@kayraege
|
Selamünaleykümmm ☺️ Bugün için atacağım dediğim diğer bölüm de geldi 😅 Bu bölümü Kerem'den okuyacağız. Bakalım onda durumlar nasıl :) İnşallah beğeneceğiniz bir bölüm olur🤍 İyi okumalar dilerim 😊
Üç hafta... Koskoca üç hafta göremedim onu. Aklımı kaybetmek üzereydim. Hatta belki de kaybetmiştim. Bu konuda haklıymış şimdi daha iyi anlıyordum. Aşk, gerçekten aklını kaybetmekmiş. Çınar ağacının altında konuştuğumuz geceden beri aklımı daha da meşgul ediyordu. O gün onunla daha fazla konuşamadığım, derdine deva olamadığım için üzgündüm ve ne yapacağımı da bilmiyordum. Dolu gözleriyle bana baktığı an aklıma gelince afalladım. O gözleri dört yıl önce de görmüştüm sanki ama emin değildim. Hatırlamaya çalışırken dikkatimi dağıtan odamın çalan kapısı oldu. Gel dememle içeri komiser arkadaşlarımdan Simay girdi. Elindeki içinde kahve olan bardaklardan birini önüme indirip, masamın önündeki sandalyelerden birine oturdu. Bardağa uzanıp sıcak olan kahveden kocaman bir yudum aldım. Sıcak olduğu için ağzım yanmıştı ama kalbimdeki acının yanında bir hiçti. Bardağı masaya bırakıp, koltuğumdan doğrulup önümdeki bardağa diktim bakışlarımı. Simay bana doğru eğilip "Kerem iyi misin?" diye sorunca başımı kaldırmadan "İyiyim." dedim. Derin bir nefes alıp "Semih nerede?" diye sordum. Bu konuyu konuşabileceğim tek kişi Semih'ti ve benim konuşmaya ihtiyacım vardı. "Bahçede. Biraz hava almak istediği söyledi." Hızla ayaklandım. Simay arkamdan nereye diye sordu ama cevap vermeden bahçeye çıktım. Semih bir bankta oturmuş telefonla konuşuyordu. Konuşmasını bitirmesini bekledim. Bitirir bitirmez de yanına geçip oturdum. "Birader nasılsın?" "Bilmiyorum." diye mırıldandığımda Semih elini omzuma koydu. Anlamıştı. "Yine o mu?" Başımı sallamakla yetindim. "Kerem, bak bu böyle sürüp gitmez. Yapman gereken belli. Git söyle Erva'ya." "Söyleyemem Semih. Onun duygularını bilmiyorum. Eğer benim hissettiklerimi hissetmiyorsa bir daha nasıl yüzüne bakarım. Bu riski göze alamam." Semih sustu. Hiçbir şey söylemedi. Aramızdaki kısa süren sessizliği bozup "Onu görememek bile canımı yakıyorken sonsuza kadar kaybetme riskini göze alamıyorum Semih. Üç haftadır göremedim onu. Kafayı yemek üzereyim. Bazen diyorum küçücük kız beni ne hale getirdi ama getirdiği hali de seviyorum. Ona karşı hissettiğim duyguları bile seviyorum ama acı da çekiyorum. Ne illet şeymiş şu aşk denen duygu." dedim. Semih kıkırdamaya başladı. Sonra da kendini tutamayıp küçük bir kahkaha attı. "Kardeşim hakikaten küçücük kız seni ne hale getirmiş. Polis akademisinin yakışıklı öğrencisi, bütün kızların gözdesi Kerem'i hiçbir kız bu hale getiremedi ama kısa süre önce tanıştığı bir kız onu Mecnun'a çevirdi." Haklıydı. Bu yaşıma kadar hiçbir kıza karşı böyle şeyler hissetmemiştim ama Erva başkaydı, bambaşkaydı. Farklı bir şeyler vardı onda. Biraz Semih'le konuştuktan sonra son işlerimi de halledip eve döndüm. Tam yemeğin üstüne gelmiştim. Hızla elimi yüzümü yıkayıp sofraya geçtim. Ailem benden cevap alamayınca artık pes etmiş olmalılar ki neyim olduğunu sormadılar bu sefer ama annem kıvranıp duruyordu. Belli ki başımı ağrıtacak bir meseleye giriş yapacaktı. Sesimi çıkarmadım nasılsa birazdan söyler diye. Yavaş yavaş yemeğimi yerken annem artık dayanamayıp çıkardı ağzındaki baklayı. "Oğlum, sana bir şey söyleyeceğim." Kafamı kaldırıp "Söyle anne." dediğimde annem "Hani Mine Teyze'n vardı ya bizim eski apartmandaki komşumuz. Hani bir de kızı vardı Dilara. Hatırladın mı?" deyince meseleyi anlamış oldum. Yeni bir kısmet bulmuş belli ki. "Eee anne?" dedim imayla. "Ne eee'si oğlum. Bak Dilara'yı eskiden beri biliyoruz. Akıllı, efendi kızdır. Bir görüşün bakarsın anlaşırsınız." "Anne, bu konuyu