Yeni Üyelik
12.
Bölüm
@kayip_balik_nemo

Helikopter.

Kurtulacaktık...

Sevinçten adeta bağırırken hemen pencereye koştuk. Camı açıp bağırmaya başladık.

"Burdayıız! Yardım edin burdayııızzz!"

"Bizi gördüklerini sanmıyorum." dedi abim.

Bence de görmüyorlardı çünkü uzaklaşmaya başlamışlardı. Bizi görmeleri için ne yapabilirdik bilmiyordum. İşaret fişeğimiz yok ki.

Çatı...

"Çatıya çıkmalıyız!" diye bağırarak kapıya doğru koştum. Lap diye kapıyı açtığımda zombileri unutmuştum. Zombiler içeri girmeye başladığında hemen yerden demirimi aldım ve diğerleri de yardım etmek için yanıma geldi.

Çok fazla zombi yoktu o yüzden birkaç dakikaya hepsi bitmişti. Hâlâ cebimde olan makası kendini koruması için Burak'a verdim. Elimden korkarak almıştı. Sanırım zombileri öldürmekten korkuyordu.

Hemen merdivenlerden son sürat çıkmaya başladık. Helikopterin sesi hâlâ yakındaydı. Henüz gitmemişti. Önümüze çıkan zombileri öldürerek koşarak ilerliyorduk. Son kata geldiğimizde koridorun orta yerine gidip oradaki çatıya çıkan merdivenden çıkmaya başladık.

Yaklaşık kırk tane zombi arkamızdaydı ama bu pek de umurumuzda değildi. Merdivenlerin sonuna geldiğimizde bizi büyük koyu yeşil bir kapı karşıladı. Ve kapının kilidini kırmaya çalışan biri erkek biri kız iki kişi.

Bu kişileri ilk defa görmüştüm. Onlar da bizi gördüklerinde şaşırmışlardı. Sanırım onlar da helikopteri görmüştü ve kurtulmaya çalışıyorlardı.

Erkek olan elindeki ingiliz anahtarıyla kilidi kırmaya çalışıyordu. Diğerleri arkamızda zombilerle uğraşırken hemen koşup kendi elimdeki demirle kilide vurmaya başladım. Birkaç denemenin ardından hâlâ başaramadığımda arkamı döndüm ve "Yekta! Buraya gelip yardım et!" diye bağırdım.

Yekta arkasını dönüp bana baktı ve önündeki zombiyi öldürdüğünde hemen yanıma koştu. O da kendi demiriyle kilide vurmaya başladı.

Yaklaşık on kere vurduktan sonra sonunda başarmıştık. Kapıyı sonuna kadar açtık. Hemen çatıya çıktığımda gözlerim helikopteri aramaya başladı.

Diğerleri de arkamdan çatıya çıktığında demir kapının kapanma sesini duydum. Helikopteri gördüğümde ellerimi havaya kaldırıp sallayarak bağırmaya başladım.

"BURDAYIZ! YARDIM EDİN! BURDAYIIZZ!"

diğerleri de bana katıldı ve hep bir ağızdan bağırmaya başladık.

"BURDAYIIZZ!"

"BİZİ DE ALIIN!"

"YARDIM EDİİN!"

Birkaç dakika bağırmanın ardından helikopter görüş açımızdan çıkmıştı.

Kurtulamayacaktık...

"Hayır..." diye fısıldayıp dizlerimin üzerine çöktüm.

"Hayır!" diye bağırdım ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Birinin hemen yanıma benim gibi dizlerinin üzerine çöktüğünü gördüğümde burnuma gelen vanilya kokusundan bu kişinin Yekta olduğunu anladım.

Aniden yüzümü ellerinin arasına aldığında gözlerinin dolduğunu gördüm. Naptığını anlamadan hâlâ ağlayarak ona bakarken "Ağlama..." dedi. "Sen ağlayınca ben de ağlamak istiyorum. Benim içim gidiyor."

Söylediği cümlelerle kalbim hızlanırken neden böyle olduğunu anlamamıştım. Hâlâ yüzümü tutarken beklemediğim bir anda beni kendine çekti ve sarıldı. Şaşkınlıkla kalakalırken kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atıyordu.

Benden ayrıldı ve tekrar yüzümü tuttu.

"Helikopter kurtaramadıysa bizi, ben hepimizi burdan çıkarmanın bir yolunu bulucam."

Gözlerime içtenlikle baktı ve "Güven bana." dedi.

Güven veren sesiyle ağlamam durduğunda şaşkınlıktan dilimi yutacaktım.

Şu an kurtulacağımıza, helikopteri gördüğüm ilk an gibi inanıyordum. Ona neden bu kadar güvendiğimi anlamamıştım.

                                                    ***

Dizlerimi kendime çekmiş oturuyordum. Helikopteri kaçırmamızın ardından birkaç saat geçmişti. Saat gece yarısı falandı. Çantalarımız sınıfta kalmıştı ve yiyecek hiçbir şeyimiz yoktu. Sadece çatıya çıkarken Burak'ın yanına aldığı bir su şişesi vardı.

Başkalarının ağzından bir şey yiyip içmekten nefret ederdim. Eğer çok çaresiz kalırsam içecektim. Zaten şu anda suya ihtiyacım yoktu.

