@kazelina1
|
Meclis Genel Kurulu, Eylül 2028 Abdurrahman Bugün, bu topraklarda geleceği şekillendirecek en önemli kararlardan birini tartışmak üzere Meclis Genel Kurulu'nda toplandık. Meclis, her zamanki gibi gergin ve dikkatliydi. Milletvekilleri, yoğun bir çalışmanın ardından sessizce yerlerini aldılar. Arka sıralarda fısıldaşmalar, endişeli bakışlar ve öne eğilmiş milletvekilleri, alınacak kararların ağırlığını hissettiriyordu. Ben, kürsüye adım atarken üzerimde hissedilen gözler, sorumluluğumun ne denli büyük olduğunu bir kez daha hatırlattı. Eğitim reformu, sıradan bir konu değildi; bu, gelecek nesilleri şekillendirecek bir adımdı. “Değerli Meclis Üyeleri," diye başladım, sesimi tüm salona duyuracak şekilde konuşuyordum, "Bugün yalnızca eğitim sistemimizi değil, aynı zamanda toplumumuzu derinden etkileyecek bir reformu tartışacağız. Eğitim, bir milletin kalkınmasının anahtarıdır. Çocuklarımızın eğitimde yalnızca akademik bilgi değil, aynı zamanda manevi değerlerle de donatılması şarttır.” Salondaki fısıltılar bir anda kesildi. Dikkatler tamamen üzerimdeydi. Meclisin tüm dikkatini kazanmış olmak, bu konuşmanın ne kadar kritik olduğunu bir kez daha hatırlattı bana. Reformların ağır yüklü bir maddiyat gerektireceğini biliyordum, ama daha önemlisi, bu adımın toplumsal bir kutuplaşma riski taşıdığı gerçeğiydi. “Sanat, Bilim ve Spor Yüksek Akademileri’nin kurulması," diye devam ettim, sesimdeki kararlılığı artırarak, "çocuklarımızı yalnızca ders kitaplarıyla sınırlı bırakmayacak, onları hayatın her alanında başarıya taşıyacak bir eğitim modeli oluşturacaktır. Ancak bu yeterli değil. Çocuklarımızın okul eğitimine başlamadan önce medrese eğitimi almasını sağlamalıyız. Bu, onları sadece akademik bilgiyle değil, aynı zamanda kültürel ve manevi değerlerle donatacaktır.” Sözlerim karşısında muhalefet sıralarında kıpırdanmalar başladı. Gözüm İlham Koçoğlu’na kaydı. Koçoğlu, muhalefetin güçlü lideriydi ve bu reformlara karşı çıkacağını biliyordum. “Sayın Karakoç,” diye söz aldı Koçoğlu, gözleri keskin bir eleştirinin habercisiydi, "Sanat, Bilim ve Spor Yüksek Akademileri’nin kurulması fikrine şiddetle karşıyım. Eğitim sistemimiz zaten yeterince karmaşık. Yeni yapılar oluşturmak yerine mevcut sistemi güçlendirmemiz gerekmez mi? Ayrıca, bu akademiler devlet bütçesine ağır bir yük getirecektir.” Salonda Koçoğlu’nun sözleri yankılandı. Birkaç milletvekili başlarını onaylar şekilde sallıyordu. Gözler bir an için bana çevrildi. Ancak ben, reformların önemine inanıyordum ve bunu savunmak benim görevimdi. “Sayın Koçoğlu," dedim, sesimdeki kararlılığı kaybetmeden, "Bu akademiler, sadece eğitimde değil, toplumsal dönüşümde de önemli bir role sahip olacaktır. Gençlerimizi çağdaş bilim ve sanat alanlarında eğitmek zorundayız. Bu, ülkemizin kalkınması için gerekli. Mevcut yapıyı güçlendirmek önemlidir; ancak yenilik olmadan, geleceğe adım atmamız mümkün değildir. Akademiler, bu yeniliğin ve dönüşümün anahtarıdır.” Sözlerimin ardından salon bir an için sessizliğe büründü. Ancak bu sessizlik uzun sürmedi; Koçoğlu’nun yanında oturan başka bir muhalefet üyesi, heyecanla yerinden kalkarak söze girdi. “Ancak sayın başkan, bu akademilerin müfredatı ve işleyişi hakkında hâlâ bir açıklama yapmadınız." dedi, gözlerinde şüphe vardı, "Gençlerimizi ne tür bir eğitimle donatmayı planlıyorsunuz? Bu belirsizlik, eğitimde kalitesizliğe yol açabilir.” Bu eleştiriler karşısında içimde bir kızgınlık belirdi. Yıllardır eğitim sistemimizdeki aksaklıkları görmekten yorulmuştum. Artık bir şeyleri değiştirme vakti gelmişti. Nefesimi derinleştirip cevap verdim. “Bu akademilerin