Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13- Dostluk ve Kardeşlik

@kayraege

Selamünaleykümmm ☺️

Nasılsınız değerli okurlar?

Benim bu aralar biraz kafam dolu çünkü hem vizeler hem de yeni başladığım kurgum Kalp İkizim'den dolayı. Ona da yeni bölüm atacağım diye kendime biraz fazla yüklendim ama neyse ki bugün sizi bölümsüz bırakmadım 😅

Beğeneceğinizi ümit eder, iyi okumalar dilerim 🤍

 

 

~Kerem

Huzurlu geçen uykumdan uyandıran telefonumun sesi oldu. Ekrana baktığımda Semih arıyordu.

"Efendim Semih."

"Kerem acilen gelmen gerekiyor. Kanca'nın izini bulduk."

"Tamam geliyorum."

Telefonumu kapatıp hızla ayaklandım. Sonunda uyuşturucu ticaretinin büyük isimlerinden Kanca Cafer'i bulmuştuk. Hemen hazırlanıp çıktım evden. Meali de yanıma aldım. Belki işim bitince eve gelemezdim. En azından emniyette okurum diye düşündüm. Gülümseyerek arabama binip emniyete geçtim. Gün daha aymamıştı ama ekibim çoktan hazırdı. Hızla Semih'in gösterdiği yere gitmeye başladık. Büyük bir deponun önünde heriflerin gelmesini bekliyorduk. Sabah namazı aklıma gelince Semih'e döndüm.

"Semih sabah ezanı okundu mu?"

Semih bana dönüp "Yok kardeşim. Daha yarım saat var imsak vaktine." deyip yeniden önüne döndü ama saniyeler içinde tekrardan bana çevirdi bakışlarını.

"Kerem, yoksa başladın mı?"

Başımı sallayıp evet dedim. Semih elini omzuma koyup hafifçe sıktı.

"Allah kabul etsin. Helal be kardeşime. Ne zamandan beri peki?"

"Dünden beri. Onun sayesinde."

Aklıma dünkü konuşmamız gelince gülümsedim. Semih de anlamıştı Erva'dan bahsettiğimi. Simay ve Emir tam arkamızda olduğu için rahat konuşamıyordum.

Bu yüzden "Neyse şu işi halledelim konuşuruz sonra." deyip bakışlarımı depoya çevirdim.

Birkaç adam depodan çıkınca ekibe haber verip deponun etrafını sardık. Girişe yakın ilerlediğimizde bizi fark ettiler ve koşarak içeri girdiler. Silahlarına sarılmamaları şaşırtmıştı bizi. Depoya yönelip gerekli tedbirleri aldıktan içeri saldırı düzenledik. Gördüğümüz manzara maalesef ki istediğimiz değildi. Az önceki iki herif arka taraftan kaçmaya çalışırken bizimkiler yakalamıştı. Deponun ortasında da iki tane kendinden geçmiş herif vardı. Leş gibi kokuyorlardı. Bizimkilerin yakaladıkları heriflerden birine yumruğumu geçirip sinirle bağırmaya başladım.

"Nerede ulan Kanca?"

Herifin kahkahası depoda yankılanmaya başladı. Semih bana bırakmadan yüzünün diğer tarafına yumruğu geçirince herifin burnundan kanlar fışkırmaya başladı. Yüzündeki iğrenç ifadeyi hiç bozmadan önce bana sonra Semih'e baktı.

Sonra tekrar bana dönüp "Ne oldu başkomiser? Bulacağını sandın değil mi? Ama ne umdun ne buldun? Patronu asla bulamayacaksın. Yolun başındayken ve işin ucu ailene dokunmamışken vazgeç. Pişman olursun sonra." deyince sinirle herifin üstüne atıldım.

