@kaykaz
|
Karanlık çok karanlık. Hiç birşey göremiyorum. Oda gibi bir yerdeyim ama hiç ışık yok. Bir anda kırmızı ışıklar çıktı odadan. Oda yanmaya başladı ne olduğunu fark edemedim. Duvarlara vurmaya başladım "Çıkarın beni buradan çok karanlik" diye bağırdım. Etrafimi alevler sarmaya başladı. Daha hızlı yumruklamaya başladım. "Yanmak üzereyim çıkarın beni buradan" Çıkış yolu aramaya çalıştım. Her yer duvardi başka hiç bir şey yoktu. Dört duvarin arasına sıkışıp kalmıştım. Alevler dahada etrafimi sarıyordu. Daha sert vurmaya başladım duvara. Ellerimde bir ıslaklık hissettim galiba ellerim kanıyordu. "Lütfen çıkartın beni" diyerek bağırabildiğim kadar bağırmaya devam ettim. Uzaklardan bir ses duydum. Biri bana sesleniyordu. "Asena uyan" ses çok derinden geliyordu."Asena kabus görüyorsun" . "Çok karanlık göremiyorum ışığı açar mısın" dedim. "Asena ışık zaten açık sadece gözlerini aç" dedi ayni ses. "Işığı açar mısın?" "Gözlerini aç" "Işık" "Gözlerin" Her yer bir anda aydınlandı gerçekten gözlerim kapalıymış. Daha önce hiç gelmediğim bir odadaydım. Duvarlar gri renkteydi. Odada sadece bir yatak ve bir dolap vardı. Siyah çarşafların arasında yatakta duruyordum. Her yerde yine aynı koku vardı. Yatakta yanımda oturmuş masmavi gözleriyle bana bakıyordu. "Küçük prens" "Küçük prens ya" diyerek bana karşılık verdi. "Iyi hissediyor musun?" diye meraklı gözlerle sordu. "Neredeyim ben" sorusunu görmezden geldim. "Akşam yaşadıklarından ve olayın şokuyla bayıldın. Bende nereye götüreceğini bilemedim ve öylece bırakamazdım. Seni alıp evime getirdim." diye açıklama yaptı. "Teşekkür ederim yani böyle bir yardıma gerek yoktu. Kendi başımın çaresine bakabilirdim yapmadığım şey değil." dedim yatakta biraz daha otururken. "Ona ne şüphe zaten. Aç mısın bir şeyler yemek ister misin?" dedi. Mavi gözleri dipsiz bir kuyu gibiydi bakmaktan alıkoyamıyordum kendimi. "Aç değilim sağol." diyerek yanıtladım küçük prensi. Sahi bu kaçıncı gündü yemek yemediğim. "Asena saçmalama yüzün bembeyaz olmuş. En son ne zaman bir şey yedin sen" dedi. "Benim adım Asena değil Sena" kimsenin bana Asena demesinden hoşlanmazdım. "O zaman neden bana benim adım Asena Kaykaz dedin?" "Adım öyle çünkü" "Hani adın Asena değildi" "Kimlikte Asena yaziyor ama kullanmıyorum" "Yani adın Asena" "Sena'yı kullanıyorum" "Yani Asenasin" "Bana hiç kimse Asena demez hep Sena'yı kullanıyorum" "Gözlerin kurtların gözleri gibi bakır rengi. Asena dişi kurt demektir. Kurt gözlüsün o yüzden Asena ismi daha çok yakışıyor" "Bakır rengi mi?" "Evet bakır rengi" "Olabilir ama Sena ismini kullanıyorum ben" "Sen bana neden küçük prens diyorsun iki seferdir?" "Küçük prense benziyorsun çünkü" "Makul bir cevap " "Sen bankta uyuyor muydun yoksa uyanık mıydın?" "Sen uyanık olmamı mı isterdin" "Hayır yani anlattıklarımın birini duymasını istemezdim" "Merak etme o sırada 8. Rüyamı falan görüyordum" "Gerçek adın ne?" "Koray Tansel " "Koray mı Tansel mi " "Ikiside benim adım" "Pekala Tansel" "Artık bişeyler yiyecek misin?" "Tamam yerim" diyerek onu cevapladim."Beni takip et" dedi ve odadan çıktı. Peşinden hızlı adımlarla bende gittim. Bir odaya girdik. Salon ve salon ile birleşik mutfak. Odanin duvarları yine griydi. Koltuk takımları mutfak dolapları her bir ayrıntı gri renkteydi. Koltuğun arkasında bir yemek masası vardı. Masanın üstünde iki tabak ve tost vardı. Küçük prens sandalyesini çekti ve oturdu. Bende diğer sandalyeye oturdum. Tostumu yemeye başladım. İlk ısırığı aldığım gibi tostu tabağa geri bıraktım. "Bunun içinde domates mi var?"diye sordum. Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra beni cevapladı "Domatessiz tost olmaz". "Domatesten nefret ederim yemem ben bunu" diyerek tabağımı onun önüne doğru ittirdim. Tabağımı aldı ve tostun içini açtı. Içindeki domatesleri tek tek ayıkladı. "Bunu sende yapabilirdin ama yemek yememeyi seçmek daha kolayına geldi. Yemek yemekle ilgili sorunların mı var?" diyerek tabağı benim önüme doğru ittirdi. "Hayır yok sadece sevmiyorum" dedim ve tostumdan keyifle ısırık aldım. Tostumu yemeye devam ederken evi incelemeye başladım. Mutfak ve salon bir kişi için yeterli boyuttaydı. Salona gelirken koridorda onun odasından başka sadece bir kapı görmüştüm. Büyük ihtimalle banyoya ait kapıydı. Yalnız yaşadığı belliydi ama sevgilisiyle birlikte kalıyorda olabilirdi. Eğer öyleyse kız eve gelince yanlış anlaşılma olmasını istemezdim. "Yalnız mı yaşıyorsun yoksa başka biriyle birlikte mi kalıyorsun?" diye sordum. "Merak etme sevgilim yok" "Onu mu sordum şimdi ben" aslında tam olarak bunu sormak istemiştim. "Sorarken öyle duruyodun gözlerin parlıyordu sanki. Hem neden olmasın yakışıklı biriyim ben. Değil miyim sence?" mavi gözlerinde alaycı bir parlaklık vardı. "Birazcık öyle gibisin" "Hadi ama birazcık mı. Çok alınıyorum şuan. Ben Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir yakışıklı erkeğim. Kalbim paramparça Asena Hanım" yüzünde yapay bir üzüntü vardı. "Asena değil Sena" biraz daha Asena demeye devam ederse kötü şeyler yaşayanabilirdi. Bana cevap vermeden tostunun son lokmasını ısırdı. Tostumu bitirmiştim ve artık gitmek istiyordum. "Ben gidiyorum" diyerek sandalyeden kalktım. Tam salondan çıkmak üzereydim arkamdan seslendi. "Dışarıda yağmur altında hasta olmak istiyorsan gidebilirsin. Hasta olmak istemiyorsan ve benim gibi Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir yakışıklıyla daha fazla vakit geçirmek istiyorsan kalabilirsin" Hadi canım dışarda yağmur mu yağıyordu. Bu yaz yağan ilk yağmurda bana denk gelmişti. Şans kelimesiyle ilgili ciddi sorunlarım vardı. "Yağmur mu yağıyor? Hiç sesi gelmiyor ama" "Birazcık sussan yağmur yağdığını duyardın" diyerek sandalyeden kalktı ve masadaki tabakları aldı. "Ben mi susayım. Salona geldiğimizden beri en çok konuşan sensin" salona geri girdim ve koltuğa doğru yöneldim. "Neyse. Eeee bu Türkiye ortalamasının üstünde yakışıklı çocukla ne yapmak istersin?" "Niye bir şey yapalım ki?" "Yağmur dinene kadar böyle oturmak istiyorsan sen bilirsin" tabakları bulaşık makinasına yerleştirdi. "Haklısın. Film izliyelim mi?" "Olur ama filmi ben seçerim."
******* Hayatta en korktuğum şeylerden birini yapıyorduk. Korku filmi izliyorduk. Filmi ben seçerim diyince kabul etmiştim. Korku filmi seçeceğini bilmiyordum. Korku filmi açacağı zaman itiraz etmiştim ve korkuyor musun diye benimle dalga geçmişti. Filmin hepsini korku belirtisi göstermeden bitirirsem mısır patlatmamızdan çıkan bulaşıkları Tansel yıkayacaktı. Ne yapıp edip bu iddiayı kazanmam gerekiyordu. Küçük koltuğun bir ucunda ben diğer ucunda Tansel oturuyordu. Televizyonun ekranına doğru canavar zıplayınca korkarak yerimde sıçradım. Kucağımdaki mısır kutusundan bir kaç mısırda halıya dogru yuvarlandı. Koltuğun ucundan güçlü bir kahkaha attı. "Korktun mu küçük kurt ?" Sinirle kutudan aldığım bir mısırı yüzüne doğru fırlattım. Fırlattığım mısırı ağzıyla yakaladı ve çiğnemeye başladı. "Ne korkması. Hıçkırık tuttu sadece ondan yani şey oldu" kutudan bir avuç mısır alıp ağzıma tıktım. "Ondan mı şey oldu ?" derken pis pis sırıtıyordu. "Su veriyim istersen hıçkırığın geçer. Soğuk su iyi gelir" dedikten sonra arkasından göz kırptı. "Şerefsiz" diyerek yine yüzüne mısır fırlattım ve ağzıyla yakaladı. "Şerefsiz mi ? Bugün gerçekten çok kalbimi kırdınız Asena Hanım. Karşınızda Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir yakışıklı beyefendi var hiç yakışıyor mu böyle sözler". Filmdeki gerici müzikten dolayı yine korkmaya başladım. Bu korkuya artık daha fazla dayanamazdım. "Tamam yeter kapat artık şu filmi" "Niye ? Korktun mu yoksa?" derken bir yandan kahkaha atıyordu. "Korkuyorum evet." dedim kumandaya uzanırken. "Bitsin öyle kapatırım" benden önce hemen