müfredatları," dedim, sesim daha da yükselerek, "en iyi uzmanlar ve eğitimcilerle oluşturulacak. Şeffaflık ve hesap verebilirlik, bu sürecin temel ilkeleri olacaktır. Eğitimde kaliteyi artırmak için buradayız!” Salondaki hava iyice ağırlaşmıştı. Koçoğlu, karşıt duruşunu sürdürdü. “Eğitimde bu kadar radikal değişiklikler yapmak, toplumda kutuplaşmalara neden olabilir. Medrese eğitimine yönlendirdiğiniz çocuklar, çağdaş eğitim sisteminden koparılacak ve bu, fırsat eşitliğini tehdit eder. Toplumdaki farklı kesimlerin tepkisini nasıl yöneteceksiniz?” O an, salondaki tüm milletvekillerinin bakışlarını üzerimde hissettim. Koçoğlu’nun bu sorusu, reformların en kırılgan noktasını işaret ediyordu. Ancak ben, inandığım şeyin doğru olduğunu biliyordum. Derin bir nefes aldım ve tekrar kürsüye doğru ilerleyip gözlerimi salona çevirdim. “Sayın Koçoğlu, medrese eğitimi ve çağdaş eğitim birbirini dışlayan süreçler değildir." dedim, sesimdeki kararlılığı hissettirerek, "Çocuklarımızı sadece akademik başarıya değil, manevi değerlerle de donatmak zorundayız. Bu, onların gelecekte toplumun güçlü bireyleri olarak yetişmelerini sağlayacak bir eğitim modeli. Medrese eğitimi, modern eğitimle harmanlanmış bir süreç olacak. Bu, geçmişle geleceği birleştirecek bir reform!” Bu sırada Tahir ayağa kalktı ve söze girdi. “Sayın Meclis, medrese eğitimiyle çocuklarımıza manevi ve kültürel değerleri kazandırmayı hedefliyoruz." dedi, gözleri kararlıydı, "Bu değerler, onların karakter gelişiminde önemli bir rol oynar. Akademik başarı kadar ahlaki değerlere sahip bireyler yetiştirmek zorundayız.” Koçoğlu, yeniden söze girmeye çalıştı, ancak salondaki gerginliği hissettiren bir sessizlik oldu. Herkes bu tartışmanın geleceğimizi nasıl şekillendireceğini biliyordu. Sonunda, söz hakkımı son bir kez daha kullanarak konuşmamı tamamladım: “Eğitim sadece bilgi vermek değildir. Eğitim, bir milletin geleceğini inşa eder.” dedim, sesimdeki kararlılık her zamankinden daha güçlüydü. “Bu reformlar, öğrencilerimizin akademik gelişimi kadar, ahlaki ve manevi değerlerini de yeniden canlandıracaktır. Hep birlikte omuz omuza vererek, geleceğimizi inşa edeceğiz!” *** Oturum sona erdiğinde, meclis binasının kapısından çıkarken kalbim hâlâ hızlı atıyordu. Eğitim reformlarına dair konuşmam sırasında duyduğum heyecan, benim için her şeyden daha önemliydi. Ancak şimdi, bu kararların toplumda nasıl yankı bulacağını düşünmeye başladım. Gençlerin geleceği için atılan bu adımlar, hem bir umut ışığı hem de zorlu bir yolculuk olacaktı. Dışarıda, güneş ışığının altında kalabalık bir grup toplanmıştı. Gençler, ellerinde pankartlarla “Geleceğimiz İçin Adım At!” ve “Eğitimde Geriye Dönüşe Hayır!” sloganları atıyorlardı. İçimde bir huzur vardı ama aynı zamanda endişe de taşıyordum. Bu reformlar, gençler üzerinde büyük bir etki yaratacaktı; fakat bu etki, yalnızca olumlu değil, aynı zamanda olumsuz yorumları da beraberinde getirebilirdi. O gün akşam, telefonumda sosyal medya akışımı kontrol ederken, gençlerin reformlara dair yorumlarını okudum. Twitter’da, “#GeleceğimizHazırlanıyor” etiketi altında yapılan paylaşımlar dikkatimi çekti. Bazı gençler, Sanat, Bilim ve Spor Yüksek Akademileri’nin kurulmasını heyecanla karşılıyordu: “Sanat ve Bilimle Geleceği İnşa Ediyoruz!” Bir başka kullanıcı ise, bu akademilerin getireceği medrese eğitimine yönelik endişelerini dile getiriyordu: “Çocuklarımızı medreseye yönlendirmek mi? Çağdaş eğitimden geri adım atamayız!” Bu çelişkili duygular, beni derinden düşündürmeye başladı. Gençler, geleceğini inşa etme konusunda cesur ve sesliydi. Onların fikirleri, sadece eğitimin şekliyle ilgili değil, aynı