@karvoni
|
*10 yıl önce* “Unutma, eğer olur da kalbinde bunu hissedersen, kulağına çalınırsa şarkı; arkana bir an bile bakmadan kaç.” Küçük kızı kucağına almış, elini sımsıkı kavrayıp kendi göğsüne bastırmış genç adam, endişeli gözlerle bakıyordu ona. Kaçamayacağı bir gelecekten, belki de günahlardan korkan gözlerle, ödeyebileceği en ağır bedele bakıyordu. “Ama bu şarkı çok güzel,” Dedi küçük kız elindeki oyuncağını tutarken. “hem de sıcacık.” ayıcığı parmakları arasından kayıvermişti gözleri yavaşça kapanırken. “Keşke hep duyabilsem.” Kafasını kucağında olduğu adamın göğsüne yaslayıp tatlı bir uykuya daldı. Adamın gözünden süzülen birkaç damla yaş küçük kızın saçları arasına karıştı. Hıçkırıklarını zorla zapt ederek konuştu genç: *Günümüz* “Ah, ne yapacağım baba?” Önümde alev almış adama bakarken donup kalmıştım. Yaşadığım panikle ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde karşımda olan “doğaüstü” olaya kitlenebilmiştim yalnızca. Aynı anda kabullenmeye ve uyum sağlamaya çalışıyorken bir andan da kontrolümü geri kazanmaya çabalıyordum. Fakat beni asıl dehşete düşüren şey, kafamın içinde çalan şarkıydı. Kaçmam gerekiyordu, her şeyi bırakıp koşmam, buradan olabildiğince uzaklaşmam. Tüm vücudum alarma geçmiş bir şekilde şarkıdan uzaklaşmak istiyordu, fakat mantığım şu an bunu yaparsam sonuçlarının çok daha ağır olacağını söylüyordu. Ne yapmalıydım? Ne yapmalıydım? Ne yapmalıydım? Ne yapabilirdim? Baba? Başımı iki elimin arasına alıp kulaklarımı kapattım ve dizlerime kapandım. Sanki kafayı yiyordum. Sıcaktı. Derimin altı yanıyor gibiydi. Karşımdaki alevlerin aksine, daha farklı bir ateşti bedenimi sarmalayan. Göremiyor, dokunamıyordum ama kalbim sanki patlayacak gibiydi. Bir şeyi arzuluyordu. Kafamı zorla dizlerimden kaldırıp kırık pencereden karanlık göğe baktım. Ay pasparlak bir şekilde bizi izliyordu. Ve o yıldızsız karaltı… Yalnızca tarih kitaplarından antik zamanlarda var olduğunu duyduğumuz “yıldızlar” ve şu an olsalardı göğün neye benzeyeceğine dair oluşturulan varsayımsal görseller… Her biri gözümün önünden geçiyor gibiydi. Ama nasıl olduysa bu sefer, küçük koğuşumun tek perçemlik oyuğundan baktığım her seferden daha farklı olarak, yıldızları görebiliyordum göğe dağılmış halde. Beni? Çağırıyorlardı? Duyduğum şarkıyla beraber parlayıp sönüyorlardı. Hayallerimdeki hallerine kıyasla çok ama çok güzellerdi. Ama nasıl? Bir şeyler yanlıştı. Ben gökyüzüne hipnoz olmuş gibi kenetlenmiş, olduğum yerde titrerken, Anna koşarak yanıma geldi ve kolumu kavradı. Tutması ve acıyla irkilerek bırakması bir olmuştu. “Char, bir şeyler yanlış. Bu normal değil.” dedi ve yanarak kızarmış avuç içini adama gösterdi. “En başından hiçbir şey normal değildi. Kendine getir.” dedi Char başka bir şeye odaklanmışken. Anna durumun getirdiği yoğunlukla soğukkanlılığını kaybetmiş bir şekilde bağırmaya başladı “Kendine mi getir? Ne yapmamı istiyorsun, üstüne su falan mı dökeyim?” “Anna, sessiz ol.” dedi Char sakin bir şekilde. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Adamın sözleriyle anında kendine gelen kadın toparlandı ve dikkatlice dışarıyı izleyen Char’a odaklandı. Kafamda duyduğum müziğe, bir enstrüman daha eklenmişti. Aniden kabanını arkaya doğru silkeleyen Char, kabanın altından fışkıran alevlerle ateşten bir duvar ördü önümüze. Adeta bir siper gibi yerden tavana uzanan alevlerin arkasını zor da olsa seçebiliyordum. Her şey anlık olarak gerçekleşiyordu. Char’ın önünde durduğu duvar aşağıdan gelen bir darbeyle paramparça olmuş, bir adam kırılan duvardan fırlayıp Char’ı yakasından tuttu ve onu zemine vurarak alt kata düşürdü. Anna aniden yanımdan kalkıp bağırdı. “Char!” Hemen ardından aynı oyuktan göğe fırladı yabancı, takriben ona doğru uçan Char, onu Ayın aydınlattığı meydanın hemen üstünde yakalayıp asfalt yola attı. Siper sönmüş, alevler önce kıvılcımlara sonra da küllere dökülerek Char’a doğru süzülmüşlerdi. Anna’yla koşarak sağlam kalan pencerelerden dışarıyı izlemeye başladık. Kıvılcım sandığım şeylerin aslında iskambil kağıdı parçaları olduğunu, Char’a giden küllerin yavaşça elinde kartlar oluşturduğunu gördüğümde fark etmiştim. Şimdi ne olacaktı? Anna’nın yüzü gerilmiş, fazlasıyla stresli duruyordu. Göğsüne düşen kolyesine sıkıca sarılmıştı. Meydanda karşılıklı duran iki kişi, birbirlerine sanki uzun bir zamandan sonra kavuşmuş iki dost gibi bakıyordu. Ama az önceki hareketleri hiç de öyleymiş gibi durmuyordu. Yere fırlatılan yabancının ayaklarının altındaki asfalt çarpışmanın etkisiyle paramparça olmuştu. “Vay vay vay, görmeyi beklediğim son adam. Demek seni gönderdiler. Anne’nin bize bahsetmemesine şaşırmadım.” “Bahsedememesine diyecektin galiba, küçük ‘Charesse’.” Yabancının suratında yüzünün yarısını kaplayan bir karga maskesi vardı, fakat sonuna kadar gerilmiş ürkünç bir tebessümü taşıyan dudaklarını net bir şekilde göremesem de çıkardığı sesten fazlasıyla anlayabiliyordum. Elinde motiflerini tam seçemediğim güzel duran bir baston tutuyordu. Yalnızca sırtına geçirdiği ceketi, yırtmacının tamamı yerlerde sürünecek kadar uzundu. Siyahlar içerisinde kaybolmuştu adeta. Saçlarıysa ensesine değecek kadar uzun ve düzdü; görünüşündeki tek parlaklık beyaza çalan telleriydi. “Hadi ama Kruz, karşında artık başka biri var. Bırak şu ismi.” dedi Char, siniri bozulmuş gibiydi ama aynı sinir bozukluğunu yaratacağından emin bir şekilde gülümsüyordu. “Kruz… Uzun zamandır duymamıştım. Bu yaşlı adamı bir daha geçmişe götürdün Charesse.” Elinde tuttuğu bastonunu gıcırdatacak kadar sıkı kavradı. Adamın öfkelendiğini duyabiliyordum sanki, sanki kulağıma çalan şarkının bir tarafı kontrolden çıkıyor gibiydi. Adam devam etti: “Ama malumundur ki o ismi bilip şu an hayatta olan tek kişisin.” Char söze girdi. “Ah evet evet şu ‘Kral Kuzgan’ hikayesi. Karşı kıtada seni çok sayıyor gibiler. Hakkındır da. Ama burası artık eski Rykabhar değil Kruz. Vaktin geçeli çok oluyor. Orada gözünü boyadığın ailelerle evcilik oynamaya devam etmeliydin.” Char hafif öne eğilerek elinde tuttuğu kartları yelpaze gibi açtı. Savaşmaya hazırlanıyordu. “Çocuğu bana