kumandaya uzandı ve aldı. "Korkuyorum ya korkuyorum. Kapatır mısın?" ona yalvaran gözlerle bakıyordum. "Bulaşıkları yıkayacaksın ama". "Tamam yıkayacağım sözüm söz". Tam kumandaya basıp televizyonu kapatıyorken hızlıca elimi kolunun üzerine koydum. Elimi koyduğum koluna baktı sonra benim gözlerime baktı. "Toy Story izliyelim mi?" elimi kolundan çektim. "Hay hay" diyerek televizyondan Toy Story açtı. Toy Story izlemeye başlarken yastığı alıp ona yakın tarafa koydum ve uzandım. ******
Tansel Kumral saçları dizimin üstüne yayılmış haldeydi. Toy Story izlerken uyuya kalmıştı. Uyurken kedi gibi tırmana tırmana kafasını dizime koymuştu. Kaşları biraz çatılmıştı dolgun dudakları hafif aralık gibiydi. Uyurken arada mırıldanıyordu. Uyurken kabus görme sorunları vardı. Onu dün akşam eve getirdikten sonra yatağa yatırdığımda başında beklemiştim. Dün gece uyurken ağır bir kabus görmüştü o kadar etkisinde kalmıştı ki uyanık olmasına rağmen gözlerinin kapalı olduğunu algılayamamıştı. Her gece kabus gördüğü çok belliydi. En son dizimde uyuyan kız ikiz kardeşim Tanyel di. Tanyel'i en son 6 yaşındayken görmüştüm. Birlikte sitenin bahçesinde bisiklet sürüyorduk. Ben en önden gidiyordum o da arkamdan beni takip ediyordu. Ben hızlanmıştım o da arkamdan beni takip ediyordur diye dönüp kontrol etme gereği duymamıştım. Biraz ilerledikten sonra arkamı dönünce Tanyeli görememiştim. Sitenin her yerinde aramıştım ama hiç bir yerde yoktu. Eve gidip annemle babama haber vermiştim. Günler geçti yıllar geçti herkes onun öldüğüne inandı. Ama ben öldüğüne inanmıyordum. İnsan ikizini hisseder derler ya. Ben hala Tanyeli hissediyorum o hala yaşıyor. Bir yerlerde hâlâ nefes aldığına inanıyorum. Kumral saçlarından vanilya kokusu bütün evime yayılmıştı. Vanilya kokusuna sahip bir çok kadın görmüştüm ama onun kokusu diğerlerinden daha farklıydı kendine has bir kokusu vardı. Saçları vanilya tahminimce teninin kokusuda vanilyaydı. Ben bankta yatarken iki gece yanıma gelmişti. Onu duymadığımı zannediyordu ama o yanıma oturunca etrafımı saran vanilya kokusundan dolayı uyanmıştım. İlk gece yarım bıraktığım biramı içmişti , diğer gece onun için bira almıştım belki gelir diye. Umudum yoktu ama beklemiştim gelmesini. Tam uykuya dalacağım sırada vanilya kokusu yine beni uyandırmıştı. İlk gece sigara içeceği sırada cebimden çakmağımı almıştı ve geri vermemişti. Çok sigara içen biri olmasam bile o çakmak babama aitti. Ondan bir parçayı yanımda taşımaktan hoşlanıyordum. Moralim bozulduğunda çakmağı yakar ateşi izler ve babamı hissetmeye çalışırdım. Babam ben küçükken bu çakmağı bir gün sana vereceğim ve bu çakmağı ileride aşık olduğunda aşık olduğun kadına vereceksin derdi. 7 yaşındayken çakmağı bana vermişti. O günden beri çakmağı kimseye vermemiştim. Şimdi de biri benden çakmağı almıştı. Dizimdeki kafası hareket etmeye başladı. Kafasını sallerken bacaklarını dizine doğru çekip iyice koltukta küçüldü. Yanımdan ince bir örtü alıp üstüne örttüm. Filmi izlemeye devam ederken bir anda üstünden örtüyü yere fırlattı. Örtüyü yerden alıp tekrar üzerine örttüm. Terliyor mu diye düşündüm ve elimi boynuna koydum ve teni buz gibiydi. Çocuk gibi örtüyü üzerinden atıp duruyordu. Sahildeki akşam yanımda kendini anlatmıştı. Onun yerinde olsam eve bir daha adımı mı atmam çekip giderdim. Zaten bende bir daha eve adım atamamıştım 7 yaşından beri. Yemek yemiyordu tahminimce. O akşam bayılmıştı ve yüzü bembeyazdı. Insanın iştahı kalmazdı o evde. Bileğindeki kalın bilekliklerin arasından kesikler belli oluyordu. 