Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.BÖLÜM-KUM SAATİ

@kasirgalidusler

"Şu dünyadaki her insan bembeyaz saf ve masum olamazdı. Bazıları zorla simsiyah hayata zorlanırdı. Ve o insanların tek umudu tekrardan bembeyaz olmaktı."

                                                                        N.G 

...  

 

Tik tak... tik tak...

Bu ses tüm vücudumu etkisi altına alıyordu. Kulaklarım bu ses karşısında çılgına dönse bile beynimin verdiği bu geri sayıma diğer organlarım heyecanlı tepkiler veriyordu. Karnımda hem endişe hem de belirsizliğin vermiş olduğu bir saçma sapan ağrı vardı ve bu his beni delirtmeye gayet güzel bir şekilde yetiyordu. Ayaklarım, kollarım, parmaklarım ve diğer tüm organlarım bu adrenaline fazlasıyla tepkiliydi...en çok da kalbim. Bu gidişe en çok tepki veren deli gibi atan kalbimdi. İçimden bir his artık zamanı geldi diye avaz avaza bağırıyordu. Ve haklıydı da bence. Artık zamanı gelmişti sanırım...zaten bu intikam işi fazlasıyla uzamıştı.

Valizlerimi sonunda arabaya yerleştirdiğimde Faruk'ta valizlerini koymuştu. Erkek olmasının getirdiği bir artı ile sadece bir valizle gidiyordu göreve. Son anda almış olduğum bir kararla onu da yanımda götürmeye karar vermiştim. Göreve gideceğim herkes birbirine akrabaydı ve pek zeki olduklarını düşünmüyordum. Bende yalnız kalmamak için yanımda benim gibi zeki birisini yani Faruk'u götürme kararı aldım. Faruk cidden zeki ve acil durumlarda çok pratik düşünebilen birisi, bu yüzden yanımızda gelmesi bize bir artı olarak geri dönecekti. Bunu ilk Ergün'e söylediğimde itiraz etse bile sonunda kabul etmek zorunda kalmıştı çünkü eğer kabul etmezse onlarla gitmeyeceğimi söylemiştim, oda kabul etmek zorunda kalmıştı.

"Bu görev tahmini ne kadar sürer?" diye bininci defa sordu Faruk.

"Orası belli değil. Bizim hızımıza göre görev süresi değişecek." diye yine bininci defa cevap verdim.

Faruk bilmem kaçıncı kez of çektiğinde "Allahtan Ergün beyde geliyor bu sayede işimi yapmamış gibi hissetmiyorum." dedi. Allah'ım bu nasıl bir iş aşkıydı ya? Resmen Ergün beyiciği iş verse de hemen yapsam diye tetikte bekliyordu.

Faruk'a göz devirdikten sonra kısa bir süre onu götürmek istediğim için kendimi sorguladım ama sonra tabi artık istesem de gidişini iptal etmenin saçma olacağını düşünüp düşünceleri kafamdan attım. "Faruk sus ve şu arabaya bin." dedim sertçe.

Faruk dediğimi yapıp arabaya bindikten sonra güneş gözlüğümü taktıktan sonra arabaya binecekken telefonuma gelen mesajla durup telefondaki mesajımı açtım. 'İyi yolculuklar fötr şapkalı kız' yazan bir mesajdı ve tabi ki yine joker yollamıştı. Mesajı umursamayıp sürücü koltuğuna bindikten sonra beklemeden hemen arabayı çalıştırıp havalimanına doğru yola çıktık.

Hava sıcak olduğu için hemen arabanın camlarını açıp bir de klimayı çalıştırdım. Serin hava içeri dolarken Faruk'a kısa bir bakış attım. Kafasını cama yaslamış yolu izliyordu. Kısa bir süre arabada sessizlik devam ederken sonunda Faruk konuştu. "Niye kimseyle vedalaşmadın Lalin." dedi.

Derin bir nefes aldım, gelmekte olan kavgaya hazır hale gelerek cevap verdim. "Vedalar bir daha gelmemek üzere olan kişiler yaptığı bir şeydir." dedim. Bana göre geri gelmek üzere giden insanların vedalaşmasını aşırı saçma buluyordum ben, sonuçta geri döneceksin neden vedalaşıyorsun ki yani?

"En azından hoş çakalın deseydin?" diye sitemkâr bir şekilde konuştu. Arabada bir süre sessizlik oldu. Faruk cevap vermemi bekledi ama ben aksine sessiz kalınca tekrardan sitemine devam etti. "Bu şekilde kimseyi siklememeye devam edersen yalnız kalacaksın Lalin." sesi sona doğru hafif yükselmişti.