teslim et Charesse. Kan dökülmesine gerek yok.” Bunları derken aynı Char gibi hafifçe öne eğilip elindeki bastonu gövdesinden kavrayan Kral hala aynı şekilde sırıtıyor gibiydi. Kulağımdaki şarkı, artık bir senfoniye evriliyordu sanki. Bir keman ve bir timpani’nin başı çektiği kaotik bir senfoni. “Duvarlar öyle söylemiyor ama Kruz, boş ver, gel biraz dans edelim.” Sözünü bitirdiği gibi elinde tuttuğu 6 kartı Kral’ın ayaklarının dibine fırlattı. Asfalt zemine saplanan kartlar hemen ardından güçlü alevlere sarılıp patladılar. Patlama yerini bir duman bütününe bıraktı, solduklarındaysa artık orada kimse yoktu. Char, sanki neyin geldiğini biliyormuş gibi etrafına pür dikkat bakmaya ve kendi çevresinde dönmeye başladı tetikte bir şekilde. Bileğinden eline birkaç kart daha düştü, ani bir şekilde onları kendi ayaklarının altına fırlatıp patlattı. Patlamayla oluşan duman perdesinden dışarı savrulan Char’ı, Kral takip etti, elindeki bastonu artık daha çok bir topuza benziyordu, havada ona doğru var gücüyle savuruyor; sanki bir kuzgun gökte avını pençeliyormuş gibi hareket ediyordu uzun kabanının içinde. Fakat aslında durum pek de öyle değil gibiydi. “Kaç yaşına geldin, hala kanın kaynıyor Kruz, burası senin sahan değil.” Mücadelelerinden gerçekte zevk alıyormuş gibi gülümseyen Char, Kral’a birkaç kart daha fırlattı. Havadaki kartları topuzuyla savuşturan Kral, Char’a doğru dalışa geçmişti. Fakat tam arkasından birkaç kart daha ona doğru geliyordu. Bunu fark ettiği gibi ani bir manevrayla 360 derece dönerek hem arkasındaki kartları saptırdı hem de Char’ın sağ omzuna sağlam bir darbe indirdi. Char yere savrulduğunda tam üzerine inen Kral, zemine değdiği anda yok oldu. Neye uğradığımı şaşırmış bir şekilde bir Anna’ya, bir meydana bakıyordum. Anna’nın yaralanmış Char’ı izleyen gözleri kısılmıştı. Konuşmaya başladı. “Kral Kuzgan, yıllar boyu Rykabhar’ın gecelerini avcunun içinde tutan adam. Yıllar önce kıtadan ayrılıp başka bir aileye katılmıştı. Gidişinin oluşturduğu güç dengesizliği büyük bir yeraltı savaşına yol açtı. Anne’nin işine gelmişti tabii, ama şu an burada olması değil. Bu bilgiye sahip olsaydık işi kabul etmezdik. Ama o Anne’nin gözlerinden kaçabilecek sayılı kişilerden biri. Çünkü herhangi bir gölgeden farksız.” Anna’nın sözünün bitmesiyle binanın duvarına düşen gölgeden müthiş bir hızla bir şey fırladı. Char tekrar kartlarını fırlattı ama az öncekiyle aynı şekilde savuşturuldu ve Kral’dan sert bir darbe yiyerek meydanın diğer ucuna fırlatıldı. Kral’sa hızını kesmeden en yakındaki gölgeye karışarak kayboldu. “Birbirine temas eden herhangi bir gölge bütününün içinde istediği gibi seyahat edebiliyor, ivmelenip hızlanabiliyor ve güç biriktirebiliyor. Bizim bildiklerimiz bundan ibaret. Ama Char’ın daha çok şey bildiğine eminim. Yine de böyle altta kalması… Doğru olmayan bir şeyler var.” Kafamı tekrar meydana çevirdiğimde vücudu çatlamış ve o çatlaklardan kıvılcımlar saçan Char’ı gördüm. Zar zor aldığı nefesin buharı ağzının iki kenarından havaya karışıyordu. Bu esnada