@kayipseytan
|
İyi okumalar. Ne zaman ki adımlarımın yere sağlam bastığını hissetsem, kâbuslarımda başrolü oynayan geçmişim, geceleri uykumdan korkuyla uyandırıyordu beni. Ne zaman içimdeki kız çocuğunun eline balon tutuşturmaya kalkışsam, tüm iğneler buluyordu bedenimi. Hedef, hayalimde artık gri renge boyanmış balonlar değil, çocukluğumun ta kendisiydi. Eliz, bu hastaneden kurtulmanın heyecanı ile koşar adım gitmişti odadan. Karan'ın, sert bakışları üzerimden hâlâ ayrılmamıştı. Ellerim ve ayaklarım içimde rahatsız edici bir hisle karıncalanırken yerimde kıpırdandım. Başımı kaldırıp karşımdaki heybetli bedene döndüğümde, sert bakışları tüm bedenimi esir almıştı. Bu garip havayı dağıtmak istedim. "İzninizle bende toparlanmaya başlayayım." Konuşmamla birlikte bakışlarını gözlerime sabitledi. Odanın kapısına doğru hareketlediğinde içim rahatlamıştı. Ben çıkmasını beklerken, kapıyı sertçe çarpıp kapatmasıyla, kaşlarım çatıldı. Yönünü bana doğru çevirdiğinde, zemindeki tok adım sesleri kulaklarıma doldu. Ne yaptığını kestiremezken, adımlarım geri geri sendelemeye başladı. Karan ise üzerime doğru gelmekten geri durmuyordu. İşte yine tekrarlamıştık. Dört gün sonra, bedenim yine soğuk hastane duvarına yaslanmıştı ve Karan, mesafeleri hiç edip tam dibimde durmuştu. Ürkek bakışlarımı başımı kaldırarak yüzünde gezdirdim. Sakalları, dört gün önceye göre daha düzenli duruyordu. Koyu siyah saçlarının önü, alnının sağ tarafına doğru özenle şekillenmişti. Koyu bakışlarına eşlik eden keskin yüz hatları, dolgun dudaklar. Karan, her kadının etkilenebileceği çekici ve karizmatik bir adamdı. "Çocukların beni dikizlemesinden hoşlanmadığımı dakikalar öncesinde söyledim sana ufaklık." Aldığım nefesi ciğerlerimde hiç eden fısıltısıyla, bedenim kasıldı. O bana yine çocuk mu demişti? Ürkek bakışlarım, koyulaşmış harelerinde sabitlendi. Bakışlarında kesinlikle merhamet taşımıyordu bu adam. Yutkundum ve kendimden emin bir şekilde tamamıyla kaldırdım başımı. Hareketime karşılık kusursuz kaşları çatıldı. "Ben ufaklık değilim. Size, yaşımın yirmi üç olduğunu söyledim dakikalar önce." Çattığı kaşlarını düzeltmezken, yüzüme biraz daha yaklaştı. İki büyük eli, başımın iki yanından duvara sabitlediğinde, nefesim kesilmişti. Bu adamla, bu kadar yakın olmak zararlıydı, bana zarardı. Bakışları tüm yüzümde dolaşmaya başladı. Çatık kaşlarının altında, derin birer kuyu gibi yer edinmiş hareleri, dudaklarımda durdu. Kalbim, korkuyla hızlanmaya başladı. Bir kez daha yutkundum, mümkünmüş gibi daha da çattı kaşlarını. Karanlık bakışlarının hedefi, ürkekçe baktığına emin olduğum gözlerime değdi tekrardan. "Eliz'in yaşındaymış gibi davrandığın gerçeğini değiştirmiyor çok büyük gördüğün o yaşını." Eliz'in yaşı. Yine azarlanıyordum. Bu sefer azarlayan geçmişimdekiler değil, karşımda acımasız kelimelerin sahibi bu tanımadığım adamdı. Ona nasıl söyleyebilirdim? Ben hiç Eliz'in yaşında olamamıştım ki. "Onu kırmak