"Zaten yalnız değil miyim?" dedim onun aksine sakin bir tonda.

"Sen mi yalnızsın?" deyip kahkaha attı. "Yanında İntikamcılar dışında Almira Hanım ve Ergün Bey var. Hatta Ergün beyin sana olan aşkı gözler önünde. Adam peşinde dört dolanıyor Lalin." konuşması bittiğinde dışarı fazla ses gitmesin diye camları kapattım.

"Benim yalnızlık tabirim somut bir şekilde değil, soyut bir şekilde" dediğimde anlamamıştı, bende devam ettim. "Yanında olmak var, yanında olmak var Faruk... Bir insanın peşinde aşık aşık gezmekle, bir insanın yanında durmakla ona destek olmuyorsun. O kişi bunu hissettiği zaman cidden onun yanında oluyorsun... Evet haklısın belki yanımda bir sürü kişi var okey ama kişinin çokluğu yalnız olmadığım anlamına gelmiyor. Ben ruhen yalnızım." diye cevap verdim. Faruk her dediğimi dikkatle dinledikten sonra güneş gözlüğünü çıkartıp bakışlarını bana çevirdi. Ben yola baksam da onun kırgın bakışları üzerimdeydi.

"Hiç sana aile gibi hissettiremedik demi?" diye sorduğunda sesi biraz öncekine göre sakin ve kırgındı.

"Bu sizinle alakalı bir sorun değil Faruk, bu tamamen benimle alakalı bir sorun."

Son dediğim karşısında ne Faruk cevap verdi ne de ben bir daha konuştum. Geri kalan yolu sessizlik ve birazda kırgınlıkla geçirdik. Faruk'un bana kırıldığının cidden farkındaydım ve haklıydı da. Tüm İntikamcılar bana aile olmaya çalışmıştı ama ben ısrarla kimseyi yanımda istememiş kendimi hep geri çekmiştim. Buda ister istemez onları kırıyordu. Faruk'un yüzüne bunları çarpmam onu ayriyeten kırmıştı farkındaydım. Ama yapacak bir şeyimde yoktu. Artık onların da benden bir beklentisi olsun gerçekten istemiyordum.

Sonunda havalimanına vardığımızda arabayı uygun bir yere park ettikten sonra arabadan indik. Bagajdan bavullarımızı çıkarırken Faruk benimle hiçbir şekilde göz teması kurmuyor aksine benden fazlasıyla uzak duruyordu Onun bu hali ilk defa olan bir şey değildi, aksine bana defalarca kez küsmüş ve ben çabalamadan benimle barışmıştı. Yine böyle olurdu...umarım. Bir gün küsüp de barışmayacak diye endişelenmiyor değildim.

Sonunda havalimanın içine girdiğimizde kişiye özel jetlerin olduğu havalimanını özel bölümüne ilerleyerek oraya girdik. Bizim dışımızda herkesin geldiğini görünce hızla yanlarına vardık. Arzu ve Ergün kenarda oturmuşlardı, Gece ise biraz uzaklarına. Herkesten en uzak olan kişi ise Eymen ve mükemmel ayısı Serkan'dı. Ben Faruk'u getirme işini çıkarınca fırsattan istifade Eymen Bey de korumasını getirmek istemişti ve herkes mecburen kabul etmişti. Fırsatçı iki dağ ayısı kenarda oturmuş milletten uzak bir şey konuşuyorlardı. İki dağ ayısı dışındakiler bizi gördükten sonra hemen yanımıza yaklaşmışlardı. "Geldiğinize göre gidebiliriz artık." dedi Ergün.

Başımı olumlu anlamda salladım. "Olur hadi." dedim.

"Hadi Eymen." diye diğer tarafa bağırınca Ergün benim de bakışlarım o yöne döndü. Dünkü olanlar aklıma gelince yüzümde oluşan arsız sırıtma ile Eymen'e baktığımda onun da zaten bakışları bendeydi. Ne düşündüğümü anlamış olacak ki onun da yüzünde küçük bir sırıtış belirdi.