daha öncede konuştuk. İstemiyorum dediğim halde neden üstüme geliyorsun?" "Oğlum, üstüne falan gelmiyorum. Artık yaşın geldi. İşin var, kariyerin de var. Koskoca başkomiser oldun. Evlilik zamanın geldi de geçiyor bile." Babama döndüm. Sessizce vereceğim cevabı bekliyordu. Neyse ki bu konuda kararlarıma hep saygı duymuştur. Bunun verdiği rahatlıkla anneme dönüp "Anne, bak seni kırmak istemiyorum. Bu konuyu kapatalım, lütfen." dedim. "O kızla aranızda bir şey yok değil mi?" Simay'dan bahsediyordu. Hiç sevememişti onu. Fark etmiyordu bana gerçi. Hatta aksine sevmemesi daha iyi olmuştu benim için çünkü Simay'ın bana karşı hisleri vardı. İkisi bir olup üstüme gelebilirlerdi ve bu benim için hiç iyi olmazdı. "Annem, inan bana Simay'la aramızda hiçbir şey yok ve söz veriyorum olmayacak da. Hem senin onaylayacağın hem de benim seveceğim bir kız olacak ama şimdi değil. Ne olur daha fazla üstüme gelme kurbanın olayım." Annem gülümseyip "İyi bari, korktum bir an. Dikkat et o kıza. Hiç sevmedim onu." deyince Pınar hızla "Bir de bana sor annem ya. Zengin züppesi süslü kokoş ne olacak. Evimize ayakkabıyla girmeye kalkmıştı hatırlıyor musun? İnsan bir düşünür belki bu evde namaz kılan var diye, hıh." dedi. Yemek, annem ve Pınar'ın konuşmaları, babam ve benim sessizce onları dinlememizle geçti. Yemekten sonra hızla duş alıp odama geçtim. Ekibimden Emir komiseri arayıp acil bir durum olup olmadığını sorduğumda gelmemi gerektirecek bir durum olmadığını söyleyince yatağıma oturdum. Odamın kapısı çalınca gel dedim. Pınar kapıdan başını uzatıp "Ağabey, çay içeceğiz. Bir de tatlı yapmıştım. Hadi gel sende." deyince başımı sallayıp "Tamam mavişim, geliyorum." deyip peşinden oturma odasına geçtim. Elimde çayım aklımda Erva dalıp gitmiştim. Beni kendime Pınar'ın sorduğu soru getirdi. "Eyvah ben unuttum. Ağabey saat kaç?" Kol saatime bakıp "Yirmi kırk beş." dediğimde Pınar "Oh, çok şükür daha vakit var." deyip koşarak odasına geçti. Ne olduğunu anlamak için anneme döndüğümde "Akşam namazını kılmamış. Ondan bu acelesi." dedi. Akşam namazı mı? Şaşırmıştım. Pınar namaza mı başlamıştı? Anneme "Pınar namaza mı başladı?" diye sorduğumda "Bir ay oldu neredeyse." deyip babamla olan sohbetine devam etti. On dakika sonra Pınar yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yanıma gelip oturunca "Allah kabul etsin geveze." dedim. "Amin ağabey. Sana da nasip etsin İnşallah." "Amin. Bir aydır başlamışsın, hiç fark etmedim. Aferin." "Erva Abla sayesinde. İki haftadır hiç aksatmadan kılıyorum biliyor musun? Çok korktum o yüzden ama neyse ki kaçırmadım." İlk cümlesinden dolayı gülümseyerek "Erva sayesinde derken?" diye sorduğumda Pınar "Evet ağabey Erva Abla sayesinde. Bize geldiği gün bana dua etmesini istemiştim başlamak için. Onlara gittiğim gün kolumdan tutup hadi bir başlangıç yap dedi ve beraber öğle namazını kıldık. Biliyor musun ağabey onunla kıldığımız namazdan öyle bir büyük bir huzur aldım ki ondan sonra daha dikkatli kılmaya başladım ve dediğim gibi iki haftadır hiç aksatmadan kılıyorum." dedi. Mucize gibi kızdı. Herkesin derdini kendi derdi gibi görür, devalarına kavuşmaları için de elinden geleni, hatta fazlasını yapardı. Pınar'a da şifa olmuştu. Rabbim benim de şifam olsun lütfen diye dua ettim içimden. Pınar telefonunu bana çevirip "Bak bu ilk kıldığımız zaman. Namazdan sonra çektik bu fotoğrafı. Dur bak sana başka bir şey göstereceğim." deyip, telefonunu bana verip koşarak odasına gitti. Gözümü yeniden fotoğrafa çevirdim. Pınar gelene kadar da ayırmadım. Pınar elindeki çerçeveyi bana uzatınca az önceki resmin elle çizilmiş bir hali olduğunu gördüm. Resmin sağ alt köşesindeki imzayı görmemle gülümsemem daha da büyüdü. "Çok yetenekli bu