istemedim." Fısıltıdan ziyade ürkekçe bir tıslamaydı bu. Ve o, bunu anlayacak kadar akıllıydı. Başını hafiçe soluna eğdiğinde, yine tüm nefesi yüzümdeydi ve bedenim, bu adamın karşısında ürkekçe titredi. Güneş ışıkları gözümü almasın diye aralamaktan vazgeçtiğim, siyah perdelere lanetler okudum. "Bir daha Eliz'in varlığına güvenerek bana sesini yükseltme. Seni ilk ve son kez uyarıyorum. Ahu." Farkında olmadan ona sesimi mi yükseltmiştim? Ayrıca, bu adama adımı anmasını yasaklıyordum. Titrek bir nefes göğsümü havalandırdığında, keskin ve karanlık bakışları arsızca göğsümü buldu. Adem elması hareketlendiğinde, onunla beraber yutkundum. Siktir! İçimdeki ses haykırmak istiyordu. Onu itip benden uzak durmasını istiyordum ama kollarımı hissetmiyordum bile. Güçlükle kaldırdığım zayıf kollarımı, ellerimle beraber göğsünün üzerine koydum. İtmedim, itemedim. Hayatım boyunca hiç kimse beni bu kadar dikkatli izlemiyordu. "Yanlış. Sürekli böyle dip dibe olmamız çok yanlış." Acizce çıkan fısıltımla, karanlık bakışları dudaklarıma çevrildi. "Yanlış Ahu. Benim gibi bir adamın gözlerine, her defasında cesaretle bakman, senin için çok yanlış." Bakışlarını gözlerime çevirdi. "Hissettiğin korkunun kokusunu alıyorum. Ne kadar ürkekçe de olsa bana bu şekilde uzun uzun bakan herhangi biri yaşamadı." Bu adam, korkuyu yüreğimin tam ortasına filizlemiş oldu böylece. ⛓️ Bir hafta sonra... Hastaneden ayrılıp evime dönmemin üzerinden bir hafta geçmişti. Aklıma geldiği her an, sağ elimi korkuyla sol göğsüme bastırdığım o adamı görmeyeli bir hafta geçmişti. O gün son sözlerini söylemiş, sonra ağır ağır adımlarla ayrılmıştı yanımdan. Dakikaları hesaba katmadığım anlarda, zaman durmuşçasına öylece olduğum yerde kalmıştım. Nasıl kendime gelmiş, nasıl eşyalarımı toparlamış, o hastaneden çıkmıştım hatırlamıyordum bile. Kapıda beni karşılayan siyah jip arabaya binmiş, onun adamlarından biri tarafından eve bırakılmıştım. Taksiyle dönmek istemem, kesin bir dille reddedilmişti. Eliz'i de o günden sonra görmemiştim. Ama eve dönmemin ertesi gününde arayan yabancı numarayla şaşırıp açtığımda, neşeli sesini duymuştum. Beni annesinden önce sesli sonra görüntülü arama ile aramıştı. Yaklaşık bir buçuk saatin ardından öğle uykusu için sonlandırmıştı aramayı. Ahu Eliz'i düşündükçe, içimdeki küçük kız çocuğu sevinçle ayaklanıyordu yerinden. Sonra aklıma beni intiharımdan farkında olmadan kurtardığı ama beni, kendi kahramanı ilan etmesi tebessüm ile kıvırıyordu dudaklarımı. Küçük miniğim, sen olmasaydın eğer ya o sekizinci kurşunla ya da o yangında son verecektim bu çaresiz bir sancıyı sırtlamış hayatıma. Gözlerim buğulanmaya başladığında iç çektim. Evime döndükten sonra kulağına haberim giden amcam, evimin önüne iki koruma daha göndermiş sayılarını dörde çıkarmıştı. Aramaya yeltenmezken, bir mesajla geçiştirmişti beni. Sağ elim telefonumunda mesaj uygulamasına gittiğinde, gönderdiği mesajı tekrardan okudum. Hasan