Sen kimsin ulan beni ailemle tehdit ediyorsun diye bağıra çağıra herife yumruğumu geçirip durdum. Parmaklarım ve bileğim ağrıyordu ama umrumda değildi. Semih ve Emir beni zorla durdurduklarında herifi dövmekten beter etmiştim. Yüzü gözü kan içindeydi. Diğeri de yaptıklarımdan korkmuş olacak ki gözümü ona çevirir çevirmez konuşmaya başladı.

"Bizi buraya Cevdet Ağabey gönderdi. Geldiğimizde bu ikisini bulduk. Ne olduğunu anlamak için dışarı çıktığımızda da sizi görünce yem olduğumuzu anladık. Arka kapıdan çıkacakken de size yakalandık."

Şimdi anlaşılmıştı. Cevdet, Kanca'nın en sadık adamıydı. Belli ki telefon konuşmalarını dinlediğimizi ve kendisini takibe aldığımızı anlamış, bize bu oyunu oynamıştı. Kanca kim bilir şimdi nerede mal alımı yapıyordur.

Sinirle bizimkilere dönüp herifleri almalarını söyledim. Hızlı adımlarla dışarı attım kendimi. Çıkar çıkmaz ezan okunmaya başladı. Gelirken yolun sonunda küçük bir cami görmüştüm. Ses oradan geliyordu büyük ihtimalle. Gözlerimi kapatıp ezanı dinlemeye başladım. Semih yanıma geldi. Sessizce ezanın bitmesini bekledik.

Ezan bitince Semih elini omzuma koyup "Derdi veren dermanını da verir Kerem. Sabret." dedi.

"Aynısını dün de o söyledi biliyor musun? Dermanın O'nda. Aç ellerini O'na dedi."

"Doğru demiş. Hadi geç olmadan dönelim de sabahı kılalım."

Başımı sallayıp arabama ilerledim. Yol boyunca kimse konuşmadı. Emniyete varınca hızla lavaboya yöneldim. Temiz bir abdest alıp odama geçtim. Ceketimi temiz bir yere serip namazımı kıldım. İçimdeki korku yerini az da olsa huzura bırakmıştı ama hâlâ korkuyordum. Yıllardır işimin ucunun aileme dokunmaması için her şeyi yaptım. Komiser olduğum zamanlarda hedef benim ailem olmazdı ama başkomiser olunca iş değişiyordu. Ceketimi giyip masama geçtiğim sırada Semih elinde iki kahveyle yanıma geldi. Birini bana uzatıp oturdu.

"Allah kabul etsin kardeşim."

"Amin, seninkini de kabul etsin."

"Amin. Eee anlat bakalım yenge ne dedi de bu kadar etkili oldu?"

"Yenge mi?"

"Oğlum kızı seviyorsun, senin sevdiğin kız da benim yengem oluyor. Yani olacak İnşallah."

"İnşallah Semih, İnşallah."

"Neyse boşver onu bunu da başla anlatmaya."

Semih'e kısaca durumu anlattım. Verdiği Meali de gösterdim. Semih ilk sayfaya yapıştırdığı not kağıdını okuyunca gülümseyerek bana bakıp "Yunus Sûresi 107. Ayet mi? Ne diyordu o ayette? Hatırlamıyorum açıkçası."

"Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa artık onu, kendisinden başka kaldıracak (hiçbir güç) yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O'nun lütfunu geri çevirecek hiçbir kuvvet de yoktur. (O,) Kullarından dilediğini buna eriştirir. O çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir."

"Ezberlemişsin de. Helal olsun."

"O kadar çok tekrar ettim ki..."

"Anladım. Allah sizi birbirinize nasip etsin kardeşim. Erva sana çok iyi gelecek. Şimdiden bu kadar etkilediyse..."

"Amin Semih. Tek isteğim bu. Aramız iyi şu an ama beni ne olarak görüyor bilmiyorum. Belki sadece bir arkadaşıyım gözünde. Belki de en korktuğum şey olan ağabey."

"Sana nasıl sesleniyor?"

"Başlarda tanışmamızdan dolayı çekindiği için sizli bizli konuşuyordu ama şimdi adımla sesleniyor. Ya da başkomiserim diyor."

