@kasirgalidusler
|
"Yaralar her zaman bedende olmaz. Bir insana verilen en büyük yara kalbinedir. " N.G Kalben- Yara
♥♥♥ Nefesime tutuyordum. Tuttuğum nefeste boğulmak üzereydim ama inatla tutuyordum. Eğer verirsem o nefesi ses çıkabilirdi ve bizim şu an ölüden farksız olmamız lazımdı. Ne nefes alabilirdik ne de en küçük ses dahi çıkarabilirdik. Altında saklandığımız masanın iki kenar ve bir de baş bölgesi kapalıydı. Geriye kalan küçük kısmı neden değildi bilmem ama bizim şu anlık işimize yaramıştı. Kısa süreliğine bile olsa bizi saklayacak kadardı. Yanımdaki koca cüsseli adam ise masanın altına tam sığmamıştı, bu yüzden tek kolu benim omuzumdaydı. Bu durum ikimizi de fazlasıyla rahatsız etse bile koşulların vermiş olduğu bir zorunluluktan dolayı sessiz kalma hakkımızı kullanıyorduk. Dışarıdan gelen seslerden dolayı panikle ilk gördüğümüz yere saklanmaya çalışmıştık ve o panikle resmen masanın altında Eymen'in iri cüssesi yüzünden üst üsteydik. Ben rahattım ama o bir dağ ayısını anımsatan cüssesinden dolayı yarısı yanımda yarısı omuzumun üstündeydi. "Kim bu kişiler?" Edward'ın sinirli ve yüksek sesi odada yankılandı. "Bilmiyoruz efendim. Ama adamlarımız araştırıyor efendim en kısa sürede buluruz." konuşan kişiyi ise tanımıyordum ama sesi Edward'a göre gençti. Büyük ihtimalle sağ kolu falandı. "İki gün içerisinde buldunuz buldunuz yoksa buradan hiçbiriniz sağ çıkamazsınız." dedikten sonra derin bir soluk alan Edward arkasından devam etti. "Benim mekanımda sahte çatışma başlatan o kişinin niyetini öğrenmek için sabırsızlanıyorum." dişlerinin arasından konuşuyordu ve fazlasıyla öfkelendiği belliydi. "Emredersiniz." dedikten sonra yanındaki koruma bir kapı sesi duyuldu, sanırım çıkmıştı koruma. Eymen rahatsızca kıpırdandığında bana daha çok yakınlaştı. Omuzumla onu iteklediğimde ona bakmak için kafamı çevirsem de masanın altı karanlık olduğu için onun yeşil gözlerini görememiştim. Edward'ın telefon sesi odaya yayıldığında hemen kulak kesildim. "Efendim Marcus." duyduğum isimle heyecanlandım. İşte en büyük kilit isim, Marcus Miller. "Kim olduğunu hala bulamadık...evet ama bulacağız sen merak etme." karşı tarafı yaklaşık bir dakika kadar dinledi. "Tamam sen merak etme halledeceğim...görüşürüz." dedikten sonra büyük ihtimalle telefonu kapatmıştı. Önemli bir konu konuşup bize koz vermelerini beklerken böyle işe yaramaz bir konuşma yaptıkları için kısa bir hüsrana uğrasam da elimdeki dosyalar aklıma geldiğinde onlarda işe yarar bir şey bulmaya umut bağladım. Böyle kaç saniye, kaç dakika geçti bilmiyorum ama odanın yine kapanıp açılma sesi geldi. Kısa bir süre yeni ses duymayı beklesem de odadaki sessizlikten dolayı Edward'ın çıktığını düşündüm. Eymen'in kulağına yaklaşıp olabilecek en kısık sesle konuştum. "Çıktımı." diye sordum. Ben geri çekildiğim de ise Eymen bana yaklaşarak kısık bir sesle konuştu. "Bakmamız lazım...çıktıysa hemen çıkalım." dedi. "Tamam da nasıl bakacağız?" "Ben iri olduğum için çıksam da ses çıkarabilirim. En iyisi sen bak." dedi. İtiraz etmeden "Tamam" dedikten sonra girdiğimiz kısma sürünerek yaklaştım. Temkinli bir şekilde tam çıkmadan etrafa baktıktan sonra yavaşça masanın altında çıkarak kafamı Edward'ın masasına doğru gözükmeyecek şekilde çıkardım. Tam da istediğim bir şekilde Edward'ı görmediğimde derin bir oh çekerek ayağa kalktığım da diz kapağım süründüğüm için sızlamıştı. Elimle masaya iki defa tıklattım. "Çık çık Karaoğlu." dedim. Eymen'de koca cüssesiyle emekleyerek çıktığında gülmemek için kendimi tuttum. Ayağa kalkıp toz olmadığı halde pantolonunu çırpıp etrafta kısa bir göz gezdirdi. "Hemen çıkmamız lazım." dedim. "Bence de." dedi. Eymen kapıya doğru ilerlediğinde bende peşine takılarak yürüdüm. Kapıya yaklaşarak kulağını kapıya doğru dayayıp hiç ses gelmediğinden emin olduktan sonra bana döndü. "Silahın var mı?" diye sordu. Elbisemin içine özel olarak diktirdiğim iç ceplerden birinde takılı olan silahımı elimle yoklayarak "Evet" diye cevap verdim. "En küçük tehlikede hemen ateş et." dediğinde alayla gülümsedim. Bu adam bana...Laline ne yapacağını mı söylüyordu? "Sen merak