@kazelina1
|
Ömür Üç Hilal Medresesi'nin kapısından adımımı attığımda, sınıfta bekleyen on genç kızın bakışlarının bana yöneldiğini hissettim. Hemen hepsi ayağa kalkmış, saygıyla gülümsüyorlardı. Bakışlarında merak, heyecan ve biraz da tedirginlik vardı. Çoğu için medrese eğitimi ilk kez yaşanıyordu ve bu yeni dünyanın ne getireceğini henüz bilmiyorlardı. Kızların yüzlerindeki bu karışık ifadeleri anlamak zor değildi; belki de hayatlarında ilk defa temel dini bilgileri derinlemesine öğrenmeye hazırlanıyorlardı.
Yerime geçip oturdum ve onlara da oturmalarını söyledim. Göz ucuyla sınıfı süzmeye başladım. Bazıları rahlelerini kendilerine doğru çekmiş, huzursuzca kıpırdanırken, diğerleri daha sakin görünüyorlardı. Kimisi alçak sesle yanındakiyle fısıldaşırken, bazıları ise gözlerini benden ayırmadan, içlerinde taşıdıkları heyecanı belli etmemeye çalışıyordu. Bu gençler, Sultan 2. Abdülhamid Han Sanat Yüksek Akademisi’ne kabul edilmiş, sanatın farklı alanlarında eğitim almak için buradaydılar. Fakat, devletin yeni kararnamesi gereği, kültürel ve dini altyapılarını güçlendirmek adına temel dini bilgiler konusunda da medrese eğitimi almaları gerekiyordu. Onları burada görmek, bu yolda yürüdüklerini bilmek içimi umutla dolduruyordu.
"Hoş geldiniz, kızlar," dedim, sesimi yumuşatarak. Hep bir ağızdan, gençlerin sesinde duyulan tazelikle "Hoş bulduk hocam," yanıtını verdiler. Onları gözlerken içlerinden gelen bu saflığı, eğitim yolculuklarında onlara rehberlik etme arzusuyla içimde taşıyordum.
Gözlüklerimin üzerinden sınıfa baktım. Ufak bir hipermetrobum vardı bu yüzden medresede genelde gözlük takardım. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladım. “Ben Ömür Aslaner. Üç Hilal Medresesi’nde size Kur’an okumayı ve tecvidi öğretecek olan hocanız benim. Bu süreçte, Kur’an’ı tertil üzere okumanın önemini, doğru okumayı ve anlamayı birlikte çalışacağız.” Sözlerimi dinleyen öğrencilerin bazıları başlarını sallayarak onaylıyor, bazıları ise meraklı bakışlarla ilk derste onları nelerin beklediğini anlamaya çalışıyordu.
Sınıfta bir sessizlik anı doğdu, fakat o sessizlik kısa sürdü. Tam karşımda olan bir kız, özgüvenle elini kaldırarak söz aldı. "Hocam, yanlış anlamayın ama biz zaten Kur’an okumayı biliyoruz. Acaba bu dersten muaf olma imkanımız var mı?” Sözlerinin ardında kendinden emin bir ifade ve bir miktar da sabırsızlık vardı. Yanındaki kız, ona gözlerini devirerek dönüp hafif bir öfkeyle fısıldadı.
“Sen kendi adına konuşsana,” dedi, adını henüz bilmediğim kıza bakarken kaşlarını çatarak. “Belki bilmeyenler var, ayrıca ne bu özgüven? Sana okulda tecvidsiz öğretilen Kur’an bilgine mi güveniyorsun? Burası medrese, burada sadece Kur’an’ın okunuşu değil, anlamı, felsefesi de öğretiliyor. Ayrıca karşında hoca var, biraz saygı!”
Soruyu soran kız sinirle karşılık verdi. “Ben neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorum Aksel. Hem bu dersi tekrar almam gerektiğini düşünmüyorum. Başkaları bilmiyor diye ben neden bildiğim şeyleri tekrar etmek zorunda kalıyorum. Ayrıca özgüvenim de bilgimden geliyor.” Sözlerindeki güven ve kararlılık, onun kendine ne kadar güvendiğini gösteriyordu. Adının Aksel olduğunu öğrendiğim kız gözlerini devirdi ve dudaklarının kenarında hafif bir alayla, “Bence senin özgüvenin su katılmamış cehaletinden geliyor,” dedi.
Bu gergin ortamı daha fazla uzatmanın gereksiz olduğunu hissediyordum. Elimi kaldırarak aralarına girip, “Bu tarz davranışlar hiç hoş değil, kızlar,” dedim, sesimi hafifçe yükselterek. “Burası bir medrese, burada birbirinize karşı saygılı olmayı öğrenmelisiniz. Bir daha böyle bir tartışma istemiyorum. Herkesin birbirine olan davranışlarına dikkat etmesi gerek.”
Her iki kız da başlarını öne eğip özür dilercesine onayladılar. Bu durumu çözmek için, özgüvenli görünen kıza döndüm. “Adın ne?” diye sordum.
“Yıldız, hocam…” dedi, sesi hafifçe çekingenleşmişti. Gözlerinde hala kendine olan güveni görebiliyordum, Yine de bana bakarken biraz mahcubiyet ve çekingenlik de görüyordum.