"Şimdilik endişelenecek bir şey yok o zaman. Sen kalbini ferah tut ve Allah'tan ümidini kesme."

Başımı sallayıp ayaklandım. Emir'i arayıp herifleri sorgu odasına almalarını söyledim. Şu an en büyük sorun Kanca'ydı. İşin ucu aileme dokunmadan onu yakalamalıydık. Sorgu odasına geçtim hızla. Heriflerin ağzından zorla laf aldık ama işimize yarar bir bilgi yoktu. Zaten diğer ikisinin Kanca'yla alakaları yoktu. Yem ettikleri adamlar da yerini bilmiyorlardı. Daha kahvaltı bile yapmamıştım ve sabahtan beri bu heriflerle uğraşıp duruyorduk.

Herifleri sorguladıktan Semih'in önerisiyle bir kafeye geçip kahvaltı yaptık. Emniyete döndüğümüzde hepimiz Kanca'ya dair bir iz bulmak için araştırmaya koyulduk. Sadece öğle ve ikindi namazını kılmak için yerimden kalmıştım. Onlar dışında yerimden kıpırdamadan saatlerdir bir dosyalara bir bilgisayara bakıp duruyordum. İkindi namazından sonra meali elime alıp okumaya başladım. Bu yaşıma kadar hiç meal okumamıştım. Kur'an-ı Kerim'i arapça okumayı biliyordum ama hiç Türkçesini okumak hiç nasip olmamıştı. Okudukça pişmanlığım artıyordu. Bu zamana kadar neden okumamıştım ki? Rabbim bu kadar güzel nimet vermişken benden istediği namazı bile kılmaktan acizdim. Neyse ki bana hakikati gösterecek bir melek çıkmıştı karşıma.

Kafamı kaldırdığımda saat yediye geliyordu. Hava kararmaya başlamıştı. Toplarlanıp çıktım emniyetten. Mesafe yakın olduğu ve arabam yanımda olduğu için hemen vardım. İneceğim sırada gözüme çilekli anahtarlık takıldı. Ceketimin cebine koyup çıktım. Belki verme fırsatım olurdu.

Gözüm mealde apartmana doğru ilerlerken koluma dokunan elle hızla arkamı döndüm. Erva aniden döndüğüm için birkaç adım geriye gidip bana baktı.

"Hayırlı akşamlar. Kusura bakma seslendim ama duymadın sanırım."

"Hayırlı akşamlar. Asıl sen kusura bakma, dalmışım. Korkutmadım umarım."

Gülümseyerek başını salladı. Daha sonra elimdeki meale baktı. Gülümsemesini hiç bozmadan tekrar bana dönüp "Okumaya başladın mı?" diye sordu.

"Evet. Hatta kendimi durduramıyorum desem yeridir."

"Hakkın var. Rabbim hakikati o kadar güzel açıklamış ki kitabında. İnsan okudukça huzur doluyor bir de."

"Haklısın. Biliyor musun, okuduğum ilk meal. Daha önceden hiç okumamıştım. Buna vesile oldun."

"Buna çok sevindim. Madem okuduğun ilk meal, artık senindir. Benden sana hediye olsun. Bir de sana başka bir şey daha vermek istiyorum."

Erva bana bir poşet uzatınca şaşkınlıkla aldım. İçinde ne var diye merak ederken Erva "İçinde başka bir meal var. Okumaya ilk ondan başlaman daha iyi olacaktır çünkü daha açıklayıcı. Aynısını Pınar'a da verdim. Hatta apartmandaki herkeste de var sayemde. Elindeki mealin bazı yerleri yeterince açıklayıcı değil. Aslında dün sana kendiminkini verecektim ama onu bayağı bir hırpalamışım. Bazı yerlerini o kadar çok çizmişim ki okuman imkansızdı." deyince "Teşekkür ederim, çok mutlu oldum. Çok düşüncelisin." dedim

"Rica ederim."

