@kayraege
|
Selamünaleyküm ☺️ Nasılsınız kıymetli okurlar? Yeni bölüm geldi. Çok şükür dediğinizi duyar gibiyim 😅 Neyse ben daha fazla uzatmadan sizi yeni bölümle baş başa bırakayım. İnşallah beğenirsiniz :) İyi okumalar dilerim 🤍
5 yıl önce
Asel, matemetik öğretmenlerinin tahtaya yazdığı soruyla biraz bakıştıktan sonra hızla defterine çözümü yazmaya başladı. Saniyeler içerisinde soruyu çözmeyi başardığında neşeyle öğretmenine bakıp sorunun cevabını söylemek için parmağını kaldırdı. Öğretmeni onu fark ettiğinde gülümseyip “Çözdün mü Asel?” diye sorduğunda Asel başını sallayıp “Evet öğretmenim, çözdüm.” dedi. “Cevap kaç?” “On bir.” Öğretmen, elindeki tahta kalemini Asel’e uzatıp “Aferin canım, doğru bulmuşsun. Hadi gelip çözümü arkadaşlarına da anlat.” deyince Asel “Tamam.” deyip yerinden kalktı. Öğretmeninden tahta kalemini alıp tahtaya geçti ve sorunun çözümünü sınıf arkadaşlarına anlatmaya başladı. Soruyu anlattıktan sonra öğretmeninin yanına geçip kalemi uzattığında öğretmeni sağ elini Asel’in başına koyup “Aferin canım. Çok akıllı ve zeki bir öğrencisin. İleride çok başarılı olacaksın İnşallah.” deyince Asel, duyduğu şeyin verdiği mutlulukla kocaman gülümseyip “İnşallah öğretmenim. Teşekkür ederim.” dedi. Yerine geçip oturduğunda öğretmeni dersi anlatmaya devam etti. Dakikalar içerisinde zil çalınca öğretmen sınıfa dönüp “Çıkabilirsiniz çocuklar.” dedi. Masasından kitaplarını alıp çıktığında Asel kendisine seslenen kız kardeşine döndü. Kız kardeşi gülümseyip “Öğretmenimiz sana çok güzel şeyler söyledi Asel ve bence de haklı. Sen çok zekisin.” dedi ama Asel cevap veremeden sınıf arkadaşlarından Aylin, Asel’in arkasına gelip “Kalbi kötü olan biri zeki olsa ne olur ki? Onun kalbi kötü ve o zaten ölecek.” dedi acımasızca. Asel duyduklarıyla dolan gözlerine inat Aylin’e dönüp “Hayır, benim kalbim artık daha iyi ve ben iyileşeceğim.” dedi hızla. Sınıf arkadaşları Asel’in dediklerini umursamadan ellerini çırpıp kötü kız, kötü kız diye bağırmaya başladıklarında Asel daha fazla gözyaşlarını tutamadı. Hep böyle oluyordu zaten. Kalbi hasta diye herkes ona "Sen kötüsün diye, Allah kalbini bozuk yaptı." diyordu. Asel sessizce ağlamaya devam ederken kız kardeşi ve ona iyi davranan tek sınıf arkadaşı Sinan, hızla diğerlerini susturmaya başladılar ama başarılı olamadılar. Asel, elini hafiften sızlamaya başlayan kalbine götürdü. Elini kalbine koyduğu an ince sızı yerini şiddetli bir ağrıya bırakınca Asel, sol elini kaldırıp Asya’nın koluna dokundu. Asya ona dönüp fazlasıyla yüksek çıkan sesiyle “Asel, ne oldu?” diye sorduğunda sınıfta bir an da derin sessizlik oluştu. Herkes endişeyle eli kalbinde sessizce ağlamaya devam eden Asel’e baktığı sırada Asel, ağladığı zor çıkan sesiyle “Çok acıyor.” dedi. Asya kardeşinin o halini görünce ağlamaya başladı. Ne yapacağını bilmiyordu. Sınıftakilere dönüp “Eğer ona bir şey olursa bunun sebebi sizsiniz.” deyip Sinan’a döndü. “Sinan, öğretmenimizi çağır lütfen. Asel’i hastaneye götürmemiz gerekiyor.” Sinan başını sallayıp hızla sınıftan çıkınca Asya yeniden kardeşine bakıp “Asel, lütfen dayan. Söz veriyorum iyi olacaksın.” dedi ağlayarak. Dakikalar içerisinde sınıf öğretmenleri Hamza Bey sınıfa girip Asel’in yanına geldi. Asel’in durumunu bildiğinden ne olduğunu sormadan küçük kızı kucağına alıp sınıftan çıktı. Koridorda yanına gelen meslektaşı Meryem Hanım’a "Akın Bey ve Aslı Hanım’ı arayın lütfen. Asel’i hastaneye götüreceğimizi söyleyin.” deyip okul binasından çıktı. Asel’i arabasının arka tarafına bindirip hızla yerine geçti. Meryem Hanım ve Asya’da binince Hamza Bey Asya'ya dönüp “Merak etme Asya. Asel iyi olacak.” dedi endişeli çıkan sesiyle. Bütün bunları duyan ama çektiği acı yüzünden sessizliğini koruyan Asel, çektiği bu acıların son bulmasını dileyerek gözlerini kapattı. Başı kardeşinin omzuna düştüğünde en son duyduğu şey, kız kardeşinin endişeyle adını haykırması ve öğretmeninin Asya’ya sakin olmasını söylediğiydi.
