@kayipseytan
|
İyi okumalar. Hâlâ nefes alıyor oluşum, sanki kaderin bana 'bir şans daha' diye fısıldamasıydı. Çoğu kez kafama sıkmayı düşünmüştüm. İlk defa tetiği çekmiş, ilk defa yenilgiyi kabullenmiş, ilk defa içimdeki kız çocuğunu susturmuş, ilk defa bir umutmuşçasına uzatılan elleri sıkı sıkıya tutmuştum. Ben Ahu SAYER, içimdeki kız çocuğunu geçmişimde zincirlemiş, benimle aynı ismi taşıyan küçük bir kız çocuğunun yaşaması uğruna hayatta kalmıştım. Dilerim ki, kaderimiz aynı olmasın. Karşımda heybetini eksiltmeden, kaşlarını çatmaya devam eden adamın bir şey söylemesini beklemeden, geniş banyodan hızlıca çıktım. Bakışlarımı yatağa çevirip miniğe baktığımda, masumiyetine bir tebessüm yollayarak pembe renkli kapıyı yavaşça araladım. Koridorda hâlâ aynı adamlar vardı. Meraklı bakışları kapıya yöneldiğinde, hepsiyle göz göze gelmemek adına kapıyı aynı yavaşlıkla kapatarak adımlarımı hızlandırdım. Kısa koridor sola doğru yöneldiğinde, hayatıma ve giyimime tezat bir şekilde, ayaklarıma dolanmış gibi hissettiğim pembe renkli terlikleri ayaklarımdan çıkardım. Hastanede çıplak ayakla gezmek ne kadar doğru bilmiyordum ama hastane zaten boştu ve etraf fazlasıyla temiz duruyordu. Yalın ayaklarımla koridoru bitirip, gördüğüm sensöre el uzatarak otomatik kapının açılmasını izledim. Bakışlarım boş hastanede gezinirken, kimsenin olmaması rahatlığıyla ilerlemeye devam ettim. Aklımdan hemşireyle geldiğim yolu düşünerek hatırlamaya çalışıyordum. Karşıma üç ayrı koridor çıktığında tek tek göz gezdirdim. Kahretsin! Hatırlamıyordum. Derin bir nefes alarak tekrar tekrar baktım koridorlara sonra aklıma zaten hastanenin bizim için kapatıldığı geldi. Ben yolu bulmasam bile illa ki birileri beni bulacaktı. İçimdeki sesi dinleyerek orta koridordan ilerlemeye başladım. Boş hastanenin açık pencerelerinden havanın karanlık olduğunu farkettim. Ya yeni yeni kararmıştı ya da ben hiç dikkat etmemiştim. Orta koridoru bitirdiğimde sağa mı yoksa sola mı dönsem diye bir ikileme düştüğümde, sağ taraftan gelen kapı açılma sesi ile dikkatimi oraya verdim. İçeriden çıkan kişi, bir saat öncesine kadar odamda benimle konuşan doktordu. Bakışları umursamazca olduğum tarafa döndüğünde, kimseyi beklemediği irkilmesinden belliydi. Ben mahçup bir şekilde gülümseye başladığımda, doktor hiç bozuntuya vermeden gülümsedi. "Ahu Hanım." Ben başımı sallayarak selamladığımda önce bir süre göz göze kaldık. Saniyeler sonra dayanamadığımızda aynı anda kahkaha attık. Daha doğrusu doktor kahkaha atarken ben en fazla başımı sallayarak gülmüştüm. Önlüğünün sağ cebine sağ elini koydu ardından sol eliyle koridorları işaret etti. "Emin olun sizin de çalıştığınız yerde belinde silahla siyah takım elbiseli adamlar dolaşsaydı, attığınız her adımda içinizde bir korku olurdu." Sonra tekrardan ama öncekinden daha sakin bir kahkaha attı. Gülüşüm tekrardan büyüdüğünde başımı salladım. Keşke benimde çalıştığım bir iş yerinde öyle olsaydı doktor. "Bu kahkahalar keyfimi yerine getirdi, teşekkürler. Ve evet böyle hissetmeniz oldukça normal, alışkın değilsiniz belli ki." Bakışlarımı etrafta gezdirirken doktorun sessizliğiyle ona döndüm. Meraklı bakışlarını gülümsemesi bozmadan üzerimde tutuyordu. Sol elini de usulca beyaz önlüğünün cebine yerleştirdi. "Siz alışkın mısınız Ahu Hanım?" Sorusuyla gülüşümden bir iz kalmazken hafifçe öksürmekle yetindim ve sorusunu duymazmazlıktan geldim. "Neden bu kadar önlem alındı?" Cevapsız bıraktığım sorusuna karşılık olarak anlayışlı bir şekilde başını salladığında, minnetle gülümsedim. Etrafa kısaca bir göz gezdirdi. "Küçük prensesin ailesi bu hastanenin sahibi Ahu Hanım." Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında, dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. "O takım elbiseli, belinde silahla dolaşan adamlarında aynı şekilde." Söylediklerine karşılık olarak tekrardan salladım başımı. Bakışlarım yalın ayaklarıma değdiğinde utançla kapattım gözlerimi. Tekrardan bir kahkaha sesi kulaklarıma ulaştığında, doktorunda farkettiğini anlamam zaman almadı. "Ahu Hanım, neden yaramaz çocuklar gibi yalın ayakla dolaşıyorsunuz etrafta?" Yaramaz çocuklar gibi. Beynimin içinde yankılanan tek şey buydu. Utançla kapattığım gözler aralandığında, doktor, yüzümde herhangi bir ifade arıyordu. Ben ise tepkisizce ona bakıyordum. Kendini toplarlamak adına hafifçe öksürdüğünde, ciddi bir ifade takındı. "Afedersiniz, yorgunluğuma verin bu saygısızlığımı lütfen. İyi akşamlar, Ahu Hanım." Hızlı adımlarla yanımdan geçip ilerlerken derin bir nefes aldım. Önümdeki koridora doğru adım atacağım sırada aklıma yolu bilmediğim geldi. Odamın yerini sormak için hızla arkama döndüğümde, heybetli bedenle tekrardan karşılaştım. Afallayarak durduğumda, arkasındaki iki adamı da farkettim. Sert bakışları bedenimi delip geçerken, çıplak ayaklarıma durdu. Kahretsin! Utançla başımı eğip ayaklarıma baktığımda, onları saklayabileceğim bir yer aradı gözlerim. Aptallık! İnsan ayaklarını nasıl saklasın? "Burası hastane, yalın ayakla dolaşman uygun değil." Duyduğum sesi ile başımı kaldırıp yüzüne baktım. Bu adamın sesi neden bu kadar baskın ve derindi? Bakışlarındaki bu sertlik nedendi? Gözleri... Neden bu kadar koyuydu? Onu incelediğimi farkedip kaşlarını çattığında, bunun ne kadar yanlış olduğunu hatırlattı bana. "B-ben yani terlikler çok ağırdı." Ne saçmalıyordum ben Allah aşkına? İçimdeki sese eşlik eden bakışlarıyla gözlerimin içine baktı. Üzerime doğru attığı adımla, kıpırdayamamıştım. Yaklaşmasıyla beraber yüzüne bakabilmek için başımı kaldırdım. Başını hafifçe yana yatırdı. "Renginin ağırlığındandır." Kalbim hızlanmak ve durmak arasında kararsızken, kan akışımın yavaşladığını hissettim. Kaşlarım derinlemesine çatılırken, göğsüm inip kalkmaya başladı. Gözlerindeki ifadede gördüğüm öfkenin nedeninden bihaberdim. Tam o an, bu yıkılmaz duruşuyla küstahça gözlerimin içine bakan adamın suratına tokatı basmak istedim. Ellerim iki yanımda sert bir yumruk hâlini aldığında, tek yapabildiğim var gücümle dişlerimi sıkmaktı. Parmak uçlarıma yükselerek, yüzüne yaklaşmaya çalıştım. Dik tuttuğu bedeni heybetini korurken, önce arkasına bir bakış attı. Attığı bakış ile beraber, arkasındaki adamlardan bir tanesi elindeki siyah poşeti yere bıraktı. Ardından iki adam da baş selamı verdiler ve gittiler. Tekrardan bana dönmesiyle beraber bakışlarımı tekrar zifiri gözlerine