@kayipseytan
|
İyi okumalar. Bu karara varmama sebep olan en büyük neden sonuna kadar gitmeye hevesli olduğum hiçbir yolun sonuna varamamaktı. Hayatımı sürdürmeme yardımcı olacak hiçbir duyguyu içimde barındırmamaktı. Yirmi üç yıl boyunca içimde, âdeta bir parçam hâline gelip yer edinmiş, benimle bütünleşmiş sancılı bir acıyı atlatamamamdı. Yaşamak uğruna verdiğim savaşta, beni yok edecek tek şeyin yine kendim olabileceğini sanmamdı. Kendi kendime düşman ettiğim benliğimin katili bile olamayacak kadar sinmişken hayata, bana sekizinci sigaramı yaktıran kader beni kurtarmanın derdinde diye düşünmüştüm. Taa ki gözümü o hastane odasında açar açmaz, kurtarıp kurtaramadığımı merak ettiğim küçük kız aklıma gelene kadar. Karşılaştığım beyaz tavan yavaş yavaş netlik kazanmaya başladığında, beni yaşatmak uğruna takılmış olan oksijen maskesinden derin bir nefes aldım. Aldığım nefes gözlerimi sonuna kadar açmama sebep olurken, elimle maskeyi çıkarıp öksürmeye başladım. Uzanarak öksürmek işkence gibi geldiğinde, sol dirseğimi yatağa bastırıp doğrulmayı denedim ama yorgun bedenim buna izin vermedi. Kendimi tekrar yatağa yasladığımda, sağ elimle göğsüme vurmaya başladım. Gelen kapı açılma sesiyle acıdan kapattığım gözlerimi tekrar araladığımda, doktor olduğu belli olan lacivert gömleğinin üzerine beyaz önlük giyinmiş adam ve arkasından telaşla gelen hemşire kız yanıma geldiler. Doktor, iki omzumdan tutarak beni doğrulttu ve rahat rahat öksürmeme yardımcı oldu. Bir eli güven verircesine sırtımdayken, diğer koluna bir elimi sımsıkı sarmış, öksürdükten sonra nefes nefese kalmıştım. Gözlerimi kısa bir süre kapalı tutarak nefesimi düzene soktuğumda, minnetle başımı salladım. "Kusura bakmayın lütfen, ben doktora son durumunuzu haber vermek için ayrılmıştım yanınızdan." Yüzüme endişeyle bakan hemşireye tebessüm etmeye çalıştım. "Önemli değil, küçük kız nerede?" Tavrım karşısında afallayan kız bakışlarını yanımda doğrulan doktora çevirdiğinde, bende başımı kaldırıp doktorun yüzüne baktım. "Kurtuldu değil mi? Ben, onu kurtarmak için uğraştım. O iyi değil mi?" Doktor, gülümsemeye çalışarak başını salladı. "İçiniz rahat olsun lütfen küçük hanımefendiden yana. En kısa sürede uyanacak." İstemsizce kaşlarım çatılırken, altımda serili olan çarşafı iki elimle sıkmaya başladım. "Ne demek uyanacak? Uyanmadı mı hâlâ?" Odaya göz gezdirirken kabanımın ve çantamın yerleştirildiği cam gardıropa çarptı gözlerim. Odanın içersindeki mobilyalar ve odanın dekorundan özel bir hastanede olduğumu anladım. Bakışlarım tekrardan doktora döndüğünde, onunla beraber aynı anda koluma takılan seruma baktık. Elim, serumu çıkarmak için hareketlendiğinde, doktor durdurdu beni. "Ahu Hanım, küçük hanım gayet iyi bir durumda merak etmeyin. Lütfen serumunuzu çıkarma işini hemşireye bırakın. Sonrasında biraz daha istirahat edip, küçük hanımı görmeye gidebilirsiniz." Doktor, elini nazikçe tuttuğu kolumdan çekerek geri adım attığında, hemşire yanıma gelerek bitmiş serumumu çıkardı. Kelebeği çıkarmak için jel sürmesini beklemeden hareketlendiğimde bu sefer hemşire beni nazikçe uyardı. "Ahu Hanım, ne olur ne olmaz kelebek kalsın. Kan değerleriniz normal ama bir anda ne olacağını bilemeyiz." Önce bana mesleği gereği zoraki gülümsediği belli olan doktora sonra hemşireye bakarak olumlu anlamda salladım başımı. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslattıktan sonra bacaklarımı yatağın yan tarafından çıkartıp yere değdirmemeye özen gösterdim. "Kızı şimdi görmek istiyorum, emin olun bilincim yerinde ama içim hiç rahat değil." Doktor, hemşireye keyifsiz bir bakış attıktan sonra başıyla işaret verdi. "Pekâlâ Ahu Hanım, nasıl isterseniz." Hemşire, dolapların birinden çıkartıp getirdiği pembe hastane terliklerini ayaklarımın önüne koyduğunda, bana kimin giydirdiğini bilmediğim, siyah v yakan ince uzun kollu tişörtüme ve siyah dar eşofman altıma baktım. Pembe nefret ettiğim bir renk asla değildi ama şu yaşıma kadar özellikle kullanmamaya özen gösterdiğim bir renkti. Pembe terliklere dalıp giden bakışlarım karşısında tereddüte düşen hemşire, yüzüme bir şey dememi bekler gibi baktığında yutkundum. "İsterseniz değiştirebilirim Ahu Hanım, farklı renkleri var." Sessizliğim karşısında tam eğilecekken, doktor, hemşirenin omuzuna dokundu. "Küçük hanımın en sevdiği renk pembe rengidir, Ahu Hanım. Eminim sizin üzerinizde gördüğünde çok mutlu olur." Hemşire, adımlarını geriye doğru atarak zoraki bir gülümsemeyle yüzüme bakmaya başladı. Ben, doktorun küçük kız hakkındaki bu bilgiyi nasıl bildiğini anlamaya çalışıyordum. Bakışlarımı tekrar pembe terliklere çevirdiğimde derin bir nefes aldım. O küçük kız için yap dedim kendi kendime. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ezmeye başladığımda, girdiğim stres çok büyüktü. Alt tarafı bir terlik, pembe bir terlik. Yüzüme sahici bir gülümseme yerleştirirken bile alt dudağımı dişlerimin arasında ezilmekten kurtaramadım ama o terlikleri usul usul giyindim. Oysa pembe rengi en son ne zaman üzerimde taşıdığımı yeni yeni silmişken hafızamdan. Hiç bu kadar rahat olmasını beklemediğim terliklerin sağladığı rahatlıkla, dakikalardır önümde yürüyen hemşireyi takip ediyordum. Tekerlekli sandalye ısrarına kesin bir şekilde hayır cevabını vererek, kendimde yürümek için yeterince güç bulduğumu söylüyordum. Arkasından pembe terliklerimle birlikte bir kız çocuğu gibi uslu uslu onu takip ediyordum. Adımları, parmak izi ile girilebilen bir koridorun otomatik kapısının önünde durduğunda parmağını kısa bir süre basılı tutarak koridorun kapısını açtı. Bu koridoru da boş görünce içimdeki şaşkınlığı saklayamadım. Bu nasıl bir hastaneydi? Neredeydi insanlar? "Hastane fiyatı mı uçuk yoksa iyi hizmet veremediğiniz için mi ki hizmetinizden şüphem yok bu hastane bomboş?" Hemşirenin yüzünde soruma karşılık içten bir tebessüm oluşurken, sadece kalemi tuttuğu sağ elini dudaklarına götürüp gülümsemesini bastırdı. "Hastanemiz sizlere daha iyi hizmet verebilmek için