7 yaşındayken başlamıştı kendine zarar vermeye. Eminim vücudunun başka yerlerinde de yara izleri vardır. Üzerindeki örtüyü yine yere doğru fırlattı. Uzanıp yerdeki örtüyü aldim ve tekrar üzerine örttüm. Kumral saçlarıyla uyumlu bakır rengi gözleri vardı. Annem küçükken Tanyel ile beni hayvanat bahçesine götürmüştü. Orada sarıyla karışık kahverengi bakır gözlü bir kurt görmüştüm. Cam kafesinin önüne oturup hayran hayran izlemiştim o kurdu. Annem artık kalkmam için yalvarmıştı ama inatla oturup o kurdu izlemeye devam etmiştim. Kurtta cam kafesinin içinde durup bana bakmıştı. En sonunda annem kucaklayarak beni eve götürmüştü. Kurt tıpkı Asenaya benziyordu. Onun gibi kahveyle karışık sarı saçlar aynı bakır rengi gözler. Üzerindeki örtüyü yere attı. Uzanıp aldım ve tekrar üzerine örttüm. Filmi izlemeye devam ederken telefonum çaldı ben telefona uzanırken telefonun sesiyle Asena uyanmıştı. ******* Asena Kulağıma gelen bir melodi sesiyle kafamı yasladığım yerden kaldırdım. Arkamı döndüğümde Tansel telefonunu açıyordu ve dizlerinde bir yastık vardı. Orada mı uyumuştum cidden. Soran gözlerle onu bakıyordum. Tam ağzımı açıp soru sorucakken elini kaldırıp beni durdurdu. "Gelmem şart mı?" sıkıntılı bir nefes verip karşı tarafı dinlemeye devam etti. Telefondan sesler geliyordu ama ne dediğini tam olarak çözemiyordum "Tamam Asaf Abi. Orada olucam, akşam görüşürüz" telefonu kulağından çekti ve aramayı sonlandırdı. "Yastık niye orada ?" gözlerimle dizlerindeki yastığı işaret ettim. "Uyurken dizlerime kedi gibi tırmanıp yastığı koyduğun için olabilir mi acaba?" dedi ve koltuktan kalktı. "Iyi yapmışım. Çünkü sen Türkiye ortalamasının çok üzerinde bir yakışıklısın. Yararlanmak lazımdı" dedim alayla. "Aferin kapmaya başladın" dedi sol gözünü bana kırparak. Salondan çıktı ve koridordaki bir kapıyı açtı. Bir kaç dakika sonra tekrar salona geldi. Üzerini değiştirmişti. Siyah bir kot pantolon ve gri bir tişört giymişti. "Ufak bir işim var yarım saate gelirim. Uslu dur ve bulaşıkları yıka" salondan çıktı ve kapıyı açtı. Koltuktan kalkıp mutfağa doğru ilerlerken arkasından mırıldandım. "Uslu durmuş. Yedik sanki evini hayvan herif" "Duyabiliyorum seni. Ayrıca ben Türkiye ortalaması-" derken hızlıca sözünü kesip bağırdım. "Hıhı aynen ondan. Ya gitsene sen artık, yarım saatin başladı. Yarım saat sonra evde olmazsan döndüğünde gitmiş olurum. Misafirim ben misafir. Misafire bulaşık yıkatılır mı ayı" derken aynı zamanda elimdeki yüzükleri çıkarıyordum. "Sende iddiaya girmeseydin. Gittim ben" dedi ve arkasından kapının kapanma sesi geldi. *28 dakika sonra* Iki tane mısır kutusu ve bir tencere yıkamak ne kadar uzun surebilirirse o kadar uzun sürmüştü. Ellerimi kurulayıp saate baktım. Tansel gideli 28 dakika olmuştu. 2 dakika sonra eve gelmezse eşyalarımı alıp evden çıkacaktım. Hâlâ neden gitmediğimi bende bilmiyordum ama onunla vakit geçirmek keyifliydi. 1 dakikası kalmıştı. 30 saniye 20 saniye 10 saniye Içimden sayarken bir anda kapının üzerinden anahtar sesi gelmişti. Ayağa kalkıp salondan çıktım ve dış kapıya yöneldim. Tansel bir elinde 2 poşet diğer elinde siyah bir kutu tutuyordu. Uzerindeki gri tişört ve kumral saçları ıslanmış haldeydi. Demekki dışarıdaki yağmur hâlâ dinmemişti. "O elindekiler ne ?" arkamı dönüp salona girdim. Arkamdan beni takip eden adım seslerini duyuyordum. "Yıkadın mı bulaşıkları ?" derken gözleri mutfak tezgahında dolanıyordu. "Gördüğün üzere hepsini yıkadım. Sözüm sözdür benim. Şimdi cevap vericek misin elindekiler ne iş ?" Salonun ortasında yanıma geldi ve tam karşımda adımları durdu. "Açık arttırmaya gidiyoruz" cebinden telefonunu çıkarıp saate baktı ve tekrar cebine geri koydu. " 1 saat sonra" "Seninle geleceğimi sana düşündüren nedir ?" kollarımı göğsümde bağladım. Gözlerime baktı ve cevap verdi. "Küçük kurt belki biraz heyecan yaşamak ister diye düşündüm" "Tatlı var mı ?" iştahlı gözlerle onu bakıyordum. "Olmaz olur mu. Tatlı,çeşit çeşit içki ve yemekler ne ararsan var" geleceğime emin mavi gözleriyle bana bakıyordu. "Tamam geliyorum ama.." gözlerimle kendimi süzerken onun mavi gözleride beni takip ediyordu. Üstümde dün akşamki kıyafetlerim vardı. "Bu kıyafetler sanki açık arttırma