Çatıya çıkarken karşılaştığımız iki kişiyle tanışmıştık. Kız olanın adı Asya, erkek olanın adı ise Tuna'ydı.

Şehrin elektriklerinin kesik olduğu için ay ışığından başka hiç ışık yoktu. Bu şehirde gökyüzündeki yıldızları ilk defa bu kadar net görüyordum.

Ben hariç herkes uyuyordu. Uykuyu çok severdim ama şu an o kadar mutsuzdum ki hiç uykum yoktu. Yavaşça ayağa kalktım ve çatının kenarına doğru ilerledim. En kenara geldiğimde oturdum ve ayaklarımı metrelerce yükseklikten sarkıttım.

Çoğu insanın aksine yüksekten korkmazdım. Aşağı bakarken başım dönmezdi, midem bulanmazdı.

Gökyüzündeki yıldızları seyre dalarken arkamdan esen rüzgarla beraber burnuma vanilya kokusu doldu. Yekta hemen yanıma oturup benim gibi ayaklarını boşluğa sarkıttı.

"Uyuduğunu sanıyordum." dedim ona dönmeden.

"Uyumayı çok seven bir insan değilim."

"Senin aksine ben çok severim."

"O zaman neden uyanıksın?"

Sessiz kaldım.

Yanımda derin nefes alan sesini duydum. Stresten boşluktaki ayaklarımı ileri geri sallamaya başladım.

Bir dakika ben neden stres olmuştum ki şimdi?

İç sesimi susturmak için rastgele bir konu seçip soru sordum.

"Burak'a sınıfta neden öyle bakıyordun?"

Bu sorumla bana döndü ve birkaç saniye yüzüme öylece baktı. Sanki bir şey anlamaya çalışıyordu. Tekrar önüne döndü.

"Hâlâ anlamadın mı?" diye sordu.

Neyden bahsettiğini anlamamıştım.

"Neyi?"

Derin bir nefes alıp "Boş ver." dedi.

Bu çocuk bugün çok tuhaftı. Dün böyle değildi bu, noldu buna birden be?

"Ne düşünüyordun yarım saattir?" diye sordu bana.

"Geçmişi."

"Ne kadar geçmişi?"

"Küçüklüğümü. Annemin ve babamın yaşadığı zamanları."

Birkaç saniye soru sormadı. Sorarsam üzüleceğimi düşünüyordu ama hayır. Ben olanları çoktan atlatmıştım.

"Onlara..." dedi. "ne oldu?"

"Öldüler. Trafik kazasında. Ben yedi yaşındayken."

"Çok üzüldüm. Ben... Bilmiyordum."

Birkaç dakika hiç konuşmadık.

"Sen?" diye sordum.

"Ne ben?"

"Ailen yaşıyor mu?"

"Bilmiyorum."

"Öyle değil. Yani bu zombi salgını olmadan önce yaşıyorlar mıydı?"

"Bilmiyorum." diyen cevabıyla afalladım.

"Nasıl yani?"

"Babam pisliğin tekiymiş." diyerek söze başladı.

"Her gün annemi dövüyormuş. O zamanlarda annem bana hamileymiş bir de. Sonra babam bir çıkmış dışarı bir daha gelmemiş. Annem de beni doğurduktan sonra sokağa bırakıp gitmiş."

Boğazımda oluşan yumrudan dolayı yutkunamadığımda duyduklarımı idrak etmeye çalışıyordum. Yekta'dan kesinlikle böyle bir geçmiş beklemiyordum. Gözlerim dolarken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

Bana baktığında gözlerimin dolduğunu gördü ve kaşlarını çattı.

"Derin ben sana bunları ağlaman için anlatmadım. Artık benim umurumda değil zaten, ne yaşandıysa yaşanmış geçmişte."

"Peki sen bunları nereden öğrendin?" diye sordum.

"15 yaşındayken araştırıp yaşadığım mahalleyi öğrendim. Sadece fakirlerin yaşadığı küçük, eski bir mahalleydi." dedi ve devam etti. "Orada yaşayan insanlara sordum."

Bu son iki günde yaşadığım adrenalin, korku, endişe ve üzüntünün üzerine bir de bu eklenince birden hıçkırarak ağlamaya başladım. Psikolojim çok pis bozulmuştu. Böcek ölse ağlardım şu an.

Yekta hemen bana döndü ve elini kaldırıp gözyaşlarımı silmeye başladı.

"Derin..." dedi. "Nolur ağlama."

"Yekta. Ben... Böyle bir şey beklemiyordum. Çok üzgünüm, hiç sormamalıydım." dedim.

"Hayır sakın kendini suçlama. Benim umurumda bile değil artık zaten." dedikten sonra birkaç dakika daha orda oturmaya devam ettik. En sonunda oturmaktan sıkıldığımda ayağa kalktım ve "Ay yeter bu kadar duygusallık. Ağla ağla gözümde yaş kalmadı bu ne be!?" dedim.

Yekta da bana gülerek ayağa kalktığında tam ileriye doğru bir adım atmıştım ki ayağım kaydı ve kendimi metrelerce boşluğa doğru sırtüstü düşerken buldum.

Loading...
0%