etme Karaoğlu ben kendimi en iyi şekilde koruyabilirim, sonuçta yıllarca bunun eğitimi aldım." dediğimde bana göz devirdi. "Haklısın sonuçta en en iyi eğitimi sen aldın." derken sesi alay doluydu. Bu tavrına sinirim aşırı bozulurken kendime hâkim olmaya çalıştım. "Evet, sonuçta herkes senin gibi baba parası ile yaşamıyor." gözlerindeki alay yok oldu ve arkasından kaşları çatıldı. "İstersen seni koruyabilirim." dedim. "Sen sadece kendini eğitimli sanıyorsun sanırım?" dediğinde kaşları normal haline dönmüş, dudaklarına alaycı bir gülümseme oturdu. "Senin aldığın eğitimin iki katını aldığımdan emin olabilirsin." sesinde sona doğru üstün bir tavır vardı. "Yalnız insana eğitimi veren şey kas gücü ile yapılan sporlar değildir Karaoğlu, aksine acılarıdır. Beni güçlü ve yetenekli yapan şey acılarım." dedim. Yeşil gözlerine bilinmez bir karartı çökerken yüzü yine en anlamsız halini almıştı. "En çok acıyı sen çekmedin Lalin, herkesin kendince derin acıları var." Gözlerine yerleşen karartının arkasında büyük bir acı vardır belki de. En içten keder ve büyük yaralar. Ama Eymen bu acıları o kadar iyi saklıyordu ki asla ama asla görmenin imkânı yoktu. Görmek için belki de en derinine girmek gerekiyordu. "Gözlerinden acılarını okumak isterdim." dedim dan diye. Kendim bile ne dediğimi bilmezken Eymen'in gözleri kısıldı. "Bu gözlerdeki acıları sadece kalbime giren kişi görebilir." dedi ve devam etti. "Yani sen asla göremezsin." Ne oldu bilmiyorum. Neden içimdeki bir yerde hafif bir sızı hissettim. Belki de acılarını acıdığım içindir? Tam emin değilim ama Eymen haklıydı. Ben kalbini geçtim onun acılarını görebilecek en son insan bile değildim. "Öyle bir amacım da asla olmayacak." dediğimde cevap vermedi. Kısa bir süre cevap vermesini bekledim ama sadece sustu. Gözleri gözlerime mühürlenmişken bu anlamsız bakışmanın nedenini ikimizde bilmiyorduk. "Kaderimizin yazdıkları karşısında amaçlarımız değişir ama." dediğinde bu sefer gözlerini kısan ben oldum. "Koca bir on yıl boyunca amacımı değiştiremeyen kader şu saatten sonra da değiştiremez." dedim kesin ve net bir şekilde. "Hayat bu. Hiçbir şeye kesin konuşma." dediğinde bu saçma muhabbeti sonlandırmak için kapının kulpundaki eline, elimin tersiyle vurdum. "Aç hemen siktir olup gidelim yoksa gidemeyeceğiz." Son bir delici bakış attıktan sonra elinin altındaki kulpu zorlayarak kapıyı açtı. Dışarı çıkmadan kısa bir süre duraksadıktan sonra kapıdan kafasını uzatarak kimsenin olmadığına emin olduktan sonra çıktı. Bende peşinden ilerleyerek çıktım. Koridor tamamen boştu nedensizce. Hızlı adımlarla merdivenlere doğru ilerlemeye başladık. Merdivenlere vardığımız da kimsenin olmadığına emin olduktan sonra aşağı doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başladık. Yarısına geldiğimiz de aşağıdan gelen birkaç ses ile hızla durduk. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde kaldığımız da sesler daha çok yaklaşıyordu. O an ne oldu ne bitti, neden yaptım kesinlikle bilmiyorum. Eymen'i göğüsün den ittirerek duvara yaslayıp ayak ucumda yükselerek dudağına yaklaştım. Ellerimi iki yanağına koyduğum da tamamen öpüyor gibi görünüyordum. Eymen'de ne yaptığımı anlamış olacak ki kollarını belime doladığında tamamen bir gibiydik. Nefeslerimiz karıştığında ise gözlerimiz birbirine kenetlenmiş gibiydi. Arkamızdan geçen iki üç adam bizi gördükten sonra ayıplarmış gibi fısır fısır konuşup geçerken ben Eymen'in gözlerini inceliyordum. Ve onun gözlerinde tanıdık bir ifade vardı. Tanıdık birisinin gözleriydi. Yıllar önce kaybettiğim bir çift göz gibiydi. Babamın gözleri gibiydi... Evet, cidden Eymen'in yeşil gözleri babamın çimen yeşili gözlerine fazlasıyla benziyordu. Babamın şefkat dolu gözleri gözümün önünde canlandığında iliklerime kadar hissettim özlemi. Eymen'in gözlerine daha önce hiç bu kadar dikkatli incelememiştim ve şimdi yine incelemeseydim. Çünkü bana hissetmek istemediğim duyguları hissettiriyordu. Görevin ortasında babamın çimene benzettiğim gözlerini görüp güçsüz düşmek istemiyordum. Eymen'in babamın gözlerine benzeyen çimen gözlerine son defa baktıktan sonra