Hayatım boyunca ailem ve çevrem tarafından hep bir şeyler yapmaya zorlandım. Öyle çok uzun bir hayat yaşadığımı söyleyemem çünkü henüz on yedi yaşındayım ama çektiğim acı, yaşımın yüzlerce katı... Önce kalp hastası olmamın getirdiği engellerle başladı bu zorluklar. Asel sen hastasın şöyle yap, Asel sen hastasın böyle yap, diye diye devam etti. Sonrası da şu an yaşadığım olay. İki haftadır ailem ve arkadaşlarım tutturmuşlardı gir şu matematik olimpiyatlarına diye. İstemediğimi söylemem hiçbir işe yaramıyor, sadece işimi daha da zorlaştırıyordu. Şeytan diyordu git kır o Umut Hoca'nın ağzını burnunu ama işte, ben şeytanı dinlemiyordum. Gerçi biraz daha devam ederse kıracaktım, az kalmıştı ya neyse. Sinirle önümdeki fizik testimi kapatıp bana doğru gelen Asya ve tayfasına, onlar konuşmaya başlamadan hayır, dedim. Asya yanıma oturup "Of Asel, keçiler bile bu kadar inatçı değildir, kabul et işte." deyince hızla ayağa kalktım. "Bunu sen mi diyorsun bana Asya? İnan bana senin inatçılığının yanında benimki hiç bir şey." "Tamam Asel, en inatçı benim. Hadi git kabul et." Elimi kahküllerime götürüp saçlarımı çekmeye başladım. Sinirlendiğimde kalbim bana acı çektirmese de artık alışkanlık olmuş sanırım, bu sefer de ben bir şekilde kendime acı çektirmeye çalışıyordum. "Asya, hayatım boyunca hep istemediğim şeyleri yapmaya mecbur kaldım sizin yüzünüzden. İlk defa bir şey yapmak istemiyorum ve sizin de sadece benim bu düşünceme saygı duymanızı istiyorum. Ya çok mu zor Allah aşkına? Biraz olsun Asel'in düşüncelerine saygı duymak çok mu zor?" Sona doğru sesimi yükselttiğim için Asya korktu. Başını önüne eğip sessizce ağlamaya başlayınca masamdan telefonumu alıp sınıftan çıktım. Neyse ki öğle arasında olduğumuz için sınıfta kimse yoktu da bu tartışmaya kimse şahit olmamıştı, Asya'nın tayfası dışında. Asya ve Tuğçe'nin ağladığı gün gittiğim yere yöneldim yine. Kütüphanenin arka tarafına. Fark ettiğim kadarıyla okulun en sakin yeri orasıydı ve benim yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Boş banklardan birine oturup cebimden kulaklığımı çıkardım. Telefonumdan müziklerime girip iki elimle yüzümü kapattım ve kendimi müziğin akışına bıraktım.
