Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7- Uyku Savaşları

@kayraege

Selamünaleykümmm ☺️

Nasılsınız bakalım?

Öncelikle gecikmeler için özür dilerim. Vizelerime az kaldığı için bir süre boşladım farkındayım ama İnşallah daha düzenli atmaya çalışacağım 🫣

Geldik yeni bölüme :)

İnşallah beğenirsiniz diyerek sizi bölümle baş başa bırakıyor, beğeneceğinizi ümit ederek iyi okumalar diliyorum 🤍

 

 

 

Aynı yol... Hafız olduğum gün, bunun haberi annemle babama vermek için koştuğum yol fakat bu sefer tektim ve o küçük Asel yoktu.

Hayata umutlu bakan, iyileşeceğine inanan o küçük Asel yoktu. Hırçın, asi, inatçı ve hayattan nefret eden Asel vardı.

Fakat bir farklılık daha vardı ki içimde o günle aynı olan hevesle eve gidiyor olmamdı. Bizim eve varınca hızla kapıya yöneldim. Çaldım ama açan olmayınca bu sefer de yan tarafa amcamların evine yöneldim. Kapıyı çaldığımda kapı açıldı fakat kapıyı açan kimse yoktu.

İçeri geçtiğimde amcamların evinin aksine tedavi olmak için gittiğim Japonya'daki hastanenin önündeydim. Kiyoshi Amca'nın bahçede her zamanki yerinde oturup kitap okuduğunu görünce onun yanına yöneldim.

Kiyoshi Amca, dediğimde başını kaldırıp yarım yamalak bildiği Türkçe'siyle kötü kız, dedi bana.

Kötü kız... Kulağımda yankılanan bu sesle gözlerim hızla dolarken bağırarak "Hayır Kiyoshi Amca. Ben kötü değilim. Sen dedin, biz kötü değiliz. Aksine biz çok güçlüyüz dedin bana." dedim ama Kiyoshi Amca beni umursamadan yeniden önüne döndü.

Ne yaptığımı bilmeden koşarak hastaneye girdiğimde bu sefer de hastane beni kendi evimize çıkardı. Amcam, yengem, Asya ve Hakan aynı anda bana dönüp "Kötü kız." dediklerinde tek yapabildiğim sağ elimi çok acıyan kalbime götürmek oldu.

"Ben kötü değilim." diye mırıldandığımda Asya önüme gelip "Sen kötüsün, annemle babam senin yüzünden öldüler." diye bağırınca hızla arkamı dönüp evden çıktım.

Çıktığım her kapı beni başka bir noktaya götürüyordu ama bu sefer evimizin büyük ve geniş bahçesine çıkmıştım. Kısacası çıkmam gereken yere. Evin bahçesinden çıktığımda yolun sağında duyduğum seslerle oraya döndüm.

Annem ve babam yüzlerinde kocaman gülümsemeleriyle bana bakıyorlardı. Gözlerimden yaşlar bu sefer de yağmur misali boşalmaya başlarken onlara doğru koşmaya başladım ama ben koştukça onlar uzaklaşıyorlardı.

Çığlık çığlığa gitmeyin, diye bağırıyordum ama hiçbir işe yaramıyordu haykırışlarım. Kalbimdeki sancılar daha da artınca olduğum yerde durdum. Sırt üstü yere düştüğümde hissettiğim ağrıyla derin nefesler alıp vermeye başladım. Vücudumu saran titremeyle ağrılarım artarken dilimden dökülen cümle şu oldu: Lütfen... Lütfen o günkü gibi olmasın...

​​​​​​

Yatağımdan terler içinde doğrulduğumda, elim hızla mahşer yerinden kaçmışcasına atan kalbime gitti. Atıyordu işte, atıyordu ve atmaya da devam edecekti...

Elimi yumruk yapıp yavaşça kalbime vurmaya başladım. Bir yandan da dur artık lanet kalp, diye mırıldanıyordum nefes nefese.