için uygun değil gibi". "Onu da düşündük herhalde" derken aynı zamanda elindeki siyah kutuyu ve poşetleri bana uzattı. "Içinde elbise, ayakkabı , makyaj malzemesi neye ihtiyacın varsa var". "Gözlerimi yaşartıyorsun küçük prens" yapay bir şekilde gözlerimi siliyormuş gibi yaptım. "Duş almak istiyorsan alabilirsin ama 1 saatin var" "Hallederim ben" salondan çıkıp odasına girdim. *50 dakika sonra* Aynadan kendime bakıyordum. Üzerimde yeşil renkli saten bir elbise vardı. Göğüs kısmı kalp kesim, uzun derin yırtmaçlı, saten kumaşı bel kısmında üst üste biniyordu. Ayakkabı olarak önü açık bağcıklı beyaz bir topuklu ayakkabı vardı. Bileğimdeki ip bileklikler elbiseyle tezat bir görüntü oluşturuyordu ama çıkarmadım.Makyajımı aldığı malzemelerle yapmıştım. Bir erkeğin anlayabildiği kadar malzeme almıştı. Bazı eksikler vardı ama yüzümde güzel duruyordu. Son kez aynada kendimi kontrol ettikten sonra aldığı beyaz çantayı elime alıp odadan dışarı çıktım. Salona girdiğim gibi kafasını telefonundan kaldırıp bana baktı. Gözleri beğentiyle beni süzüyordu. Gözleri yırtmaçtan görünen bacağımda fazla oyalandı. Rahatsız olurum düşüncesiyle hızla gözlerini gözlerime düşürdü. Üzerinde siyah bir takım elbise vardı. Ben makyajımı yaparken odaya gelip kıyafetlerini almıştı. Takım elbisesinin cebinde benim elbisemle aynı renkte bir mendil vardı. Dediği kadar vardı. Gerçekten Türkiye ortalamasının üzerinde bir yakışıklıydı. "Tahminimden daha güzel" diye sessizce mırıldandı. Hafifçe öksürdüm "Hadi gidelim artık. Çok acıktım , evindeki bir misafiri bile düzgün besleyemiyorsun. Insan misafirini düşünür" her zaman iştahsız olan ben bugün çok aç hissediyordum kendimi. "Misafirimi düşünüyorum. Bak onu şuan çeşit çeşit yemekler olan açık arttırmaya götürüyorum" derken yavaşça adımlar atıp tam önümde durdu. Gözleri boynumda oyalandı. "Bir şey eksik " cebinden bir kutu çıkarttı ve bana uzattı. "Yoksa bana evlenme teklifi mi ediyorsun Küçük prens. Dizde çökücek misin yoksa?" Elinden kutuyu aldım ve açtım. Kutunun içinde dalga sembolü olan bir kolye vardı. Dalga, mavi ve gri değerli taşlarla süslenmişti. Bir süre kolyeyi inceledikten sonra elini uzatıp kutudan kolyeyi aldı. Arkama geçti ve saçlarımı omzumda topladı. Kolyeyi bana takarken elleri tenime değiyordu ve dokunduğu yerleri yakıyordu. Kolyeyi taktıktan sonra tekrar önümde durdu. Gözleri yine boynumda oyalandı. "Şimdi eksik değil" "Hadi gidelim küçük prens" kolunu bana doğru uzattı ve koluna girdim. Apartmandan dışarı çıktığımızda bir gökdelende olduğumuzu yeni fark ettim. Etrafta bir çok gökdelen vardı. Çıktığımızı gören vale Tansel'in arabasını getirdi. Kahverengi bir Porsche tam önümüzde durdu. Tansel ilerleyip benim kapımı açtığında ön koltuğa yerleştim. Arabanın arkasından dolanıp şoför koltuğuna oturdu. "Uyuşturucu kaçakçısı falan değilsiniz dimi ?" derken bir yandan da arabayı inceliyordum. Arabayı sürerken başını bana çevirip cevap verdi "Güvenlik şirketleri vardı babamın. Babamdan kalanları yönetiyorum" Babası ölmüştü. Annesi ve kardeşinin fotoğrafını da görmemiştim evde. "Anladım" dedikten sonra yolu izlemeye başladım. Bir kaç dakika sonra telefonumun melodisi arabayı doldurdu. Beyaz çantanın içinden telefonumu alıp ekrandaki dayımın çağrısına baktım. Anne ve babaya sahiptim. Her ne kadar anne baba olmasalarda onlara sahiptim. Ama benim sadece dayım vardı. Hayatta ebeveyn olarak gördüğüm tek kişiydi dayım. Ne zaman kötü bir şey yaşasam beni karanlığın içinden kurtaran tek kişi dayımdı. Şuanda içimdeki küçük çocuğa dokunabilir tek kişi dayım. Içimdeki o küçük çocuk hala ölmediyse ve yaşamaya devam ediyorsa bunu dayıma borçluyum. Beni bir çok kez kendime zarar verirken görmüştü. Saatlerce yanımda oturur bana sarılırdı ve yaralarımı sarardı her anlamda. Şuanda emekli astsubay. Hiç evlenmediği için görevden döndüğü zaman bizim yanımıza