SAREL; Haberini aldım, dönmüşsün. En kısa zamanında ziyaretini bekliyorum Ahu. Tekrar tekrar okuduğum mesaj defalarca yutkunmama neden olmuştu. Onları ziyaret etmemi istiyordu ama ben kâbuslarımdan çıkaramadığım o eve tekrar adım atmak istemiyordum. İntiharımın gününü kesinleştirmeden öncesine kadar zoraki olarak o eve uğruyordum. Amcamın ve yengemin baskısıyla. Haftada en az iki gün akşam yemeklerine eşlik ediyor, kaçarcasına kendi evime geri dönüyordum. Ne kadar kalmamı isteseler dâhi değil kalmak, o evde adımlarken bile göğsüm sıkışıyordu. O ev, benim çocukluğumun cehennemiydi. Kahvaltımı sonlandırmaya karar vererek ayaklandım. Doyduğumdan değil, düşündüklerimle iştahımın hızla kesilmesi ile yemek yemek istemedim. Titreyen sağ elimle su bardağını düşmemesi için sıkıca kavradım. Yudum yudum suyu içerken, bir nebze olsun iyi gelmesini istedim. Oturduğum sandalyeden kalktım ve kahvaltıkların kapaklarını kapatıp buzdolabına yerleştirdim. Korumalar sağolsun beni yormamış, geldiğim gün mutfak alışverişini halletmişlerdi. Su ve çay bardağımı, çatalımı ve çay kaşığımı üç günde bir hâlâ boş olmasına rağmen çalıştırdığım bulaşık makinesine koydum. Yalnız yaşamak böyle bir şeydi. Mutfaktaki işlerimi bitirdikten sonra büyük salonuma doğru ilerledim ve gri renk koltuğumun üzerinde uzandım. Evim, tek yaşayan bir insana göre biraz büyüktü. 3+1 evde, hayalet gibi yaşamak çoğu zaman bu evden gitme isteği uyandırıyordu içimde. Yatak odam koridorun en sonundaki gri renkteki kapıydı. Diğer iki odadan bir tanesi de tıpkı bir yatak odası gibi beyaz renkle döşenmişti. Diğer odayı ise boş tutuyordum. Çünkü orayı dolu tutabileceğim hiçbir şeyim yoktu. Odanın ortasına serdiğim bir halı ve dinlenme sandalyesi vardı. Canımın sıkıldığı bazı anlarda orada oturur ve ne düşündüğümü bilmez hâlde düşünür dururdum. Yatak odası olarak döşediğim odayı da tanıdıklarımdan biri belki kalmak ister, bu yalnızlığımdan bir gece dâhi olsa beni ayrı düşürürdü diye hazırlatmıştım. Ve o odayı sadece bir arkadaşım ara sıra kullanıyordu. Didem. Aklıma gelen varlığı ile gülümsedim. Didem'in, hayatımdaki tanıdık olan diğer insanlardan farkı, yakın arkadaşım olmasaydı. Benim karakterimin tam tersi olan karakteri oldukça hareketliydi. Partilemeyi seven, mekanlarda delicesine dans eden, sarhoş hâldeyken o beyaz renklerle döşediğim odada akşama kadar sızan yakın arkadaşım. Gülümsemem yavaş yavaş soldu. Yakın arkadaşım olmasına rağmen geçmişim hakkında bildikleri oldukça sınırlıydı. Ne zaman amcamın 'minik sarayı' olarak tabirlediği evine yemeğe gitsem, ilerleyen saatlerde beni ard arda arar, oradan sıyrılıp kaçmama yardımcı olurdu. Bunu ona neden yaptırdığımı her zaman sorar, beni bunaltırdı. Yaklaşık üç yıl önce, tarihler 8 Şubat'ı gösterdiğinde, kutlamadığım doğum günümün gecesi beni o boş bıraktığım odadaki sandayenin üstünde, gözlerimde yaşlar ve kasılan bedenimle bulana dek. Benim için endişelenen bakışları o güzel