@kazelina1
|
Ömür "Ya abi, alt tarafı doğru mu diye merak ettim o yüzden sordum." Abim bana gıcık gıcık baktı. "Sana bu soruyu merak edip sormanı yasaklıyorum. Sanane Fahrettin Paşa erkeklerinden?" Tipik abi kıskançlığı devredeydi. Sinirlerim tepemden yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Alt tarafı medreseler arasında efsaneleşen bir şeyi sormuştum. Efsaneye göre Fahrettin Paşa Medresesi'ndeki her erkek yakışıklıydı. Doğal olarak, bunu merak ediyordum. "Cevap versen serçe parmağın masanın köşesine mi çarpar?" dedim hafif alayla. Bu lafım abimi iyice sinirlendirmişti. "Bilmiyorum tamam mı Ömür, gördüklerim yakışıklıydı. Şimdi beni daha fazla meşgul etme. Ben boş bir insan değilim, ben Tarım ve Orman Bakanı Ömer Aslaner’im!" Gözlerimi devirdim. "Havandan da geçilmiyor. Sen Tarım ve Orman Bakanıysan, ben de Üç Hilal Medresesi'nin hocalarından biriyim. Ben de boş bir insan değilim yani." "İyi o zaman, hadi naş naş! Medrese öğrencileri seni bekler," dedi ve gözlerini tekrar gazeteye dikti. Ben ise ona yavru kedi bakışları attım. "Abi, beni bırakır mısın?" dedim usulca. Bir süre bana baktı, sonra pes etmiş bir ifadeyle "Ah Ömür ah," dedi. Bu, onun dilinde kabul etmek demekti. *** Arabada giderken abimle olan küçük tartışmam aklımda dolanıyordu, ama asıl meselemiz o değildi. Bugün Cumhurbaşkanı Abdurrahman’ın önerisiyle düzenlenecek büyük münazara vardı. Gençler arasında çokça tartışılan eğitim reformu hakkında geniş bir tartışma yapılacaktı. Üç Hilal Medresesi'nden öğrencilerim de katılacaktı. Bir yandan reformları destekleyenler, bir yandan da onlara karşı çıkanlar bu programda buluşacaktı. Üç Hilal Medresesi’ne vardığımda öğrencilerle hazırlık yapmak için aceleyle sınıfa girdim. Gençler heyecanlıydı, hepsi fikirlerini savunmak için sabırsızlanıyordu. Ancak işin doğrusu, bu reformlar birçok genci olduğu gibi beni de düşündürüyordu. Abdurrahman eğitim sistemini daha adil ve kaliteli hale getirmek istiyordu, ama bu konuda herkes hemfikir değildi. Özellikle devlet üniversitelerindeki aksaklıklar ve medreseler arasındaki dengesizlikler büyük tartışmalara yol açmıştı. Sınıftaki öğrencilerden biri, Aslı, bana döndü ve sordu: "Hocam, gerçekten bu reformlar işe yarar mı sizce?" Düşünceli bir tavırla ona baktım. "Aslı, reformlar her zaman zordur. Değişim, çoğu zaman rahatsızlık verir. Ancak unutma, bu ülkenin geleceği sizin elinizde. Cumhurbaşkanı Abdurrahman, eğitimde köklü değişiklikler yaparak daha donanımlı nesiller yetiştirmeyi hedefliyor. Bu süreç kolay olmayacak, ama başarının yolu her zaman zorluklarla doludur." Aslı ve diğer öğrenciler dikkatle dinliyorlardı. Onların bu konudaki karışık duygularını anlamak zor değildi. Gençlerin fikirlerini özgürce dile getirebileceği bu münazara, belki de bu süreçteki en kritik adımlardan biriydi. --- Münazara günü geldiğinde salon dolmuştu. Üç Hilal Medresesi, Fatih Sultan Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi gibi uydurma üniversitelerden gelen öğrenciler de salondaydı. Cumhurbaşkanı Abdurrahman’ın da izleyici olarak katıldığı bu program, büyük bir heyecan yaratmıştı. İlk tur başladığında, reformu destekleyen medreseliler eğitim sisteminin daha adil ve nitelikli hale geleceğini savundular. Onlara karşı çıkan grup ise devlet üniversitelerinde yaşanan sıkıntıları ve medreselerin ayrıcalıklı konumunu eleştiriyordu. Cumhurbaşkanı