kendimi geri çektim. Öyle hızlı bir geri çekişti ki başta dengemi kuramamıştım. "Ne oldu?" Eymen'in meraklı sesi geldiğinde ona çevirdim bakışlarımı. "Hiçbir şey." dedim tekrardan gözlerimi kaçırarak. "Emin misin?" şüpheli sesi fazlasıyla sorgulayıcıydı. "Evet, sorgulamayı kes." Anlatmak istemiyordum. Sonuçta ne diyebilirdim ki? Gözlerin babamın gözlerine mi benziyor? "Peki...gidelim o zaman." bakışlarım yine ona döndüğünde onun çimen gözleri hala bendeydi. "Gidelim." Eymen'i beklemeden hızlıca merdivenlerden inerken onun da arkamdan geldiğini adım seslerinden anlamıştım. Konuşmak istemiyordum şu an onunla sanırım. Çünkü gözlerine her baktığımda aklıma dolan geçmişle mantığım devre dışı kalıyor gibi hissediyordum. İstemediğim bir şekilde kalbim bas bas bağırıyordu ve ben mantığımı dinleyemiyordum. Şu koca yıllar boyunca görev zamanı eski beni unuturdum. Şu an da unutmuştum tabi ama Eymen'in gözleri beklenmeyen bir hamle gibiydi. Son merdivene geldiğimde koluma sarılan bir elle olduğum yerde durdum. Eymen beni kendisine çevirirken kolumu sımsıkı tutuyordu. "Neyden kaçtın bilmiyorum, bana bakarken ne gördün bilmiyorum fötr şapkalı kız. Ama şu an toparlan." çimen gözleri yine en derinlere bakıyordu. "Biraz önce seni vuran şey her neyse onu şu an unut ve diğerlerinin yanına gidelim. Dağınık kafayla gidersen açık veririz." Haklıydı. Bu benim ilk defa düşündüğüm bir şeydi ama Eymen çok haklıydı. Başımı olumlu anlamda salladım. "Tamam." Gözlerimi kapattığımda Eymen'in parmakları hala koluma sarılı haldeydi. Şu an zamanı değil diye geçirdim içimden. Şu an olmaz. Şu an kendime gelmem lazım. Kalbimin çığlıkları kesildiğinde nefesimi de yavaşça alıp verdiğimde mantığımın sesi yavaş yavaş duyulmaya başlamıştı. Babamın gözleri ve anıları bir süreliğine benden uzaklaşırken artık daha iyi hissediyordum. Gözlerimi tekrardan yavaşça araladığımda bu sefer Eymen'e ait olan yeşil gözlerle karşılaştım. Bana bakıyordu...ama sadece bakıyordu. Duygu barındırmayan gözlerle. "Gidelim mi iyiysen?" soğuk sesi yerine almıştı. "Gidelim." Eymen girmem için kolunu uzattığında koluna girdim. İnsanlar ve Edward tarafından bir çift olarak görüldüğümüz için oyunumuza devam etmek zorundaydık. Sonunda kalabalığın yanına vardığımızda ilk dikkatimi çeken şey birçoğunun gitmiş olması ama yine de hala kalabalık olmasıydı. İyice içlerine girdiğimiz de insanlara çarpmamaya çalışarak aslan kafesinin yanında, tam ortada durduk. "Bizimkiler nerede?" Eymen'in sorusuyla etrafa bakındım. Aslan kafesinin çaprazındaki kaplan kafesinin yanında ilk geldiğimiz de bize iltifat eden çifti gördüğümde gülümsemeden edemedim. Yaş almalarına rağmen birbirini çok seven bir ikiliydiler. Anne ve babam gibi. Bakışlarımı biraz ilerilerine çevirdiğimde yanındaki adamlarla gayet ciddi bir ifadeyle konuşan Edward'ı gördüm. Oda gayet sinirli duruyordu. Saldırı onu fazlasıyla sinirlendirdiği belliydi. Bakışlarımı ondan çekerek Eymen'in olduğu tarafı incelerken sonunda bizimkileri bir arada masada görmüştüm. Eymen'i dirseğimle dürttüm. Oda etrafı inceliyordu. Bana baktığında bende ona baktım. "Bizimkiler şurada..." işaret ettim. "Yanlarına gitsek sıkıntı olmaz bence." dediğimde o tarafa bakıp yine bana döndü. "Sıkıntı olmaz gidelim bence de." dedi. Eymen ile kol kola onların yanına ilerledik. Arzu ve Faruk yan yana diğerleriyle gülüşerek konuşuyorlardı. Hatta ve hatta birbirlerine arada bir bakıp gülümsüyorlardı. Ergün ise bu hallerini görüp yanındaki Gece'ye bir şey diyordu ve Serkan bir şeyler söyledikten sonra fazlasıyla büyük olan bir gülümseme ile gülüyordu. Gece ise diğerlerinin aksine sessizce kenarda duruyordu. Yanlarına vardığımız da sonunda bizi fark edip hepsi bize döndü. Ergün heyecanla biz döndüğünde Arzu'nun tek dikkatini çeken şey birbirine sarılı olan kollarımız olmuştu. Arzu'nun mutlu bakışları yerini hüzne bırakınca Eymen'in tuttuğum kolunu bıraktım hemen. Eymen kolunu bıraktığında aniden bana dönmüştü ama ben ona bakmayarak Ergün'e bakıyordum. "Buldunuz mu bir şey?" diye sordu beklenti ile Ergün. "Evet bir şeyler bulduk sanırım." dedikten sonra elbisemin