kız." diye mırıldandım. Pınar'a dönüp "Erva mı çizdi bunu?" diye sorduğumda "Evet ağabey o çizdi ve inan bana çok yetenekli bu konuda. Fakat bir süre ara verecekmiş. Son çizimini de bana hediye etti. Çerçeveletmiş bir de. Çok düşünceli, çok seviyorum bu kızı ya." dedi. "Neden ara verecekmiş?" "Yarın üniversiteler açılıyor. Haftanın dört günü sabah dersi var. Bazı günler de akşam beşe kadar neredeyse. Yoğun geçeceği için ara tatile kadar çizmeyi düşünmüyorum dedi." "Anladım." Demek yarın üniversiteler açılıyordu. Bu benim için bir fırsat olabilirdi. En azından evden çıkacaktı. Görme ihtimalim yüksekti. "Ağabey, yarın okula kaynak kitap gelecekmiş. İşin yoksa beni okula sen bırakır mısın? Kitaplar biraz fazla. Tek başıma getiremem." "Tamam ben bırakırım seni. Kitaplarını alınca ararsın, alır eve geliriz." Pınar teşekkür ederim deyip sarıldı bana. Sınav senesi olmasaydı sorunumu açacağım tek kız o olurdu ama onun da kafasını bu tür şeylerle meşgul etmek istemiyordum. Bende sarıldım ona. "Neyse mavişim, çalış güzelce. Seneye de artık üniversiteye götürürüm seni." "Evlenmezsen tabi." Pınar'ın söylediğiyle annem hızla bize dönüp "Kızım ağabeyin evlensin de gerekirse biz sana araba bile alırız." dedi. "Anne ben çok mu yaşlıyım Allah aşkına? Tutturdun evlen evlen diye. Evde kalmış gibi hissediyorum." "Kalmışsın ağabey. Hatta kadıncağız senin yüzünden toruna hasret kalmış, haberin olsun." Pınar'ın dediğine annem hariç hepimiz gülmeye başladık. Neyse ki babam bu saçma konuyu kapattı da rahat bir nefes aldım. "Tamam karıcığım. Bak gitme çocuğun üstüne. Dediği gibi zamanı gelince olacak elbet. Acelemiz yok. Hem uzatmayalım artık bu konuyu, tadımız kaçmasın." "Sağol baba." Babam konuyu kapatınca bizimkilere iyi geceler deyip lavaboya yöneldim. Dişlerimi fırçaladıktan sonra odama geçtim. Yatağıma uzandığımda bütün gün aklımdan çıkmayan kız tekrar gözümün önüne geldi. "Allah'ım bizi birbirimize nasip et." diye bir dua mırıldanıp gözlerimi kapattım. Sabah kapımın sertçe çalınmasıyla gözlerimi açtım. Uykulu halimle zorla gir dedim. Pınar hızla odama girip tepemde dikildi. "Ohoo, ya ağabey sen daha uyanmamışsın. Hadi çabuk ol. Sekiz olmadan çıkalım anca yetişiriz." Benden bir hareketlilik görmeyince kolumdan çekiştirmeye başladı. "Ya ağabey hadi. Bak Ervalar da çıkacak birazdan en azından onları da göreyim gitmeden." Bu cümleyi duymamla yatağımdan fırlamam bir oldu. Pınar şaşkın gözlerle bana bakarken hızla lavaboya yöneldim. Elimi yüzümü yıkayıp odama, dolabımın önüne geçtim. Şu an gerçekten sevgilisiyle ilk buluşmasına giden ergenler gibiydim. Bu halime gülerek lacivert gömlek ve siyah kot pantolonumu çıkardım. Hızlıca üstümü değiştirip saçlarımı bir düzene soktum. Kısa süre önce kestirmeme rağmen yine gözümün önüne gelmeye başlamıştı. Mutfağa geçtiğimde babam çoktan gitmişti. Annemle Pınar hayırdır der gibi bakıyorlardı. Şaşırmışlardı ve haklılardı. Genelde bir tişört bir pantolon giyip çıkardım ve saçlarım da pek umrumda olmazdı. "Maşallah benim yakışıklı oğluma. Hayırdır bu ne şıklık böyle?" "Ne şıklığı anne, geçirdim işte bir şeyler." Annemle Pınar'ın bir şey söylemesine fırsat vermeden yerime geçip Pınar'a döndüm. "Mavişim, ders falan yok demiştin zaten. Ben kapıda seni bekleyeceğim. Sen çıkınca ara gelip yardım edeyim sana. Sonra da eve geliriz zaten." "İşin yok mu bugün?" "Şimdilik yok ama her an çıkabilir. Dua et çıkmasın." Sessizce kahvaltımızı yaptık. Pınar çantasını takıp beni de zorla yerimden kaldırınca mecburen ayaklandım. Odama geçip cüzdan ve anahtarımı alıp çıktığımda onu gördüm. Kapıya yaslanmış kitap okuyordu. Lacivert, siyah çizgili bol bir elbise giymiş, başına da siyah bir şal takmıştı. Renk seçimimiz ya tesadüf