Yine aynı şey olmuştu. Nefes nefese annemle babama koştuğum ama onların benden uzaklaştığı rüyalar... Kalbimin, rüyada bile olsam büyüklüğü hissettiğim ​ acıları... Ve yine uyku savaşları...

Birkaç gündür yine uyumakta zorlanıyordum ve başlamıştı uyku savaşlarım. Üstüme gelen olaylar, birkaç gündür yaşadığım korkular ve kalbimin çektirdiği acılar...

Derin nefesler alıp vermeye başladım. Yüzüme yapışan saçlarımı kenara çekip ayağa kalktım. Telefondan saate baktığımda daha gecenin ikisi olduğunu gördüm. Saçlarımı gevşek bir topuz yapıp lavaboya geçtim. Abdest aldıktan sonra namaz kıyafetlerimi giyip Teheccüd namazı kıldım. Gece uyanmalarımın benim için tek güzel yanı buydu çünkü.

Namazımı kıldıktan sonra yeniden yatağıma geçtim ama bir türlü uyuyamadım. Yorgun olduğum halde kalbimdeki ince sızılar buna izin vermiyorlardı. Geçen hafta kontrole gittiğimde doktorum Murat Ağabey ilaçlarımı almadığımı anlamıştı. Durumumu böyle yaparak daha da kötüleştirdiğimi, artık daha dikkatli olmam ve ilaçlarımı da mutlaka almam gerektiğini söyledi.

O günden beri evdekiler yüzünden ilaçlarımı, mecburen düzenli alıyordum ve bu durum da dengemi yine alt üst etmişti.

İstemiyordum o ilaçları. Tek yaptıkları bütün gün halsiz ve yorgun olmama neden olmaktı çünkü. Bir de üstüne okula da gitmeye devam ediyordum ve bu durum beni zorlamaktan başka bir işe yaramıyordu.

Yeniden yatağımdan doğrulup ayağa kalktım. Uyuyamamıştım. Denemiş ama başaramamıştım. Yatağımı toplayıp masama yöneldim. Türkçe denememi önüme alıp başladım çözmeye.

Ben şuna inanırım: Aşk, herkese iyi gelir. Ama aşk, bir yetenektir aynı zamanda; yazı yazma yeteneği gibi, bir kalp yeteneğidir ve herkeste yoktur. Bazı insanlar, varlıklarını kalplerini kazımaya borçludurlar. Hayatta kalmanın, istedikleri, arzuladıkları gibi biri olmanın ön koşulu, vicdandan ya da merhametten vazgeçmektir, onlar da vazgeçerler. Yine de aşk, herkese iyi gelir. Bazen kötü ruhlu olduğunu bildiğim birine, "Aşk, ona bile yaramış." dediğim oluyor.

Yarım saattir aynı soruyla bakışıp duruyordum. Aşk, gerçekten herkese iyi gelir miydi? Hayır, gelmezdi. Özellikle de bana çünkü bende o duygunun merkezi bozuktu. Kalbim, o güzel hissi bile mutlaka acıya çevirirdi.

Ama... Yine amalarla doluydu şu an kafamın içi. Gözüm, Doruk'un verdiği günden beri masamdaki yerini koruyan çikolatalı süte kaydı. Bilmiyorum ama ilk defa bir sıcaklık hissetti kalbim ona bakınca. Neydi bu? Aşk mı..?

Başımı iki yana sallayıp saçmalama Asel, diye mırıldandım. Değildi aşk falan. O kadar kısa sürede de imkansızdı. Daha ne kadar oldu o çocuğu tanıyalı hem?

Derin bir nefes alıp iki elimi saçlarıma görürdüm. Ben aşık olamazdım. Hakkım yoktu buna. Ne kendime ne de başka birine bunu yapmaya hakkım yoktu.