yaklaşık iki gündür kapalı." Çatılan kaşlarıma ayak uyduran adımlarım duraksadığında, hemşirenin karşısına dikildim. "İki gün mü? Yangının olacağından haberiniz var mıydı yani? Üstelik neden bizim için hastane kapatılıyor?" Sorularım karşısında yüzündeki tebessümünü bozmamaya çalışırken önce koridora doğru baktı sonra tekrardan bana döndü. "Ahu Hanım, siz iki gündür yatıyorsunuz hastanede." İki gün? Kaşlarım derinlemesine bir kez daha çatılırken, hemşirenin yüzündeki tebessüm yerini endişeye bırakıyordu yavaş yavaş. Toplarmak isterken zorlandı. Etrafa emin bir şekilde tekrar göz gezdirip üzerime biraz daha yaklaştı. "Ahu Hanım, dumanlar yüzünden bedeniniz fazla etkilenmişti. Daha iyi dinlenebilmeniz için ilaçlar eşliğinde uyutuldunuz. Emin olun endişelenecek hiçbir şey yok." Hemşireyi daha fazla sıkıntıya sokmamak adına başımı anlayışlı bir şekilde sallamakla yetindim. Tekrardan tebessümle koridorda yürümeye devam ettiğinde bende arkasından ilerledim. Adımlarımız koridorun sonuna ulaştığında, tekrardan parmak izini okutarak bir koridorun daha otomatik kapısını açtı. Ben hemşirenin ilerlemesini beklerken, sağ koluyla koridoru işaret ederek gülümsedi. "Küçük hanım bu özel ünitede ve onunla özel ilgilenen hemşireler var. Siz tek başınıza devam edeceksiniz çünkü benim yetkim yok Ahu Hanım." Kaşlarım havalandığında anlam veremiyordum. Neden her şey bu kadar önlemliydi? Bir hastaneyi kapatacak kadar hemde. Hemşireyi daha fazla sorumluluk altında bırakmak istemediğim için tekrardan başımı sallayarak koridorda adımlamaya başladım. Ben koridora girdiğim andan itibaren otomatik kapı kapanmış, tek başıma ilerliyordum. Hastanenin diğer alanlarına göre renkli olan bu koridor, bu alanın sadece çocuklar için olduğunu vurgular nitelikteydi. Duvarlar renkli ve üzerlerinde çizgi film kahramanları olan baskılarla doluydu. İster istemez gülümseyerek ilerlemeye başladığımda aklımdan geçen tek şey yaşayamadığım çocukluğumdu. Koridorun yönü sağa doğru devam ettiğinde, rengarenk kapılarla karşılaştım. Gülümsemem gördüğüm siyah takım elbiseli adamlarla yavaş yavaş kaybolurken anlamaz bakışlarla adımlarımı da yavaşlattım. Varlığımı farkeden takım elbiseli bir adam, yüzünde hiçbir ifade barındırmadan beni baştan aşağıya süzdü. Bakışları, ifademi düz tutmaya çalıştığım yüzümde sonlandı. Başını hafifçe öne eğerek önündeki pembe renkli kapıyı işaret etti. "Buradan Ahu Hanım." Yerimden kıpırdamadığım için eğdiği başını merakla doğrulttuğunda adımlamaya başladım. Pembe kapıya öylece bakarken direkt açıp içeri mi girsem yoksa tıklatlatsam mı emin değildim. "Sizi bekliyor Ahu Hanım, girebilirsiniz." Arkamdan gelen sesle sadece başımı salladım ve pembe kapının kulpuna uzandım. Tereddütle kapıyı araladığımda gözlerim benim yatırıldığım yataktan biraz daha küçük olan yatağın üzerindeki güzel kız çocuğunu buldu. İçimde tarif edemediğim bir his gezinmeye başladığında hızla içeri girdim. Kapıyı ses çıkarmamaya özen göstererek kapattım ve hızlı adımlarımı