Bengü BEKER – Sana Yıldızları Ödediğimden Cayıyorsam canım, ederimden Ne acımdan ne de kederimden Sana yıldızları ödediğimden Ama haberin yok bunun bedelinden Bi’ yanım korktu, bi’ yanım aşık Bi’ yanım yandı en güzelinden Bi’ yokuştum nereleri aştım Ama sana geldim ta ezelimden
Bir yanım korkuyor gerçekten ama diğer yanım aşık mı bilmiyorum? Bir yanım yanıyor sürekli ve aşmam gereken yokuşlar var önümde. Ruhum yorgunken, kalbimin bu getirdikleriyle nasıl başa çıkacaktım? Bilmiyordum… Zaten hep bilmiyordum. Tek kurtuluş ölüm gibiydi ama onunda bir zamanı vardı ve beklemem gerekiyordu. Ellerimi yüzümden çektiğimde önüme uzatılan içi kahve dolu bardakla başımı kaldırıp gelenin kim olduğuna baktım. Umut Hoca yüzünde küçük bir tebessümle bana bakıyordu. Telefonumdan müziği kapatıp yeniden ona döndüğümde az önce bana uzattığı kahve bardağını yeniden uzattı bana. Teşekkür edip aldığımda rica ederim, deyip yanıma oturdu. Bardağı yanıma indirip kulaklığımı kulağımdan çıkardım. Kutusuna yerleştirip cebime koydum ve bardağıma uzanıp sıcak kahveden kocaman bir yudum aldım. Kahve çok iyi gelmişti. Zararlıydı içmem ama buna engel olamıyordum. Kalbimin zerre umurumda olmamasıyla da kesinlikle alakası vardı. Göz ucuyla hemen yanımda oturan Umut Hoca’ya baktım. Geliş amacını aşağı yukarı tahmin ediyordum ki bunu tahmin etmek için müneccim olmaya da gerek yoktu. Umut Hoca ona baktığımı fark edip bana döndü. “İyi misin?” diye sorduğunda “Sayenizde değilim.” deyip yeniden önüme döndüm. “Bana kızgın mısın?” “Değilim. Sadece farkında olmadan başıma bir iş açtın ve bende bunun getirdiği dertlerle uğraşıyorum. Bu yüzden iyi değilim.” Umut Hoca’yla yine senli benli konuşmaya başladığımı fark edince ona dönüp “Yani açtınız demek istedim.” dediğimde Umut Hoca gülümseyip “Ben böyle olacağını tahmin etmedim, inan bana.” dedi. “Gerçekten kabul edeceğime inandınız mı?” “Açıkçası evet. Yeteneğinin farkında olmadığını biliyor ve bunu ortaya çıkarmanda sana yardım etmek istiyorum Asel.” “Ben istemiyorum. Lütfen.” “Peki nedenini sorabilir miyim?” Nedenini söylemek istemiyordum. En azından bu okuldan kurtulana ve kabuğuma girene kadar kimsenin bilmesini istemiyordum. Aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum ve tekrar aynı şeyleri yaşarsam bu sefer kaldırabilir miydim, bilmiyordum. “Nedenini belki bir gün söylerim yahut da benim söylememe gerek kalmadan öğrenirsiniz ama şu an bu konuyu konuşmak istemiyorum.” “Anladım. Peki, sen nasıl istersen ki ben zaten buraya seninle bu konuyu konuşmak için gelmedim.” Anlayışı beni rahatlatmıştı ama donuk yüz ifademden bunu Umut Hoca’nın anladığını sanmıyordum. Bir de merak ettiğim bir şey vardı ki o da neden geldiğiydi. Umut Hoca’yla konuşmaktan içmeyi unuttuğum ve artık soğuyan kahvemden son yudumumu alıp bardağı yanıma indirdim ve ona döndüm. “Matematik olimpiyatları dışında benimle konuşacağınız başka bir konuda mı var ki?” “Olamaz mı?” “Olabilir elbette hocam ama tuhaf geldi bana.” “Neyin var senin Asel?” “Efendim?” “Neyin var diyorum. Seni hayattan bu kadar soğutan ve öncesinde kendini hapsettiğin yalnızlığa itmeye sebep olan şey ne Asel?” Umut Hoca’nın gerçeği yüzüme söylemesiyle bir an afalladım. Özellikle de kendimi, içine hapsettiğim yalnızlığımı vurgulamasıyla… Umarsızca önüme dönüp “Bunun cevabının sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum hocam.” dedim. “İlgilendiriyor Asel.” “Hayır ilgilendirmiyor.” “Asel, senin