içindeki, bel korsemin altına sakladığım belgelerin olduğu tarafı işaret ettim. Hepsinin gözleri oraya kaydı ve tekrardan beni buldu. "Sanırım?" diye sorguladı Ergün. "Marcus'un siminin olduğu dosyalar bulduk ama ne kadar işe yarar bilmem." "Marcus'un adı varsa illaki işe yarar." bu sefer ilk defa konuşmaya dahil olan Gece'ydi. "Onu bilemeyeceğim ama umarım yarar ki zaten yarayacağını düşünüyorum çünkü gizli bir yerde bulduğumuzu ve ekstra olarak şifreli bir kasanın içinde olduğunu göz önünde bulundurursak işe yarar gibi." dediklerimden sonra herkesin ağzı bir parça açılmıştı. "Gizli yeri ve şifreyi nasıl buldunuz?" bu sefer şaşkınlıkla soruyu soran Faruk'tu. Keyifle gülümseyerek bakışlarımı Eymen'e çevirdim. Onun da yeşil gözleri beni bulduğunda arsızca yüzüne bakarak kaşlarımı kaldırdım alayla. "Meslek sırrı." Eymen dediğimi anlamış olacak ki dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı. "Meslek sırrı." diye tekrar ettiğinde bu sefer ben ona alayla baktım. Herkesin bakışları aramızda mekik dokuyorken sanırım bu durum Arzu'yu rahatsız etmişti. "İyi iş çıkarmışsınız." derken kelimeler ağzından zorla çıkıyormuş gibiydi Arzu'nun. Bakışlarımı Arzu'ya çevirdiğimde hüzünlü gözleri yerdeydi. Onun bu hüzünlü hali karşısında neden olduğunu bilmiyorum içime bir öküz oturmuş gibi oldu. Onun Eymen'e âşık olduğunu bile bile karşısında sevdiği adamla birbirimize ima yapıyorduk ve bu cidden hoş değildi. Yaptığım şey karşısın da pişman olurken yüzümdeki tüm alaylı ifade yok olmuştu bile. "Teşekkürler." dedim bende karşılık olarak. Bakışlarım Faruk'a doğru çevrildiğinde oda hüzünle Arzu'ya bakıyordu. Neden üzüldüğünü anladı mı anlamadı mı bilmiyorum ama Arzu üzüldüğü için üzüldüğü belliydi. Faruk tereddüt ederek elini Arzu'nun koluna koyduğunda Arzu kafasını kaldırarak Faruk'a baktı. Faruk samimiyetle gülümseyerek kaşlarını kaldırdı. "Üzülme yasak kuralını çiğnersen bana yüz tane muz alırsın ama." dedi. Arzu başta anlamamış gibi baksa da sonradan yüzüne hafif bir gülümseme oturdu. "Yoo üzülmüyorum ki." dedi. "Ama kafan yerde, sanırım iddiayı kaybedecek gibisin?" Faruk'un derdinin komik iddiaları değil Arzu'nun gülümsemesi olduğu bariz bir şekilde belliydi. Ve aralarında bu kadar kısa sürede oluşan ve belki de kendilerinin de dahil olarak kimsenin göremediği gizli bir bağ var gibiydi. Aşkı hiç tatmamış ben bile bunu gördüysem belki ileride onlarda görürdü. "Asla iddiayı kaybetmem. Sen kaybedeceksin ve bana yüz tane çilekli süt alacaksın." derken gülümsemesi geri gelmişti. Faruk küçük şeylerle Arzu'yu tekrardan güldürebilmişti. Herkes ikisinin bu haline şaşkınlıkla bakarken Arzu ve Faruk kimseyi fark etmeden sadece birbirlerine bakıyordu. Sanki dünyadan kopmuş iki sevgiliden önce birbirine iyi gelen iki merhem gibilerdi. Birbirleri için çok uygunlardı ama bir o kadarda uygun değil gibilerdi. Bir yandan birbirlerine iyi gelecek şansları olabilirdi ama aksine diğer yandan Arzu'nun Eymen aşkı Faruk'u yaralayabilir ve daha kötü bir hal alabilirdi bazı şeyler. Hangi durumun ağır bastığını zamanla görecektik ama umuyordum ki ikinci olasılık asla gerçek olmazdı. Faruk ve Arzu kendilerine içecek almak için bizden uzaklaştığında diğerleri ile yalnız başımıza kalmıştık. Ergün ve Eymen dosya hakkında teorilerini konuşurken Gece ve Serkan ise herkesin aksine kendi aralarında didişiyorlardı. Konu hangisinin daha çok adam öldürdüğü olunca didişmeyi zaten hali hazırda bekledikleri belliydi. Saçma sapan bir güç savaşı içinde gibiydiler. Ben ise elimdeki viskimi yudumlarken fötr şapkamın yokluğunu hissetmiş gibiydim. Kısa bir süre Ergün ve Eymen'i dinledikten sonra telefonumun bildirim sesini duymamla telefonumu elbisemin üstündeki gözükmeyen iç cep bölgesinden alarak açtım. Mesaja tıkladığım da yine o tanıdık isim ve mesajı vardı. Ve mesajı okumaya başladım. 