yatağın yanına sürdüm. Kalbim, iki gün öncesinde yaşamaktan vazgeçmemiş gibi hızla çarparken bu küçük kızı sarıp sarmalamak istiyordum. Gözlerimin dolduğunu bakışım buğulandığında farkederek gülümsedim. Küçük bedeni çokta büyük olmayan yatağa sinmiş, sorunsuz bir uyku çekiyor gibi görünüyordu. Kaşlarım hafifçe çatıldığında onun da uyutulup uyutulmadığını merak ediyordum. İyi olduğundan emin olmak istiyordum. Yatağın yanındaki tekli koltuğa oturarak bakışlarımı küçük kıza diktim. Kollarımı da yatağın kenarındaki bariyere yaslayarak, çenemi kollarımın üstüne sabitledim. Kolumun üzerinde hissettiğim ıslaklıkla gözyaşlarımın aktığını farkettim. Sol kolumu çenemin altından çekerek küçük kızın güneş sarısı saçlarına sürttüm. Bu masumiyet bu dünyaya fazlaydı. Yerimden doğrulup sağ şakağına ufak bir öpücük bıraktım. "Ben mi seni kurtardım yoksa sen mi beni ufaklık?" Beni duyup duymadığından emin değildim. Bu küçük yaşına bu büyük sorumlulukta ki soruyu sığdırmak istemedim. Tekrardan ufak bir öpücük bırakarak fısıldadım. "Teşekkür ederim prenses." Geri çekilerek gözlerimin altını sildim. Yanağımdaki yaşlar yüzümde hızla kururken ayaklandım. Uyandığında beni böyle görmesini istemiyordum. Ne zaman uyanacağından da habersizdim o ayrı. Koltuktan doğrulduğumda sol elimin üzerinde hissettiğim baskıyla kaşlarım havalandı. Bakışlarımı elime çevirdiğimde küçük eller işaret ve orta parmağımın üzerindeydi. Gülümseyerek yüzüne baktığımda gözlerim tekrardan dolmuştu. Kalktığım tekli koltuğa tekrardan oturduğumda sevinçle güzel kıza bakıyordum. "Anne." İçimde zar zor kabuk tutan yaranın soyulduğunu hissettiğimde, yaş damlalarım sırayla minik ellerine çarpıp açık pembe renkteki çarşafa sindi. Gülümsemem yüzümde öylece zoraki bir şekilde asılı kalırken yutkundum. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde sessizce miniği izliyordum. Beni annesi mi sanıyordu? İşte o an içimi bir korku sardı. Bu güzel kızın annesi yok muydu? Gülümsemem silinirken yutkundum. Böyle bir yokluk bu küçük kızı hep eksik bırakırdı. Bende yanılıyor olabilirdim. Belki de şuan annesini istiyor olabilirdi. Peki ya annesi neredeydi? Küçük kızı böyle bırakmazdı değil mi? İçimdeki ses bana seni bıraktı diye acımasızca seslenirken derin bir nefes alarak etrafta göz gezdirdim. Bu pembe renkli odanın içerisinde ruhum daralmaya başladığında, elimi miniğin ellerinden ayırmak istedim ama kıyamadım. Gözyaşlarım usulca boynuma doğru akarken göğüs çatalıma kadar yol çizmişti kendine. Sağ elimi dudaklarımın üstüne bastırmış gelen hıçkırıklarımı geri göndermeye çalışıyordum. Bu olduğum durum fazlasıyla canımı yakarken, gelen sert sesle meraklı bakışlarım kapıyı buldu. Elimin tersiyle hızla iki yanağımı beceriksizce silmeye çalışırken, yüzümü iyice ıslatmıştım. Uzun boylu, heybetli bedeniyle bütünleşmiş siyah takım elbiseli yapılı bir adam odaya girdiğinde, küçük kızın elinden elimi ayırmadan hızla ayağa kalktım. Sert çehresinde hiçbir duygu barındırmazken, keskin