Yeni Üyelik
17.
Bölüm
@kayip_balik_nemo

"Merhaba." dedi kadın. "Bizi kurtardığınız için çok teşekkür ederiz, ben Begüm."

 

Elini tutan küçük kızı gösterdi. "Bu da kızım Ayza."

 

"Merhaba ben Derin." dedim gülümseyerek. Ardından diğerleri de kendini tanıttı.

 

"Kuzey."

 

"Yekta."

 

"Asya."

 

"Burak."

 

"Tuna."

 

"Memnun oldum." dedi kadın gülümseyerek. "Buraya yiyecek bir şeyler ve temiz kıyafetler almaya gelmiştik ama zombiler etrafımızı sarınca kabine girip saklandık. Siz olmasaydınız az kalsın kapıyı kıracaklardı."

 

"Buraya yaklaşık bir saatlik uzaklıkta bir yerde insanlar toplanmış. Oraya gitmeye çalışıyoruz, isterseniz siz de bizimle gelin abla." dedim.

 

Begüm abla gözlerine doğan umutla hâlâ annesinin arkasına saklanan Ayza'ya baktı. Gözleri nemliydi. Ağlamıştı.

 

"Tamam gelicez." dedi.

 

Etrafıma baktım. Her yer kıyafet doluydu. Çoğu kanlıydı ama temiz olanlar da vardı. Sonra kendi üstüme baktım. Siyah sweatshirtim kan ve kir içindeydi.

 

Kıyafet reyonlarının arasında gezerken bedenime uygun kalın giysiler arıyordum. Diğerleri de benim gibi aramaya başladılarında sonunda bir reyon buldum.

 

Aralarından birkaç kıyafet alıp kabinlere doğru ilerledim. Kabinde giyindikten sonra gözüme montlar çarptı. Kendi montumu okulda bırakmıştım ve hava çok soğuktu.

 

Siyah bir mont seçip üzerime geçirdiğimde diğerleri de işini bitirmişti.

 

Begüm ablanın yanına doğru ilerledim. Ayza sonunda annesinin arkasından çıkmıştı. Küçük kızın önünde diz çöküp konuştum.

 

"Merhaba fıstık. Kaç yaşındasın sen?"

 

"Beş." dedi. Yaşı çok küçüktü. Bu yaşta yaşadığı şeyler kaldıramayacağı kadar büyüktü.

 

Yanağından makas alıp doğruldum. Diğerlerine baktım ve "Hadi artık gidelim." dedim. Sonra Begüm ablaya döndüm.

 

"Bizde yiyecek bir şeyler var. İsterseniz verelim." dedim.

 

"Tabii, çok iyi olur." dedi. Abimden çantayı alıp içinden birkaç şey ve bir şişe su çıkarttım. Begüm ablaya elimdekileri uzattığımda gülümseyerek aldı.

 

Yavaşça yürümeye başladık ve merdivenlerden inip alışveriş merkezinin dışına çıktık. Etrafa zombiler toplanmıştı. Herhalde buraya gelirken bizi görmüş ve takip etmişlerdi.

 

Begüm abla Ayza'yı kucağına alırken demirimi çıkarıp önümdeki zombiyi öldürdüm. Pek fazla yoktu. En fazla on beş taneydi.

 

Diğerleri de öldürmeye başladığında kısa sürede tüm zombiler bitti. Yürümeye devam ederken cebimden telefonu çıkarıp haritayı açtım. Buraya gelmeden önceki yola geri döndük ve tekrar gitmemiz gereken yola devam ettik.

 

Yarım saat yürümenin ardından kulaklarımıza çok fazla zombi sesi gelmeye başladı. Yakından geliyordu. Seslerinden ne kadar fazla oldukları anlaşılıyordu.

 

Biraz daha yürüdük ve karşımıza resmen zombi ordusu çıktı. Hepsi bir tarafa doğru yavaşça yürürken aralarından bazıları koşuyordu. Hemen ağaçların arkasına saklandık. Bizi görürlerse peşimizi asla bırakmazlardı. Koşarak kurtulabilirdik onlardan ama eğer peşimize takılırlarsa güvenli bölgeye gidemezdik.

 

Yüzlerce zombi tek bir tarafa doğru ilerlerken biz sadece hepsinin bitmesini bekliyorduk ama bitecek gibi değillerdi. O kadar fazla vardı ki ilk defa bu kadar zombiyi bir arada görüyordum.

 

"Napıcaz ya bitmiyo bunlar?!" dedim.

 

"Beklemekten başka çaremiz yok." diye bana cevap verdi Yekta.

 

"Neredeyse hava kararacak." diyip batmak üzere olan güneşi gösterdi Asya. "Daha fazla beklersek karanlıkta yolumuzu bulmamız çok zor olur."

 

"Sabahı bekleyelim o zaman." dedi abim. "Bu böyle olmayacak çünkü. Bitseler bile bunlar bitene kadar hava kararır. Yarına kadar mola verelim."

 

Başımızı sallayıp geldiğimiz yere dönüp bir süre ilerledik ve zombilerin bizi görmeyeceği bir yere geldiğimizden emin olunca durduk. Hepimiz yere oturup soluklanmaya başlarken hava kararmıştı.

 

Havanın kararmasıyla daha da soğuyan hava yüzünden üşümeye başlamıştık. Ellerimi birbirine sürtüp ısınmaya çalışırken abim "Ateş yakmalıyız." dedi. "Yoksa soğuktan ölücez."

 

Ona hak verdim ve "Nasıl yakıcaz?" diye sordum. Herkes birbirine baktı.

 

Burak bir anda ayağa kalkıp yerlerden küçük dallar ve çalılar toplamaya başladı. Ardından topladıklarını ortamıza koydu ve tıpkı filmlerdeki gibi bir dalı yere dik bir şekilde yerleştirerek avuç içleriyle hızlıca döndürmeye başladı.

 

Birkaç dakika uğraşın ardından başaramayınca diz çökerek durduğu yere kendini bıraktı ve tamamen oturdu.

 

"Bu ne kadar zor bir şeymiş be! Filmlerde böyle olmuyor ama." dediğinde hepimiz gülmeye başladık. Tek gülmeyen kişi Yekta'ydı.

 

O anda aklıma gelen şeyle elimle alnıma vurdum. Cebimden okulda çantanın içinde bulduğum çakmağı çıkarıp Burak'ın yanına ilerledim ve yere yığdığı dalların önünde diz çöktüm.

 

Herkes şaşkınca bir elimdeki çakmağa bir bana bakarken gülmeye başladım. Abim şaşkınlıkla "Derin? Sen sigara mı içiyorsun?" diye sorunca bir kahkaha attım. Ateşi yaktıktan sonra ona döndüm.

 

"Hayır tabii ki. Okulda bir çantanın içinden çıktı."

 

Abim rahat bir nefes verdiğinde herkes ateşin etrafına toplandı. Burak bana dönüp "Daha önce niye söylemedin? Parmaklarım hâlâ acıyor." dedi.

 

"Aklıma gelmedi, üzgünüm." dediğimde Yekta kaşlarını çatmış bizi izliyordu.

 

​​Bu çocuğun derdi ne?!

 

Ateş gitgide büyüdüğünde buz gibi soğuğun ardından hissettiğim sıcaklıkla mayışmaya başladım. Abim de yanımda esnediğinde onu gördüklerinde herkes esnemeye başladı.

 

Esnemek gerçekten de bulaşıcıydı.

 

Gözlerimi kapatıp yerde kıvrıldığımda uyumak üzereydim.

 

İnşallah biz uyurken zombiler gelip bizi yemezdi...

 

Loading...
0%