'Umarım çok iyisindir Lalin. Uzaktan çok güzel olduğun gözükse de ben yine de sormak istedim... İlk görevini başarıyla gerçekleştirdiğin için ekstra olarak seni tebrik etmek istiyorum ama küçük bir de uyarı yapmak istiyorum. Biraz sonra olduğunuz mekân patlayacak. Hemen çıkmanızı tavsiye ederim. Ölmeni hiç istemediğim için uyarmak istedim. Eğer bana güvenip sağ kurtulursan görüşürüz. Sevgilerle Joker...' Mesajı okuduktan sonra bir süre sadece sondaki isme bakmıştım. İçimi küçük bir panik kaplarken doğru olup olmadığını kafamda tartıyordum sadece. İki ihtimal vardı ya doğru ya da yalan. Şu an yalan söylemek için bir amacı olmadığını düşünsem bile bana salak saçma mesajlar atan bir ruh hastası olması kafamı karıştırıyordu. Kafamı kaldırarak gelen Arzu ve Gece'den başlayarak herkese tek tek baktığımda eğer Joker doğru söylüyorsa katliamı durduramayacağımız aklıma geldi ilk. Etrafta hızlıca bir göz gezdirdiğimde hiçbir şeyi riske atmamanın en iyi şey olacağına karar verdim. O herif yalan söylüyorsa bile en azından riske girmemiş olacaktım. Hemen çıkmamız lazımdı. Tek elimi alnıma koyarak yalandan canım acıyormuş gibi inlediğimde herkesin bakışları bana döndü. "Ne oldu Lalin?" Ergün'ün endişeli sorusuna hemen cevap verdim. "Başım ağrıyor gidelim mi?" diye sordum. "Ama hala Edward ile yakınlaşamadık." dedi Gece. Bakışlarım bu sefer Gece'yi buldu. "Yine geliriz ben iyi değilim." Umarım bu patlama gerçektir çünkü cidden yalan olmuş olursa ve biz boş boş gidersek Edward'la yakınlaşamazdık ve plan aksardı. "Tamam sen Arzu ile git eve. Biz işimiz bitince geleceğiz." dedi Ergün çözüm üreterek, ama benim hepsini götürmem lazımdı. "Evet Lalin beraber gidelim istersen." Arzu'nun sesiyle ona dönüp gülümseyerek yine Ergün'e döndüm. "Hayır olmaz hep beraber gideceğiz. Edward ile konuştuğunuz da yanınızda olmak istiyorum. En küçük yanlış kelimenizde iş biter bu yüzden size güvenemiyorum." Ergün'ün gözleri kısıldı ve başını Gece'ye doğru çevirip kısa bir bakışma yaşadıktan sonra yine bana döndü. "Çocuk değiliz Lalin. Hallederiz sen Arzu ile git." "Hayır." pes ederek hemen çıkmak için sesimi kısıp sanki canım acıyormuş gibi yüzümü astım. "Lütfen Ergün bende olmak istiyorum konuştuğunuz da." Eğer bu patlama olmazsa o Joker denen piçi bulup ben patlatırdım. Çünkü saçma bir biçimde Ergün'den rica da bulunuyordum. Ricam karşısın da Ergün'ün yüzü yumuşamış ve arkasına kısa bir süre düşünmüştü. Sonunda başını olumlu anlamda salladı. "Tamam o zaman hadi gidelim." İçimden derdin bir oh çektim hemen. "Gidelim o zaman." Herkes olumlu bir şekilde başını salladıktan sonra gidecekken Eymen'in konuşması ile bakışlar ona döndü. "Siz gidin." Bakışlarım hızla döndü. Neden zorluk çıkartıyordu ki? "Hep beraber Karaoğlu." dedim. "Ben gelmeyeceğim siz gidin." "Nedenmiş?" diye sordum yükselen sinirimle. "Eğlenip geleceğim." dedi rahat bir tavırla. "Olmaz hep beraber gideceğiz. Eğer tek başına kalırsan Edward'ın dikkatini çekersin." "Lalin haklı gidelim kuzen." Ergün'ün beni desteklemesiyle olumlu bir cevap bekledim Eymen'den. "İyi hadi gidelim." istediğim cevabı duyduğumda ise tekrardan bir oh çektim. Hızla son bir yudum alıp viskiden kapıya doğru ilerledim. Diğerleri de peşimden gelmeye başladığında kalabalığın arasından geçerek çıkışa doğru ilerliyorduk. Aslan kafesini de geçtiğimiz de sonunda çıkışa varmıştık. Hızla kapıdaki korumaları umursamadan kendimi soğuk havaya attığımda başta tenim ürperse de mekândan çıktığım için derin bir rahatlamışlıkla fazla umursamadım soğuk havayı. Diğer herkes yanıma geldi. "Herkes geldiği arabaları ile gitsin." Diğerleri başını olumlu anlamda sallayıp arabalarına ilerlediklerinde ben ve Eymen'de kendi arabamıza ilerledik. Arabanın içine girdiğimiz de hemen ısıtıcıyı açarak ısınmaya çalıştım. Eymen güvenlik kemerini takıp bana çevirdi bakışlarını. Hem sorgulayıcı hem de meraklıydı. "Sorun ne?" diye sordu ağzında laf gevelemeden. "Hiçbir şey." "Yalan söyleme fötr şapkalı. Telefona baktıktan sonra gitmek istedin hemen. O telefonda ne vardı?" Ergün'le konuşurken beni nasıl izlediğine şaşırırken bir yandan da bozuntuya vermemeye çalıştım. "Beni bu kadar dikkatli inceleme Karaoğlu. Kendi işinle ilgilen. Sandığın gibi kötü bir şey yok. Sadece başım çok ağrıyor." yalanlar dudaklarımdan teker teker dökülüyordu. Asla inanmadığını belli eden bakışları ile kafasını olumlu anlamda