Kalbimin beynime gönderdiği saçma fikirleri umursamayıp yine beynime güvenerek ayağa kalkıp "Aşk yok Asel, sakın!" dedim kendi kendime. Madem böyle saçma şeyler düşünmeme sebep oluyordu kalbim, o zaman yapmam gereken belliydi. Doruk'tan uzak duracaktım. Aslında uzak duruyordum ama sanki kaderin oyunuymuş gibi her yerde karşıma çıkıyordu.

Kafamdaki bu düşünceleri boşverip, ayağa kalkıp okul için hazırlandım. Saçlarımı tarayıp her zamanki sıkı bir atkuyruğu yapıp çantamı hazırladım. Hızla odamdan çıkıp aşağı indiğimde herkes çoktan uyanmış kahvaltıya başlamak için beni bekliyorlardı.

Günaydın, deyip yerime geçtiğimde ailem de aynı cevabı verdi. Son birkaç gündür yaptıkları gibi önce nasıl olduğumu sordular. İyi olduğum cevabını aldıklarında da yemeğe başladılar.

Kahvaltıdan sonra okula geçtiğimizde ilk işim yine kantine gitmek oldu çünkü kahvaltıdan sonra ilaçlarımı almak zorunda kalmıştım. Bu yüzden de kahve içmem gerekiyordu çünkü fazlasıyla yorgundum.

Asya'yı sınıfa yollayıp kantine geçtim. Kahvemi alıp boş bir masaya geçip yavaş yavaş içmeye başladım. Bugün erken geldiğimiz için daha yirmi dakikadan fazla vardı dersin başlamasına.

Kahvemden küçük bir yudum aldığım sırada biri karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. Kafamı kaldırıp kim diye baktığımda Doruk gülümseyerek bana bakıyordu. Geldi sonunda, diyen kalbimin aksine beynim geldi yine baş belan, diyordu.

Yeniden önüme döndüğümde Doruk "Günaydın Asel." deyince başımı kaldırmadan "Günaydın." dedim umarsızca.

"Nasılsın?"

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. O da bana baktığı için direkt göz göze geldik. Gözümü kaçırmadan "Neden soruyorsun ki?" diye sordum.

Sorduğum soruyla bir an afallasa da kendine gelmesi çabuk sürdü ve "Seni önemsiyorum diye." dedi.

Söylediğiyle kalbim atışlarını hızlandırırken beynim kendine gel Asel, ​​​​​​diyordu.

"Önemseme ve boşver beni. Benim yaptığım gibi."

"Ne içiyorsun?"

Söylediğimi duymazlıktan gelip konuyu başka bir yere çekince ​​​​​önüme dönüp kahve, diye mırıldandım.

"Hangisi?"

Önümdeki bardağı uzatıp "Çok merak ettiysen tadına bak." dedim.

Doruk yüzündeki gülümsemesini hiç bozmadan bardağa uzanıp bir yudum aldı ama içer içmez öksürmeye başladı. Bense, içmesine mi yoksa öksürmesine mi şaşırayım bilemedim.

Doruk bardağı masaya bırakıp hızla "Allah aşkına sen bunu nasıl içiyorsun Asel? Çok kötü bu." deyince önündeki bardağıma uzanıp kahvemden kocaman bir yudum aldım.

"Sana göre kötü. Ben seviyorum."

"Ya kusura bakma ama zift gibi tadı var."

"İnsanların damak zevki farklıdır çikolata çocuk. Ben seviyorum."

Çikolata çocuk...

Doruk ona söylediğim şeyi yüzünde kocaman bir gülümsemeyle mırıldanarak söyleyince kahvemden son yudumumu alıp ayağa kalktım. Bardağı çöpe atıp kantinden çıktığımda Doruk elinde iki çikolatalı sütle koşarak yanıma geldi.

Birini bana uzatınca bir ona bir uzattığı süte bakmaya başladım. Derdi neydi bu çocuğun anlamıyordum. Hoş anlamak da istemiyordum ya neyse.