bakışları gözlerimi buldu. Beni baştan aşağıya detayla süzerken, kim olduğunu bilmiyordum ama dışarıdaki takım elbiseleri korumaları buraya diken kişi olduğu açıkça belliydi. Bakışları keskinliğini biraz olsun azaltmadan tekrardan gözlerimle buluştu. Ağır adımlarını yanımıza doğru sürdüğünde, bakışlarımı yatakta uzanan küçük kıza çevirdim. Yatağın diğer tarafında duran heybetli bedene kaçamak bir bakışla göz atarken yavaşça eğildi ve küçük kızın alnından öptü. Geri çekilip kızın yüzüne baktığında, gözlerinde yine bir ifade yakalamaya çalışıyordum. Yavaş yavaş doğrularak bakışlarını kızdan çektiğinde bana bakacağını anladım. Yutkunarak hafifçe başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. Sert bakışları kaşlarını çatmamasına rağmen içimi ürpertirken, önce küçük kıza sonra bana baktı tekrardan. "Nasıl buldun onu?" Ses tonu irkilmeme neden olacak kadar baskınken yutkundum. Bakışları boynuma kaydığında kaşları hafifçe çatıldı. Boştaki sağ elimi kaldırıp boynuma sürttüm. Kurumaya yakın olan gözyaşlarımı elimi sürterek yok ederken başımı eğdiğimde ıslanmış göğüs çatalımı farkettim. Utançla tişörtü yukarı doğru çekiştirirken, önüme uzatılan peçeteyle başımı kaldırıp önümdeki adama baktım. Gülümsemeye çalışırken becerebildiğimden asla emin değildim. Minnetle peçeteye uzanıp aldığımda, temas ettiğim eliyle ateşe dokunmuş gibi hissetmiştim. Hızla boynum ve göğüs çatalımı silerek v yaka tişörtü bir kez daha düzelttim ve peçeteyi avuç içimde sıkarak tuttum. Başımı kaldırıp tekrardan yüzüne baktığımda, benden cevap beklediğini farkettim. "B-ben karşı dairedeydim. Yangın alarmını duyunca kapıyı açtım." Bakışlarımı küçük kıza çevirip gülümsedim. "Tek başına, karşı dairenin kapısını aralamış bekliyordu. Bende onu kucakladığım gibi aşağıya indim." Gülümsemem büyürken başımı hafifçe eğdim. Uzun saçlarım yatağa doğru dökülürken, küçük kızın saçlarından öperek tekradan doğruldum. Gülümsemem aklıma gelen ayrıntıyla silikleşirken, başımı kaldırıp karşımdaki adama baktım. "Odanın içini kontrol ettim ama kimse yoktu. Bende onu orada öyle bırakmak istemedim." Yutkunarak başımı minikle birleşen ellerimize çevirdim. "Yoksa oradan çıkmak gibi bir niyetim yoktu." Aklıma gelen soruyla meraklı bakışlarımı, başımı kaldırarak tepkisizce beni izleyen adama çevirdim. "Annesi yok mu?" Kaşlarını çattığında yanlış bir şey sorduğumu düşündüm. Dudaklarımı korkuyla birbirine bastırdığımda vereceği cevabı bekliyordum. Sert bakışlarını minikle birleşen elimize ardından ürkekçe bakan gözlerime çevirdi. "Sen uyanmadan önce yanındaydı." İçimin rahatlamasıyla gülümserken, küçük kız için çok sevinmiştim. Onun bir ailesi vardı. Bir an da aklıma gelen düşünce ile gülümsememi bozarak yutkundum. Bu adam, küçük kızın babası mıydı? Sorgu dolu bakışlarımı tedirginlikle karşımdaki adama çevirdiğimde, kaşları hâlâ çatık bir şekilde beni izlediğini gördüm. Bu kadar ziyaret yeterliydi. "Kızınızın iyi olduğuna sevindim. Ben gitsem iyi olacak." Sert çehresindeki