ya da kaderdi çünkü bu kadar benzer olmasının sadece bu açıklamaları vardı. Kaderdir İnşallah. Serkan beni fark edince yanıma geldi. Kısa süre içerisinde onunla da çok iyi anlaşmıştık. "Selamünaleyküm Kerem. Nasılsın?" "Aleykümselam. İyiyim. Sen nasılsın?" "Delinin biri evden çıkmayı becerebilirse daha iyi olacağım ama..." Erva'ya dönüp "Ufaklık giy şu ayakkabılarını yoksa Vallahi başka yere tayinimi isterim ona göre." deyince Erva başını kitaptan kaldırmadan "Ya hayır dayı. Lütfen." dedi. Pınar'a seslendiğinde Pınar yanına gitti. Ne yapacağını beklerken Pınar'dan kitabını açık tutmasını istedi. Ayakkabılarını giyerken bir yandan da kitabını okumaya devam edince o haline dayanamayıp gülmeye başladım. Serkan da gülerek bana dönüp "Görüyorsun değil mi, akıllanmıyor da. En son kendini bu kadar kaptırdığında ne olduğunu unutmuş gibi." Serkan, tanışma olayımızı biliyordu. Benim yanımda da Erva'ya takılmıştı birkaç defa. "Öküzsün Yavuz. Öküzün önde gidenisin." Erva'nın söylediğiyle Serkan'la ona döndük. Kitaba baktığını görünce yine bir karaktere sinir olduğunu anlamış oldum. Erva'nın söylediklerini duyan Elif "Öküz mü? Yok artık Erva ya. Yavuz'um bu sözleri hak etmiyor." deyince Erva hızla "Yiğit denilen ukala başkomiser nasıl hak ediyorsa bu da hak ediyor." dedi. "Aşkım Yiğit de hak etmiyor. Sen abartıyorsun." Elif'in söylediğiyle Alper'e döndüğümüzde Alper, ellerini yumruk yapmış Erva ve Elif'in konuşmalarını dinliyordu. Sonunda dayanamayıp "Yavuz'um ve aşkım Yiğit ha Elif. Kim bunlar? Sen beni kaç kişiyle aldatıyorsun." deyince Elif şaşkınlıkla Alper'e dönerken Erva da kafasını kitabına gömüp gülmeye başladı. Alper bu ikisinin kitap karakteri olduğunun farkında değildi. Bende gülmeye başladım. "Alper, kardeşim ikisi de kitap karakteri. Yiğit başkomiser ama Yavuz kim onu bende bilmiyorum." Erva sözümü bitirir bitirmez başını kaldırıp bana baktı. Yanakları kızarmıştı. Gülümsedim. O da bana gülümsedi. "Yavuz Yüzbaşı. Yüzbaşıların yüz karası da denilebilir. Adam Yiğit'ten de öküz çıktı. Gerçi hödük başkomiser daha sinir bozucuydu aslında. Öküzlükte Yavuz, hödüklükte de Yiğit'e oy veriyorum." Serkan Erva'nın dediğine küçük bir kahkaha atıp elini onun omzuna koydu ve "Ufaklık, ben bir araştırayım apartmana yüzbaşı falan taşınmış mı diye. Bir süre bize uğramasın ne olur ne olmaz." deyip bana dönünce bende dayanamayıp gülmeye başladım. Durumu anlayan Elif de bize katıldı ama ne olduğunu anlamayan Pınar ve Alper şaşkınlıkla bize bakıyorlardı. Erva önce Serkan'a dönüp "Of dayı ya. Kerem'le Elif bitti bu sefer de sen başladın. Küçük bir yanlış anlaşılma oldu ne var bunda." deyip sonra da bana dönüp "Ayrıca Kerem de suçlu. Kendini tutukla başkomiserim." dedi. Kollarımı kavuşturup "Ben hangi konuda suçluyum acaba?" diye sorduğumda Erva da benim gibi kollarını kavuşturup "İnsan bir haber verir. Ben o kadar konuştum sen beni durdurabilirdin." dedi. "Kusura bakma Erva ama kapıyı açar açmaz kullandığın ilk iki kelimeden dolayı şok olmuştum. Bu yüzden bir süre sesimi bulamadım." Dediğimle yanakları daha da kızardı ama bozuntuya vermeden "Of, neyse ya. Anlaşılan gündeminizde bir süre ben yer alacağım. Hadi çıkalım yoksa geç kalacağız." dedi. Serkan asansörü çağıran tuşa basınca Erva hızla merdivene yönelip aşağı inmeye başladı. Serkan hızla "Ufaklık, sakın bak!" dedi ama Erva çoktan aşağı inmeye başlamıştı. Elif ve Alper'e dönüp "Bu kızın asansör korkusunu yenmesine yardımcı olun demiştim size ama bakıyorum da hepinizi merdivene alışırdı fakat siz onu asansöre alıştıramadınız." dedi. Elif "Serkan Ağabey, inan çok denedik ama her seferinde dolu gözleriyle bize bakıp 'Nedenini bildiğiniz halde neden ısrar ediyorsunuz?' deyince hiçbir şey