çevresini izleyip elindeki kartları hazırlıyordu. Bir süredir hiçbir kartı patlamamıştı, sadece savuşturuluyordu ve alevlerini vücudunun içinde tutuyor gibiydi. “Buna dans mı diyorsun? Hala işlerini yarım yamalak yapıyor gibisin küçük Charesse” Tekrardan Char’ın ayaklarının dibindeki gölgeden fırlayarak ona tekme atmaya çalıştı, fakat Char seri bir hamleyle geri çekilip gözünün hizasına yükselen bacağı kavradı. İçinde döndürdüğü alevlerin bir kısmını eline yoğunlaştırıp patlama yarattı ki çevredeki gölgeleri azaltıp Kral’ın manevralarını kısıtlayabilsin. Buna odaklanmışken gölgenin içinden tüm vücudunu çıkaran Kral serbestte olan ayağıyla Char’ın sağ omzuna bir darbe daha indirdi, sarsılmış Char yine de Kral’ın bacağını bırakmıyordu. Tutulduğu yerden güç alarak dönüp bastonuyla Char’ın çenesine vurmak isteyen Kral, hamlesini yapmadan hemen önce Char tarafından binanın duvarına fırlatıldı. Kral henüz çarpmamışken, Char önceden aynı duvara fırlattığı kartlarının alev almasını sağlayarak gölgeyi yok etti ve o tarafa doğru birkaç kart daha atarak koşmaya başladı. Arkasındaki patlamaya ceketi ile siper alan Kral, önündeki kartları saptıracak zamanı bulamadı ve patlamalarıyla savrularak dumanların içerisinde kalmış duvara uçtu. Char hiç beklemeden dumanın içerisine doğru alev almış yumruklarıyla atıldı. Patlamanın içerisinde yalnızca ateş yumruklarının bir oraya bir buraya sallandığını ve bastonla çarpıştıklarında çıkan kıvılcımları görebiliyorduk. Sert bir darbeyle dumanın dışarısına, göğe doğru fırlayan Kral, havada olmaktan memnun değil gibiydi. Bir patlamayla kendini ona doğru fırlatan Char’ın yüzünde haşin bir gülümseme vardı. “Kruz! İnsene yere!” onu kışkırtıyordu. Havada uçuşuyorken ardı arkası kesilmeden kartlarını fırlatmaya devam ediyordu Char, Kral’sa manevra yapmakta zorlansa da tüm kartları itinayla saptırıyordu. Kral’ın yüzünü sinsi bir gülümseme kapladı “Yeni dişlerin pek keskinmiş Charesse, tekrar sökmemi ister misin?” Bu sözleri duyan Char, öfkesine yenik düşerek ani bir patlamayla Kral’a atıldı. Char tam darbesini indirmeden önce Kral ayağını öne atarak kafasına bastı ve oradan aldığı momentumla kendini gölge düşmüş duvara fırlattı. Char hatasını fark ettiğinde iş işten geçmişti. Arkasından kartlar fırlatmaya devam etti Kral’ın saptıracağını düşünerek fakat bu sefer Kral hiçbir şey yapmadı, afallayan Char kartları patlatacak vakit bulamadan Kral duvara ulaştı, ayakları değdiği anda yalnızca bileğine kadar gölgeye gömüldü ve ivmelenerek adeta seker gibi kendini Char’a fırlattı. Doğru anda kendini savunamayan Char, Kral’dan sağlam bir diz darbesi yedi. Hemen ardından Kral, Char’ın karnına ve çenesine tekmeler savurmaya başladı. Ellerini kullanmıyor, bastonunu saklıyor gibiydi. Char darbelerin birkaçını yemek zorunda kaldı fakat sonunda Kral’ın bacağını kavrayabildi. Elinde büyük bir patlama yarattığı anda, Kral, Char’ın sağ omzuna şu ana kadarki en sert darbesini indirdi. İkisi de meydanın bir tarafına savruldular. Kral’ın sol ayağı, Char’ın ise sağ omzu kırılmıştı. İkisi de zor ayakta duruyor gibiydi. Char sağ omzunu kavramış bir şekilde gökyüzüne bakıyor, Kral’sa tek ayağı üzerine dikilmiş, bastonuna dayanmış bir halde Char’ı izliyordu. “Anne seni iyi beslemiş, Charesse.” nefes nefese kalmış Kral, kısık bir şekilde konuşuyordu. “Yine de sokaklarda eteğinden yürüttüğüm yemekler kadar lezzetli değiller Kruz.” Char gülümsüyordu. Aynı şekilde Kral da hafif bir tebessüm takındı, sanki eski zamanı yad eden iki tanıdık gibiydiler. “O gün seni neden öldürmedim biliyor musun Char?” Bunu hiç beklemiyormuş gibi titreyen Char, sağ omzunu bıraktı ve Kral’a bakmaya başladı. Sinirden gözü dönmüş gibiydi. Anna şaşkınlıkla olanları seyrediyordu. Char’ın şu zamana kadar soğukkanlılığını en çok kaybettiği savaşa şahitlik ediyordu sanki. “Bilmiyorum Kuzgan. Bildiğim tek şey, öldürmediğine pişman olacaksın.” Maskenin altından sırıtan Kral, sanki amacına ulaşmış gibi duruyordu. Char’ın içindeki bir şeyleri sarsmıştı. Char ona doğru dört bir taraftan kartlarını attı ve ayaklarında patlama yaratarak tekmesini savurur bir pozisyonda kendini fırlattı. “Gel bakalım Charesse.” Önündeki kartları saptırarak kendini Char’a doğru fırlatan Kral, çarpışmadan hemen önce zemindeki gölgeye gömüldü. Char acele etmeliydi. Büyük bir bulut grubu, Ay’ın önüne doğru süzülüyordu. Eğer bu olursa hem bir süreliğine gözlerini kaybedeceklerdi hem de Kral Kuzgan’ın manevra kabiliyeti maksimum seviyeye ulaşacaktı. Bir şeyler yapmalıydı. Char yalpak hareketlerle doğrulup istemeden etrafa birkaç kart daha saçtı ve meydanın ortasına geçti. Alevlerini göğsünde hızlıca döndürmeye başlamıştı sanki, vücudundaki çatlaklardan bir lokomotifin fırını gibi kıvılcım ve duman çıkıyordu. Kral tekrar bir gölgenin içinden fırladı. “Hadi ama Charesse, sana her vurduğumda benim canım yanıyor, biraz daha karşılık ver!” diyerek bir başka darbe indirdi Char’a. Char’sa yalnızca kartlarını fırlatmakla yetindi. Gitgide çatırdayan ve alevleri içinde tutmaya devam eden Char, tek dizi üzerine çökmüş bir halde kafasını Anna’ya çevirdi. Bunun üzerine Anna bana dönerek “İşareti bekleyeceğiz ve koşmaya başlayacağız.” dedi. “Ne işareti?” diye sormuş olsam da hiçbir cevap vermeden meydanı izlemeye devam etti. Bunun üzerine Kral, fazlasıyla yüksek bir süratle çevresindeki gölgeler arasında kendini fırlatmaya başladı. Bir o duvarda, bir o çatıda, bir o zemindeki gölgenin içine girip tekrar ve tekrar kendini fırlatıyor, havadayken Char’ın ona attığı kartları savuşturuyordu. “Kanımı akıt Char! Hala o zamankiyle aynı renkte mi merak ediyorum! Kalk ayağa! Canını bağışlamama değdin mi kanıtla!” diye bağırıyordu Kral, ardışık saldırılarına devam ederken. Ardı arkası kesilmeyen darbelerin ortasında, çatlaklar içerisinde titreyerek ayağa dikildi Char. Ağzından kan geliyor, saldırılardan bitap olmuş vücudu zorla bir arada duruyordu. Bu esnada elindeki tek kartı iki parmağının arasına alıp göğe kaldırdı. “Hey Kruz, elimde tuttuğum kalan son kartım.” dedi ve kapalı duran kartı çevirdi: “Maça Ası.” |
0% |