"Teşekkür ederim ama istemiyorum."

"Lütfen Asel. Senin için aldım."

Daha fazla konuşmamak için uzattığı sütü alıp bir şey demeden sınıfıma çıktım.

Sınıfın önüne gelince Doruk bana dönüp "İyi dersler." deyince yüzüne bakmadan "Sana da." deyip sınıfa girdim.

Yerime geçip sütü hızla çantama attım. Birkaç dakika sonra Umut Hoca da gelince çantamdan kalem ve defterimi çıkarıp dersin başlamasını bekledim. Umut Hoca yoklama aldıktan sonra kısaca nasıl olduğumuzu sordu. Sınıftan iyiyiz, siz nasılsınız sesleri yükselince Umut Hoca gülümseyip bende iyiyim dedi ve derse başladı. ​​​

"Evet gençler, yeni konuya geldik. Başlık atın lütfen: Diziler."

Umut Hoca'nın dediği başlığı atıp dersi dinlemeye başladım. Bir yandan da acaba bugün hangi konudan soru soracak diye düşünüyordum. Bir süredir her dersin sonunda tahtaya bir soru yazıp çözmemizi istiyor. Sınıfın matematiği de hocaları kadar umutsuz olduğu için sadece ben çözebilmiştim yazdığı soruları.

Tam tahmin ettiğim gibi dersin bitmesine beş dakika kala Umut Hoca tahtanın boş köşesine bir soru yazdı. Fakat şaşırdım bu sefer çünkü limit sorusu yazmıştı.

Sınıftakiler de şaşırmış olmalılar ki birkaç kişi "Hocam, biz konuyu işlemedik ki." diye sordular.

Umut Hoca "Biliyorum gençler ama bu konuyu bilen arkadaşlarınız bir denesinler bakalım sonucu bulabilecekler mi?" deyip bana döndü.

Ben de önüme dönüp soruyu çözmeye başladım. İlk olarak çözülebilecek ilk yoldan çözüp cevabı buldum ama Baran'a da dediğim gibi bu konunun sorularını türevle çözmek mümkündü ve çok da kolaydı. Hızla türevden de çözüp aynı cevabı bulunca kalemimi bırakıp sandalyeme yaslandım.

Umut Hoca'ya baktığımda "Çözdün mü?" diye sorunca başımı sallayıp "Çözdüm." dedim.

"Cevap kaç?"

"Dört."

Umut Hoca gülümseyip elindeki kalemi bana uzatınca ayağa kalkıp yanına geçtim. Tahtaya önce ilk yoldan çözdüğüm çözümü yazıp Umut Hoca'ya döndüm.

"Türevden de çözülüyor, isterseniz o çözüm yolunu da yazabilirim."

Umut Hoca şaşkınlıkla "Türevle de mi çözebildin?" deyince başımı sallayıp diğer çözüm yolunu da yazdım.

Yeniden ona döndüğümde yüzünde hâlâ aynı şaşkınlıkla yazdığım çözümlere baktığını görünce kalemini uzattım fakat uzattığımı bile fark etmedi. Sınıftakiler zil çaldığı için sabırsızlıkla Umut Hoca'nın çıkabilirsiniz, demesini beklerlerken Umut Hoca hâlâ çözüme bakıyordu.

Boğazımı temizleyip "Hocam." diye seslendiğimde bana döndü. Elimle sınıfı gösterip "Zil çaldı ve çıkmak için izin vermenizi bekliyorlar." dediğimde Umut Hoca sınıfa dönüp "Çıkabilirsiniz gençler." dedi.

Yeniden bana dönüp "İznin olursa bir soru daha göstereceğim." deyince başımı salladım.