gelir kalırdı. Çoğu zaman uzakta olurduk birbirimizden ama o her an içimdeki küçük çocuğun yanındaydı. Babamı seçebilseydim hiç düşünmeden dayımı seçerdim. Hayattaki en şanslı çocuk dayımın çocuğu olurdu. Iyi bir baba olacağına hiç şüphem yoktu ama hiç evlenmemişti. Dayıma da hiç bir zaman neler yaşadığımı anlatmazdım. Anlatmamı da hiç bir zaman istemedi. Her zaman beni bir şekilde anlardı. Telefon konuşmalarımızın sonunda bir eksiğin ihtiyacın var mı diye sorardı. Ondan yeni bir hayat istesem bana verebilir miydi acaba. Bana ilk bilekliğimi dayım almıştı. Bilekliklerin bir şeyleri saklama konusunda ne kadar başarılı olduğunu. O günden beri bilekliklerim benim için bir kalkandı. Bileklerime bakınca bilekliklerimden dolayı tenimdeki yara izleri görünmüyordu. Şimdi bakınca bütün izlerimi kapatan bilekliklerim vardı. Çağrıyı açıp telefonu kulağıma yasladığımda dayımın sesi geldi. "Asenam nasılsın kızım?" Asena ismini bana dayım koymuş. Benim yeğenim dayısı gibi kurt olucak dermiş. Bana tek Asena diyen oydu ve artık bir de Tansel var. "Iyiyim dayı asıl sen nasılsın?" onunla konuşurken içimdeki küçük çocuk ortaya çıkıyordu. "Iyiyim bende nasıl olayım. Emekliliğe alışmaya çalışıyorum" çok kez göreve giden bir asker için emekli olmak zor bir durumdu. "Çok yalnız bırakma beni. Kalmaya gel bize , özledim seni" "Aşk olsun ben seni hiç yalnız bırakır mıyım? Yakında gelmeyi düşünüyorum size. Bana sözün var unutma 18 yaşını geçer geçmez seninle gece kulübüne gidiyoruz. Bu yaşlı kurdun biraz eğlenmeye ihtiyacı var" dayım konuşurken aklıma doğum günümün yarın olduğu geldi. Bugün 25 Ağustostu ve 26 Ağustos benim doğum günümdü. "Merak etme yarın on sekizime basıyorum. Geldiğin gibi sözümde durucam " gözlerim arabanın ekranındaki saate kaydı. Saat akşam dokuz olmuştu. Doğum günüme sadece 3 saat vardı. Tansel ile birlikte bugün gerçekten çok hızlı geçmişti. Yolda ilerlerken korna sesleri geldi. "Ne o yoksa. Bensiz mi eğlenmeye gidiyorsun Asena" "Arkadaşımla bir partiye gidiyoruz. Yoldayım daha varmadık" "Arkadaşın kim?" "Tansel. Öyle okuldan bir arkadaşım önemli değil" "Canını sıkan bir şey yaparsa haberim olsun" dayım hep bana karşı korumacı olmuştur. Ona ne zaman birinden bahsetsem sabıka kaydına bakardı. "Yok dayıcım yapmaz öyle biri değil" gözüm Tansel' e kaydığında o da bana başını çevirip baktı ve göz kırptı. Göz kırptığı üçüncü seferdi. Göz kırparken ne kadar çekici olduğunun farkında mıydı bu çocuk. "Öyle olsun bakalım. Hadi siz eğlenmenize bakın bu yaşlarınız bir daha gelmiyecek ben rahatsız etmiyim sizi. Eğlen ama dikkatli ol Asenam dışarda türlü türlü insan var" "Tamam dayıcım merak etme bende o iş" telefonu kulağımdan cekmek üzereyken dayımın sesi tekrar kulağıma ulaştı. "Bir eksiğin ihtiyacın var mı" yine klasik repliğini söylemişti. "Yok dayım. Bir an önce yanımda ol bana yeter. Görüşürüz dikkat et kendine" "Görüşürüz sende dikkatli ol" Telefonu kapatıp çantama geri koydum. "Hani kimse sana Asena diyemezdi?" Tansel konuşunca kafamı ona doğru çevirdim. "Asena ismini bana koyan dayım. Adam nasıl koyduğu isimle seslenmesin" Kafasını bana döndürüp hafifçe kafasını salladı. Araba lüks bir mekanın önünde durdu. Tam kapıyı açmak üzereyken eliyle elimi durdurdu. "Bu gece kız arkadaşım olarak burda olman gerekiyor. Sorun olur mu?" mavi gözleri bakır rengi gözlerimde oyalanıyordu. "Ilk miyim yoksa getirdiğin sekizinci kız falan mıyım?" "Ilksin" derken dudakları alayla kıvrıldı. "Hay hay" dedim onu taklit ederek. Eliyle bekle işareti yapıp arabadan çıktı. Adımları kapımın önünde durdu ve kapıyı benim için açtı. Arabadan çıkıp uzattığı kolunu tuttum. Arabanın anahtarını valeye teslim etti ve lüks mekanın içine girdik. Bir eli belime dolanırken yaklaşıp kulağıma fısıldadı. "İlk yemekler yenip içki içilecek sonra açık arttırma başlıyacak. Istediğini almakta ve istediğin