"Saat bayağı geç oldu. Sen yeni mi dönüyorsun okuldan?"

"Evet. Dersim beşte bitti aslında. Almam gereken kitaplar olduğu için kitapçıya uğradım. Orada fazla oyalanmışım."

"Anladım. İçeri geçelim mi artık? Vakit de geç oldu. Hem akşam ezanı da okundu, kaçırmayalım."

"Tamam, geçelim."

Birkaç adım atmıştım ki kolumdan tuttu. Ona dönmeme fırsat vermeden önüme geçip ceketimin kolunu biraz daha yukarı kaldırdı. Bileğimdeki morluğu görünce endişeli bir şekilde yeniden bana döndü.

"Bileğine ne oldu?"

Açıkçası o söyleyene kadar bileğimin durumunu fark etmemiştim bile. Demek sızlayıp durmasının nedeni buydu.

"Operasyonda oldu. Küçük bir morluk boşver."

"Küçük bir morluk mu? Saçmalama lütfen Kerem. Ne küçüğü Allah aşkına. Hareket ettirince ağrıyor mu?"

"Yani, aslında ağrıyor."

Aslında hafif sızlıyordu o kadar ama benimle bu şekilde ilgilenmesi hoşuma gittiği için biraz abarttım. Bileğimi hafifçe bükünce sızladığı için yüzümü buruşturdum. Bileğimi bırakıp sabit tutmamı söyledi. Çantasından çıkardığı siyah yazmayı katlayıp bileğime sarmaya başladı. Çok yakınımdaydı. Çilek ve çiçek kokusu ciğerlerime bayram havası yaşatıyordu. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki İnşallah Erva duymamıştır diye dua etmeye başladım.

Yazmayı bağlayıp birkaç adım uzaklaştıktan sonra "Bileğini sabit tut ve mümkünse çok hareket ettirme. Birazdan sana bir krem getiririm. Onu sürüp bu şekilde güzelce sar. Birkaç güne geçecektir." dedi.

"Sağol tekrardan."

"Rica ederim tekrardan."

Gülerek apartmana geçtik. Önden hızla evine geçti. Birkaç dakika sonra elinde küçük bir poşetle çıktı.

"Krem ve sargı bezi koydum içine. Dediklerimi yap lütfen. Yapmazsan diğer bileğini de ben aynı hale getiririm ona göre."

Küçük bir kahkaha attım söylediklerine. O da benimle beraber gülmeye başladı.

"Siz nasıl isterseniz efendim. Emriniz başım üstüne."

"Estağfurullah, ne emri başkomiserim. Sadece küçük bir uyarı diyelim."

"Merak etme yapacağım. Hatta fotoğrafını çekip atarım için rahat edecekse."

"İyi fikir."

"Tekrardan teşekkür ederim. Her şey için."

"Rica ederim. Görüşürüz. Allah'a emanetsin."

Eve doğru giderken bu sefer ben tuttum kolundan. Bana dönünce kolunu bırakmadan cebimden anahtarlığı çıkarıp avcuna bıraktım. Kolunu bıraktığımda o hâlâ anahtarlığa bakıyordu. Bana döndüğünde bir şey söylemesine fırsat vermeden "Görüşürüz. Sende Allah'a emanetsin." deyip eve geçtim.

Bizimkilere ben geldim deyip hızla odama geçtim. Deliler gibi bağırıp dans etmek istiyordum ve bu normal mi onu da bilmiyordum. Elimdeki poşetleri masama bırakıp bileğimdeki yazmayı yavaşça çıkardım. Onu da masama bırakıp hızla abdest almaya gittim. Namazımı kılıp Erva'nın verdiği kremi bileğime sürdüm. Güzelce sardıktan sonra fotoğrafını çekip attım.

KEREM: "Umarım dediğin gibi olmuştur. Diğer bileğimin de aynı hale gelmesini istemiyorum çünkü."