hiçbir ifade değişmiyordu. Çatılan kaşlarını bile düzeltmeye tenezzül etmemişti. Bu hâl ve tavırları beni ürkütmeye yetiyordu. Eğilerek miniğin küçük elinden öptüm ve parmaklarımı avucundan ayırdım. Karşımdaki adamın bakışlarının üstümden ayrılmadığına eminken, ellerimi birbirine sürterek doğruldum. Fazlasıyla gerilmiştim. Yüzüme sahici bir tebessüm takınırken yatağın yanından uzaklaşmaya başladım. Bakışlarımı, karşımdaki adamla herhangi bir göz temasına girmeyeyim kapıya sabitleyip ilerlemeye başladım. Adımlarımı hızlandırmak üzereyken kolumda hissettiğim baskı, beni olduğum yere sabitledi. Önce kolumdan sıkı sıkıya tutan parmaklara ardından hâlâ çattığı kaşlarıyla karşıyı izleyerek bana bakmaya yeltenmeyen adama döndüm. Bu sefer benim de kaşlarım çatılmıştı. "Ne yapıyorsunuz?" Fısıtıyla çıkan sesime eşlik eden ürkek bakışlarım, bu heybetli adamın yüzünün yan profilininde gezindi. Kusursuz bir öfkeyle harmanlanmış yüzünde. Ne olduğunu anlamazken kolumu kıpırdatmayı denedim ama o çok güçlüydü. Başını yavaş yavaş bana çevirdiğinde, biraz daha yakın olmak adına yüzünü eğdi. "Bu işte parmağın var mı?" Kaşlarım biraz daha çatılırken ne dediğini idrak etmeye çalıştım bir süre. "Hangi iş?" Kolumdaki baskı biraz daha artarken sessiz bir inlemeyle gözlerimi kapattım. Yer ayağımın altından kayıyor gibi hissettiğimde, adımlarının tok sesi sardı etrafımızı. Hızlı adımlarla beni peşinden sürüklerken, banyo olduğunu tahmin ettiğim ama bir oda kadar geniş olan alana girdi. Kapıyı umursamazca çarparken, sırtımı soğuk duvarla buluşturdu. Bu adam manyaktı! Korkuyla nefeslenirken o kararttığı hareleriyle gözlerimin içine içine bakıyordu. Sol kolunu duvara dayadığında beni duvarla arasına esir almıştı. Her nefes alışımda göğüslerimiz birleşiyorken, olduğum yere sinme isteği uyandı bedenimde. "Ahu'nun kaçırılmasıyla bir alâkan var mı dedim sana?" Kaşlarımı kontrolsüzce çatarken ne dediğini anlamıştım. O küçük güzel kızın adı da Ahu'ydu. O küçük, o gün kaçırılmış mıydı? "Onu kaçırsaydım, neden geri kurtarmak isteyeyim?" Sorduğum soruyla duraksayıp yüzümü incelediğinde, derin bir nefes aldı. Heybetli bedeni biraz havalandığında, parfüm kokusu burnuma doldu. Kızı için fazla endişeli görünüyordu. Kızı için. Kendime gelmişçesine ellerimi yapılı bedenin göğsüne bastırdım. Hafifçe itelediğimde, kendi isteği ile geri çekildi. Küçük kızın babası ile bu pozisyonda olmak hiç hoş değildi. "Ben, kızınız için üzgünüm. Eğer kaçırıldığının farkında olsaydım, yangın alarmı çalmadan gider onu o odadan çıkartırdım." Ürkek bakışlarım tekrardan bedenini süzdüğünde, başımı kaldırarak yüzüne baktım. Banyonun loş ışığı bile gölgelendirmiyordu yüzündeki o sert ifadeyi. "Şimdi izninizle ben gideyim. Küçük Ahu, biraz daha iyi olduğunda onunla tekrardan yüz yüze gelmek isterim." İster istemez dudaklarımı dişlediğimde içimi yine o tarifsiz duygu kaplamıştı. Ahu'yu ölümden, küçük Ahu kurtarmıştı.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🖤
|
0% |