"Tamam" dediğinde hala gözleri bendeydi. Herkes Almira Hanıma ait olan özel uçağa ilerlediğinde bende sonunda bakışlarımı Eymen'den uzaklaştırarak uçağa ilerledim. Herkes uçağa bindiğinde cam kenarındaki bir koltuğa oturdum. Yanıma Faruk ve Gece'de gelip oturdu. Tam karşımıza Arzu ve Ergün oturdu. Eymen ve Serkan ise çaprazdaki koltuklara oturduğunda sonunda uçak kalkış yapmak için hazırdı. Uçak havalandıktan kısa bir süre sonra iki dağ ayısı sessizce kendi işleri hakkında konuşurken biz hala sessizdik ta ki Faruk sessizliği bozana kadar.

"İlk göreve ne zaman başlayacağız." diye sordu Faruk.

"Bu gece." dedi Ergün.

"Neden bu kadar erken? Bir sonraki gece olmaz mı?" diye art arda soru yöneltti Faruk.

"Hemen işe koyulmamız lazım." diye cevapladı Ergün'ün yerine Arzu.

"Ama yorgun olmaz mıyız gittiğimizde? Dinlenelim bence."

"Dinlenecek beş dakikamız yok bizim. Hemen halletmemiz lazım." diye cevap verdi Ergün. Faruk daha fazla soru sormaya cesaret edemezken bu sefer soru soran ben oldum.

"Kimlikler hazır mı?" diye sordum.

"Evet her şey hazır. Geriye sadece plana başlamak kalıyor." dedi Ergün.

"Edward Adamsın kumarhanesi biraz garip ama." dedi Arzu kaşlarını çatarak.

"Nasıl?" diye soru yönelttim merakla.

Arzu'nun bakışları sorumu cevaplamak için bana döndü. "Şöyle ki Edward denen adam pek normal bir insan değil sanırım çünkü kumarhanesi kumarhaneden çok hayvanat bahçesi gibi" diye cevap verdi.

Şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. "O nasıl oluyor?"

"Yaptığım birkaç derin araştırmaya göre Edward Bey tam bir hayvan düşkünüymüş. Kumarhanesinin her yanında kafeste illaki bir yırtıcı hayvan oluyormuş."

Duyduklarım karşısında fazlaca şaşkındım ama sadece ben değil herkes bu adamın garip takıntısına fazlasıyla şaşırmıştı. Sonuçta görülmüş şey değildi, kim daha önce böyle bir şey yapmıştı ki. "Yırtıcı hayvansa kesin ayı da vardır o zaman" dediğimde göz ucuyla Serkan'a bakmıştım. Ayı dediğimi duyar duymaz sinirle bana dönünce kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ondan yokmuş." yaptığım kinayeyi anlamayan Arzu ciddi ciddi cevap vermişti.

"O zaman biz hediye ederiz. Sonuçta var yanımızda bir tane " dediğimde Serkan sinirle bir nefes aldı ve ben hala kahkaha atmamak için kendime direniyordum.

"Bana bak yuvarlak şapkalı kadın artık benimle uğraşma." dedi dişlerini sıkarak.

Yüzüme şaşkın bir ifade koyup bakışlarımı ona çevirdim. "Aaa Serkancığım ben sana ne dedim ki şimdi? Biz ayı ile ilgili konuşuyorduk."

"Ayı derken bana laf attığının farkındayım ben" dedi. Sinirden kıpkırmızı olmuştu.

"Bak günahımı alıyorsun ama şu an. Ben hayvan olan ayıdan bahsediyordum niye üstüne alındın ki?"

"Bana dedin çünkü."

"Yoo ben sadece soru sordum sütüne alındıysan bu senin sorunun" dedim sanki daha yeni onu sinir etmek için laf sokmamış gibi.

"Bence ikimizde bana laf soktuğunun gayet farkındayız." dedi kaşlarını daha çok çatarak.

Arkama yaslanarak kollarımı birbirine doladım. "Yo" dedim kısaca.

"Lan fötr şapkalı artist deli etme beni." diye çıkıştığında kahkaha atmamak için kendimi deli gibi sıkıyordum.

"Bir kadına Lan diye konuşamazsın." diye beni koruduğunda Arzu bakışlarım ona çevrildi. O benim kahkaha atmak üzere olan halimin aksine solgundu. Sanırım dünkü olay hali onun fazlasıyla canını sıkıyordu. Onun bu solgun halinden dolayı Eymen'e fazlasıyla sinirlensem de araya karışmak istemiyordum. En iyisi susmaktı.

"Yav Arzu napayım bana ayı deyip duruyor." dedi küçük bir çocuk nidasıyla. Sanki üç yaşındaki bir çocuk beni annesine şikâyet ediyordu.