Abdurrahman dikkatle dinliyordu, yüzü her zamanki sakin ifadesini koruyordu. Ancak karşıt görüşlü gençler yer yer sertleşiyor, reformların ülkenin gerçek sorunlarını çözmeyeceğini iddia ediyorlardı. Tartışma ilerledikçe ortam daha da gerginleşti. Bazı gençler, medrese öğrencilerine karşı açıkça sert tavırlar sergilemeye başlamıştı. Tartışmalar uzadıkça, Abdurrahman daha fazla dayanamayıp söz aldı. Kürsüye çıkarak kalabalığa seslendi: "Değerli gençler, bu ülkenin geleceğini sizler şekillendireceksiniz. Bizler size daha iyi bir eğitim sunmak için çabalıyoruz. Ancak her yenilik gibi bu da eleştirilere açık bir süreç. Fikirlerinize saygı duyuyorum, ama şunu unutmayın: Eleştirileriniz, bu reformların gelişmesini sağlar. İleriye gitmek için açık fikirlilikle hareket etmek zorundayız." Abdurrahman’ın sözleri, salonun havasını bir nebze yumuşattı. Ancak hâlâ bazı gençler, tepkilerini sert bir şekilde dile getiriyorlardı. Tartışmanın sonlarına doğru, karşıt grup içindeki birkaç genç, sahnenin önüne doğru ilerledi. Önce ufak bir itişme yaşandı, ama güvenlik görevlileri hızlıca müdahale etti. O an salonun dışında bir gerginlik olduğunu fark ettim, ama tam ne olduğunu anlayamadan münazara sona erdi. *** Gece eve dönerken zihnimde o gergin anlar dönüp duruyordu. Cumhurbaşkanı Abdurrahman gerçekten bu saldırılara karşı ne kadar sabırlıydı? O kadar eleştiriye rağmen yapıcı kalmayı nasıl başarıyordu? Tam bu düşüncelerle eve varmıştım ki telefonum çaldı. Ekranda abim Ömer'in adı yazıyordu. Telefonu açtım. “Ömür,” dedi abim, sesi ciddiydi, "Abdurrahman’a saldırmışlar. Fiziksel linç girişimi...” Kalbim sıkıştı, nefes almakta zorlandım. "Ne? Nasıl? Kim yaptı bunu?" “Bir grup genç, münazara sonrası saldırmış. Korumalar zamanında müdahale etmiş ama Abdurrahman ciddi şekilde yaralanmış." Telefon elimden düşecekti neredeyse. Şok içinde bir süre cevap veremedim. "Abdurrahman… O iyiydi, konuşuyordu, insanlara sesleniyordu..." "Şimdi hastanede," dedi Ömer. Abimden aldığım haberin etkisiyle başımdan aşağıya soğuk bir su dökülmüş gibi hissettim. Telefonu elimde sıkıca tuttum, ama sanki parmaklarım uyuşmuştu. Abdurrahman’a yapılan saldırı gözümün önünde canlanıyordu. O kadar sabırlı ve sakin bir adamın böyle bir şeyle karşılaşması... İçim daralmıştı. "Durumu nasıl?" diye sordum, sesim kısık ve boğuk çıkmıştı. “Şu an ameliyatta,” dedi Ömer. “Durumu ciddi, ama doktorlar elinden geleni yapıyor. Cumhurbaşkanlığı koruma ekibi durumu kontrol altına aldı, ancak saldırganlar kaçtı. Güvenlik güçleri peşlerinde.” "Ben de hastaneye geliyorum," dedim aceleyle. "Hayır, Ömür," diye itiraz etti abim. "Senin şu an yapabileceğin bir şey yok. Doktorlardan haber bekliyoruz. Her şey netleşince sana haber vereceğim. Lütfen sakin ol." Sakin olmamı nasıl bekleyebilirdi ki? Abdurrahman gibi bir insan, benim yakından tanıdığım, belki de bu ülkenin en dürüst, en vizyoner lideri, bir grup gencin saldırısına uğramıştı. Bu insanlar neyi amaçlıyordu? Ülkenin geleceği için yapılan eğitim reformlarına mı bu kadar karşıydılar, yoksa Abdurrahman’ın liderliği altında yürütülen daha büyük değişimlerden mi rahatsızdılar? Telefonu kapattıktan sonra, salonda bir süre öylece kalakaldım. Gözlerim boş bir noktaya odaklanmıştı. Abdurrahman’ı düşündüm. Çocukluğundan beri abim Ömer’le arkadaşlardı, hepimiz onun ne kadar bilgili, dirayetli ve idealist biri olduğunu