sabitledim. Gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmazken, ağır adımlarla üzerine gelmeye başladı. Geriye doğru adımlayarak ilerlediğimde, sırtım soğuk hastane duvarıyla buluştu. Çenesini hafif doğrularak bana daha yukarıdan baktı önce. Yüzümü detaylıca inceledi. Cesaretimin hoşuna gidip gitmediğini anlamıyordum. Her an çenemden tutup başımı eğecekmiş gibi korku dolu bir hisse yol açsa da, ona boyun eğmeyecektim. Tekrardan parmak uçlarıma yükseldiğimde, başını yüzüme doğru eğdi. Bakışları önce çenemi sıktığım için belirginleşen çene kemiğime sonrasında gözlerime sabitlendi. "Çok mu belli oluyor?" Dişlerimin arasından tıslayacak şekilde belli etmiştim sinirimi. Bakışları dudaklarıma kaydığı an orada durdu. Başını önce sağa yatırdı sonra hafifçe soluna doğru yan yatırarak durdu. Tüm nefesi, yüzümdeydi. Derin bir nefes alarak cevap beklediğimi belli ettim. Bakışları nefes almamla önce göğüslerime ardından gözlerime değdi. Hiçbir duygu ya da ifade yoktu. Bakışlarının koyulaşması hariç. "Sen fazla belli ediyorsun." Tekrardan yüzümde göz gezdirdi. "Ahu." İsmimi kullanmasıyla bakışlarım dudaklarına kaydı. Kimse daha önce ismimi bu kadar derinden kullanmamıştı bana karşı. Parmak uçlarında tuttuğum bedenim bozguna uğrarken, ayaklarım dahil tüm bedenim ürpermişti. Çatılan kaşlarım yavaşça çözünürken, aldığım derin bir nefesle bedenlerimizin çarpmasına engel olamadım. Verdiğim nefesle önce göğüslerimize baktım ardından tekrar başımı kaldırarak yüzüne. Bakışlarımı kendimden emin bir ifadeyle gözlerine çıkardım. "Benden uzak dur adını bile bilmediğim adam." Tekrardan parmak uçlarıma yükseldim ve yüzüne biraz daha yaklaştım. Hâlâ çok yakın sayılmazdık. Tabii o başını biraz daha eğmeyene kadar. Yutkundum önce sakinlikle. Ters bakışlarımın hedefi, koyulaşan gözleriydi. "Herkese, o küçük kıza olduğum kadar merhametli değilim. Özellikle evli ve çocuklu adamlara." Ellerimi sert göğsüne koyarak kendimden uzaklaştırmak istedim. Kendi isteğiyle geriye doğru adımladı. Çattığı kaşlarıyla beni izlemeye başladığında, parmak uçlarımdan inerek soğuk zemine ayak bastım. Terleyen avuçlarımı üzerimdeki kıyafetlere sürttüm. Önce sağıma ve soluma baktım ardından doktorun ilerlediği koridora doğru adımlamaya başladım. "Şu poşetin içindeki terlikleri giyin." Verdiği emirle duraksadım. Bu ses bir şey söylediğinde, verdiği her bir emirde karşı çıkarak yapmayacak insan olmadığına emindim. Bu ses ürkütücü şekilde baskındı. Başımı yere eğmemle gördüğüm siyah poşete uzandım. İçinden çıkardığım gri renkteki terliklere, onun görmeyeceği histerik bir şekilde gülümsedim. Gri, bana bu yaşıma kadar yakıştırılmış, üstüme sindirilmiş renkti. Bu tesadüfe sunduğum histerik gülümsemem yüzümden silinirken, hızla giyindiğim terliklerle ilerlemeye başladım. O adamın, duruşunu bozmadan, arkamdan çatık kaşlarıyla beni izlediğinden adım kadar emin bir şekilde. ⛓️ Bugün, uyandığımdan beridir hastanede geçirdiğim dördüncü gündü. Her gitmeye kalkıştığımda doktor müsaade etmiyor, biraz daha dinlenmem gerektiğini söylüyordu. Can sıkıntısıyla gözüm odada ki saate kaydığında, saat sabahın yedisiydi. Gözlerimi bir kez daha kapatıp daha fazla uyumak isteyip istemediğimi düşündüm. Hayır, kesinlikle artık