"Ne olursa olsun yine de bir kadına karşı böyle konuşman hoş değil." diye Arzu beni korumaya devam ettiğinde istemsizce ona karşı içimde bir sempati oluşuyordu.

Serkan'a bakmak için kafamı çevirdiğim sırada gözüme Faruk takılmıştı. Ona döndüğümde hayran hayran Arzu'ya baktığını gördüm. Faruk'un daha önce bir kadını geçtim bir insana bu kadar hayran ve bu kadar yumuşak baktığını görmemiştim. Buna sevgili patronu Ergün'de dahildi. Öyle bakıyordu ki ilk görüşte aşk klişesi olduğunu zannettim bir an. Ama aşk olmasa bile bir hayranlık vardı gözlerinde. Bakışlarımı Arzu'ya çevirdiğimde o Faruk'un aksine camdan dışarı hüzünlü gözlerle bakıyordu. Tekrar Faruk'a döndüğümde koluna hafifçe dokundum. İrkilerek bakışlarını bana çevirdiğinde hayran bakışları bir anda yok oldu. "Ne oldu Lalin?" diye sordu büyünün etkisinden çıkmış gibi.

"Hayırdır?" dediğimde ne dediğimi anlamamıştı.

"Ne hayırdır?" diye sordu anlamaz bakışlarla.

"Arzu'ya olan bakışların." dedim sesimi daha çok kısarak.

Bakışlarını kaçırdı. "Ne varmış bakışlarım da?"

"Küçük bir hayranlık gibi." dedim ağzını yoklamaya çalışarak.

"Ne alakası var ya." dedi tedirginlikle ve devam etti. "Sadece bu şekilde bir kadını savunması ve bunu kolayca dile getirmesi hoşuma gitti. Şu zamanda kimse kadınları bu kadar açıkça korumuyor bu kişi hemcinsi olsa bile. Arzu bu şekilde sen istemediğin halde Serkan'a açık bir dille konuşmasına dikkat etmesini söylemesi çok hoşuma gitti." dedi. Faruk haklıydı. Arzu benim cevap bile vermeme izin vermeden beni koruması fazlasıyla takdire şayandı. Benim tabi ki korunmaya asla ihtiyacım yoktu ama bir kadının diğer kadını koruması hoştu. Ve Arzu sanırım bu sayede Faruk'un ilgisini çekmişti.

"Güzel kız ve hoş." dedim.

Faruk'un bakışları kısa bir süre Arzu'ya çevrildiğinde "Sanırım öyle." dedi bakışlarını çekmeden.

Şaşkınlıkla Faruk'a baktığımda bir insanın bir kelime ile nasıl etkilenebildiğini anlamıyordum. İlk geldiğimiz sıralar bir şey yokken bir anda edilen iki kelime ile nasıl etkilenilebiliyordu. Sanırım sözler işte bu kadar önemliydi insanlar için. Bir söz söylersin bir insanın kalbinde yer edersin, başka bir söz edersin bir insanın kalbinden sonsuza dek silinirsin. Sanırım bu sözlerin sihriydi.

Anlamsızca gülümsüyordum. Nedenini bilmiyordum ama bir an Faruk ve Arzu'yu yan yana hayal edince istemsizce hoşuma gitmişti. Ama arkasından Arzu'nun Eymen'e âşık olduğu aklıma gelince gülümsemem gitmişti. Eğer Faruk ciddi anlamda Arzu'ya âşık olursa canı fazlasıyla yanardı. Aklıma gelen bin bir tane senaryoyu aklımdan atmaya çalışırken neden bilmiyorum ama bakışlarım Eymen'e çevrildi. Göz hizama giren Yeşil bir çift yeşil gözle tüylerim diken diken olmuştu. Oda bana bakıyordu. Ne kadar süredir bakıyordu bilmiyorum ama yüzü fazlasıyla ifadesiz ve soğuktu. Her zamanki gibi. Aklımdaki düşünceler kaybolduğunda bu yeşil gözler beynime kadar işliyor gibiydi. Anlamsız ve fazlasıyla saçmaydı ama öyle hissediyordum.

Bakışlarımı daha fazla ondan tutmak istemeyerek cam tarafına çevirdim. Başımı koltuğa yasladığımda nedensizce huzursuzluk tüm vücudumu etki altına alıyordu. Gözlerimi kapattığımda gözümün önüne gelen anne ve babamın yüzleri ile elimi sımsıkı yumruk yaptım. Çok özledim anne...çok özledim baba...çok özledim kardeşim...