Telefonundan bir soru açıp bana uzatınca soruya baktım. İntegral sorusuydu ama bu konu müfredatta yoktu. Kiyoshi Amca'nın kitabında bu tür sorular olduğundan çözüm yolunu aşağı yukarı biliyordum ama doğru bulabilir miydim emin değildim. Bu tür soruları bir süredir çözmemiştim çünkü.

Birkaç dakika soruyla bakıştıktan sonra tahtaya çözümünü yazmaya başladım. Yarısına kadar çözdükten sonra durdum. Kafam karışmıştı ve şu an aklımda sadece iki yol vardı ve ben hangisiyle yapacaktım hatırlayamıyordum.

O sırada omzunda bir el hissettim. Kafamı sağıma çevirdiğimde Umut Hoca omzumdaki elini indirmeden benim çözümümün yanına kalan çözümü yazdı. Son olarak da cevabı yazıp bana döndü.

Çözüme bakınca kafamı yavaşça tahtaya vurup "Bu yol nasıl aklıma gelmedi ki?" diye mırıldandım.

Yeniden Umut Hoca'ya döndüğümde kolumdan tutup beni biraz geriye çekti. Telefonundan yazdığım çözümün fotoğrafını çekip heyecanla "Harikasın Asel. Teşekkür ederim." deyip hızla sınıftan çıktı.

Şaşkınlıkla kızlara dönüp "Bu umutsuz vaka az önce bana harikasın mı dedi?" diye sorduğumda kızlar gülmeye başladılar.

Semra "Evet Asel dedi de ne olmuş ki? Umut Hoca pek çok öğrenciye der bunu." deyince "Nasıl ki o benim gözümde umutsuz vakaysa aynı şekilde bende onun gözünde öyleyim." dememle kızlar yeniden gülmeye başladılar.

Baran yanıma gelip "Bu integral sanırım ama çok farklı." deyince ona dönüp "Evet integral ama müfredatta yok burası." dedim.

"Peki sen nereden biliyorsun?"

"Uzun hikaye boşver. Sadece sana daha önceden de dediğim gibi matematiği seviyorum."

Baran anladım, deyince bende yerime geçtim. Zil çoktan çalmıştı ama Umut Hoca sanırım geç bıraktığından hâlâ gelmemişti.

Beş dakika sonra sınıfa girip "Evet gençler devam ediyoruz ama ondan önce bir duyurum var: Yarın TYT denemesi var. Haberiniz olsun." deyince sınıftan itirazlar yükseldi ama Umut Hoca hızla bu itirazların daha da büyümesini engelledi ve dersi, kaldığımız yerden anlatmaya devam etti.

Matematik dersi bitince biyoloji dersine, onun da ardından kimya dersine girdik. Öğle arasına girince Asya yalvarma moduna geçmeden düş önüme, dedim ve yemekhaneye indik.

Birkaç lokma bir şey yedikten sonra yemekhaneden çıkıp her zamanki gibi önce sınıfa, oradan da mescide geçtim. Namazdan sonra da aynı hızla sınıfa gelip uyku moduna geçtim.

Kısa süren uykumdan uyandıran her zamanki gibi Asya oldu ve kimya dersine kaldığımız yerden devam ettik. Sonrasında da edebiyat dersine girdik ve çok şükür ki bu hapishanedeki bir günümü daha sorunsuz kapattım.

Hem bir sorun çıkmamıştı hem de Doruk'tan uzak durmuştum. Fazlasıyla sert tepkiler versem de bu onun iyiliği içindi. Benden uzak durması kendi iyiliğineydi. Hoş zaten kalp hastası olduğumu öğrenince kesin uzak dururdu. Daha önceden de böyle olmuştu. Hastalığımı öğrenenler sanki ben kötü biriymişim gibi benden uzak dururlardı. Sen kötüsün, o yüzden kalbin bozuk derlerdi. Bu yüzden hâlâ içimde bu okuldakilerin de öğrenecek olması ve aynı şeyleri yaşamanın korkusu vardı.