“Pekala, Yıldız,” dedim, ona doğru bir adım atarak. “Eğer bu kadar iyi bildiğini düşünüyorsan, Fetih suresinin ilk sayfasını bana tertil üzere, bütün kurallarına uygun olarak okursan seni dersten muaf tutarım.” Sözlerim üzerine sınıfta bir sessizlik oluştu. Yıldız kendinden emin bir şekilde başını salladı ve raflardan bir Kur’an alarak sayfayı açtı. Onun bu kendine güveni, içindeki yetenek ve bilgiyi ortaya koymak için iyi bir fırsat olabilirdi.
Kur’an’ı açtığında, “Euzu besmele çek ve başla,” dedim. Dikkatini topladı ve yavaşça okumaya başladı, “Euzu…” Sesimi net ama yumuşak tuttum, uyarımı yaptım, “U’yu boğazın ortasından çıkar, ayn harfiyle okumaya dikkat et.” Sözlerimi tekrar edip doğru okumayı gösterdim, o da benimle tekrar etti. Fakat, daha başlangıç aşamasında zorlandığı her halinden belliydi. Kur’an’ı doğru okumanın, sadece yüzeysel bir bilgiyle değil, derin bir emek ve dikkatle mümkün olduğunu anlamasını istiyordum. Diğer kızlar ise dikkatle bizi izliyorlardı. Bazılarının yüzünde hafif bir şaşkınlık vardı çünkü euz besmele üzerinde neredeyse beş dakika boyunca durmuştuk. Yıldız her ne kadar gözlerinde pes etmiş olsa da muhtemelen şansını denemek istemiş olacak ki devam etti, “İnna…” Bu kez de “Ğunne var,” dedim ve tekrar gösterdim. Sayfayı okumaya çalışırken her duraksadığında yüzündeki emin ifade yerini mahcubiyete bırakıyordu. Hala bildiklerine güveniyordu, ancak tecvid kurallarının hassasiyetini görmezden gelmenin zorluğunu da anlamaya başlamıştı. Bir süre sonra, umutsuz bir bakışla durakladı ve omuzlarını hafifçe indirdi. Onun pes etmesi ile son ayeti okuyup Kur'an'ı kapattım ve onu öpüp alnıma koyduktan sonra yerine yerleştirdim.
Yıldız az önceki olayın şokunu yaşarken diğer kızlar sessizce onu izliyordu, hepsinin yüzünde bir öğrenme arzusu ve bir miktar da şaşkınlık vardı. Yıldız’a nazikçe gülümsedim ve ona döndüm. “Kur’an’ı okumak sadece sesleri çıkarmak değil,” dedim, “Onu tertil, yani tecvid ile okumak bir sorumluluktur. Allah, Furkan suresinde Kur’an’ın tertil üzere indirildiğini buyurur. Bu yüzden, burada öğreneceğiniz şey sadece harflerin şekli değil, o harflerin ruhudur. Size, bu kutsal metni hakkıyla okumayı öğreteceğim.”
Sonra diğer kızlara dönerek, “Şimdi cüzlerinizi açın,” dedim. Kızlar itaatkâr bir şekilde cüzlerini açtılar, her biri ilk sayfada benimle birlikte okumaya hazır görünüyordu. Öğrenecekleri her harfin, her sesin kutsallığını onlara anlatmak istiyordum. Bu dersin sonunda sadece Kur’an’ı okumayı değil, onu yürekten hissetmeyi öğreneceklerdi.
Derin bir nefes alarak ilk harfleri okumaya başladım. Onların gözlerindeki merak ve öğrenme isteğiyle, her bir harfi ve kelimeyi, anlamını ve tecvid kurallarını detaylıca açıkladım. Elif’ten Y’ye, her harfin bir ruh taşıdığını, onların Allah’ın kelamı olduğunu ve bu kelamı titizlikle okumaları gerektiğini söyledim. Kızlar dikkatle dinliyor, hatalarını teker teker düzeltmeye çalışıyorlardı.
Yıldız, biraz önce yaşadığı hayal kırıklığına rağmen azimle dinliyor ve diğer kızlarla birlikte her harfi benim gösterdiğim gibi tekrar ediyordu. Belki de bu an, onun için bir dönüm noktası olacaktı; sahip olduğu özgüvenin, bilgi ile birleştiğinde gerçek bir değere dönüşeceğini anlamasını sağlamak için önemli bir fırsattı.
Zaman ilerledikçe, sınıfta bulunan kızlar yavaş yavaş harflerin inceliklerini anlamaya başladılar. Sınıfta artık çekingenlik yoktu; her biri öğrenme heyecanıyla cüzlerinin üzerine eğilmiş, her harfi ustaca çıkarmaya çalışıyorlardı. Bazı harflerin onları zorladığını görebiliyordum ama kesinlikle pes etmiyorlardı. Özellikle de Yıldız... Henüz bir saat olmasına rağmen gerçekten azim ve kararlılıkla birçok harfi çıkarmayı başarmıştı, başaramadığı bazı harflerde de Aksel ile pratik yapıyordu. Anlaşılan ikisi arasındaki buzlar erimişti. Gülümsedim, medrese böyle bir şeydi, insanlar arasındaki buzları eriyebilen bir etkisi vardı zannımca. Zamanında ben de şu an ki İlmihal hocamız ile zamanında büyük bir tartışma yaşamıştım ve herkes onun yanında durmuştu ama sonuç olarak aramızdaki buzlar erimişti. Saate baktığımda on bir olduğunu gördüm. "Tamam kızlar on dakika dinlenin birazdan İlmihal hocanız gelecek." diyerek sınıftan ayrıldım. *** Kendinize İyi Bakın Allah'a Emanet Olun |
0% |