Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@kayip_balik_nemo

"Sevgilim olur musun?"

 

Bu noktada zaman benim için durmuştu.

 

Sevgilim olur musun?

 

Sevgilim olur musun?

 

Sevgilim olur musun?

 

Yekta'nın kurduğu cümle defalarca ve art arda kulaklarımda yankılanırken herhangi bir cevap veremiyordum. Hareket dahi edemiyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki bir an gerçekten göğüs kafesimi parçalayıp çıkacak sandım.

 

Yekta donmuş yüzüme ve açık kalmış ağzıma bakarken kendini tutamayıp güldü. Onun çok sevdiğim gülüşüyle kendime geldiğimde hiç düşünmeden cevap verdim.

 

"Olurum."

 

Dudaklarımdan çıkan tek kelime ve tek cümleyle şoka uğradığımda ne dediğimin yeni farkına vardım. Hâlâ açık olan ağzımı yavaşça kapatıp olanları sindirmem için kendime süre tanıdım.

 

"Ne dedin ne dedin?" diye sordu kulaklarına inanamayarak.

 

"Ben ne dediğimi biliyor muyum be?"

 

Hiç beklemediğim bir anda bana sarıldığında onu ittirdim ve hızlıca konuştum.

 

"Höst be napıyosun?!"

 

"Neden? Sevgili değil miyiz?"

 

"Öyle miyiz?"

 

"Olurum dedin ya."

 

"Öyle mi demişim?"

 

"Öyle dedin."

 

"Oha sevgiliyiz." diyerek bu sefer ben ona sarıldığımda hiç düşünmeden hızla kollarını belime sardı. O şekilde yattığımızda Yekta yorganı üzerimize çekti.

 

Artık huzurla uyuyabilirdim...

 

                                                      ***

 

Yavaşça gözlerimi açtığımda beni izleyen bir çift ela gözle karşılaştım. Korkarak geri çekildiğimde Yekta'nın yanımda ne aradığını sorguluyordum.

 

"Lan sen burada ne yapıyorsun?!" diye hafif yüksek sesle konuştum.

 

"Hatırlamıyor musun?" diye sordu.

 

"Neyi?"

 

"Geceyi."

 

Bu geceyi biraz düşündükten sonra Yekta'yla yaşadığımız şeyleri hatırlayınca yanaklarımın kızardığını hissettim. Bakışlarımı ondan uzaklaştırıp çadırın lacivert kumaşına bakmaya başladığımda güldüğünü duydum.

 

Hemen ona dönüp "Kimse bilmeyecek!" dedim. "Özellikle abim öğrenirse hiç iyi şeyler olmaz o yüzden çeneni kapalı tutacaksın!"

 

"Tamam, sakin ol kimse bilmeyecek."

 

"Tamam, sakinim kimse bilmeyecek." dediğimde aniden açılan çadırın kapısıyla bakışlarımızı oraya çevirdik

 

Karşımızda şaşkınlıktan kocaman olan gözleriyle Asya duruyordu.

 

Hay benim şom ağzıma...

 

"Şeyy ben yanlış bir zamanda gelmişim sanırım. Pardon. Çok özür dilerim ben gidiyorum. Size iyi sabahlar." diyen Asya'ya ağzım açık bakarken Asya hemen çadırın önünden uzaklaştı.

 

"Sen hemen çadırına dön kimse görmesin." dedim Yekta'ya

 

Hızla üzerimdeki yorganı kenara itip kalktım ve çadırdan çıktım. Biraz ileride çadırına girmek üzere olan Asya'ya doğru seslendim.

 

"Asya!"

 

Bana döndü ve ardından çadırına girdi. Hemen koşup çadırının önüne geldim ve ben de içeri girdim.

 

"Asya bir dur anlatıyım ya!"

 

"Ne zaman sevgili oldunuz?" diye aniden sorunca afalladım.

 

"Dün gece sen gittikten bir iki saat sonra." dedim.