Mesajı yazıp attıktan sonra içinde mealin olduğu poşeti açtım. Krem rengi bir hediye kağıdına sarmıştı. Üzerine bir de not yazmıştı.

"Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. (Ra'd Sûresi 28. Ayet)"

"Elinden geleni yap, gerisini O'na bırak. Derdini veren Allah, dermanını da verecektir."

Paketi yavaşça açtığımda meal ve mealle aynı boyutta bir Kur'an-ı Kerim çıktı karşıma. Mealin ilk sayfasını açtığımda yeniden bir not görmemle gülümsemem daha da büyüdü.

"La tahzen, İnnellahe meana. (Üzülme, Allah bizimledir.)

Tevbe Suresi 40. Ayet"

Meali ve Kur'an-ı Kerim'i kenara alıp paket ve poşetleri masamdan kaldırdım. Krem ve kalan sargı bezini de çekmeme koyup yeniden sandalyeme oturdum. Koluma sardığı yazmayı elime aldım. Çilek lakabının hakkını veriyordu çünkü çilek gibi kokuyordu. Burnuma dayadığım yazmayı geri çekip yavaşça nefesimi verdim.

Pınar "Ağabey!" diye bağırınca yazmayı çekmeceme koyup yanına geçtim.

"Kızım ne böğürüyorsun Allah aşkına? Kulak bu kulak!"

"Hiç kızma ağabey. En az on defa seslendim. Sen gelmeyince de çareyi bağırmakta buldum."

Bu kadar kızdığına göre gerçekten uzun süre seslenmiş. Kendi kendime daha dikkatli ol Kerem deyip yeniden Pınar'a döndüm.

"İyi, tamam küçük çatlak. Sessizce yemeğini ye."

"Merak etme sessizce yiyemesem bile acele yiyip gideceğim."

"Hayırdır?"

"Cumartesi günü Elif Abla ve Alper Ağabey'in nişanı olacak. Hedeflerimi tamamlayamadan katılamam çünkü koçum izin vermez. Bu yüzden hemen yemeğimi yiyip dersimin başına geçeceğim."

"Koçun mu? Hayırdır özel koç mu tuttunuz benden habersiz?"

Annemle babama döndüğümde onlar da cevap vermesi için Pınar'a bakıyorlardı. Anlaşılan onların da haberi yoktu.

Pınar bakışlarımızdan rahatsız olmuş bir halde "Neden bana bakıyorsunuz?" deyince dayanamayıp "Kim bu koçun olacak herif?" diye sordum.

Pınar küçük bir kahkaha attı. Muzipçe sırıtıp "Erva Abla." deyince şaşkınlıktan elimdeki kaşığı tabağıma düşürdüm.

Annemle babam gülmeye başladılar ama ben suspus olmuştum. Pınar'a dönüp "Kızın yanında o çeneni kapalı tutacak ve bu konudan bahsetmeyeceksin Pınar." dedim.

Pınar sırıtarak yemeğini yemeye devam ederken ben dalgın halde tabağımdaki sebzelerle oynuyordum. Telefonuma gelen bildirim sesiyle çatalımı bırakıp ekranı açtım. Ondan gelmişti.

ERVA: "Olmuş olmuş, aferin. Dikkatli ol lütfen. Sen bize lazımsın başkomiserim."

Gülümseyerek yeniden okudum mesajını. Özellikle de sen bize lazımsın kısmını.

KEREM: "Olurum merak etme. Ama sende dikkatli ol lütfen. Sen de bize lazımsın."

Mesajı yazıp gönderdim ve ayaklandım. Bizimkilere afiyet olsun deyip lavaboya yöneldim. Elimi yüzümü yıkayıp odama geçtim. Yatsıya daha vakit vardı. Hazır vakit varken Kur'an okuyayım diye düşündüm ve masama geçtim. Kur'an-ı Kerim'in ilk sayfasını açınca da bu sefer beni Alak Sûresi'nin ilk beş ayetini yazdığı başka bir kağıt karşıladı.