salladı. "Peki öyle olsun fötr şapkalı." Cevap vermediğim de arabayı çalıştırarak bizden önce çıkan diğerlerinin arabasının peşine takılarak otele doğru ilerledi. Arabada sessizlik hakimken kumarhanenin önünden geçerken o çiftinde el ele tutuşarak çıktığını gördüğümde her ihtimale karşı çıktıkları için mutlu olmuştum. Arkalarından da tanımadığım birçok kişi de çıktığında bizde çoktan uzaklaşmıştık. Eymen pür dikkat yola odaklanmışken telefonuma gelen mesajla hemen açıp mesaja baktım. Joker bir mesaj yollamıştı. '3' Dikiz aynasından kumarhaneye baktım ama gayet sakindi. '2' diye bir mesaj geldiğinde merakla gerçek mi yalan olduğunu beklemeye başladım. Ve son defa '1' yazan mesaj geldiğinde dikiz aynasına bakmama gerek kalmadan arkadan gelen gürültülü bir patlama sesiyle olduğum yerde korkuyla irkildim. Dikiz aynasına baktığımda biraz önce çıktığımız kumarhanenin ateşler altında yerle bir olduğunu gördüm. Eymen arabayı kenarı çıkarken ben hala dikiz aynasından yerle bir olan yere bakıyordum. Eğer mesaja inanmayıp çıkmasaydım o kumarhanenin içinde öleceğimiz aklıma geldiğinde tüylerim diken diken olmuştu. Düşüncesi bile kötüydü. Öleceksem de hedefime varmadan ölmek istemiyordum. Eymen arabayı kenarı çektiğinde bizimle beraber diğer arabalarda kenarı çekilmişti. Şaşkınlıktan kocaman olmuş gözlerimi Eymen'e çevirdiğimde onun da benden farksız olarak şaşkınlıkla dikiz aynasına baktığını gördüm. Birkaç saniye baktıktan sonra şaşkın yeşil gözlerini bana çevirdi. "Eğer bizi oradan çıkarmasaydın ölebilirdik." dedi bocalamış bir şekilde. Yüzümdeki şaşkınlığın üzerine yalancı bir şaşkınlık ekledim. "Evet. Son anda kurtulduk." dedim sanki onları bilerek çıkaran ben değilmişim gibi. Eymen'in şaşkın bakışları kısıldı. "Cidden tesadüfün bu kadarı." derken sorgulayıcı gibiydi. "Büyük tesadüf. Son anda resmen baş ağrım sayesinde kurtulduk." dedim yalanımı devam ettirerek. Diğerleri de arabalarından indiklerinde gelen sesleriyle ikimizin de bakışları onlara çevrildi. Hepsi arabadan inmişti ve yüzlerinde benzer ifade olan şaşkınlık vardı. Hepsinin gözleri alev alev yanan kumarhanedeydi. Eymen ve bende arabadan inip yanların vardığımız da bende onların baktığı yere çevirdim bakışlarımı. Biraz önceki kumarhaneden eser kalmayarak yerle bir olmuştu. Alev alev yanıyordu ve çoktan itfaiye gelmiş müdahale ediyorlardı. "Saniyelerle kurtulduk." dedi şaşkınlığını hala atamayan Arzu. Bakışlarım onu bulduğunda şaşkınlıktan mı bilmiyorum ama Faruk'un koluna sıkı sıkı sarılmıştı. Faruk'ta güven vermek isteyerek diğer eliyle onun kendisine sarılı elini tutuyordu. "Cidden abi ya. Şapkalı kızın baş ağrısı sayesinde kurtulduk." dedi Serkan onundaki yüzündeki şaşkınlık okunurken. "Harbi Lalin. Sen bende Edward'la konuşurken yanınızda olmak istiyorum diye tutturmasaydın hepimiz ölecektik." derken bana dönmüştü Ergün. Bende Ergün'e baktım ve yalandan kaşlarımı kaldırıp şaşırmışlık yaptım. "Büyük mucize." dedim. "Evet biz kurtulduk okey ama Edward'la konuşamadan Edward öldü." bunu diyen ise yüzünde en ufak yaşadığına dair mutluluk dahi olmayan Gece'ydi. Yine tek derdi işiydi. "Ben şu an Edward'ı düşünemeyeceğim çünkü yaşadığıma şükrediyorum." dedi Faruk. "Tamam şükret ama Edward öldüğü için ve ekstra olarak orada dostluk kurup Marcus'a karşı kullanacağımız iş adamları da öldüğünden dolayı planımız boşa gitti." dedi çok doğru bir noktaya parmak basan Gece. Ben herkesi çıkarmaya çalışırken içerideki işimize yarayacak herkesi unutmuştum. Planın aksama ve uzama ihtimali aklıma gelince sıkıntıyla ofladım. İşimize yarama ihtimali olan herkes cidden ölmüştü ve sanırım bizimkiler bu kısa sürede birkaç kişiyle yakın olmuştu. Ama hepsi bir çırpıda ölmüştü ve bu görevin tek iyi yanı şu an bulduğumuz belgeler olmuştu. Onlardan da ulaşabileceğimiz bilgiler ne kadar büyükse tabi. Edward asansör sisteminin en düşük parçasıydı. Bu yüzden ondan ulaşabileceğimiz bilgilerde o kadar sınırlıydı. "Ne yapacağız?" diye sordu Faruk sıkıntıyla. "Yapacak bir şey. Şu an bir şey yapmak istiyorsak oda önümüzdeki maçlara bakmak olacak. Asansörün diğer parçalarına