 

"Nasıl oldu?" diye sordu bu sefer.

 

"Ne bilim kızım işte yaa. Uyurken ses geldi kalktım bi baktım çadırımda Yekta!"

 

"Oha!"

 

"He valla! Sonra dedim 'ne işin var burda sapık'. O da dedi ki 'sana bir şey sormaya geldim'."

 

"Sormak için sabahı bekleyememiş mi?"

 

"Bekleyememiş herhalde, ben de aynı şeyi düşünmüştüm."

 

"Eee sonra noldu?"

 

"Sonra ben de 'sor' dedim. O da dedi ki 'sevgilim olur musun'."

 

"Ay bayılacam galiba!"

 

"Niye bayılıyon kızım alt tarafı bir soru işte. Neyse ben de 'olurum' dedim öyle işte."

 

"Başkası bilmiyor değil mi bunu?"

 

"Yok be kim bilecek? Sen de sakın kimseye söyleme he."

 

"Tamam, söylemem tabii ki." dedi.

 

"Sen neden gelmiştin çadırıma?" diye sordum.

 

"Sıkıldım burada, seni uyandıracaktım biraz dolaşırız diye."

 

"Tamam hadi dolaşalım." dedim ve beraber çadırdan çıktık.

 

Saat sabahın 11'iydi ve yemekler 12'de dağıtılmaya başlanıyordu. Asya'yla biraz dolaşarak zaman geçirmeye çalışıyorduk.

 

Her tarafta sırayla dizilmiş çadırlar vardı. Burası fazla büyük bir yer değildi ve çadırların olduğu yerler dışında yürüyecek çok az ve küçük boş alan vardı.

 

Buraya ilk geldiğimizde herkes ailesini aramaya başlamıştı. Abim, ben ve Yekta hariç. Askerlere ailelerinin isimlerini söylemişlerdi ancak hiçbirimizin ailesi buraya ulaşamamıştı. Asya iki gün boyunca ağlamıştı ve ben de hep onun yanındaydım.

 

İkimiz bayağı sıkı dost olmuştuk. Her zaman beraber dolaşıp sohbet ediyorduk.

 

Çadırların arasında dolaşmaya devam ederken bir çadırın içinden tuhaf sesler geldiğini fark ettim. Asya'yı dirseğimle dürtüp o tarafa doğru yavaş adımlarla ilerledim.

 

Çadırın önüne geldiğimde elimi yavaşça uzatıp kapısını açtığımda içeriden bir adam fırladı.

 

"Bana yardım et! Yardım et!" diye sayıklayan adamın gözleri kıpkırmızıydı. Düşündüğüm şeyin gerçek olmaması için dua ederken adamın kolundaki ısırığı gördüm

 

Adam zombiye dönüşüyordu!

 

Hemen Asya'yı kolundan tuttum ve geriye çektim.

 

"Asya koş diğerlerini uyandır! Ben askerlere haber vericem!"

 

Asya başını sallayıp bizim çadırlarımza doğru koştuğunda ben de tam askerlerin olduğu bölüme koşuyordum ki henüz dönüşmemiş olan adam ayak bileğimden tuttu.

 

Yüzüstü yere düştüğümde hemen başımı hafifçe kaldırıp ona baktım.

 

"Lütfen onlara haber verme! Beni öldürürler!" diyerek resmen bana yalvarıyordu.

 

Zor da olsa gücü tükenen adamdan bileğimi kurtarmayı başardığımda hızla ayağa kalkıp koşmaya başladım. Ama benim koşmama gerek kalmadan askerler bu tarafa doğru koşmaya başladı.

 

Burada bizden başka kimse olmadığı için kimin haber verdiğini anlamazken askerlerin başka tarafa doğru koştuklarını fark ettim. Hızla başımı çevirip o yöne baktığımda birkaç tane zombinin bu tarafa doğru koştuklarını gördüm.

 

Her şey yeniden başlıyordu...

 

Loading...
0%