"1) Oku, yaradan Rabbinin adıyla oku!

2) O, insanı alaktan (Asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır.

3-5) Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz KEREM sahibidir."

Adımı büyük harflerle yazmasına mı güleyim bu kadar ince düşünmesine mi bilemedim. Bakara Sûresi'nden beş sayfa okuyup kapattım. Uzun zamandır okumadığım için okumam yavaşlamıştı. Artık her gün mutlaka okuyacaksın diye kendime telkinde bulunduktan sonra seccademi serip namazımı kılmaya başladım.

Yine duamı "Rabbim onu bana nasip et, helalim kıl." diyerek sonlandırdım. Seccademi yerine koyup telefonumu elime aldım. Namaz kılarken bildirim gelmişti. Yatağıma oturup sırtımı başlığına dayadıktan sonra ekranı açtım. Ondan gelmişti ama okuduklarım pek hoşuma gitmedi.

ERVA: "Söz veremem, sonuçta söz konusu kendimsem delinin tekiyim. Hem de akıllanmazından. Neyse boşver sen beni dediğim gibi dikkat et kendine. Ailene selamlar."

KEREM: "Söz ver demedim, dikkat et dedim Erva. Akıllanmaz bir deli olduğunu dün kapının önünde kitap okumana şahit olarak bir kez daha anlamış oldum zaten merak etme.

KEREM: "Aleykümselam. Sen de Sevil Teyze ve Serkan'a selamlarımı ilet."

Mesajı yazıp yatağıma uzandım. Maalesef ki kendisine hiç dikkat etmiyordu. Birkaç defa Sevil Teyze annemle konuşurken duymuştum. İlaçlarını doğru düzgün almıyor ve beslenmesine de hiç dikkat etmiyormuş. Yeni bir bildirim sesiyle yeniden ekrana baktım. Ondan geldiğini görünce hızla doğruldum. Sanki seni görüyor Kerem ne bu haller diye kendi kendime söylenerek mesajı açtım.

ERVA: "Ya sen her fırsatta olayı süper, harika, inanılmaz tanışmamıza getireceksen benim seninle işim var başkomiserim. Seni gördüğüm yerde kaçmam gerekiyor belli oldu. Sayende devekuşu olmayı bile istedim ya.

ERVA: "Neyse, Aleykümselam. Söyledim selamlarını. Çok sevindiler. Maşallah dayımla çok iyi anlaştınız, ikinizde beni sinir etmekte uzmansınız."

Mesajını okuyunca başta sinirlendim. Kaçması gerekiyormuş. Hele bir dene Erva Hanım. Vallahi omzuma atar kaçırırım seni dedim kendi kendime. Sonra da küçük bir kahkaha attım.

KEREM: "Kaçmayı aklından çıkar akıllanmaz deli."

KEREM: "Devekuşu olmayı neden istiyorsun?"

KEREM: "Vallahi anlaştık. Tam kafa dengim, harika da bir arkadaş."

ERVA: "Şimdilik çıkarıyorum ama uygulamaya geçebilir haberin olsun. Devekuşu olayına gelirsem de hani onlar kafalarını toprağa gömüyorlar ya bende tanışma olayından dolayı seni gördüğüm zamanlarda devekuşu misali kafamı bir yerlere gömmek istiyordum."

Yeniden kahkaha atmaya başladım. Hakikaten deliydi bu kız.

KEREM: "Erva sen hayatımda gördüğüm en tuhaf kızsın haberin olsun."

ERVA: "Ne tesadüf aynı şeyi bende senin için düşünüyordum."

KEREM: "Ne tuhaflığımı gördün acaba?"

ERVA: "Vaktin var mı?"

Bir an duraksadım. Neye vaktim var mıydı? Kendi kendime konuşmayı bırakıp hızla "Neye?" yazdım hızla.

ERVA: "Tuhaflıklarını dinlemeye. O kadar çok ki vaktimiz yetmez."

