şiddetli ve umursamaz hareketlerle tekrar ve tekrar fırlatıyordu. Hareketleri rastgele ve düzensiz hissettiriyordu ama kusurdan yoksunlardı. Kartların arasından fışkıran küçük ve soluk kıvılcımları seçebiliyordum. Birden durdu. İç çekti. “Ah, elden bir şey gelmez.” dedi, kafasının arkasını camın pervazına dayayıp yavaşça çöktü yere. Anna ne olduğunu tam anlayamıyordu. Ardından Char, kartlardan yalnızca birkaç tanesini sağ elinde bırakacak şekilde iki eline dağıttı. Büyük desteyi cebine geri koydu ve aynı cebinden bir sigara çıkardı. Elindeki 8 karttan bir tanesini bakmadan aldı, kalanını arkası dönük bir şekilde Anna’ya uzattı. “Bu sefer bunu oynayalım. Bir kart seç.” dedi. Anna şaşkındı. Bu hareketi tanıdıktı ama şu an neden buna ihtiyaç duyduklarını anlamıyor gibiydi. Char, Anna’yı beklerken sigarasını ağzına koydu. “Keşke sessizce halledebilseydik. Roach için geri dönebilecek miyiz bakacağız. Şu an buradan çıkmaya çalışalım.” dedi bıkkın bir şekilde. Anna anlayamamıştı. “Tamam, da neyden? Biz ulaşamıyor olsak da Ay-” Char sözünü kesti. “Yardım gelmeyecek Anna. Trene kendimiz gitmeliyiz.” dedi adam. “Trene mi? Ama…” Anna bir şeyleri fark ediyor gibiydi. Trene gitmeye ihtiyacımızın olması demek, benim başkentten çıkarılacak olmam anlamına geliyordu. Fakat Rykabhar içerisindeki demiryolu hattına ulaşabilmek için güneye inmemiz ve uzunca bir yol kat etmemiz gerekiyordu. Ya da Vitoldorro’ya geçip izimizi kaybettirmemiz ardından trene binmemiz lazımdı. Ama beni nereye götürüyorlardı? Daha fazla sessiz kalamazdım. “Teslimatı nereye yapacaksınız?” Durumu kabullenmiş ve onlara teslim olmuş gibi konuşmayı tercih ettim. Böylesinin daha uygun olduğunu düşündüm. Char ilk defa gözlerime baktı. Ağzında henüz yanmamış sigarası duruyorken konuştu. “Vay, olayları çoktan kavradın demek Zeki, küçük bir hanım he. Evet, evet…” Char kafasını bana çevirmiş konuşurken, Anna stresli bir şekilde seçeceği karta karar vermeye çalışıyordu. “Elimizde üç emir var. İlki deniz yolu ile Roubun Limanından Tytarios’a götürülmendi ki en sessiz rotamız buydu.” Yavaşça ağzındaki sigarayı iki parmağının arasına sıkıştırıp sallamaya başladı. “Fakat limandaki gemiden haber alamıyoruz, yani bu rota iptal. İkincisi ise tren yolu ile Bitakkzan’a götürülmeni söylüyor.” Lafa girdim “Diğer yöne ilerleyip fabrika kıyısından tekrar başka bir gemiye binemez miydik?” Char sırıttı. “Aklın çalışıyor küçük hanım. Evet, fakat atladığın bir nokta var. Adalar.” Doğruydu, fabrika limanları ak devletle çok içli dışlıydı. Herhangi kaçak bir gemi eğer Tytarios’a ulaşmak isterse ya adalar bölgesinden geçmeli ya da büyük adanın etrafından dolaşıp San Lahuma’dan aktarmalıydı. Fakat Sylvinia bunun önündeki en büyük engeldi. O zaman geriye bir tek diğer taraf kalıyordu sanırım. Fakat orada beni kim bekliyordu? “Peki ya üçüncü emir neydi?” diye sordum, dediği şeyi kafamla onayladıktan hemen sonra. Yüzü biraz düştü. “Adın neydi, küçük hanım?” diye sordu Char, aynı anda Anna, artık karar vermiş bir şekilde parmaklarını belirli bir karta doğru götürüyordu. Adım. Uzun zamandır sorulmamıştı bana. Fazlasıyla yabancı bir duyguydu. “Rialla Lemourn” dedim sessizce. Adımı duymak tuhaf hissettiriyordu. Anna gözlerini kapadı, hızlı ve tedirgin bir hamleyle tuttu kartı. Char sigarayı tekrar ağzına götürdü bu esnada. Kendi seçtiği dâhil diğer 6 kart alevler içerisinde küllerine döküldüler. Anna’nın seçtiği ve Char’ın hala elinde tuttuğu kartlar ise büyük alevlerle yanmaya başladı. Char’ın elindeki kart Maça Asıydı, Anna’nınki ise Karo Papazı. Char kazanmıştı. Alevler Char’ın tüm vücuduna yayıldı. Sıçrayan kıvılcımlar ağzındaki sigarasını yaktı. Char derin bir nefes çekti içerisinde. Ateş, gövde gösterisini bitirmiş gibi yavaşça diniyor fakat vücudu kordan bir kafes gibi yanmaya devam ediyordu. Kaşları ve saçının dibi, yaraları, göğüs kafesindeki közler kıp kızgırdı. Parmaklarını hareket ettiğinde kıvılcımlar saçılıyor ve ufak ufak alevler parlıyordu. Dudaklarını araladı yavaşça ve soluduğu dumanı sürdü dışarıya. Konuştu. “Umalım, Ria Hanım, 3. emri yerine getirmek zorunda kalmayalım.” … |
0% |