yapamıyoruz. Bir de astım krizinden dolayı." deyince Alper de "Evet ağabey, Elif haklı. Biz de onu o halde görmeye dayanamıyoruz." dedi. Belli ki bu meseleyi herkes biliyordu. Serkan'a dönüp "Neden asansörlerden bu kadar korkuyor?" diye sorduğumda "Biraz uzun bir hikaye Kerem. Bugün işin var mı? Benim iki civarı dersim bitiyor. Konuşalım belki sen bir fikir verirsin." dedi. "Büyük ihtimalle müsait olurum." "Tamam, haberleşiriz. Hadi inelim artık yoksa derse geç kalacağım." Sonunda bu meseleyi öğrenecektim. Onu bu kadar korkutan, üzen neyse öğrenmek, ona yardım etmek istiyordum. Aşağı indiğimizde apartmanın önünde Pınar ve Mete'yle konuşurken gördüm. Pınar'la kısa sürede çok iyi anlaşmışlardı. Onlarla vedalaşıp arabaya geçtiğimizde Pınar hızla başladı konuşmaya. Normalde çenesini pek çekemezdim ama konu Erva olunca büyük bir dikkatle dinliyordum. "Ağabey, benim kesinlikle bu sene kazanmam gerekiyor. Erva orada, Mete orada. Harika olacak onlarla gidip gelmek." "İyi o zaman, adamakıllı çalış. Sana uygun bir çalışma programı yap. Bol bol da soru ve deneme çöz. Gerisini Allah'a bırak." "Ağabey, Erva'da bu söylediklerini söyledi biliyor musun? Siz aşırı uyumlusunuz. Az önceki atışmanız bile çok tatlıydı." Göz ucuyla ona baktığımda sırıtıyordu. Kabul ediyorum kurduğu cümleler hoşuma gitti ama kafasından da senaryolar kurmasını istemiyordum. Kendisi fazlasıyla açık sözlü olduğu için bunu Erva'nın yanında da söyleyebilirdi ve bu benim için hiç iyi olmazdı. "Aklın yolu bir küçük cadı. Derslerine kafa yor sen ayrıca. Hadi al şu kitaplarını da gel." Pınar yüzündeki ifadeyi hiç değiştirmeden arabadan inip koşarak okula yöneldi. Arabamı boş bir yere park edip okulun ilerisindeki markete yöneldim. Bir su bir de Pınar'ın sevdiği çikolatadan iki tane alıp çıktım. Marketin köşesinde küçük bir kız görmüştüm. Kalem, anahtarlık gibi küçük eşyalar satıyordu. Yanına geçip boyumuzu eşitlemek adına ona doğru eğildim. "Kolay gelsin küçük hanım." "Sağol ağabey." Elimdeki çikolatalardan birini uzattığımda küçücük ellerini uzatıp aldı. "Teşekkür ederim." "Rica ederim, afiyet olsun." Kalkacağım sırada gözüme çilekli bir anahtarlık çarptı. Elime alıp "Bunu almak istiyorum. Ne kadar?" diye sorduğumda "15 TL ağabey." dedi küçük kız. Cebimden elli lira çıkarıp uzattım ve üstü kalsın deyip arabama yöneldim. Yerime geçip suyumdan kocaman bir yudum alıp anahtarlığa bakmaya başladım. Çilek deyince aklıma gelen ilk ve tek şey olmuştu artık ve onun için almıştım. Umarım bir gün vermek nasip olurdu. Kafamı geriye atıp gözlerimi kapattım. Bir süre o şekilde bekledikten sonra Pınar arayınca arabamdan çıkıp okula yöneldim. İki elindeki içi kitaplarla dolu poşetleri alıp arabaya koydum. Yerime geçip çikolatasını uzatıp arabayı çalıştırdım. Pınar derin bir nefes alıp "Çikolata için teşekkür ederim ve Allah razı olsun ağabey. Gelmeseydin akşama ölümü bulurdunuz." deyince gülerek "Senden de razı olsun ağabeyinin küçük cadısı. Sen yeter ki çalış, kazan. Ben bu süreçte maddi manevi her türlü desteğimle yanındayım." dedim. "İyi ki varsın ağabey." "Sende küçük geveze." "Of ya, sende Serkan Ağabey gibisin. O Erva Abla'ya ufaklık deyip duruyor sen de bana küçük şu küçük bu deyip duruyorsun." "Ağabey olmanın bir avantajı da bu işte. Uğraşacak küçük bir kardeşinin olması." "Olan bana oluyor yine. Neyse en azından tek ben varım. Her ne kadar kızsam da beni sevdiğini bildiğim için çok ses çıkarmıyorum." "Küçük kıskanç hiç ses çıkarmıyorum diyorsun ama sustuğun bir an var mı ki?" Dediğime aynı anda gülmeye başladık. Henüz yedi yaşındayken annemle babama söyledikleri aklıma geldi. Onun taklidini yaparak söylemeye başladım. "Sakın bana kardeş yapmayı falan düşünmeyin. Şimdiden