yüzünde hüzün estirirken, dolu gözleriyle nedenini sordu, geri kalan zamanda bedenimi şefkatle sararak sabaha kadar benimle iç çekti. Biz o zaman yakın arkadaş olmuştuk. Gözümde canlanan anlardan beni koparan zil sesiyle irkildim. Uzandığım yerden doğrulduğumda, kucağımdaki telefon yere düştü. Eğilerek telefonu elime aldım. Ekranda Didem'in ismini gördüğümde burukça tebessüm ettim. Çok bekletmeden aramasını cevapladım. "Aloo!" Yüzümü buruşturup telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. İnce ve yüksek sesi kulağımı ağrıtmıştı. Sakince telefonu diğer kulağıma aldım. "Bağırmasan olmuyor değil mi Didem?" Öfkeli soluklarını işittim. "Kaç dakikadır kapındayım haberin var mı senin Ahu? İyice duyup duymadığını kontrol ettim." Kapımda mı? Kaşlarımı çatarak oturur pozisyonda olduğum koltuktan ayaklandım. Aramayı düşünmeden sonlandırıp, telefonu orta sehpanın üzerine koydum. Adımlarımı dış kapıya doğru yönlendirip ilerledim. Gri çelik kapıyı araladığımda, karşımda Didem'in öfkeli ama çekingen bakışları sonra endişeyle karışık şüpheyle bakan iki korumaya baktım. "Duşa mı girmek üzereydin?" Didem'in bastırılmış öfkeli sesine tezatla şirin tutmaya çalıştığı ifadeyi izledim. Korumalar ağzımdan çıkacak olan kelimeleri bekliyordu. Didem'in olayı kurtarmaya çalışmasını anlayarak başımı salladım. "Evet, duymadım o yüzden." Didem, yüksek topuklu ayakkabıları sırayla çıkartırken boyu benden birkaç santim kısaldı. Elindeki poşetlerle içeri girdiğinde, korumalar benden emir bekliyordu. Onlara ifadesizce başımı salladım. "Herhangi bir sorun yok, aşağıya inebilirsiniz." Başlarını sallayarak merdivenlerden aşağıya doğru indiler. Bir tanesi telefonu hızla kulağına alarak bir sorun olmadığını belirten bir konuşma yaparak iniyordu. Attığım adımdan haberi oluyordu amcamın. Derin bir nefes alarak evin içine doğru döndüm ve kapıyı sertçe kapattım. Büyük salona girdiğimde, Didem tekli gri koltuğa oturmuş kızgınlıktan ziyade kırgınlıkla bakıyordu bana. Onu tanıyordum, bana kızamazdı. "Neredeydin iki haftadır Ahu? Neden hiç haber vermedin bana?" Avuç içlerimi üzerimdeki bordo renk saten askılı ve şort takımımın şortuna sürttüm. Dakikalar önce uzanarak tavanı izlediğim büyük koltuğa, Didem'in karşısına geçecek şekilde oturdum. Bakışlarımla önce etrafı süzdüm sonra kısa kızıl saçlarını stresle düzeltmesini izledim. "Anlık bir seyahatti, amcamın zorlaması gibi bir şey. Üzgünüm haber veremedim." Zoraki bir tebessümü ona sunarken bakışlarındaki sahte öfkeyi yok etti. Ufak bir yalanın kimseye zarar olmazdı diye düşündüm. Dudaklarına sürdüğü parlatıcının üzerinden diliyle geçerken başını salladı. "2 haftadır sana ulaşmaya çalışıyordum çünkü endişelendim. Numaranı aradım ama yine ulaşılmıyordu." Çünkü onu engellemiştim. Dudaklarımı birbirine bastırırken içimdeki suçluluk duygusunu yok ettim. Ölümü aklıma koymuşken, kimse arkamdan üzülsün istememiştim. Başımı anladığımı belli edercesine