KEREM: "Bunu benim söylemem gerekiyordu ya neyse."

ERVA: "Bende ne tuhaflığımı gördün diyeceğim de en azından tuhaf olduğumu kabul ettiğimden sormuyor ve müsaadeni istiyorum çünkü telefonum kapanmak üzere."

KEREM: "Estağfurullah, müsaade senin. Görüşürüz. Allah'a emanet ol."

ERVA: "Görüşürüz. Sende..."

Mesajını okuduktan sonra bende telefonumu şarja takıp odamdan çıktım. Annemle babamı oturma odasında sohbet ederken buldum. Onları o halde bırakıp mutfağa yöneldim. İki kahve hazırlayıp küçük gevezemin yanına geçtim. Kapıyı çalmamla gel demesi bir olunca dirseğimle kapıyı açıp yanına geçtim.

Kafasını testine gömmüştü. Kahvelerimizi masasına bırakıp başına küçük bir öpücük kondurdum. Kollarımı boynuna dolayıp testine doğru eğildim. Matematik çalışıyordu. Nefret ederdi matematikten. Onun aksine ben çok severdim.

"Kolay gelsin mavişim."

"Sağol ağabey. Tam zamanında geldin biliyor musun? Birkaç soru var çözemediğim ve ardından gelen iki soru da o sorunun benzeri diye üç soruyu da çözemedim. Of ya çok sıkıcı. Neden sadece edebiyat sormuyorlar ki? Bu kadar yüklenmeleri haksızlık. Demiyorlar ki bu öğrenciler..."

Elimle ağzını kapatıp "Sakin ol ve nefes al küçük geveze. Tamam bakarım birazdan. Önce soluklan ve kahveni iç." dedim.

Başını sallayınca ağzındaki elimi yavaşça çekip yanağından öptüm. Kahvemi alıp yatağının ucuna oturunca sandalyesini bana doğru çevirdi. Elleriyle yanaklarını ovuşturarak "Acıdı." diye mırıldandı.

"Acıdıysa keseriz o zaman. Sen iste yeter mavişim."

"Hayır ağabey kesme. Kirli sakal sana yakışıyor. Zaten yakışıklısın daha da yakışıklı oluyorsun. Ayrı bir hava katıyor sana."

Elimi enseme atıp gülümseyerek "Öyle mi?" diye sorunca başını salladı. Kahvemden bir yudum alıp yemekten beri aklımı kurcalayan soruyu sordum.

"Erva'dan özel koçluk mu alıyorsun?"

"Evet. Hem ondan hem de Alper Ağabey'den. Zaten ikisinin de birkaç öğrencileri varmış koçluk yaptıkları. Bana da yardımcı olacaklarını söylediler. Ücretsiz iki koç buldum kendime. Alper Ağabey Erva'yı arada bir benden ve Elif'ten uzak tut yeter dedi. Erva'da sen her koçluk için yanıma geldiğinde bir kutu çilekli süt getir yeter dedi."

Pınar sözünü bitirdiğinde küçük bir kahkaha attım. Pınar da gülerek "Vallahi böyle dediler ve duyduğumda çok şaşırdım. Çok tatlılar ya. İşime yarayacak bir sürü taktik de verdiler. Erva sayesinde namaza da başladım ve hayatım o günden beri daha iyi bir düzene girdi." dedi.

"Sevindim senin adına. Düzenli bir şekilde çalışmaya devam et. Dediğim gibi bende maddi manevi her türlü desteğimle her zaman yanındayım."

Pınar kocaman gülümseyerek yanıma gelip kollarını boynuma doladı. "Teşekkür ederim, iyi ki varsın." dediğinde bardağımı komodinin üstüne bırakıp bende sarıldım sıkıca.

"Rica ederim en sevdiğim kardeşim. Sen de iyi ki varsın."