kendine bu şekilde acı çektirmenden nefret ediyorum.” Neydi bu adamın derdi, anlamıyordum. Başından beri benden nefret eden ve bunu gerek davranışlarıyla gerekse sözleriyle belli eden o sinir bozucu Umutsuz Vaka, şimdi de benim için endişeleniyor muydu? Saçma, diye mırıldandım. “Saçma olan ne?” Umut Hoca’ya dönüp “Başından beri benden nefret ettiğini söz ve davranışlarıyla belli eden Umut Hoca’nın benim için endişelenmesi.” dediğimde Umut Hoca elini omzuma koyup “Asel, inan bana senden nefret etmiyorum. Başta güzel bir tanışmamız olmadı ve ben seni fazlasıyla kırdım biliyorum ama senden tek bir şey istiyorum şu an.” deyip durdu. Benden ses çıkmayınca “Zor olacak biliyorum ama beni affet olur mu?” diye sorduğunda önüme dönüp sertçe nefesimi verdim. İstediği şey çoktan olmuştu zaten. Ben insanlara kolay kolay kırgın veya kızgın kalamazdım. Bana yeniden kötülük yapacaklarını bilsem de affederdim. “O istediğiniz şey çoktan oldu zaten hocam. Ben sizi çoktan affettim.” Umut Hoca şaşkınlıkla “Ne, gerçekten mi?” diye sorunca yeniden ona dönüp “Evet hocam gerçekten. Başından beri ben de üzerinizde iyi bir izlenim bırakmadım. En basitinden tanışmamız ama o zaman çok sinirliydim Asya’nın çektikleri yüzünden.” deyip yeniden önüme döndüm. “Daha önceden de dediğim gibi, insanların beni bilmeden yargılamalarına alışkınım. Eskisi kadar acı vermiyor bu durum.” “Ama yine de üzüyor seni.” “Evet.” “Kendine bunu yapmaya daha ne kadar devam edeceksin peki?” “Zor olanı başardığımda.” “Zor olan ne peki?” “Ölüm.” Umut Hoca’nın verdiğim cevapla omzumdaki eli yanına düştü. Göz ucuyla baktığımda şaşkınlıkla bana bakıyordu. Haklıydı da aslında çünkü pat diye söylemiştim. Gerçi neden söylemiştim onu da bilmiyordum. Birden ağzımdan çıkmıştı. “Asel, sen ne dediğinin farkındasın değil mi?” “Farkındayım.” “Yani senin şu hayatta hiç belirlediğin ya da olmasını istediğin bir hedef veya hayalin yok mu?” “Hayalim var ve onu da az önce söyledim.” Umut Hoca omuzlarımdan tuttuğu gibi beni kendine çevirdi. İkimizi göz göze getirmek amacıyla bana doğru eğilip “Asel, ölüm bir hayal değildir.” dedi. Aramızdaki yakınlıktan dolayı yanaklarımda hissettiğim sıcaklık ve kalbimin ayarsız ritmini umursamadan “Benim hayalim ama.” dedim. “Seni böyle olmaya iten sebep ne bilmiyor ve anlayamıyorum Asel ama artık izin vermiyorum. Kendine daha fazla bunu yapmana izin vermiyorum.” “Kim olarak ve hangi hakla hocam?” Umut Hoca gülümseyip “Orası da beni ilgilendirir Asel.” dedi ve ayağa kalktı. “Ders başlamak üzere. Sınıfına geçsen iyi olur.” deyip arkasından, kendisine şaşkınlıkla bakan bir Asel bırakıp gitti. Sertçe nefesimi verip ayağa kalktım. Hocası bir yerden, öğrencisi bir yerden her yönüyle sinirimi bozuyordu bu okul. Kahve bardağını ve telefonumu bankın üzerinden alıp okul binasına doğru ilerlemeye başladım. Girişteki çöp kutusuna bardağı atıp hızla merdivenlere yöneldim. Sınıfa girdiğimde beni fark eden Asya hızla ayağa kalkıp yanıma geldi. Tam önümde durup “Neredeydin Asel? Seni çok merak ettim.” deyince “Bahçede biraz hava aldım.” deyip sırama yöneldim. Asya da gelip oturunca göz ucuyla ona baktım ama inatçı keçi bana değil, önüne bakıyordu. Kırmıştım onu istemeden ama elimde değildi. Tek istediğim ilk defa bir kararıma saygı duymasıydı ama o, bunu başaramamıştı. Elimi omzuna atıp kendime çektim. Asya anında karşılık verip başını omzuma koydu ve kollarını da belime dolayıp sıkıca sarıldı. “Özür dilerim