salladım. "Seni kimseden de aramak, numaranın herhangi birinin geçmişinde olmasını istemedim. Bu konuda titizsin diye." Bu ince düşüncesi ile kıvrıldı dudaklarım. En azından bir huyumu bilen arkadaşım vardı. "Önemli değil Didem. Hem biraz kafa dinlemiş oldum." Kafama sıkacakken yangın çıkmış, küçük bir meleği o yangından kurtarmış, altı gün tanımadığım bir adamın hastanesinde istirahat etmiştim. Görüntüler aklımdan özet niyetine geçerken, o adamla yaşadığım anlar kalbimi tekletmişti. Gözlerimi sıkıca yumarak o anlardan sıyrılmak istedim. Kahretsin ki bedenim bana ihanet edercesine karıncalanıyordu. "İyi misin Ahu?" Gözlerimi hızla açarak Didem'e baktığımda, birbirine geçirip sıktığım ellerimin üzerindeki elini farkettim. O adam, bana zarardı. Ellerimi birbirinden ayırıp, Didem'in havada kalan elini aldım avuçlarımın arasına. İçimde gezen hissin yakıcılığını görmezden gelerek, içten bir şekilde gülümsedim. "Benim için endişelenme Didem, ben fazlasıyla iyiyim." Meraklı bakışları gözlerimdeyken, bakışlarımı yerdeki marka isimlerinin olduğu alışveriş poşetlerine çevirdim. Çenemle işaret ettim. "Bunlar ne? Alışverişten mi geldin?" Tüm ilgisini bir anda o poşetlere vererek ayaklandı. Ellerini çocuk gibi birbirine çırptı. "Hemde ne alışveriş!" Hızla poşetlerin olduğu tarafa yere oturdu. Tek tek içindeki kıyafetleri çıkarmaya başladı. Hepsini koltuğun üstüne dizdikten sonra ayağa kalktı. "Üç gün sonra öyle bir mekan açılıyor ki Ahu! Bu kıyafetlerin hepsini orada giyineceğim!" Heyecanla aldığı tüm elbiseleri tek tek göstermeye başladı. Hepsi birbirinden güzel, fazla iddialı mini kıyafetlerdi. Beğendiğimi belli eden mırıntılar dudaklarımdan dökülürken, açmadığı bir poşeti yerden aldı ve gelip yanıma oturdu. "Bunu gördüğüm an aklıma sen geldin Ahu. Sen bu elbiseyle mekana girdiğinde, tüm adamlar sıraya girecek!" Anlamaz bakışlarımı Didem'e sabitledim ve onu izlemeye başladım. Sıkıca paketlenmiş karton poşeti açamadığında tırnaklarını geçirerek yırttı. Şaşkınca onu izlerken, o çıkardığı elbiseye bakarak zaferle gülümsüyordu. Tekrardan ayağa kalkarak karşımda dikildi. "İşte Ahu'nun o müthiş elbisesi." Zevkle elbiseyi gözlerimin önüne sunduğunda, bakışlarım elbisenin üzerinde gezindi. Kan kırmızısı rengi, derin göğüs dekolteli, mini bir elbiseydi. Yutkunarak Didem'e baktığımda, gözlerindeki parıltılar açıkça ortadaydı. "Bu tarafını da görmelisin Ahu!" Didem'in elbiseyi ters çevirmesiyle gözlerime çarpan ilk şey yine derin bir sırt dekoltesi oldu. "Bunu giydiğin zaman mekanı birbirine katacaksın Ahu, sana ne kadar yakışabileceğini tahmin bile edemiyorum." Kendimi bir anda elbisenin içinde hayal ettiğim zaman derin bir nefes aldım. Evet, bu elbisenin tüm dikkatleri üzerime çekeceğinden emindim. Ama herhangi bir eğlence ortamında bulunmayı düşünmek bile beni boğuyordu, o kalabalığın arasında kaybolmak istemiyordum. Herhangi bir adamın, bana dokunmasını isteyecek şekilde bakmasını düşünmek