Kıkırdadı. Her en sevdiğim kardeşim dediğimde yaptığı gibi. Kollarını gevşetip yüzüme baktı ve "Benim değil mi en sevdiğin kardeşin?" diye sorunca yeniden gülmeye başladım. O da yerine geçip bana katıldı.

"Sensin tabi ki küçük cadı. Başka kardeşim olana kadar sensin."

"Başka kardeşin olmayacağına göre hep benim o zaman."

"Doğru ama olsa da hep sensin."

"Ağabey bu arada iyi ki geldin. Seninle bir şey konuşmak istiyordum. Aslında annem sana anlattığımı öğrense beni balkondan aşağı atar ama senden de böyle bir şeyi saklayamam."

"Öncelikle nefes al ve tane tane anlatmaya başla. Hayırdır, ne oldu?"

"Hani geçen gün yemekte sana Mine Teyze'nin kızından bahsetti ya. İşte onları bize akşam yemeğine çağırmış. Bir ara seni ve kızı yalnız bırakıp konuşmanızı sağlayacak. Haberin olsun."

Ellerimi sinirle saçlarıma daldırıp iyice karıştırdım. Amacın ne annem ya? Neden beni anlamıyorsun bir türlü?

Pınar'a dönüp "Ne zaman geleceklermiş peki?" diye sordum.

"Cuma günü. Akşam yedi civarı bizde olurlarmış. Yani annemin babama öyle dediğini duydum."

Derin bir nefes alıp iki elini yanaklarına koyarak annemin dediklerini söylemeye başladı.

"Kerem cuma gününe kadar bilmesin. Aynı şekilde o geveze kızımız da. Cuma günü ben bir şekilde söylerim."

Annemin taklidini çok komik yaptığı için ikimizde gülmeye başladık. Pınar ben gelmeden annem ve babamın konuşmalarını duymuş. İyi ki duymuş. Bu işten bir an önce sıyrılmam gerekiyor. Asıl sorun bu konunun Erva'nın kulağına gitmesi. Aramızda bir şey yok ama yine de öğrenmesini istemiyordum.

"Bu konuyu kimse bilmeyecek Pınar'ım. Tamam mı?"

"Merak etme kimse bilmeyecek. Özellikle de annem. Dediğim gibi acımaz atar beni aşağı."

Pınar'ı yeniden kendime çekip sarıldım.

"Teşekkür ederim mavişim. İyi ki söyledin. Cuma günü ben yokum. Bir şekilde idare edersiniz artık."

"Ağabey, hayatında biri mi var?"

"Yok mavişim ama annemin bu baskısını anlayamıyorum bir türlü. Bana biraz zaman verse ne olur sanki? Nasibime düşen zamanı gelince beni bulur ama anneme kalsa yarın evlenmeli ertesi gün de kucağına torun vermeliyim."

Pınar beni bırakıp iki eliyle ağzını kapattı ama sonunda dayanamayıp gür bir kahkaha patlattı. Bende ona katılınca karşılıklı tekrardan gülmeye başladık.

Onunla bu şekilde konuşmayalı uzun zaman olmuştu. İşlerimden dolayı yoğundum ama kısacık da olsa kardeşime vakit ayıramamıştım. Neyse ki bugün bunu fark ettim. Her ne kadar benden çok küçük de olsa onunla konuşmak, dertleşmek, bu şekilde şakalaşıp gülmek benim için çok değerli. Pınar benim için değerli. Kardeşlik, dostluk bu dünyadaki en değerli şeylerden biriydi ve ben bu son günlerde bunlara en güzel şekilde sahip olduğumu fark ettim.

Bana kardeşimi, dostlarımı, kısacası bu güzel insanları veren Rabbime şükürler olsun.

 

Rabbim hepimizin karşısına güzel insanlar çıkarsın İnşallah 🤍

Geldik bu bölümün de sonuna. İnşallah beğenmişsinizdir 🌺

​​​​​​Yeni bölümde görüşmek üzere 😉

Allah'a emanet olun 🤍

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%