Gözümün önüne gelen ailemin yüzleri ile kendimi derin olan uykunun kollarına yine bıraktım. Rüyamda ailemi görmek ümidi ile yine uykuya daldım.

*** 

Her yer çok karanlıktı. Üzerimde simsiyah bir elbise vardı, ayaklarım ise çıplaktı. Uzun bir koridor vardı önümde. Ne kadar ilerlesem de bitmiyordu, sonsuz gibiydi. Koridorda ilerlediğim sırada bir kapının ardından annemin sesine benzer bir ses geldiğinde durdum. Yıllar sonra annemin sesini duymak kalbimi deli gibi attırırken tüm vücudum titremişti. Annemin sesinin arkasından babamın sesi de kulaklarıma vardığında kalbim özlemle duracak kadar hızlı attı. Yanaklarıma akın eden yaşlarla odaya bir adım attım. Elimi kapı koluna attığım sırada erkek kardeşimin cıvıltılı sesi kulaklarıma doldu. Kardeşimin dediği birkaç şeyden sonra anne ve babamın attığı kahkaha ile içimde harıl harıl bir yangın başladı. Elimi göğsüme koyup deli gibi atan kalbimi sakinleştirmek adına ovuşturdum göğsümü. Ailem sesi dışında kulağıma ulan son bir sesle tüm vücudumdaki yangın bitmişti onun yerine buz kesmiştim. O tanıdık ses bir kez daha konuştuğunda olduğum yere kitlenmiştim.

O sesi o kadar özlemiştim ki ailem kadar o sese de hasret kalmıştım.

10 yıl önce kaybettiğim sese...

İçimde sakladığım o cıvıltılı sese...

Kendi sesime...

Öyle bir anne ve baba diyordu ki sesi cıvıl cıvıl, hayat doluydu. Her konuştuğunda kalbime bir hançer iniyor gibiydi. İçimde sakladığım o küçük kız çocuğunun sesi beni delip geçiyordu. Ben o an anladım ki ben kendimi bile özlemiştim.

Kapı kolunu indirip odaya yavaşça girdiğimde oradalardı...en büyük kayıplarım tam karşımda durmuş mutlu mesut ileride duruyorlardı. Annem, babam, kardeşim ve ben...

Küçük kız. Asla küçük Lalin değildi. O Lalin isminin yanına getirilemeyeceği kadar saf ve masumdu. Lalin kanlıydı ama o tertemizdi. O bendim...bir zamanlar.

Onlara bir adım atıp yaklaştığımda bir anda annem, babam ve kardeşim yok olduğunda geriye sadece o kalmıştı. Etrafa bakarak onları aradığımda yok olmuşlardı. O kalkıp benim yanıma yaklaştığında benim aksime saf ve masumluğun rengi olan beyazı giymişti. Ben ise lekenin ve acımasızlığın rengi olan siyahı. İşte aramızdaki en büyük farkta buydu. O masumdu ben ise değildim.

Bir zamanlar daha parlak olan ela gözlerimle ban yaklaştığında biraz öncekinin üzerine gülümsemiyordu. Aksine ifadesiz bakıyordu. "Ne yaptın bana?" dediğinde bu soruyu o kadar beklemiyordum ki ondan deprem olmuş gibi sarsılmıştım. Verecek hiç cevabım yoktu. O kısa bir süre gözlerime baktıktan sonra kıyafetlerime baktı ve hemen sonra gözleri gözlerimi buldu. "Sen artık beyaz değil siyahsın." dediğinde kalbime inen son hançerle daha fazla ayakta duramayarak yere çöktüm. Başımı yere eğdiğimde göz yaşlarıma engel olamadım, dudaklarımdan kaçan bir hıçkırık zehir gibi dudaklarımdan çıkıyordu.

"Ben istemedim." dedim titreyen sesimle. Normalde asla çaresiz olmayan Lalin şu an o kadar çaresizdi ki. Kendisi ile yüzleşmeye asla ama asla hazır değildi.

Başımın üzerinde hissettiğim elle başımı kaldırıp yaşlı gözlerimle ona baktım. Bana artık ifadesiz değil aksine şefkatle bakıyordu. "Senin suçun değil ki. Suç seni buna zorlayanlarda." dedi. Hiç beklemediğim bir sırada boynuma sarıldığında bende beklemeden ona sarıldım. "Bir gün sende bembeyaz olacaksın sakın korkma." dediğinde bu ihtimal o kadar uzak geliyordu ki imkânsız gibiydi. Ama bir yandan da bunu deli gibi istiyordum. Umutla doldu içim.