söyleyeyim ben kardeş falan istemiyorum. Ağabeyimin en sevdiği kardeşi benim çünkü. Başkası olursa o, onu daha çok sever ve ben çok üzülürüm." Yeniden gülmeye başladım. Kafamı Pınar'a çevirdiğimde kollarını kavuşturmuş sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Gülmeyi bırakıp "Tamam kızma en sevdiğim kardeşim. Şaka yaptım ama aşırı gülmüştüm o gün. Bir yandan ağlarken bir yandan da bağırarak ağabeyimin en sevdiği kardeşi benim demiştin." dediğimde Pınar'la aynı anda gülmeye başladık. Eve geldiğimizde Pınar'ın kitaplarını odasına bırakıp odama geçtim. Saat daha yeni on olmuştu ve ben küçük cadı yüzünden doğru düzgün uyuyamamıştım. Üstüme rahat bir şeyler geçirip Semih'i aradım. Neyse ki gitmemi gerektirecek bir durum yoktu. Serkan'la konuşabilecektim. Telefonumdan saat bire alarm kurup gözlerimi kapattım. Çok uyuyamasam da uyandığımda enerjik hissediyordum. Sabahkinin aksine gri bir tişört geçirdim üstüme bu sefer. Rahatıma biraz düşkünüm. Özellikle de kıyafet konusunda. Anahtar ve cüzdanımı alıp mutfağa geçtim. "Kaynanan seviyormuş oğlum. Tam zamanında geldin. Hadi otur acıkmışsındır şimdi." Annemin yanağından öpüp yerime geçtim hızla. "Vallahi acıktım annem. Sabah senin bu deli kızın yüzünden adam akıllı kahvaltı da yapamadım." "İyi de sen çok geç uyandın ağabey. Benimle ne alakası var." "Tamam tamam yine başladınız. Hadi yiyin yemeğinizi." Annem küçük atışmamıza noktayı koyunca sessizce yemeğimizi yemeye başladık. Telefonuma gelen bildirimle ekranı açıp baktım. Serkan iki de dersinin biteceğini bana da uygunsa iki buçuk civarı kütüphanenin oradaki kafede buluşup buluşamayacağımızı yazmıştı. Bana da uygundur, iki de görüşürüz yazıp anneme döndüm. "Anne ben iki civarı çıkıyorum haberiniz olsun." "Hayırdır oğlum?" "Serkan'la bir kahve içip konuşacağız." "Bakıyorum da bayağı bir alıştınız buraya. Taşınacağımızı söylediğim gün yapmadığınız kalmadı." Pınar'la gülmeye başladık. Haklıydı. Ben burnumun dibine gelmelerini istemiyordum. Pınar da uyum sağlayamayacağını düşündüğü için istemiyordu. Şimdi iyi ki diyorum, bu vesileyle Erva'yı tanımıştım. "Haklısın annem ama şimdi iyi ki diyorum. Kusura bakma sana da kızdım o kadar ama böyle güzel bir ortam beklemiyordum. Biraz da o yüzden." "Evet anne ağabeyim haklı. Ben sosyal bir ortamım olmaz diye istemiyordum ama bende şimdi iyi ki diyorum. Erva sayesinde." Annem Pınar'ın yanaklarını çekip "Öncelikle sende bu çene varken her türlü sosyal bir ortamın olurdu ama bak yine de iyi oldu. Erva çok efendi, akıllı bir kız. Çok takdir ettim. Onun sayesinde yeniden namaza başladın." dedi. Bana dönüp "Darısı sana da oğlum." deyip yemeğini yemeye devam etti. Annemin dediğine amin diye mırıldanıp önüme döndüm. Acaba kalbimdeki bu acının tek sebebi aşk değil miydi? Belki de sandığım gibi değildi. Tamam Erva'yı seviyorum ve duygularımdan da eminim ama bir boşluk da hissediyordum. Acaba bu boşluk Rabbim'e ihtiyacım olduğu için miydi? Bilmiyordum... Ve bilmemek en zoruydu. Bir cevap bulmam gerekiyordu. Saatin ikiye geldiğini görünce ayaklanıp çıktım evden. Mesafe uzak olmadığı için yürüyerek gitmeye karar verdim. Kafeye geçtiğimde Serkan'a mesaj attım. On dakikaya oradayım yazınca telefonumu masaya bırakıp dışarıyı izlemeye başladım. İzlemeye dalmışken Serkan'ın sesiyle kendime geldim. Elini sıkıp oturdum yerime. İki kahve söyledik ve kahvelerimiz gelene kadar hal hatır sorduk birbirimize. Kahvelerimiz gelince Serkan bir yudum alıp bana döndü. "15 yaşındaydı. Sabah ekmek almak için evden çıktı. Asansörle inerken asansör bozuldu. Klostrofobisi yok ama o gün asansörde astım krizi tuttu. Bağıra çağıra yardım istiyordu. O gün hepimiz için çok kötü geçti Kerem. Erva orada 'Baba kurtar