Yeni Üyelik
47.
Bölüm
@kedili_limon

Bir kaç günün sonunda Umut Lara gilin konağına gelmişti. Konağın önünde Işıl onu karşılamıştı. “Hoş geldin” demişti başını hafiften eğip “Hoş buldum Bayan Işıl” demişti Talpolce. “Ne ara öğrendin sen bizim dilimizi” diyip kafasını severken “Fazla öğrenmedim” dediğinde Işıl gülmüştü. Onu içeriye alıp Yiğitin ders verdiği odaya getirmişti.

Girer girmez Larayı gördüğüne mutlu olmuştu içten içe. Işıl Yiğitle konuşurken Lara’nın yanına oturmuştu Umut. Sallanan kuyruğu arada bir bacağına çarpıyordu. Yiğit onun yanına gelip bir kolye takmıştı boynuna. “Dediğimi anlıyor musun Umut” dediğinde “Evet” demişti. Bilmediği dilleri kendi diline çeviren bir kolyeydi. “Talpolce öğrenene kadar bunu tak” diyip masasının oraya geçmişti.

Kendi bildiği ve aklında kalan gerekli ufak büyüleri açıklıyordu. Annesinin verdiği deftere büyülerin sembollerini çizerken Lara arada bir ona bakıyordu. “Kızım tahtaya odaklan” diye Yiğit konuştuğunda Umut ona baktığını fark etmişti. “Tamam baba” diyip kulaklarını bükmüştü defterinin üzerine ellerini koyarken. Büyüye fazla merakı yoktu Lara’nın

Umut onun kulağına yakınlaşıp. “Burda başarılı olursak ilerde iyi komutanlar olabiliriz” Lara ona baktığında gülümsüyordu. Yüzünü tekrar tahtaya çevirdiğinde onun düşünmek için uzun zamanları olacaktı. Akşam saatlerinin çanlarının sesi duyulduğunda Umut onlara el sallayıp vakıfa geri dönmek için konaktan çıkmıştı. Işıl Lara’nın omzuna elini koymuştu. “Arkadaşlarınla kısa sürede olsa ayrılmak kötü değil mi kızım”

Işıl onun ismini farklı bir şey koymak istemişti. Yiğit adını Lara koyarlarsa kendi arkadaşı gibi başarılı bir geleceği olur gibi şeyler dediğinden ismi bu olmuştu. Her baktığında arkadaşını hatırlamak onu bazen üzüyordu. Onun öldüğünü bilmiyordu. Bir gün “Lara bak bu senin ismini almanı sebebi” diye göstermeyi umut ediyordu. Güzel hayaller.

Lara başıyla onaylamıştı. “Ben iyi bir komutan olabilir miyim sence anne” diye ona baktığında gülümsemişti. “Hemde en iyisi olursun” diyip yanaklarını avuçları arasına almıştı. Camdan onlara bakıyordu Yiğit. Çalışma odasındaki resme bakmıştı ardından. Lara’nın yüzünü unutmaya başladığında kendisi çizmişti kızına bakarak. “Dalgalı çizmek bir hataydı” tablonun yanına gidip eliyle sıvazlamıştı.

“Güzelliğini yansıtamadım” diyip odasından yavaş adımlarla çıkmıştı. Çağrı taşının parladığını görünce konağından ayrılıp saraya ışınlanmıştı. Büyük bir telaş vardı. Şövalyelerden birini durdurup “Sorun nedir” diye sorduğunda “Efendim kadının anlattıkları doğruymuş, üzerimize doğru geldikleri rapor edildi, Wiskos bölgesi artık böceklerin” gözleri titriyordu anlatırken. Yiğit yutkunurken diğer kuyruklu komutanlar toplantı yapıyordu.

Toplantı odasına girdiğinde baş komutan masaya vurup kükremişti adeta. “Onları yakıp kül etmeden dönmeyin, Talpol halkı böceklere yem olmayacak” baş komutanla göz göze geldiklerinde onada bağırmıştı. “Davetiye mi bekliyorsunuz be” diye masaya tekrar vurduğunda herkes oturduğu yerden kalkıp toplantı odasından çıkmışlardı.

Odadan çıkanlara bakarken omzuna konulan elin sahibine bakmıştı. “Seni sarayda görmek ne güzel” omzundaki eli itmişti. “Göreve gidiyorum sonra uğraşırsın benle Kutay” o gülerken ona ters ters bakmıştı. “Aynı ekipteyiz canım benim” diyip gülmeye devam ederken Yiğit neden komutan olduğunu sorguluyordu aklından. Talpol sınırlarındaki tünellerin başlarına gelmişlerdi.

Soğuk olduğunda kendi etraflarına dönen ateş topları ile ısıtıyorlardı. “Yiğit sen bu böcekleri gören kişiyle konuşmuştun, neye benziyormuş bunlar” derken yanında bir mana taşı görmüştü. “Bu buraya nerden gelmiş” diye mırıldanırken “Sadece garip böcekler dedi” derken ona bakmıştı mana taşı parmaklarının arasında dolanıyordu. “Bu inanılmaz” diyip gülerken göz devirmişti Yiğit.

Tavanlarının üzerindeki yosunların hareket ettiğini fark ettiği sırada Kutay elindeki mana taşını atmıştı. Elinin üstündeki yarayı sıvazlıyordu. “Keskinmiş sanırım” derken ikiside onlara doğru gelmeye devam eden mana taşına bakmıştı. Bir birlerine bakmışlardı ardından. Zindan büyüyle eline almıştı. “Bunun ayakları var be” derken Yiğit tavandaki yosunların bir kaçınıda almıştı.

“Saraya haber vermem lazım sen yosunları tut Kutay” diyerek ışınlanmıştı. Tavana bakıp “Yosun mu” diyip sorgulasada dediği gibi onları zindan büyüsüne toplamıştı. Saraya geldiğinde Baş komutan Kralla görüşme yapıyordu. İçeriye girdiğinde sinirle baksada “Sorun ne komutan” demişti baş komutan. “Efendim böcekler şekil değiştire biliyor, tüm birliklere haber etmeliyiz”

Yakaladığı yosunlardan birini ona doğru yaklaştırmıştı. Baş komutan yüzü buruk şekilde bakarken zindan büyüsünü kemirdiğini görmüştü ayakları ile beraber. “Tüm ekiplere haber verin, halkı tahliye edilsin” demesinin ardından Yiğit başını eğip emrini diğerlerine söylemek için ayrılmıştı. Talpolde de tehlike çanları çaldığında Nalan iyice umutsuzluğa kapılmıştı. “Kocam gibi ölücez”

Umutsuzluğun dibine vurmuş olan kızına bakmıştı Nalan. “Öyle bir şey olmayacak Lale, bunun daha beterlerinden kurtardım sizi ben, bundanda kurtuluruz” diyip camdan dışarıya bakmak isterken Umut ile göz göze gelmişti. “Anne babam bizi korur” dediğinde yutkunmuştu Nalan. “O başkalarınıda korur” diyerek Nalan’a sarılmıştı...

Loading...
0%