bile beni rahatsız ediyordu. "Didem, o mekana kendi arkadaş çevrenden birileriyle gitmen daha doğru olur, gelsem dahi kalkıp dans etmek yerine bir kenarda oturacağımı ikimiz de biliyoruz benimleyken canın sıkılır." Didem, gözlerindeki parıltılar yavaş yavaş kaybolurken elbiseyi dikkatlice oturduğum koltuğun kenarına koydu. Bakışlarında az önceki heyecanından en ufak bir iz kalmazken ciddiyetle yanıma oturdu. "Arkadaş çevremden başkalarıyla gitmek isteseydim bu elbiseyi sana getirip beraber gitmeyi teklif etmezdim Ahu. Lütfen bu seferlik beni kırma." Bakışlarımı önce kucağımdaki ellerime sonra salonda Didem'in bana heyecanlı heyecanlı gösterdiği kıyafetlere çevirdim. Belki de ben fazla abartıyordum. Hayata dönmüşken biraz eğlenmenin bana ne zararı olabilir diye düşündüm. Didem haklıydı kendimi geçmişimle beraber yüzleşemediğim geçmişim bu eve kilitlemiştim. Benden olumlu bir cevap beklercesine yüzüme beklentiyle bakan Didem'e döndüm. Başımı ağır ağır sallayarak zoraki bir şekilde gülümsedim. "Pekala Didem bu sefer senin istediğin gibi olsun ama uyarıyorum ortam beni sıkarsa eve geri gelirim." Didem, yine hızlı ayağa kalkmış bir çocuk gibi ellerini ard arda çırpmaya başlamıştı. Gülümsedim. Bu sefer zoraki değil gerçekten gülümsedim. Eğer onu bu kadar kolay mutlu edebileceğimi bilseydim hiç reddetmezdim teklifini. Didem, aklına bir şey gelmişçesine etrafında dönüp çocuklar gibi sevinmeyi durdurduğunda, yüzüme bir anda endişeyle baktı. "Ben nasıl unuturum! Bu akşam babamın ortaklarıyla vereceği bir yemeği vardı. Hem de bizim evin bahçesinde!" Hızla arkasını dönerek eline aldığı elbiseleri poşetlerine geçirmeye başladı. Didem'in, bu heyecanını hiç kaybetmeyen hallerine tebessümle bakıyordum. Didem'e, sanki içindeki küçük kız çocuğu hep eşlik ediyordu. "Ahu, ben çıkıyorum ama sakın bu verdiğin sözü unutacağımı zannetme. Mekanın açılacağı gün gelip seni bizzat kendi ellerimle alacağım bu evden." Telaşlı telaşlı evin dış kapısına doğru koşarken ben yine onu gülümseyerek izliyordum. Arkasından kapıya kadar gittiğim zaman hızla topuklu ayakkabılarını tekrardan ayaklarına geçirdi. Sendelememeye dikkat ederken, kısa kızıl saçlarını savurdu ve bana baktı. "Bu seyahat işini de senden detaylıca dinlemek istiyorum, bana hatırlat." Sol elimin altındaki dış kapının kulpunu sıkarken, yüzümdeki gülümsemem yavaş yavaş soldu. Aslında intihar etmeye gittiğimden haberi olsaydı, kim bilir ne kadar üzülürdü. Üzülürdü değil mi? Benim için üzülecek bir kişi bile olsa vardı. Odağım netlik kazanmaya başladığında Didem, sağ elini yüzümün önünde sallıyordu. "Duydun beni değil mi Ahu?" Hafifçe öksürerek başımı salladım. "Önemsiz bir mesele, endişelenmene gerek yok Didem." Boşta olan sağ elimi de gelişigüzel bir şekilde havada salladım. Amacım onun içini rahatlatmaktı. Beni başını sallayarak onaylandıktan sonra avucunun içerisine bir öpücük bırakıp bana doğru boştaki elini salladı. Topuklu ayakkabıları