@kedili_limon
|
Kırmızı gözlerini açıp yataktan kalkmıştı. Yatağa bir klonunu yapıp kulağına “Heleni koru” diye fısıldamıştı. Avucunun içine Klow taşlarından bir kaç tane koyup dışarıya ışınlanmıştı. Gezerken Elflerin nerelere toplanıp kaldığına bakmıştı. Kapatmak üzere olan kostüm dükkanının ordan beyaz bir maskeyi yüzüne takıp şehrin merkezine doğru ilerlemişti. Sadece gözleri gözüküyordu maskeden. Gök yüzüne yükselten siyah sembolleri gecenin karanlığında gözükmüyordu. Avuçlarını açıp şehrin ufak ışıklarına bakmıştı. “Bir zamanlar zayıftık” derken önünde beliren kitabın sayfalarını çevirmişti. Duran sayfadaki büyüyü gördüğünde gülümsemişti. “Hep bunu yapmak istemiştim, Minnak” Kirpisi yukardan aşağıya doğru süzülürken altına havada durma büyüsü yapıp yanına çekmişti gök yüzüne bakarak derin bir nefes almıştı. “Gökteki yıldızlar” dediğinde şehrin sessiz sokakları onun sözü ile yankılanmıştı. “Yer üstünde sizi seyredenlere gelin” Baktığı taraftan Talpollün her yerine gök taşlarının yaklaşırkenki çıkardığı kıvılcımları görmüştü. Yanında duran minnak Lara’nın boyutuna gelmişti. Onun yanına yakınlaşıp elini üstüne koymuştu manasını aktarmak için. “Ne güzel düşüyorlar” dediğinde şehirdeki binalar yıkılıyordu. Geri alınamaz bir büyüydü. Ona doğru yaklaşan komutanları gördüğünde Minnakı içine almıştı. Ruhsal hayvanına büyü yaparlarsa bu Laraya daha büyük zararlar verirdi. Asalarını doğrultmuşlardı. “O bir Klow” demişti içlerinden biri kılıcını çekerken. Asa ile durduramayacağını biliyordu. Lara aşağıya mana engelleyen bariyer yapmaya çalıştıklarını görmüştü. Komutanlar onu oyalayana dek hazır olurdu. Gök yüzünde farklı yerlere ışınlanıyordu. Gözleri yıkılmış olan otelden çıkan klonu ve Helendeydi. Kalkan büyüsü gök taşının ona gelmesini engellemişti. İçi rahatladıktan sonra şehrin surlarının uçlarının başındaki ateşin yandığını görmüştü. Mana bariyeri tüm şehri etkileyecekti gök taşları düşmeye devam ederken. “Siz ne yapıyorsunuz kendi halkınızın ölümüne sebep olacaksınız” diye önünde duran komutana bağırmıştı. Ve o tanıdıktı. “Seni yakalamak daha önemli Klow bozuntusu” diyip kılıcını savurmuştu Yiğit. Soylu değil aksine bir komutandı. Lara savurduğu kılıcı tutup Yiğitin aktardığı manayı kendine almıştı. “Yakala o zaman” dediği an kılıcı kırıp onun manası ile şehirden çıkmıştı. Fazla uzağa ışınlanmamış olsada gök taşlarından uzaktı. Klonu ile bütünleşmesi lazımdı artık Heleni korumak için. Kuyrukluların bunu yapacağı aklına gelmemişti. Yürüyerek yakında olan bir dağa ilerlemişti. Onun içindeki mağaraya girip kendisinin sığacağı kadar bir delik açmıştı. İçine girip dizlerinin üstüne oturmuştu. Deliğin girişini kapattıktan sonra Klonu ile bütünleşmek için konsantre olmuştu. Etraftaki kuş sesleri bunu engellediğinden gözlerini açıp etrafa birde ses bariyerini kurması lazımdı. Tekrar konsantre olduğunda Klonunun olduğu yerde gözlerini açmıştı. Bir anlığına gözleri siyahtan kırmızıya dönsede kimse fark etmemişti. Yanında ağlayan Helene sarılmıştı. Büyü yapan kişiye zarar vermeyeceğinden gök taşları onlardan uzak yerlere düşüyordu. “Sakin ol geçti” derken yanlarına gök yüzünde Yiğit inmişti. “İyi misiniz” diyerek onlara yaklaştığında onun Lara olduğunu fark etmişti. “Lara hanım iyisiniz değil mi” derken daha endişeli gözüküyordu. Başıyla onaylamıştı. Helenin sırtını sıvazlıyordu. “Güvenli bir yere götürmem lazım sizi” diyerek eşya portalından parşömen çıkartıp onlara uzatmıştı. Lara sanki mana aktarmanın engellendiğini bilmiyormuş gibi davranıp az bir mana aktarmayı denemişti. Parlamamasına şaşırmamıştı. Yiğitin aklına yeni gelmişti. “Şehrin güvenliği için mana emici taşları kullanmıştık unutmuşum kusura bakmayın” diyerek kendi manasını aktarmıştı. Parşömenini açtıklarında bir konağın önündelerdi. “Bu adam geri zekalı” diye mırıldanmıştı. Yanlarına şövalyeler geldiğinde komutan Yiğitin yolladığını söylemişlerdi. Parşömendeki mananın Yiğite ait olduğundan emin olduktan sonra konağa almışlardı ikisinide. Hizmetliler onlara sıcak çay getirmişlerdi. “Teşekkürler” diyip masanın üstüne koydukları çaydan bir yudum almıştı. Helenin ağlaması kesilmişti. “Bu ne çayı, garipmiş biraz” diyerek fincanı masaya koymuştu. “Papatya çayı efendim” diyerek yanıtlamıştı. Anladığını belli eder gibi başını sallayıp Helene bakmıştı. “Sende densene” derken o burnunu çekiyordu. “Başımıza gök taşı düştü sen çay diyorsun” diyerek tekrar ağlamaya başlamıştı. Hizmetli onlara garip bir şekilde baktığında “Alışkın değil böyle büyüye falan” diyip gülümsemişti. O esnada kapılar açıldığında içeriye Yiğit girmişti. Saçındaki hafif beyazlaşmayı fark etmişti Lara. Manasını kullanamadığından dolayı hayat enerjisinden kullanmıştı ışınlana bilmeleri için. Onların karşısındaki koltuğa oturduğunda hizmetli Yiğittede çay koymuştu. “Güvenli bir yere getirdiğiniz için çok teşekkür ederiz” dediğinde bahçenin içine yaptığı büyüsünden ayrı olarak bir gök taşı düşürmüştü. Düştüğünde Helen irkilip Laraya bakmıştı. Ne güvenlisi der gibi bakıyordu. Yiğit kendi bahçesinin kalkanını kırıp içeriye giren gök taşından karşısındaki düşmanın hafife alınmayacağını yeni anlıyordu. Kaçmak bir düşman için kolay olsada saldırmaya devam etmek herkesin yapacağı bir şey değildi. Eli titrerken çayını yudumladığını gördüğünde hafiften sırıtmıştı Lara... |
0% |