bilirdik. Eğitim reformu ise onun uzun süredir üzerinde çalıştığı en büyük projeydi. Medrese kökenli biri olarak, o reformlarla yeni nesillere daha iyi bir eğitim sunmak istiyordu. Ama işte burada, reformlarına karşı çıkan bir grup öfkeli insanın saldırısına uğramıştı. Gözümün önüne o münazaradaki gençler geldi. Onlar da Abdurrahman’ın değişim önerilerine karşı çok öfkeliydiler. Olay yerindeki atmosfer ne kadar gerginleşmişti, ama Abdurrahman her zamanki soğukkanlılığıyla müdahale etmişti. Şimdi ise hastane odasında, yaşamla ölüm arasında bir yerdeydi. Yerimde duramayacağımı anladım. Yavaşça ayakkabılarımı giyip dışarı çıktım. Sokağın karanlığında yürürken başımda düşünceler dönüp duruyordu. Saldırıyı gerçekleştirenler kimdi? Ne istiyorlardı? Abdurrahman’ın bu reformları gerçekleştirmesine neden bu kadar karşıydılar? Gördüğümüz sadece eğitim sistemiyle ilgili bir mesele mi yoksa daha derin bir siyasi hareket mi vardı arkasında? Hastanenin önüne geldiğimde güvenlik önlemlerinin yoğunluğunu fark ettim. Gazeteciler, kameralar, özel koruma ekipleri... Abdurrahman’ın sağlık durumuyla ilgili anbean haberler bekleyen bir kalabalık vardı. İçeri girmeye çalıştım, ama görevli beni durdurdu. "Hastaneye girişler sınırlı, sadece aile üyeleri ve özel izinli kişiler girebilir," dedi. İçimdeki çaresizlik büyüyordu. Abdurrahman’ın sağlığına dair bir bilgi alamadan beklemek dayanılmazdı. Hastane bahçesinde dolanırken düşüncelerime boğulmuştum. Reformlar… Eğitimde devrim yapmayı hedefleyen o büyük adımlar, şimdi onun hayatına mal olacak mıydı? Bir süre sonra telefonum tekrar çaldı. Abimdi. Hızla açtım. “Durumu stabil,” dedi Ömer’in sesi bu kez daha rahatlamıştı. “Doktorlar müdahale etti. Şu an yoğun bakımda, ama yaşayacak.” Derin bir nefes aldım. O an, içimdeki korku yerini yavaşça bir rahatlamaya bıraktı. "Yaşayacak mı gerçekten?" diye tekrarladım, sanki gerçek olduğuna emin olmak istiyordum. "Evet, Ömür. Şimdilik durumu stabil. Ama uzun bir tedavi süreci olacak gibi görünüyor. Bu saldırı çok ciddi bir mesajdı, ne yazık ki.” Mesaj... Bu kelime kafamda yankılandı. Bu sadece bir saldırı değildi, belli ki daha büyük bir şeyin habercisiydi. Abdurrahman’ın reformlarına karşı olanlar, sadece düşüncelerini dile getirmekle kalmamış, onu fiziksel olarak da durdurmaya çalışmışlardı. Ama bu saldırı, onun iradesini kıramazdı. Bunu biliyordum. Abdurrahman, inandığı şeyler uğruna savaşmaya devam edecekti. “Beni hastaneye sokabilir misin?” diye sordum abime. "Henüz değil, ama belki ilerleyen saatlerde. Şimdilik evde kal, dinlen. Durum netleşince sana haber vereceğim." Telefonu kapattıktan sonra bir süre daha bahçede durup Abdurrahman'ı düşündüm. Ülke için ne kadar çok şey yapmıştı, ne kadar çok fedakarlıkta bulunmuştu. Bu reformlar onun vizyonunun bir parçasıydı ve tüm bu engellemelere rağmen, inandığı yolda devam edeceğinden emindim. Ama biliyordum ki bu saldırı, yalnızca onun değil, hepimizin kararlılığını sınayacaktı. Dayanamayıp bir daha abimi aradım. "Abi ben hastanenin bahçesindeyim ne olur beni hastaneye sok." Abimden herhangi bir ses gelmedi hatta bir ara acaba telefon kapandı mı diye ekrana bile baktım ama hayır telefon açıktı. abim sinirle derin bir nefes verdi. "Bekle orada birazdan girersin." O an aklımda bir cümle dönüyordu. 'Tek başına yapamaz.' Başımı dikleştirdim. Tek başına yapamazsa birlikte yapardık. |
0% |