odaklanmamız lazım. Kaybettiklerimiz yüzünden üzülmek için vaktimiz yok." dedim her kelimenin üzerine basa basa. Tüm gözler bana döndüğünde şaşkınlıkları geçeli çok olmuştu. "Fötr şapkalı kız haklı." dedi Eymen ve devam etti. "Üzülecek bir şey yok. Önümüze bakıp farklı ve daha büyük iş adamlarını yanımıza katabiliriz." dedikleri beni destekler nitelikteydi ve her cümlesi benim çapımda gayet doğruydu. "Şimdi burada daha fazla durmak yerine otele gidip diğer plan için hazırlanalım." dedim tekrardan söze atlayarak. "Haklısınız. Üzülecek bir şey yok." diye söze girdi Arzu. Hala Faruk'a sarılıydı kolları. "Gidip yarınki plan için dinlenelim. Yorucu bir gündü." Arzu ve Faruk beklemeden arabalarına binip yanımızdan uzaklaştıktan sonra diğerleri de binip peşlerine takıldılar. Ben ve Eymen'de arabamıza binip peşlerine ilerledik. ΩΩΩ Kısa bir süre sonra otele vardığımız da herkes odasına dinlenmek için çekilmişti. Ben ise odama çekilince yüzümdeki makyajı çıkardıktan sonra duş alıp, üzerimi değiştirmiştim. Yatağa uzandıktan sonra hemen uyumak yerine bu sefer ki plan adımızın baş rolü olan Mark Jhonson hakkında araştırma yapmıştım. Birkaç bilgi edindikten sonra ise kısa bir süre uyumuştum. Tüm gece ayakta olduğum halde sadece iki saat uyuyabilmiştim ve bunu yorgunluğu ile kahve içmiş ve kendime gelmeye çalışmıştım ama bir faydası olmayınca yine uyumaya çalışmış fakat bu sefer sadece bir saat uyuyabilmiştim. Hava aydınlandığında ise uyumaya çalışmaktan vazgeçmiş ve bugün ki giyeceklerime ve makyajıma karar vermiştim. Her şeye karar verdikten sonra kafamı kaldırdığımda saatin 07:30 olduğunu gördüm. Elimdeki kıyafetleri giyeceklerimi ve diğer planım için sakladığım kıyafetleri bir kenara ayırdığım. Kocaman valizi tekrardan dizdiğimde hem uyuyamamanın verdiği yorgunlukla hem de normal bir yorgunlukla yatağa oturdum en sonunda. Kapı iki defa tıklanma sesi geldiğinde davetsiz misafirin bu saate neden geldiğini sorguladım çünkü saat daha 07:40'tı. Gidip kapıyı açtığımda Arzu'nun geldiğini gördüm. Üzerinde rahat bir eşofman ve cropla bana bakıyordu gülümseyerek. "Uyuyor muydun?" diye sordu tatlı tatlı. "Hayır, uyanmıştım." dedim. "Oh iyi bari. Bende erken uyanınca canım sıkıldı ve belki kız kıza biraz konuşuruz diye yanına geldim." dedi. Kız kıza konuşacağımız şeyi çok iyi bildiğim halde onu bozmadan geçmesi için kapının yanına çekildim ve alan açtım. Elimle içeriyi işaret ettiğimde gülümseyerek içeri girerek yatağa oturdu. Bende kapıyı kapatarak yatağımın hemen karşısındaki koltuğa oturdum. "Kız kıza ne konuşmak istersin?" diye sordum cevabını çok iyi bildiğim halde. Başta ne diyeceğini düşünse de cevap verdi sonunda. "Öyle havadan sudan." dedi. Arkama yaslandım. "Tamam başla sen." dedikten sonra bir sigara yakıp derince çektim içime. Bir şey yemeden içmem genelde çok zarar verirdi ama ben pek umursamazdım. "Aslında geceki görev hakkında konuşacaktım." dedi konuya nereden gireceğini bilemeyerek. "Konuş." dedim dudaklarımdaki dumanı serbest bırakırken. "Aslında güzel halletmiştik göreve...dün ki patlama olmasaydı." hala ağzında kelime geveliyordu. "Evet." dedikten sonra devam etmesi için sustum. "Şey..." duraksadı ve sorup sormamak arasında kaldı tüm gece onu uyutmayan konuyu. "Sor artık." dedim. Arzu ne soracağını anladığımı anlayarak kafasını salladı sonunda. "Peki..." dedi ve derin nefes aldıktan sonra devam etti. "Dün Eymen ile çok yakındınız." dedi sonunda ağzındaki baklayı çıkartarak. "Yani?" dedim gözlerimi kısarak. "Yani... Hoşlanıyor musunuz birbirinizden?" diye sorduğunda, sorduğu sorunun saçmaladığından dolayı alayla kahkaha atmamak için kendimi durdurdum. Elimdeki sigarayı soğuk betona atıp ezdim. "Bu kadar kısa bir sürede nasıl hoşlanacağız birbirimizden?" diye bende sorusuna soruyla cevap verdim. "Konu süre değil. İnsan ilk gördüğünden bile hoşlanabiliyor." dedi. "Orası öyle ama senin dediğin çok saçma." dedim ve önüme doğru eğilip dirseklerimi bacağıma yasladım. "Ben ve Eymen birbirinden asla ama asla hoşlanmayacak insanlar sıralamasından birinciyiz." "Ama dün öğle durmuyordu." "Nasıl durduğu umurumda