@kedijedi
|
Gözlerimi engin denizden ayırmadan fısıldadım; "Burası Dreadmoore değil..." soluklandım. "Ya da benim internetten haritasına baktığım Dreadmoore değil." Dorian'ın yüzünde kısa bir tereddüt belirdi, ardından yavaşça sakinleşti. Ellerini cebine soktu ve yanımda durarak denize baktı. "Burası.." dedi ve üzerine basarak ekledi "YANİ DREADMOORE... senin güvende olduğun yer." dedi. Bu cümlesinden sonra birbirimize döndük. Bana bakışları birden yumuşadı ve şefkat belirtisi gösterdi. Avucunu yanağıma koyup bana bir adım yaklaştı. "Lütfen benden daha fazlasını anlatmamı isteme." dedi yalvarır bir ses tonuyla. "Sana zarar gelmesini istemiyorum," dedi içtenlikle, "Ne olursa olsun seni koruyacağım." Ben de ondan bir adım uzaklaştım. "Artık sana güvenebileceğimi sanmıyorum." dedim düz bir ses tonuyla. "Bu kasabadaki kimseye güvenemem." dedim ve cümlem biter bitmez ormana dönüp evime doğru ilerlemeye başladım. *** Evin kapısından içeri girdim ve kendimi direkt koltuğa bıraktım. Düşünceler içerisinde boğuluyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ailemi özlemiştim. Onlarla uzun zamandır iletişim kuramıyordum. Eşyalarım artık umrumda değildi, sadece eve dönmek istiyordum. O sırada telefon sesi beni düşüncelerimden sıyırdı fakat baş ağrısına sebep oldu. Tabii ki de telefonu açmayacaktım. Sadece birkaç metre uzağımdaki telefona gözlerimi diktim ve çalmayı kesmesini bekledim. Asla kesecek gibi değildi. Sinirli bir şekilde yerimden kalktım ve telefona doğru gittim. Ahizeyi kaldırıp tekrar yerine bıraktım sertçe. Artık ses kesilmişti fakat baş ağrım devam ediyordu. Bir dakika geçmeden tekrar telefon zırıltısı beynimi oymaya başladı. Açmamakta kararlıydım. Kan vermem neden gerekiyor, biri bana bunu açıklayana kadar bir daha kolumu beyaz önlüklü bir yabancının önünden sıvamayacaktım. Birden telefon sesinin kendi kendine kesilmesi beni oturduğum yerde doğrulttu. Vaz mı geçmişlerdi? Telefon sesi kesilir kesilmez birisi kapımı nazikçe çaldı. Gelen Dorian olmalıydı. Peşimden gelmesini asla istememiştim. Ama buraya kadar beni takip etmiş. Kalktım ve kapının ardındaki kişiye pencereden baktım. Adam, yani ev sahibim gelmişti. Onu gördüğüme hayli şaşırmıştım. Yavaşça kapıyı açtım ve gülümsedim. "Hoşgeldin Adam. İçeri girsene." "Teşekkürler." diyerek içeri adımını attı. "Nasılsın Nihan?" diye sorarken koltuğa yavaşça yerleşiyordu. "İyiyim sen?" diye sordum. Bana cevap vermek yerine gülümseyerek hafifçe başını salladı. "Direkt konuya gireceğim, neden kan vermeye gitmiyorsun?" Afalladım. "Böyle bir zorunluluğum yok." "Var aslında Nihan." dedi ciddileşerek. "Hepimizin sağlığı için bunu yapmalısın." Derin bir nefes verdim. "Tamam tamam sinirlenme." dedi iki elini göğsünde kaldırarak. "Bir şeyler içer misin?" diye sorarken mutfağa ilerliyordum. "Tabii. Kahve yapabilir misin? Sütlü olsun." Kahve makinesi olmadığı için modern olmayan imkanlarla kahveyi yapmaya başladım. Bir yandan sohbete devam ediyorduk. "Adam," diye seslendim. "Bugün denizi gördüm." "Öyle mi?" dedi yapmacık bir tonda. "Denize kıyımız var evet." "Bu kasabada hiç normal şeyler olmuyor. Kötü bir his var içimde." "Nasıl bir his?" diye sordu. "Bilmiyorum. İnsanlar neden bu kadar gizemli davranıyor? Neden bana yalan söylüyorlar? Ayrıca her şey garip burada..." "Ne gibi bir gariplik?" Her cümleme soru ile karşılık veriyordu. "Mesela... Hiç hayvan görmedim kasabada. Sokak hayvanlarını bırak evcil hayvan bile yok mesela. Bu bir gariplik değil mi?" "Evet haklısın." dedi tam ensemden gelen bir ses. Bu kadar sessiz yanıma gelmiş olması beni ürküttü fakat tepki bile veremeden boynumdaki acıyı hissettim. Gözlerim karardı. Yere düşerken Adam'ın beni tuttuğunu hissettim... *** Gözlerimi açtığımda hala evimdeydim. Fakat yanımda Adam yoktu. "Adam?" diye seslendim. Ses yoktu. Dün akşam olanları düşündüm. Sanırım beni bayıltıp kolumdan kan almışlardı. Bu korkutucuydu. Hiçbir şey düşünmeden, ne yapacağımı bilmeden kendimi dışarı attım. Yürümeye başladım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Etrafımdaki insanlar sanki beni görmüyormuş gibilerdi. Kimisi çimleri suluyor, kimisi koşu yapıyor, kimisi bankta gazete okuyor, kimisi de... bir dakika. Bir kadın gördüm. Kadın, elinde tasma ile kedisini çimlerde gezdiriyordu. Etrafıma bir göz attığımda sokak köpeklerini fark ettim. Bir gecede kasabada hayvanlar mı türemişti? "Sanırım artık şu otobana dönmenin vakti geldi." diye mırıldandım kendi kendime. Yolu tabii ki de hatırlıyordum. Dreadmoore'a ilk geldiğim gün yürüdüğüm yola doğru ilerlemeye başladım. Ters yöne gittiğimde bu sefer insanlar beni görmezden gelmek yerine, tam tersi, gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı. Bakışlarını aldırmadan yürüdüm ve kısa sürede otobana çıktım. Otobanın sonu görünmüyordu fakat tabana kuvvet yürümeye başladım. Yolda sokak kedi ve köpeklerini, sincapları ve kaplumbağaları görmeye devam ediyordum. Daha önceden olduğu gibi yine otobandan bir tek araba geçmiyordu. Bir süre yürüdükten sonra otobanda uyandığım yeri geçtiğimi fark ettim. Dönüp bakmama gerek yok diye düşünerek yürümeye devam ettim. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra artık nefes alış verişim zorlaşmıştı. Geçmem gereken bir tepe vardı. Biraz soluklanmak için durdum ve yanıma su almadığım için küfürler savurdum. Tek motivasyonum, bu otoban -her nereye gidiyorsa- beni lanet kasabadan çıkaracak olmasıydı. Tepeyi çıkmaya başladım. Gücüm kalmamıştı fakat vazgeçmedim; ilerlemeye devam ettim. Tepenin doruğuna ulaşmama az kaldığında yine o sesi duydum: dalgaların sesini. Kalan son gücümle tepenin zirvesine yürüdüm ve tahmin ettiğim gibi, denizi gördüm. Otoban tepenin ardında bitiyordu ve çakıl taşları başlıyordu. Biraz ilerisinde ise uçsuz bucaksız görünen deniz vardı... O an her yanı deniz ile çevrili bir adada mahsur olduğumu anlamıştım. ___________________ -Bölüm Sonu- |
0% |