daha fazla uyumak istemiyordum. Sıkıntılı bir nefesle yerimden doğruldum. Üzerimdeki saten askılı ve şort gecelik takımını düzelttim. Şükürler olsun bunu akıl etmişlerdi! Artık burası yaşadığım bir yermiş gibi hissetmek, ruhumu emiyordu. Tabii ki Ahu Eliz haricinde. Eliz, benim onun yanına uğradığım gün ben odasından çıktıktan sonra tamamıyla uyanmıştı. Sağlık durumu iyiydi. Fakat onun kalp yetmezliği hastası olduğunu öğrendiğim an, onun için birkaç gün daha kalmayı kabul etmiştim. O minik kız, bu hastalık için fazla küçüktü. Tekrardan aklımın içinde dönüp dolaşan düşünceler, karşımdaki duvara uzun uzun dalmama sebep olmuştu. Eliz için fazlasıyla üzülmüştüm ama onu bu savaşında yalnız bırakma yanlısı değildim. Sıkı sıkıya elimden tutmuş 'gitme yanımdan Ahu Abla' demişti bana. Annesinin de ısrarıyla yanında kalmıştım. Eliz, farkında olmadan beni ölümün kollarından aldığından bihaberdi. Tıpkı diğer herkes gibi. Eğer o gün onunla, o rezidans dairesinde karşılaşmasaydım, kader tarafından onu kurtarmak için seçilmeyip uzattığı eli hiç tutmasaydım, gömülmemin üzerinden altı gün geçmiş olacaktı. Gözlerimi sıkı sıkıya kapatıp tekrardan açtım. Bunları düşünmek istemiyordum. Bana yaptığı iyilik mi kötülük mü bilmediğim, bu masum davranışına karşılık ona hep destek olmak için kendime bir söz vermiştim. Artık yaşamak için geçerli bir nedenim vardı. Gülümseyerek ayaklandım. O günden sonra bir daha hiç görmediğim o adamın, bana giydirdiği terlikleri geçirdim ayaklarımdan. Odanın içerisinde bulunan banyoya gidip önce elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Belime kadar gelen siyah saçlarımı özenle taradım. Aynadan kendime gülümseyerek baktığımı farkettiğimde, gülümsemem büyüdü. Eliz, beni hayata döndürmüştü resmen. İşlerimi bitirip tekrardan odaya geçtim. Pencere tarafına yaklaştım ve astırdığım siyah kalın perdeyi hafifçe araladım. Güneş, tepedeydi. Fazla aydınlıktan rahatsız olarak araladığım perdeyi kapattım ve yatağa doğru ilerledim. Yatağa oturduktan sonra komidinin üzerindeki telefonum çarptı gözüme. Burada olduğum süre boyunca, bir kere bile çalmamıştı. Bir yandan kimsenin ulaşmaya çalışmamasına hak veriyordum. Sonuçta ben intihar etmeye gidiyorum dememiştim kimseye. Uzun bir yolculuğa çıkacağımı belirtmiştim o kadar. Ama insan, hiç mi merak etmezdi? Kendi kendime gülümsedim. Neden merak etsinlerdi ki? Kendi kendime konuşmalarımı sonlandırarak tekrardan saate baktım. Sekize yaklaşıyordu. Bahçeye çıkıp biraz hava almayı düşündüm ama hızla kapının açılması bu düşüncemi böldü. Çattığım kaşlarımla bakışlarımı kapıya çevirdiğimde, pembe giysiler içinde gördüğüm Eliz ile dudaklarım kıvrıldı. "Günaydınn adaşım! Günaydın Ahu Abla!" Neşeli sesi ve kıkırdamaları odam dahil tüm koridorda yankılanırken, kollarımı açtım. Ne istediğimi anlamışçasına koşarak küçük bedenini, kollarımın arasına yerleştirdi. Minik kolları sırtımda yer edinirken, kollarımda kıkırdamaya devam ediyordu. Neşeyle başını geri atarak odayı izlemeye başladı. Onun minik bedenini sımsıkı tutuyordum. "Baksana Ahu Abla, her şey ters döndü!" Neşeli halleri beni güldürürken bir anda doğruldu. Minik elleriyle sağ elimi avuçlarının arasına aldı. "Hadi hadi, sende