beni nefes almakta zorlanıyorum, ilacım yanımda değil.' diyordu ağlayarak. Arda Ağabeyim, yani eniştem de kapıyı yumruklayıp duruyordu. Bir ara Erva'nın sesi kesildi. Eğer onu biraz daha erken çıkaramasaydık astım krizinden hayatını kaybedebilirdi. Zor bela onu oradan çıkardığımızda baygın halde bulduk. Nefes alamıyordu ve durumu hiç iyi değildi." Serkan derin bir nefes alıp başını dışarı çevirdi. Sanırım anlatması bile onun için çok zordu. Yeniden önüne dönüp kahvesinden bir yudum alıp anlatmaya devam etti. "Bir hafta yoğun bakımda kaldı ama neyse ki atlattı. O günden sonra da asansörlerden korkar oldu. Onu asansöre sadece eniştem bindirebildi. Ablam yanındayken bile binmezdi. Eniştemi kaybettikten sonra da korkusu iyice arttı. Asansör dediğimizde bile nefesi kesiliyor çoğu zaman. Kısaca durum bu Kerem. Korkusunu yenmesi için elimden geleni yaptım ama sonuç ortada." Serkan sözünü bitirip sandalyesine yaslandı. O günü sanki yeniden yaşamış gibiydi. Demek bu yüzdendi. Açıkçası ne diyeceğimi bilmiyordum. Ellerimi masaya yaslayıp ona döndüm. "Kusura bakma." "Neden kusura bakayım ki Kerem?" "Bana anlatarak o acıları yeniden yaşadın. Sana bunu yaşattığım için." "Sorun değil Kerem. Neden bu kadar üzülüyorum biliyor musun? Eniştemi kaybettikten sonra Erva uzun süre kendini toparlayamadı. Hayata, insanlara küstü. Şu an ki durumuna getirene kadar yapmadığımız şey kalmadı. O acı hâlâ çok derin içinde. Bazı geceler ağlayarak uyanıyor. Bana bu kadar bağlı olmasının nedeni de bu. Sevdiklerini kaybetme korkusu var içinde. Belli etmese de çok acı çekiyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Beni en çok üzen de canımdan çok sevdiğim yeğenimin bu acıları tek başına sırtlaması ve benim hiçbir şey yapamamam." "Serkan, kardeşim inan bana sen benim bu zamana kadar gördüğüm en iyi dayısın. Hatta dayı olmayı geçtim en iyi ağabey ve arkadaşsın. Sen Erva için pek çok şeysin. Hatta belki tam yerine koyamasa da babası bile olmuşsundur. Senin varlığın bile ona yetiyor. Sizi henüz yeni tanıyan biri olarak bile bunları fark edebildim. Üzme kendini. Sen elinden geleni hatta fazlasını yapıyorsun. Bu süreçte bende elimden geleni yapmaya hazırım." "Allah razı olsun senden de Pınar'dan da. Yeni bücürümüz çok iyi geldi benim ufaklığa. Çok sevdi kardeşini ve çok da iyi anlaştılar. Ben de çok sevdim. Akıllı, tatlı bir kız Pınar. Sen de çok iyi birisin. Kısa sürede iyi anlaştığımızı düşünüyorum." "Böyle düşünmene sevindim. Ben de iyi anlaştığımızı düşünüyorum." "Eee biraz da sen anlat Kerem. İşler nasıl gidiyor? Zor bir meslek seninki." İşim hakkında konuşmayı pek sevmiyordum. Kısaca bir şeyler anlatıp geçiştirdim. Serkan da yeni okulundan bahsetti biraz. Erva hakkında öğrendiklerim dışında diğer konuşmalarımız güzel geçti. Dört buçuk civarı kalktık kafeden. Mesafe yakın olduğu ve arabayla döndüğümüz için pek bir şey konuşmadık. Vedalaşıp eve geçtiğimde hızla bir duş alıp odama geçtim. Aklım hala Serkan'ın söylediklerindeydi. Ah be Erva... Neler çekmişti. Derdini, acılarını içinde yaşayan biriymiş. Kim bilir o küçücük kalbinde daha ne kadar acı gizliydi. Dayanamayıp masamdan telefonumu alıp ona mesaj attım. KEREM: "Selamünaleyküm Erva. Nasılsın?" Fark ettiğim kadarıyla telefonunu eline çok almayan biriydi ama sanırım okuldan dolayı olacak mesajım iletildi ve kısa sürede açtı. ERVA: "Aleykümselam başkomiserim. Elhamdülillah iyiyim sen nasılsın?" Attığı mesajı okur okumaz aklım durdu. Ne yazacağımı bilmiyordum. En iyisi doğrusunu yazmak diye düşünüp yazdığım mesajı attım. KEREM: "Bilmiyorum açıkçası ama seni merak ettim. Sen gerçekten iyisin değil mi?" Mesajı atar atmaz gördü ama birkaç dakika cevap yazmadı. Sonrasında da beklediğimin aksine