Asel. Seni anlamadığım için.” “Şşş, bunu sonra konuşuruz. Tamam mı?” Asya, Cemile Hoca sınıfa girdiği için beni bırakıp “Tamam.” dedi ve önüne döndü. Cemile Hoca önce nasıl olduğumuzu sormaya başladı. Sonrasında da hızla yoklamayı alıp derse başladı. Sınıfın tamamı matematik kadar fizikte de berbat olduğundan Cemile Hoca yavaş yavaş ve anlayabileceğimiz bir şekilde dersi anlattı. İnşallah sınıftakiler anlamışlardır çünkü bu kadar ilgili hocaları var ve haklı olarak da emeklerinin karşılığını almak istiyorlar. Fizik dersinden sonra tarih dersi vardı ve her zamanki gibi etüt yapacaktık. Ondan sonra da buradaki bir günüm daha bitecekti çok şükür ki. Okuldan kendimi attırmak için yapmadığım kalmamıştı ama hiçbiri de işe yaramamıştı. Bazen diyordum hangi akılla gidip o denemede birinci oldum diye ama sonuncu olsaydım, amcam bu sefer de durumun berbat, deyip asla atmazdı beni okuldan. Ara için zil çalınca önümdeki fizik kitabını kapatıp cebimden telefonumu çıkardım. Derste titremişti ve bu da demekti ki biri aradı. Ekranı açıp ekrandaki yazıyı görünce tahminimde yanılmadığımı anlayıp Altuğ’u aradım. Altuğ telefonu açınca “Efendim?” dedim. “Aleykümselam balmumu. Ben hamdolsun iyiyim, sen nasılsın?” “Bana balmumu dememeni daha kaç kez söylemem gerekiyor Altuğ?” “Bende dayın olduğumu ve benimle asker arkadaşınmış gibi konuşmaman gerektiğini kaç kere söyleyeceğim çiçek balı?” “Adımı öğrendiğin vakit söylerim.” “Senin yine keçilerin gelmiş belli.” “Sana bahsettiğim derdi çekiyorum sabahtan beri.” “Matematik olimpiyatları mı?” "Evet." “Kabul et gitsin işte.” “Bu konu hakkında konuştuğumuzu ve sana cevabımı verdiğimi hatırlıyorum.” “Tamam tamam demedim ben bir şey. Hem zaten sadece seni merak ettiğim için aradım. İyisin değil mi?” “Evet.” “Tamam o zaman ben cevabımı aldım. Birazdan dersim başlayacak o yüzden kapatıyorum. Daha sonra konuşuruz.” “Tamam.” “Görüşürüz bal peteği. Dikkat et kendine.” “Daha fazla sinirimi bozmadan kapat şu telefonu Altuğ.” “Tamam tamam sakin ol güzelim. Allah’a emanet ol.”“ Sende.” Aramayı sonlandırdığımda ne zaman sınıfa girdiğini fark etmediğim Hakan hızla “Altuğ Ağabey’le mi konuştun?” diye sorunca başımı sallayıp “Evet.” dedim. “Nasılmış?” “İyi çok şükür.” “İyi bari.” Tuğçe de yanımıza gelip “Altuğ kim? Asel’inki mi?” diye sorunca derin bir nefes aldım. Bu kız akıllanmazdı cidden. Ona bakıp “Ya evet, benimki.” dedim alayla ama cümlemi tamamlamamla Doruk, içtiği çikolatalı sütü ağzından püskürtüp öksürmeye başladı. Hakan’la Asya diğerlerinin şaşkın hallerine kıkırdarlarken Doruk öksürmeye devam ediyordu. Ayağa kalkıp “Hakan, sırtına vur şunun.” dememle Hakan durumun ciddiyetini fark edip Doruk’un sırtına vurmaya başladı. Doruk biraz kendine gelince yeniden yerime oturup “Altuğ benim dayım Tuğçe.” dedim. Asya gülerek “Dayım Asel’e balmumu, bal peteği falan dediği ve Asel de buna sinir olduğu için ona dayı demek yerine Altuğ diyor. Az önce bunun atışmasını da yaptılar sanırım.” deyince Hakan “Evet olay tamamen bu. Asel’in hayatında kimse yok ve olamaz da zaten. Olsa, o çocuğun ağzını burnunu kırarım.” deyip Doruk’a döndü ama Doruk onu umursamadan yüzünde kocaman bir gülümsemeyle elindeki çikolatalı sütü içmeye devam etti. Ona baktığımda bana göz kırpınca yeniden önüme döndüm. Benim bir an önce bu okuldan kurtulmam gerekiyordu ama o da nasıl olacaktı bilmiyordum. Sırf okuldan atılabilmek için birkaç öğrenciyi dövmeyi bile düşünmüştüm ama boş yere