yap benimle." Şaşırarak yüzüne baktığımda ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Minik elleriyle beni önce yatağa yatırdı. "Ters dön Ahu Abla, hadi." Ne demek istediğini anladığımda gülmeye başladım ve doğruldum. "Eliz, ben bunun için fazla büyüğüm güzelim." Hızla pembe babetlerini küçük ayaklarından çıkardı ve yatağın üzerine çıktı. Beklemediğim bir anda kaşlarını çatarak yüzüme yaklaştı. "Benimle oynamanı istiyorum Ahu Abla." Çattığı kaşları, onun masum ve güzel yüzüne hiç yakışmıyordu. Yaklaşıp yanağından öptüm ve başımı salladım. Kendini sırtüstü yatağa yatırarak, başını aşağı doğru sarkıttı. Beni görmediği hâlde elini bana doğru uzattı. "Hadi Ahu Abla, seni bekliyorum!" Neşeli sesine ayak uydurarak istediği pozisyonu aldım. Aklıma uzun saçlarım geldiğinde, yastığımın yanındaki siyah lastik tokayı elime alarak, saçlarımı dağınık topuz yaptım. Eliz, elini tekrardan uzattığında onu bekletmeden sırtüstü döndüm ve başımı sarkıttım. Her şey ters dönmüştü! İkimizde dakikalarca susmuş etrafı izlemiştik. "Bak Ahu Abla, yukarıdaki duvardayız sanki." Söylediğiyle birlikte kahkaha attım. Tavan demeyi bilmiyordu ki! Gülüşüm karnımı ağrıtırken, ters bir şekilde gülmenin zorluğunu öğrenmiş oldum. Sağ elimi karnımın üstüne koyarken, sol elim Eliz'in minik elindeydi. "Ona 'tavan' diyoruz Eliz. Yukarıdaki duvar değil tavan. Tamam mı?" Söylediklerimi ciddiye almazken tekrarlamaya başladı. "Tavan, tavan, tavann!" İkimizde beraber kahkahalar atmaya başladık. Minik kahkahaları beni daha çok keyiflendirmiş, bu üç gündür, ömrümce atmadığım kahkahalarımın tek sebebi olmuştu. Ben onunlayken, onun yaşında hissediyordum. İçimdeki o sahipsiz sancı tekrar gün yüzüne çıkarak varlığını belli ettiğinde, kahkahalarıma gözyaşlarım eşlik etmeye başlamıştı. Eliz, neşeyle yüzüme bakarken gülmekten ağladığımı sanıyor olmalıydı. Sağ elimi havalandırıp yaşlarımı sildim. Şuan hiç uygun bir an değildi. Ben kahkahamı durdurmuş elimi çıplak karnıma sarmışken, gülmekten karnımın ilk defa ağrıdığına şahit oluyordum. Eliz, bu sefer odadaki saatin ters durmasına laf attığında sesli kahkahalarımız yükselmişti. Gözlerimi kapatmış gülerken, Eliz'in kahkası sonlanmıştı. Minik vücuduna rağmen çok gülüyordu. Hep gülsün! "Aaooww! Doktor amca ve dayım da ters dönmüş Ahu Abla!" Sonlanmaya yakın kahkahalarım Eliz'in söylediği ile tekrar alevlenirken saniyelerce güldüm. Manzara için gözümü açtığımda, kahkaham hızla kesildi. Kahretsin! Doktor ve o adam ters bir şekilde gözlerimin önündeydi. Bedenim kaskatı kesilmişti. Eliz, heyecanla yerinden kalkıp yataktan indi. Pembe babetlerini hızla giyindikten sonra bana baktı. Bakışları vücuduma çarptığında kıkırdayarak üzerime yaklaştı. Minik eli karnıma yavaşça dokundu. "Ahu Abla, karnın düz ama memelerin ters dönmüş." Dehşete düşmüş bir ifadeyle doğruldum. Siktir! Saten askılı geceliğim boynuma kadar kaymıştı. Siyah sütyenimin içinden taşan göğüslerime kadar görmüşlerdi. Utançla askılının eteklerini belime kadar indirdim. O kadar utanıyordum ki! Akşama kadar sırtımı onlara izletebilirdim. "Dayı!" Eliz'in, heyecanlı ve neşeli kıkırdamlarını duydum. Bu şekilde daha çok dikkat çekmemek için bedenimi başımızı