zamanda toplumsal değerlerle de doğrudan ilgiliydi. Bu yeni sistemin kabul görmesi, yalnızca benim değil, aynı zamanda toplumun her kesiminin katılımını gerektirecekti. Ertesi gün, Gökkuşağı Üniversitesi’ni ziyaret ettim. Kampüs, gençlerin enerji dolu sesleriyle yankılanıyordu. Öğrencilerin tartışma alanlarında toplandığını görünce içimden bir heyecan fışkırdı. Orada, bir grup öğrenci “Geleceğimiz İçin Adım At!” sloganıyla yürüyüş yapıyordu. Bu hareketlilik, eğitim reformunun sadece bir politika meselesi olmadığını, aynı zamanda gençlerin hayatlarını doğrudan etkileyeceğini gösteriyordu. Kampüsün bir köşesinde, akademik başarılarıyla tanınan bir grup öğrenci, Sanat, Bilim ve Spor Yüksek Akademileri’nin kurulmasını destekleyen bir bildiri yayınladı. Onlar, bu akademilerin gençlerin yeteneklerini keşfetmelerine ve gelecekte ülke için önemli katkılar sağlamalarına olanak tanıyacağını savunuyordu. Kendilerine olan güvenleri beni mutlu etti. Eğitimde yenilikçi bir yaklaşım arayışının gençlerde yarattığı heyecanı görmek, umut vericiydi. Ama hemen yanındaki başka bir grup, reformlara karşı çıkıyordu. Bir öğrencinin sesi, kalabalığın içinden yükseldi: “Biz bilimsel ve laik bir eğitim istiyoruz! Medrese eğitimi, çağdaş dünyanın gerisinde kalmamıza neden olur!” Düşüncelerim hızla yoğunlaştı. İkna edici bir yaklaşım sergilemem gerektiğini biliyordum. Öğrencilerin etrafında toplandım ve sesimi yükselttim: “Sevgili gençler, medrese eğitimi ve çağdaş eğitim bir arada yürütülebilir. İkisi de birbirini destekleyen değerlerdir. Medrese eğitimi, sadece akademik bilgi değil, aynı zamanda ahlaki ve manevi değerleri de kazandıracaktır. Bu, sizi yalnızca birer bilim insanı veya sanatçı değil, aynı zamanda güçlü birer birey yapacaktır.” Ancak bazıları hâlâ itiraz etmeye devam etti. Bir başka öğrenci, “Ama Abdurrahman Bey, medrese eğitimini çağdaş eğitimle nasıl birleştireceksiniz? Ortada somut bir plan yok!” diye bağırdı. Gergin bir an yaşandı. Bir grup öğrenci etrafımda toplanmış, bazısı onaylıyor, bazısı ise tepkilerini dile getiriyordu. “Bu konuda bir münazara programı düzenlemeyi öneriyorum,” dedim. “Gençler arasında tartışmalar yapalım. Kazananı halk belirlesin! Farklı fikirler, eğitim sistemimizin nasıl daha iyi hale getirileceğini anlamamıza yardımcı olacaktır. Böylece hep birlikte bu reformları daha anlamlı hale getirebiliriz.” Kısa süre içinde, üniversitelerde düzenlenecek bu münazara programı için hazırlıklar başladı. Gökkuşağı Üniversitesi, Özgür Üniversitesi, Düş Üniversitesi ve Vizyon Üniversitesi gibi kurumlar, bu tartışmalar için hazırlık yapmaya başladılar. *** Gazetelerde ve televizyonlarda çıkan haberleri izlerken, gençlerin protesto gösterileri hakkında birçok şey duydum. Ankara ve İstanbul’da, genç aktivistler sokaklara çıkıyor, ellerinde pankartlarla reformlara destek veya karşı olduklarını dile getiriyorlardı. Bazıları, medrese eğitimine yönlendirilmenin bir gericilik olduğunu savunurken, diğerleri bunun bir fırsat olduğunu düşünüyordu. Kırsaldan gelen gençlerin de sesi yükseliyordu. Onlar için medrese eğitimi, kültürel ve manevi değerleri öğrenmenin bir yolu olarak görülüyordu. Kendi köyünden çıkıp bilim insanı veya sanatçı olma hayali kuran gençlerin, bu reformlardan ne kadar umutlu olduğunu görünce içim ısındı. Bir televizyon kanalında, Anadolu’dan bir gencin söyledikleri beni derinden etkiledi: “Medrese eğitimi, bizim değerlerimizi öğrenmek için önemli. Hem okula hazırlanıyoruz hem de kültürel mirasımızı yaşıyoruz.” Bu sözler, yalnızca eğitim sistemini değil, aynı zamanda gençlerin kimliklerini de inşa edecek bir yolun başlangıcıydı. |
0% |