de kimseye bunu yapamazdım. O kadar da psikopat değildim. Daha doğrusu psikopat değildim. Sonunda tarih hocası sınıfa girince Hakan ve tayfası da bizim sınıftan çıktılar. Sürekli bizim sınıftaydı bu deli dörtlü ve bu durum benim canımı sıkıyordu. En çok da Doruk’u görmek çünkü anlamadığım şeyler oluyordu bende o çocuğu görünce. Başımı sağıma soluma sallayıp kendine gel Asel, diye mırıldandım. Çantamdan baş belalarımdan biri olan biyoloji testimi çıkarıp kaldığım yerden çözmeye başladım. İki ders boyunca başımı kaldırmadan çözdüm ve neyse ki enerji dönüşümleri konusunun testlerini bitirebildim. Eve gitme vakti gelince hızla toparlanıp sınıftan çıktım. Amcam da gelince vakit kaybetmeden arabaya yöneldim. Tek istediğim bir an önce eve gitmekti çünkü. Diğerleri de binince amcam arabayı çalıştırdı ve eve doğru yol aldık. Yine kulaklığımı takıp müzik dinlemekle geçirdim bu zamanı. Eve varınca hızla odama çıktım. İlk işim elimi yüzümü yıkamak oldu. Üstüme rahat bir şeyler geçirdikten sonra da yatağıma uzandım. Özel günümde olduğum için namaz kılamıyordum ve beni rahatlatan tek şeyi de şu an yapmamak canımı sıkıyordu. Üstüne bir de sabahtan beri küçük sızılar vardı kalbimde ve bu durum beni endişelendiriyordu çünkü en son bu sızılar olduktan sonra o kötü olayı yaşamıştım. Bir daha aynı şeyler olsun istemiyordum ama olmaması için de elimden hiçbir şey gelmiyordu. Yapabileceğim tek bir şey vardı ve bende mecburen onu yapacaktım. Ayağa kalkıp çantamdan ilaçlarımı çıkardım. Henüz açmadığım ilaçlarıma kısa bir bakış açıp kutularından çıkardım. İlaçlarımı elime alıp bakmaya devam ettim. İstemiyordum. Yanlış yapsam da istemiyordum almayı. Avcumdaki ilaçları çöp kutusuna atıp diğerlerini de öfkeme yenilip atmamak için hızla çantama koydum. Yeniden yatağıma uzanıp tavanı seyretmeye devam ettim. Bir şekilde o okuldan kurtulmam gerekiyordu. En önemlisi de kimse kalp hastası olduğumu öğrenmeden bunu yapmalıydım çünkü ani sancılarım yüzünden bir şeyim olduğunu anlamışlardı ve öğrenmeleri de an meselesiydi. Bu yüzden bir çözüm yolu bulmam gerekiyordu ama karmakarışık bir halde olan kafam yüzünden bir çözüm yolu da aklıma gelmiyordu. Doruk yüzünden zaten saçma sapan şeyler oluyordu bana. Onun yaptıkları yetmedi üstüne bir de Umut Hoca çıktı başıma. Birdenbire benimle bu kadar ilgilenmesinin ve beni düşünmesinin nedeni neydi acaba? Cemile Hoca ona çok benziyor dediği zaman onu öfkelendirecek kadar kime benziyordum? Yahut da önemseyecek kadar çünkü başlarda bana karşı önyargılı olduğu için öyle sert bir tepki verdiğini düşünüyordum. Odamın kapısı çalınca doğrulup gir, dedim. Asya kapıdan başını uzatıp “Yemek hazır.” deyince başımı sallayıp “Tamam, geliyorum.” deyip ayağa kalktım. Asya’nın yanına geçtiğimde beraber aşağı indik. Yerimize geçtiğimizde önümdeki suya uzanıp büyük bir yudum aldım. Suyu içince fark ettim ki çok susamıştım. Bardağı masaya bıraktığım an Asya bana doğru eğilip kısık sesle “Eğer yine bir lokma bir şey yiyip kalkarsan senin öğle arasında hiçbir şey yemediğini anne ve babama söylerim.” deyince ona dönüp “Senin yüzünden yemediğimi de söyle.” dedim onunkinin aksine amcam ve yengemin de duyabileceği bir ses tonuyla. “Ne oluyor?” Amcamın sorusuyla ona dönüp “Yok bir şey amca. Birileri sabahtan beri matematik olimpiyatları diye diye başımın etini yedi. Ondan bahsediyordum.” dedim. “Katılmamak konusunda kararlı mısın Asel?” “Evet amca.” “Kızım, seni sıkmamak amacıyla