daha farklı bir cevap verdi. ERVA: "Bilmemek bazen kötüdür ama bazen de iyidir. Sen şu an nasıl hissediyorsun?" KEREM: "Yorgun hissediyorum. Bir de nedenini bilmediğim bir boşluk var içimde." Birkaç dakika cevap gelmeyince telefonum elimde yatağıma uzandım. Yeniden bildirim sesi gelince doğrulup attığı mesajı açtım. ERVA: "Bir dakika kapıya gelir misin? Sana bir şey vermek istiyorum." Mesajına hızla "Tamam geliyorum." yazıp odamdan çıktım. Dış kapıyı açtığımda duvara yaslanmış beni bekliyordu. Kapıyı aralık bırakıp yanına geçtim. Gülümsüyordu. Çok güzel gülüyordu ve gülmek ona çok yakışıyordu. Bende gülümsedim ona. "Hayırlı akşamlar başkomiserim." "Hayırlı akşamlar." Elindeki kitabı bana uzattı. Kapağına baktığımda Kur'an-ı Kerim Meali olduğunu gördüm. Köşesine rengarenk küçük notlar yapıştırılmıştı. Belli ki onundu ve daha önceden okumuştu. "Derdinin dermanı O'nda Kerem. Çünkü derdi veren Allah dermanını da verir. O seni istiyor şu an. Kalbine bu boşluğu vermesinin nedeni belki de budur. Bekletme daha fazla ve aç ellerini O'na." Sabah aklımdan geçenleri düşündüm. Belki de bu boşluğun tek sebebi hissettiğim aşk değildi. Rabbim beni çağırıyordu. Gülümseyerek Erva'ya döndüm yeniden. "İlk sayfaya senin için bir not bıraktım. Rabbim kalbine İnşirah ferahlığı versin. İçindeki boşluğu rahmetiyle doldursun İnşallah." "Amin. Teşekkür ederim." "Rica ederim. Görüşürüz, Allah'a emanetsin." "Görüşürüz, sende..." Arkasını dönüp evine geçti. Bakışlarımı yeniden meale çevirdim. Kaldırıp göğsüme bastırdım ve bende eve geçtim. Meali masama bırakıp telefondan ezan saatlerine baktım. Akşamı kılmak için hâlâ vaktim vardı. Hızla lavaboya yönelip abdest aldım. Odama geçip, seccademi serip kıldım namazımı ve açtım ellerimi O'na. Onun bana dediklerini kattım dualarıma, onu kattım ve Rabbim'den onu bana nasip etmesini istedim. Namazımı kıldıktan sonra kalbimde güzel bir his oluştu. Mutlu ve rahatlamış hissediyordum. Masama yöneldiğim sırada annemin sesiyle oturma odasına geçtim. Annem çağırmasa aç olduğumun bile farkına varmayacaktım. Hızla yemeğimi yiyip yeniden odama geçtim. Mealin ilk sayfasına yapıştırdığı not kağıdına yazdıklarına baktım hızla. "Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da..." Duha Sûresi 3. Ayet "Yunus Suresi 107. Ayet." Yunus Sûresi'nde geçen ayeti yazmamıştı. Hızla Yunus Sûresi'ni aradım. Bulduğumda 107. Ayeti açıp okumaya başladım. "Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa artık onu, kendisinden başka kaldıracak (hiçbir güç) yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O'nun lütfunu geri çevirecek hiçbir kuvvet de yoktur. (O,) Kullarından dilediğini buna eriştirir. O çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir." Tekrar tekrar okudum ayeti. Geriye yaslanıp ezbere okumaya başladım bu sefer. Yeniden önüme dönüp mealin ilk sayfası açıp okumaya başladım. Erva pek çok ayetin yanına kendince notlar da almıştı. Onun notlarını okumak da çok güzeldi. Elime kalemimi alıp bende başladım bir deftere not almaya. Onun düşünceleriyle kendi düşüncelerimi harmanlayıp okuduğum ayetlerden çıkardığım anlamları yazmaya başladım. Neredeyse iki saat boyunca aralıksız okudum. Gözlerim kapanmaya başlayınca ayağa kalkıp yatsı namazını kıldım. Namazdan sonra tekrar meal okumaya dönmek istiyordum ama gözlerim kapanıyordu. Bu yüzden kendimi yatağıma bıraktım. "Rabbim kalbime huzur ver ve onu bana nasip et." deyip kapattım gözlerimi.
Eveeeet. Geldik bu bölümün sonuna. Aslında daha devam edecektim ama bu sefer de fazla uzun bir bölüm olacaktı. Bu yüzden devamı yarın 😅 Bu bölümün devamını da Kerem'den okuyacağız :) Umarım beğenmişsinizdir 🌺 Yarın yeni bölümde görüşmek üzere 😉 Allah'a emanet olun 🤍
|
0% |