ile merdivenlerden hızlı hızlı inmeye başlarken ona seslendim. "Dikkatli in Didem, bir yerine bir şey olmasın." Önce ufak bir kahkaha sesi yankılandı. "Bana bir şey olmaz. Seni çok sevdiğimi unutma görüşürüüüz!" Boş sesi apartmanda yankılandı ardından binanın dış kapısının kapanma sesi geldiğinde ben de evimin dış kapısını kapatarak içeri girdim. İşte yine yalnız kalmıştım. Bir dahakine Didem, seyahat mevzusunu sorduğunda onu tatmin edecek cevaplar vererek bu konuyu tamamıyla kapatmalıydım. Adımlarım yavaş yavaş salona vardığında tekrardan büyük gri koltuğa baktım. Bakışlarım koltuğun kenarındaki elbiseye kaydı. Her ne kadar Didem'e belli etmesem de bu elbise çok hoşuma gitmişti. Onun takıldığı ortamları az çok biliyordum ve ister istemez çok kez içerisinde bulunmuştum. Haklıydı, eğer bu elbiseyi giyip o mekana gidersem tüm dikkatler üzerimde olacaktı ya da Didem beni bu ihtimale fazlasıyla inandırmıştı. Gözlerim duvardaki saate kaydığında saatin 5'e doğru yaklaştığını farkettim. Neredeyse akşam olmaya yakındı. Bugün yine erken uyandığım için fazlasıyla uykum da vardı. Herhangi yapacak bir şeyim olmadığından biraz dinlenmeye karar verdim. Bedenimi gri koltuğa yatırdığımda gözlerimi kapatmamla birlikte telefonumun zil sesi bunu böldü. Didem'in bir şeyi unutup unutmadığından emin olmak için gözlerimle önce etrafı süzdüm ama hayır, Didem ona ait olan her şeyi götürmüştü. Meraklı bakışlarım telefonu bulduğunda, orta sehpaya uzanarak telefonumu avuçlarımın arasına aldım. Ekranda kayıtlı olmayan bir numara vardı. Kaşlarım istemsizce çatılırken kim olup olmadığını düşünmeye başladım. Numaram herkeste yoktu ki Didem bile beni merak ettiği zaman diliminde bana ulaşamadığında, kendi numarası haricinde hiçbir numaradan beni aramamıştı. Merakıma yenik düşerek telefon aramasını cevapladım. Telefonu sakince kulağıma doğru tuttuğumda, karşı taraftan bir ses gelmesini bekledim. "Ahu abla, duyuyor musun beni?" Duyduğum ses ile aldığım derin nefesi sakince verdim. Bu ses Ahu Eliz'in sesiydi. "Duyuyorum Küçük prenses." Sesi, sesimi duyması ile birlikte daha da neşelenmişti. O kıkırdarken arkadan annesi Sare'nin sesi gelmişti. "Ahu, kusura bakma canım. Bu benim yeni numaram sadece seni bilgilendirmek istemiştim." Eliz'in gülüşlerine eşlik etti. "Tabii Eliz seni arayacağımı duyar duymaz seni ne kadar özlediğinden bahsetti.Eğer sen de müsait olursan seni bu akşam yemeği bekliyoruz." Almayı beklemediğim teklifle duraksarken derin bir nefes aldım. Eliz'i ben de özlemiştim ve onu görmek istiyordum. "Eğer müsait olursanız sizi ben de görmeyi çok isterim." Arkadan Eliz, 'oleey' diye bağırmaya başladığında, Sare de içten bir gülümsemeyle konuştu. "Sana adresi atacağım canım. Yedi gibi bekliyoruz seni." Eliz'in sevincine eşlik eden sesimle güldüm. "Akşam görüşmek üzere." Ardından telefonu kapattım. Yaklaşık iki saatim vardı.
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınız. 🖤 |
0% |