"Çok istiyorum." dedim, hala sesim titriyordu.

"Söz." dediğinde bu onun sesini son duyuşumdu.

Sonra her yer tekrardan simsiyah oldu ve kolumda bir el hissettim.

Gözlerimi yavaşça araladığımda bir çift yeşil göz görmeyi hiç beklemiyordum. Uçağın içinde birkaç tane mum yanıyordu sadece. Cama baktığımda havanın kapkaranlık olduğunu görünce yine bakışlarımı yeşil gözlerin sahibine çevirdim. Bana normalin aksine ifadesizce değil endişeyle bakıyordu. "İyi misin?" diye sordu.

"Ne oldu?" diye sordum endişeli yüzüne anlam veremezken içimde hala biraz önceki rüyanın vermiş olduğu yangın vardı.

"Ağlıyordun rüyanda." dedi.

Hala alev alev yanan kalbimle elimi yüzüme götürdüğümde tüm yüzümün ıslak olduğunu fark ettim. "İyiyim" diyebildim sadece. Bana hala endişeyle baktığında onun karşısında ağladığım için kendime lanet okudum. Lalin asla kimsenin karşısında ağlayamazdı. Bakışlarımı diğer koltuklarda gezdirdiğimde Eymen hala bana bakıyordu. "Diğerleri nerede?" diye sordum.

"Herkes uçaktaki odalarına geçti... bende burada çalışıyordum sonra hıçkırık sesini duyduğumda yanına geldim ağlıyordun. Uzun süre uyandırmaya çalıştım ama sonunda uyandın." dedi. Bu rüya beni o kadar çok yıkmıştı ki sadece rüyada değil normalde bile ağlamıştım.

"Keşke beni de uyandırsalardı." dedim.

"Herkes uyandırmaya çalıştı ama o kadar derin uykudaydın ki uyanmadın." dedi.

Başımı olumlu anlamda salladığımda bana hala endişeyle bakıyordu. "Bana şöyle bakmayı kes gayet iyiyim ben." dedim sertçe.

"Değilsin." dediğinde sinirli bakışlarımı ona çevirdiğimde cesurca bakıyordu bana.

"Değilsem de değilim sanane." dedim sinirle.

"Evet banane ama o kadar duygusal çöküştesin ki daha ne kadar ilerleyebilirsin bilmiyorum." dedi sakince.

"Ben bu on yılda sürünerek de olsa ilerledim Karaoğlu bu yüzden benim için endişelenme." sesimde öyle bir öfke vardı ki o katillerin hıncını Eymen'den çıkarmak istiyordum o an.

"Endişelenmiyor zaten Lalin...çünkü sen fazlasıyla güçlü bir kadınsın." dediğinde normalde olmadığından fazla samimiydi.

Oturduğum koltuk bile rahatsız etmeye başlayınca ayağa kalktım. "Ben nerede uyuyacağım." diye sordum konuyu kapatmak isteyerek.

"Uçakta çok oda olmadığı için herkes ikişerli uyuyacak. Sen Arzu ile uçağa bindiğimiz kısmın çaprazındaki odada uyuyacaksın." dediğinde daha bir şey demeyerek tarif edilen odaya ilerleyip girdim. Arzu uyuyordu. İçimdeki dinmek bilmeyen yangının acısıyla valizimi sertçe açarak üzerime rahat bir şeyler geçirdim. Çift kişilik yatağa, Arzu'nun yanına uzandığımda yorganı üzerime çekip bakışlarımı camın diğer tarafındaki bulutlara çevirdim.

Öyle bir yanıyordum ki harıl harıl. Her yeni gün, her yeni saatler sanki o ateşi daha çok harlıyor gibiydi. Ben bir zamanlar beyazdım...bembeyazdım.

Ama şimdi simsiyahtım...kapkara.

Bembeyaz olmak istiyordum artık çünkü o küçük kız çocuğu bana olacaksın diyerek söz vermişti. Bende bir gün belki de siyahlarımdan kurtularak bembeyaz olacaktım. Ne zaman olurdu bilmiyorum ama en kısa sürede olması dileğiyle.

Bu sefer gözlerimi bembeyaz olmak umuduyla kapattım. Uyku beni kolları arasına aldığında istediğimin aksine rüyam Lalin kadar siyahtı...

 

Loading...
0%