eşyanın fiyatını yükseltmekte özgürsün" Kafamı çevirip yüzüne baktım. Topuklu ayakkabılarla bile anca omzunun biraz üzerine gelebiliyordum.Yüzü yüzüme fazla yakındaydı ama umursamayarak meydan okuyan gözlerle ona baktım. "Ipleri benim elimemi bırakıyorsun küçük prens. Dikkat et de batma bu gece. Ama merak etme daha yeni tanıştığı birinin parasını hunharca harcayacak biri değilim" Gözleri gözlerime baktı sonra kaşlarımda burnumda ve dudaklarımda oyalandı. Sonra tekrar gözlerime baktı. "Bütün ipler zaten bugün senin elindeydi" Yavaşça adımlar atıp mekanın içine doğru iyice girdik. Etrafta bir sürü takım elbiseli adamlar ve şık kıyafetleri içinde kadınlar vardı. Boş bir masaya doğru ilerledik. Yanımızdan geçen garsondan atıştırmalık ve şampanya aldım. Ben içkimi içerken Tansel etraftaki insanlara göz gezdiriyordu. Tahminim elli yaşlarında bir adam bizim masamızda durdu. "Tansel oğlum gelmişsin, görmeyeli ne kadar büyümüşsün böyle" Tanselle sıkı sıkı sarıldılar. "Sende görmeyeli yaşlanmışsın be Asaf abi" evdeyken telefonda konuştuğu Asaf abi dediği demekki bu adamdı. "Zaman çok çabuk geçiyor oğlum. Geri dönmeye karar verdiğine sevindim" adını öğrendiğim adam yüzündeki büyük şefkatle Tansele bakıyordu. "O buralarda mı?" dedi Tansel bir yandan etrafa göz gezdirirken. "Daha gelmedi ama mutlaka gelecektir. Geldiğinde ben haber veririm sana" dedi ve yavaşça masadan uzaklaştı. Tansel yanımızdan geçen garsondan bir tatlı alıp önüme bıraktı. "Az önce gelen kişi Asaf abi. Ben ortalıklarda yokken benim yerime şirketi yönetmeye devam eden bir aile dostumuz. Benim küçüklüğümü bilir. Bu davete geliş amacımız aslında benim geri döndüğümü camiaya göstermek" ben tatlıyı yerken gözleri beni izliyordu. "Niye ortalıklarda yoktun" derken tatlıyı kaşık kaşık bitiriyordum. "Gerçek dünyaya tekrar adepte olmak için öyle gerekliydi" Anlamamıştım ama isterse anlatırdı o yüzden yavaşça kafamı aşağı yukarı sallayıp tatlıyı yemeye devam ettim. Ben tatlımı yerken orkestradan dans müziği yükseldi. Etrafa baktığımda bütün çiftler dans etmeye başlamıştı. Meraklı gözlerle onları izliyordum. "Dans edelim mi küçük kurt?" diye sorarken elini uzatıyordu. Elini tutarken bir yandan onunla dalga geçiyordum. "Daha sonrasında evlenme teklifi de etmiyeceksen neden olmasın" Yüzündeki alaylı gülümsemeyle beni dans eden çiftlerin yanına doğru çekti. Sağ ellerimiz birleşti ve sol elimi omzuna koydum. Onun da sol eli belime yerleşti ve yavaşça dans etmeye başladık. Hiç konuşmadan dans ederken beni etrafımda döndürüp kendinden uzaklaştırdı ve sertçe beni kendine çekti. Yavaşça geri çekilirken burnuma karamel kokusu geldi. Karamel kokuyordu. O gün sahilde birasindan içerkende karamel tadı almıştım ama anlayamamıştım. Dansımız bittikten sonra terasa doğru yöneldim. Beni takip eden adım seslerini duyuyordum. Terasa çıkıp korkuluklara yaslandım. Çantamdan sigara paketini çıkarırken yanıma geldi ve benim gibi korkuluklara yaslandı. Sigarayı dudaklarıma yerleştirip çakmağı çıkarttım. Bu çakmak sahildeyken cebinden aldığım çakmaktı. Sigarayı yakmak üzereyken çakmağı elimden aldı ve sigarayı yaktı. "Sanırım bu bana ait" diyip çakmağı cebine koydu. "Üzerinde ne yazıyor ?" çakmağın üzerindeki yazı gerçekten dikkat çekiciydi. "Bende daha öğrenemedim. Babam zamanı gelince öğreneceksin derdi" Bir süre sessizliği paylaşıp şehrin ışıklarını izledik. Sigaram bitince ona doğru döndüm. Ona baktığımı gören gözleri hemen gözlerimi yakaladı. "Açık arttırma başlayacak girelim mi içeri?" kolunu bana doğru uzattı. Kafamı olumlu anlamda sallayıp koluna girdim ve açık arttırmanın yapılacağı alana girdik. Sandalyelere oturduktan sonra açık arttırma başladı. Sahnedeki tablonun önemini anlatan kadını dinlerken Asaf abi yanımıza gelip Tansel'in yanına oturdu ve sessizce konuşmaya başladılar. "Mekana giriş yaptı" dedi Asaf abi "Bakalım gaz lambasının