sarkıttığımız tarafa çevirdim. Başımı kaldırmadan direkt gözlerimle gri terliklerimi aradım. Elimi, göğüs kısmım açılmasın diye göğsüme bastırarak eğildim ve ayaklarıma yaklaştırdım. Saçımdaki toka saçımda daha fazla dayanamadan önüme düştüğünde, saçlarım yere değmesin diye hızla doğruldum. Ve o adamla göz göze geldim. Eliz, adamın heybetli bedeninde ufacık kalıyordu. Geniş omzuna kafasını yaslamış, o da beni izliyordu. Sanki oyunu o oynatmamış gibi! Dişlerim alt dudağımı esir aldığında, kanatmamaya özen gösterek dişledim. Bakışlarım adamın sert çehresine değdiğinde, gözleri beni baştan aşağıya süzdü. Bakışlarının koyulaşması utançla başımı eğmeme sebep olurken, oturduğum yatağın üzerinden kalktım. Katlanmış saten şortumu beceriksizce düzeltmeye başladım. Kulaklarıma doktorun gülüşü dolduğunda, şaşkınca doktara döndüm. "Emin olun hastane kahkaha seslerinizden hiç şikayetçi değil Ahu Hanım." Gözleriyle bedenimi süzdü. "Ayrıca utanmayın lütfen ben kadın vücudu görmeye alışkınım." Kaşlarım çatıldığında utançtan yerin dibine girmek istedim. "Anlamadım, doktor?" Bakışlarım usulca Eliz'in kucağında küçücük kaldığı, dağ gibi yaslandığı bedene döndü. Kaşları hafif çatılmış, yüzünde ürkütücü bir hava vardı. Doktor, şaşkınca yanındaki adama baktı. Saniyelik olarak kaçırdığı bakışlarını, önündeki dosyalara çevirdi hemen. Kendine gelmek adına öksürerek, gülümseme çabasına girdi. "Yanlış anladınız Karan Bey, doktorum ya hani ondan." Karan. Demek Eliz'in babası- bir saniye. Gözlerimi sıkıca yumdum ve tekrardan açtım. Eliz, o adama dayı demişti. O adam, yani Karan, Eliz'in babası değil dayısıydı. Aklıma günler önce adama söylediğim sözler geldi. "Herkese, o küçük kıza olduğum kadar merhametli değilim. Özellikle evli ve çocuklu adamlara." Adama resmen evli ve çocuklu damgasını yapıştırıp kendimce uyarmıştım! Ama bir saniye adam başkasıyla evli ve çocuk sahibi olabilirdi, yaşı buna müsaitti. Bakışlarımı kontrolüm dışı Karan'ın üzerinde gezdirmeye başladım. Kaç yaşında olabilir ki? Gözlerim arsızca üzerinde gezinirken sesi kulaklarımı doldurdu. "Çocukların beni dikizlemesinden hoşlanmam." Söyledikleriyle irkilirken, doktorun çıkıp gittiğini bile yeni farketmiştim. Kaşlarım istemsizce çatılırken, çenemi doğrulttum. "Ne münasebet? Ayrıca ben çocuk değilim, yirmi üç yaşındayım." Sert çehresindeki ifade hiç bozulmuyordu. Hep sert ve düz. Bakışlarını üzerimden ayırıp Eliz'e döndü. Saçlarına ufak bir öpücük kondurdu. "Annen seni bekliyor Eliz, bugün eve gidiyorsunuz." Eliz, heyecanla başını yasladığı boyun girintisinden doğruldu. "Gidiyor muyuz gerçekten dayı?" Parlayan göz bebeklerini görünce gülümsedim. Karan'ın cevap vermesini beklerken bakışlarım ona döndü. Gülümsemem, onun sert bakışları yüzünden yavaş yavaş soldu yüzümde. Yutkunarak eğdim başımı. Derdi neydi bu adamın? "Evet, hadi git annenin yanına Eliz, seni bekliyor." Tek gördüğüm zemine basan küçük ayaklardı. Bana doğru koşmuş bacağıma sarılmıştı . Şefkatle eğilip saçlarından öptüm. Eliz, şımarıklıkla göğsüme doğru üflediğinde, sol elimle askılının göğüs kısmını tuttum. Doğrulduğumda, Karan bana aynı sertlikle bakıyordu.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız.🖤
|
0% |