değil. Fakat biz sadece gülerken bile birbirine laf sokan iki farklı insandan daha fazlası değiliz. Sadece görev için muhatap oluyoruz ve görev bittikten sonra birbirimizin yüzüne bakmayız." Dediklerim Arzu'yu rahatlatmış olmalı ki yüzünde rahatlamış bir gülümseme belirdi. "Ben senin değil ama Eymen'in senden hoşlanma ihtimalini düşündüm." dedi. İşte bu tam bir şaçma salak bir düşünceydi. "Emin ol bu ihtimal sıfırdan bile düşük." dedim. Rahatlıkla kafasını geriye attı ve gülümseyerek tekrardan bana döndü. "Sana güvenebileceğimi biliyordum." dedi biraz önce hesap sormaya gelmemiş gibi. Bu sefer gülümseyen be oldum ama alayla. "Güvendiğin çok belli" dedim imayla. Yaptığım imayı anladı ve yüzündeki gülümseme azaldı. "Haklısın..." yüzündeki gülümseme silindi. "Sana hesap sormaya gelmişim gibi oldu." "Gelmişsin gibi olmadı, sen zaten buraya hesap sormaya geldin." kaşlarımı çattım. "Senin âşık olduğun adama göz dikmem korkma." dediğim de onun da kaşları çatıldı. "Lalin yemin ederim ki göz diktiğini düşünmedim." "O zaman neden buraya hesap sormaya geldin?" sesim biraz yükselmişti. "Hesap sormaya değil sadece Eymen ile yakın olduğun için aranızda nasıl bir ilişki olduğunu merak ettim." dedi sesi hala sakinliğini korurken. "Aramızda hiçbir ilişki yok. Asla olamazda." bıçak kadar keskin kullanıyordum sözlerimi, altını çize çize. "Korkma yani." Son cümlemden sonra ayağa kalkarak kapıya ilerleyip kapıyı açtım. Arzu'ya dönerek elimle kapı dışını işaret ettim. "Akşam görüşürüz, işim var." olabilecek en nazik bir biçimde kovmuştum onu. Arzu bir süre yüzüme baktıktan sonra buraya gelip benimle bu konuşmayı yaptığı için çoktan pişman olmuştu bile. Ayağa kalkıp kapıya yanıma vardığında çıkmadan bana baktı. "Soru sorma dilimin yanlış olduğunun farkındayım. Kırdıysam çok özür dilerim. Yemin ederim niyetim hesap sormak değil sadece kafamda bir şey sormadan sana sorup öğrenmekti." cümlesini bitirdikten sonra gözlerime bakarak cevap vermemi bekledi bir süre. Fakat benden hiçbir cevap alamadığında gözlerine hüzün çöktüğünde pes ederek kafasını önüne eğerek odadan çıktı. Arkasından hemen kapıyı kapattım. Odadaki balkona hemen çıkarak bir bira açıp diktiğimde bir sandalyeye kendimi atarak şehire diktim gözlerimi. Bela bir değildi ki, bir sürüydü. Planlar yetmiyor bide milletin aşk sorunları ile uğraşıyordum. Sanki gece patlamaktan son anda kurtulmamış gibi bugün yine başka bir kumarhaneye gidip öldürülmemek umuduyla koz toplayacaktım. Gürültülü şehire bakarken bir yudum daha aldığımda sessize aldığım telefonumun titremesiyle kimden geldiğini bildiğim mesajı açtım. 'Oyun yeni başlıyor fötr şapkalı kız. Oyunu sadece sen oynamıyorsun ama bunu bil isterim. Herkes oyun oynuyor. Ben ise bu oyundaki yöneticiyim. Siz ise oyunu oynayan birer piyon. Tüm güç bende. Oyunu istediğim an bozabilirim veya seyrini değiştirebilirim. Siz ise sadece benim gücümü izlersiniz...ama söylemek istediğim asıl şey şu ki, en sevdiğim oyuncum sensin fötr şapkalı kız. Oyun finaline kadar bu oyunda arkandayım. Finale kadar kendine iyi bak...sevgiler joker' Mesajı üçüncü defa okuduktan sonra telefonu bir kenara atarak kafamı sandalyenin baş kısmına yaslayarak biramdan bir yudum aldım. Oyun ve yönetici. Oyuncu biziz ve yönetici joker. Joker istediği an oyunu bitirebilir veya değiştirebilir. Ama sevgili jokerin bilmediği bir şey var ki ben oyuncudan daha fazlasıydım. Ben oyunun ta kendisiydim. Oyunu o durdurabilirdi ama ben yok edebilirdim. O oyunu değiştirebilirdi ama ben oyuncuları yok edebilirdim. O yöneticiydi ve sadece oyuncuya müdahale edebilirdi, oyun ta kendisi olan bana değil. Elime telefonumu geri alarak jokere ilk mesajımı attım. 'Sen yöneticisin joker ama ben oyuncu değil oyunun ta kendisi. Oyuncularla oynayabilirsin ama benimle değil... O zaman dediğin gibi oyun başlasın. Çünkü bu oyunu ben kazanacağım ve sen asla müdahale edemeyeceksin' Ve yolladım. Çok geçmeden bir mesaj daha geldi jokerden. 'Oyun başlasın o zaman kraliçem...' Dudaklarım iki yana kıvrıldığında içimden bir his gerçekten oyunun başladığını avaz avaz bağırıyordu. O zaman oynayalım |
0% |