fiyatını ne kadar yükselticek?" "Her türlü almamız gerekiyor o lambayı Tansel" "Bizden kaçar mı Asaf abi" Sessizce açık arttırmayı izlemeye devam ettim. Sahnedeki tablo 16 milyon liraya satılmıştı. Sahneye üzerinde orman manzarası olan bir vazo getirdiler. Evde küçük bir çiçek koleksiyonum vardı. Çiçeklerimi vazolara koymalara bayılırdım ve sahnedeki vazo gerçekten çok güzeldi. Belki bir gun milyoner olursam alabilirdim. Tansel ile Asaf abi konuşmaya devam ettiler ama dinliyemedim çünkü odağımı vazodan çekemiyordum. Tansel'in mavi gözlerini üzerimde hissettim ama vazodan gözlerimi alamıyordum. Tansel Asaf abiye tekrar bir şeyler söyledi ve Asaf abi yanımızdan kalkıp gözden kayboldu. Uzun rekabet sonucunda vazo 39 milyona bir adama satıldı. Sahneye bir kaç tane daha ürün geldi ve milyonlara satıldılar. Açık arttırmayı izlerken sahneye bir gaz lambası getirdiler. Tansel ile Asaf abinin bahsettiği gaz lambası bu olmalıydı. Gaz lambası 10 milyondan satışa sunuldu. 70 yaşlarında olmasına rağmen dinç duran bir adam ve kırmızı elbiseli bir kadın arasinda rekabet vardı. Fiyat 40 milyona geldiğinde kadın geri çekildi ve gaz lambası adama satılmak üzereyken Tansel fiyatı 50 milyona yükseltti. Şaşkın gözlerimle ona bakarken bana dönüp göz kırptı. Imdat! Rekabet yaşlı adam ve Tansel arasında devam ediyordu. Yaşlı adam fiyat 130 milyon olunca geri çekildi ve gaz lambası Tansel' e satıldı. "Az önce eski püskü gaz lambasına 130 milyon mu verdin sen?" derken gözlerimi ona dikmiştim. "Gaz lambasını o piçe bırakamazdım" "Ve eski şeye 130 milyon verdin öyle mi?" "Aynen öyle küçük kurt" bana bakıp sırıttı. "Salak küçük prens " Dudaklarını yapay bir şekilde büzüp üzgün gözlerle bana baktı. Çantamdan telefonumu çıkarıp saate baktım. Saat 11.00 dı. Açık arttırma devam ediyordu. "Lavaboya gitmem gerekiyor" diyip sandalyeden kalktım ve oradan uzaklaştım. Lavaboya gitmek yerine mekandan çıkıp taksi çağırdım. Artık geri dönme vaktim gelmişti. Taksiye binip evimin adresini verdim. Eve varmam 40 dakikayı bulmuştu. Taksiye ücreti verip arabadan indim. Yavaş adımlarla evin bahçesine girdim ama evden hiç ses gelmiyordu. Bir tuhaflık vardı onlar kavga etmeden duramazlardı. Evin kapısını açtım ve salona girdim. Salona girdiğimde gördüğüm manzarayla adımlarım durdu. Annem kanlar içinde yerde yatıyordu ve elinde bıçak tutan babamda annemin yaninda kanlar içinde yatıyordu. "Anne" diye seslendim ama uyanmadı. "Baba" diye seslendim bu sefer o da uyanmadı. Ellerim titreye titreye ambulansı aradım ve evin adresini verdim. Etraf dağılmıştı, içki şişeleri yerlerdeydi. Koltuktaki yastıklar salonun farklı yerlerine gitmişti. Yavaşça yere çöküp annemin boynuna elimi koyup nabzına bakmaya çalıştım. Ellerim titrediği için hiç bir şey anlayamıyordum. Derin nefesler alıp ellerimin titremesini geçirmeye çalışırken dışardan ambulansın sesi geldi. Kapıdan 3 tane görevli girdi ve annemle babamı kontrol etmeye başladı. Görevlilerden bir kadın bana döndü. "Üzgünüz yapabileceğimiz bir şey yok çoktan kalpleri durmuş" dedi. 8 kelime 60 harf iki kişinin artık bu hayatta olmadığını belirtiyordu. Bu iki kişi benim anne ve babamdı. Artık kalpleri durmuştu. Ne yapabileceğimi bilemez bir şekilde hızla evden çıkıp taksiye bindim. Taksiye ücretini ödeyip arabadan indim. Çantamdan telefonuma baktığımda saat 00.40 dı. Bugün benim doğum günümdü. Bugün 26 Ağustostu. Bugün anne ve babamın öldüğü gündü. Ellerimde hâlâ anne ve babamın kanı vardı. Yeşil elbisemin bir kısmıda kanlanmıştı. Bunlar artık yaşamayan anne ve babamın kanlarıydı. Hızlı adımlarla gökdelenden içeri girdim. Asansöre bindikten sonra kapısının zilini çaldım. Bir kaç dakika sonra adım sesleri geldi ve kapıyı açtı. Mavi gözlerine bakarken çantamı yere atıp boynuna sarıldım. "Ikiside ölmüş. Bugün benim doğum günüm değil. Bugün anne ve babamın öldüğü gün"
|
0% |