sormadım ama artık sormak istiyorum: Neden istemiyorsun?” “Umut Hoca’yı yarı yolda bırakmak istemiyorum amca. Belli ki çok istiyor bunu ve bana da, hâlâ inanmakta güçlük çeksem de, fazlasıyla güveniyor.” “Asel, sen istemediğin sürece onu yarı yolda bırakmazsın. Neden böyle düşünüyorsun?” “Amca, ben bırakmam ama o bırakır işte. Ben kalbimin beni yarın yarı yolda bırakmayacağının garantisini veremem. Yahut da o olimpiyatlara kadar hayatta olacağımın.” “Asel, yeter!” Amcamın uyarısını dikkate almadan “Zamanında Kiyoshi Amca’yı da yarı yolda bırakmama o neden oldu ve ben uyandığımda o gitmişti. Kaldıramam bir şoku daha amca. Sandığınız gibi güçlü değilim ben.” dedim. Amcam bir şey söylemeyip başını önüne eğdi. Göz ucuyla diğerlerine baktığımda onların da aynı durumda olduklarını görünce gözlerim dolmaya başladı. Kendime çektirdiklerim umurumda değildi ama ailemin benim yüzümden üzülmesi… Kaldırmıyordum bunu. Başımı önüme eğip “Özür dilerim.” diye mırıldandım. Başımı kaldırıp “Özür dilerim. Sizi üzmek için söylemedim ama matematik olimpiyatları bana sürekli o kötü anımı hatırlatıyor ve bende…” Cümlemi tamamlayamayacağımı anlayınca sustum. Ağlama sakın Asel, yapma bunu kendine de ailene de diye kendime yaptığım telkinler bir işe yaramadı ve ben gözyaşlarımı daha fazla tutamadım. Asya hızla bana sarılınca ona dönüp kafamı boynuna gömdüm. Hakan da yanıma gelip arkamdan sarıldı ve bu durum benim daha çok ağlamama neden oldu. Hak etmiyorlardı, hem de hiç hak etmiyorlardı bu kadar üzülmeyi ama ben yapıyordum işte bunu onlara. Bir süre Asya’ya sarılı halde kalmaya devam ettim ama giren sancıdan dolayı Asya’yı bırakmak durumunda kaldım. Yasaktı bana üzülmek ama ben hem kendimi hem de ailemi üzmüştüm. Elimi kalbime götürmemek için zor tuttum kendimi ve neyse ki başardım. Amcam yerinden kalkıp yanıma gelince bende kalkıp ona sarıldım hızla. “Özür dilerim amca.” Amcam daha sıkı sarılıp “Asıl ben özür dilerim kızım.” deyince “Dileme özür falan. Yanımda ol yeter.” dedim ağladığım için boğuk çıkan sesimle. Amcam kollarını gevşetince bende onu bıraktım. İki elini yanaklarıma koyup “Ben yanındayım kızım. Yanındayım ama yapma böyle ne olur. Dayanamıyorum seni böyle görmeye.” deyince başımı sallayıp bu sefer de yengeme döndüm. O da kollarını açınca yanına geçip sıkıca sarıldım. Zor da olsa sakinleşmeyi başardığımda elimi yüzümü yıkayıp geliyorum, deyip hızla lavaboya geçtim. Elim kalbimde giren sancının geçmesini bekledim. Birkaç dakika sonra sancı geçince elimi yüzümü yıkayıp yeniden salona geçtim. Az önce olanlar hiç olmamış gibi hepimiz sakince yemeğe başladık. Ailem de beni üzmemek için az önce olanlardan veya başka bir şeyden bahsetmediler. Yemekten sonra masayı toplanmasında yengeme yardım ettik Asya ve Hakan'la çünkü bugün evin çalışanı Aysel Abla yoktu. Masayı toparlandıktan sonra yengeme dönüp "Ben odamdayım. Yorgun hissediyorum, dinlensem iyi olacak." dediğimde yengem elini omzuma koyup "Tamam kızım. İlaçlarını almayı unutma. Hayırlı geceler." dedi. "Hayırlı geceler." Hızla odama geçip lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra yeniden odama geçip ışıkları kapattım. Yatağıma uzanıp kalbimdeki ağrıları umursamadan sağ tarafıma dönüp gözlerimi kapattım. Sabah gözlerimi çok büyük bir ağrıyla açtım. Yatağımdan doğrulup elimi kalbime bastırıp dur lütfen, dayanamıyorum diye mırıldandım ama ağrılarım azalacak yerde daha da artmaya başladı. Komodinin üzerindeki