Sınıftan çıktığımızda Hakan ve tayfası da yanımıza gelince onları umursamadan merdivenlere yöneldim. İlk adımımı attığım sırada Doruk da yanıma gelince derin bir nefes aldım. Şeytan diyordu çak ağzının ortasına, yuvarlansın merdivenlerden ama... Dua etsin ben şeytanı dinlemiyordum.

"Neyin var senin?"

La havle... Sana ne neyim var arkadaş. Uzak dur benden ya!

"Yok bir şeyim. Hem varsa da sanane ki bundan?"

"Sabah bunun cevabını verdiğimi hatırlıyorum."

"Bana bak, sana öyle güzel bir cevap veririm ki, önümüzdeki bir haftayı hastanede geçirmek zorunda kalırsın ona göre."

Arkamdan kıkırdama sesleri gelince seslerin sahiplerine döndüm. Arkadaşlarım kıkırdarlarken Hakan'ın tayfasından Tuna, kendini tutamayıp kahkahalarla gülmeye başladı. Ardından Semra da ona katılınca diğerleri de gülmeye başladılar.

Hakan yanıma gelip "Kimin kardeşi be! Her yerde gücünü konuşturuyor." deyince az önce Doruk'a söylediğime güldüklerini anladım.

Göz ucuyla Doruk'a baktığımda başını önüne eğmiş duruyordu öylece. Kırmıştım onu... Hem de çok ama bu onun içindi. Hem onun hem de kendi iyiliğim içindi.

Doruk başını kaldırmadan "Neyse, ben geç olmadan gideyim. Annemle babam iş gezisindeler diye yoklar. Deniz okuldan dönmüştür, beni bekliyordur." deyip çıkışa yöneldi.

Diğerlerine döndüğümde Asya "Üzüldü sanırım." deyince Hakan "Yarın gönlünü alırız merak etmeyin." dedi.

Tuğçe yanıma gelip "Bence sorun bizim gülmemiz değil, Asel'in söylediğiydi." deyince "Bırakın konuşmasın benimle. Hem kendine hem de bana iyilik yapmış olur böylece." deyip amcamın odasına yöneldim.

Arkamdan arkadaşlarım seslenip bir şeyler dediler ama o an tek düşündüğüm Doruk'tu.

Amcamın odasının önüne gelince kapıyı çaldım. Amcam gir, deyince yanına geçip "Amca, işin bitti mi?" diye sordum.

Amcam ayağa kalkıp "Bitti kızım, bende sizi bekliyordum." deyince "Tamam o zaman. Hadi gidelim." dedim.

Amcam yanıma gelince beraber odasından çıktık. Hakan ve Asya da arkadaşlarıyla vedalaşınca arabaya geçtik. Yol boyunca hiçbirimiz konuşmadık. Bir ara amcam nasıl olduğumuzu sordu o kadar. Onun dışında sessizlik konuştu biz dinledik.

Eve varınca her zamanki gibi ilk işim ikindi namazını kılmak oldu. Namazdan sonra yorgun olduğum için üstüme rahat bir şeyler geçirip yatağıma uzandım. Gözlerim kapanmaya başlarken gözümün önüne bana bugün kırgınlıkla bakan bir çift yeşil göz gelince derin bir nefes alıp sağıma döndüm.

Ne yapacaktım bilmiyordum. Bildiğim tek şey bir an önce o okuldan kurtulmam gerektiğiydi ama onu da nasıl yapacağımı bilmiyordum.

Bilmiyordum ve bilmemek zordu, çok zordu.

Tıpkı beni günden güne içinde yaşadığım hayattan soğutan kalbim gibi...

 

 

Geldik bu bölümün sonuna :)

İnşallah beğenmişsinizdir ☺️

Yeni bölümde görüşmek üzere 😉

Allah'a emanet olun 🤍

 

 

 

 

 

​​​​​​​​​​

 

 

Loading...
0%