telefonuma uzandığımda saatin çoktan yedi olduğunu görünce zor da olsa doğrulup ayağa kalktım. Dolabımdan okul kıyafetlerimi çıkarıp banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkayıp giyindikten sonra saçlarımı tarayıp sıkı bir atkuyruğu yapıp banyodan çıktım. Yatağıma oturup sancılarımın azalmasını bekledim ama bekleyişim bir işe yaramadı. Asya kapımı çalıp acele etmemi yoksa geç kalacağımızı söyleyince mecburen ayağa kalkıp odamdan çıktım. Aileme belli etmemeye çalışarak zorla kahvaltımı yaptıktan sonra okul için kalktım. Yemekten sonra az da olsa ağrılar azaldığı için rahatlamıştım. Okula gidene kadar ince sızılar devam etse de alışık olduğum için bu durum beni çok zorlamadı. Her zamanki gibi dersin başlamasına yirmi dakika kala okula geldiğimizde amcam odasına geçerken biz de sınıflarımıza geçtik. Bugün ilk iki ders kimya hocasınaydı. Sonraki iki ders Umut Hoca'ya, sonrada iki ders biyoloji ve edebiyat vardı. Bugünü hayırlısıyla atlatmama yardım et Allah'ım, diye dua ettim sınıfa girer girmez. Yerime geçip çantamdan kimya kitabı ve kalemlerini çıkarıp dersin başlamasını bekledim. Kimya hocası gelince ders başladı. Bugün çok şükür ki kimyasal tepkimelerde hıza başlayacaktık. Artık enerji işlemekten hocaya, o konuyu dinlemekten de bize gına gelmişti çünkü. Serdar Hoca yoklama aldıktan sonra derse başlayınca bende dikkatimi dersi dinlemeye verdim. Beynimi dersle meşgul edersem, kalbimin ağrılarını az da olsa unutuyordum çünkü. Serdar Hoca konuyu az da olsa anlattıktan sonra zil çalınca bize dönüp "Çıkabilirsiniz gençler. İkinci derste az önce işlediklerimizle ilgili soru çözeriz ki konu pekişsin." deyince sınıftakiler tamam deyip çıktılar. Bende hızla başımı masaya gömüp gözlerimi kapattım. Ara bitene kadar da o halde kalmaya devam ettim. Aradan sonra Serdar Hoca ilk dersteki konuyla ilgili konuyu gerçekten anlamamızı sağlayacak sorular çözdü. Kimyadan sonra matematik dersine girdik. Umut Hoca da bugün trigonometriye başlayacaktı. Ona karşı düşüncelerim az da olsa değişmişti ama bir şeyi kesinlikle kabul ediyordum ki o da dersi gerçekten çok iyi anlattığıydı ve ben dersini dinlemeyi gerçekten seviyordum. Matematiğin ilk dersi konu anlatımıyla geçti. Araya girdiğimizde Umut Hoca sınıftan çıkınca bende yerimden kalkıp lavaboya yöneldim. Üstüme kapıyı kilitleyip duvara yaslandım ve aniden giren sancılarımın geçmesini bekledim. Şu an bulunduğum durumu tarif edeceğim tek kelimem korku, olurdu. Çektiğim ağrılar ve bana yaşattığı zorluk umurumda değildi. Şu an olmasını isteyeceğim en son şey korkumun başıma gelmesiydi. Hatta en son şey bile değildi. Ağrılarımın geçmeyeceğini anlayınca lavabodan çıkıp elimi yüzümü yıkadım. Dün yapmam gereken şeyi, ilaçlarımı almak için sınıfa geçtim. Öğretmen masasının önüne geldiğimde beni durduran kalbime aniden saplanan ve o günle aynı olan büyük sancıydı. Sertçe alt dudağımı ısırıp "Hayır, lütfen. Şimdi olmaz, dayan lütfen." dedim ama artan sancı bana korktuğumun başıma geleceğini hissettirmek için daha da artmaktan başka bir şey yapmadı.
Bölüm sonu 🫣 İnşallah beğenmişsinizdir dostlar☺️ Yeni bölümün taslağı tam olmasa da elimde ama yeni bölüm hedefime ulaşınca gelecek. Kızmayın lütfen ama oy sayısının azlığı beni azıcık da olsa üzüyor 🥲 Rabbim sağlıklı güzel günler geçirmenizi nasip etsin dostlar çünkü bu bölümden de anlamışsınızdır ki sağlık gerçekten önemli 🌸 Yeni bölümde görüşmek üzere 😉 Allah'a emanet olun 🤍
|
0% |