Yeni Üyelik
48.
Bölüm
@kedili_limon

Krallığın içindeki tüm evler boşaltılmıştı. Her aileye bir zindan büyüsü yapılmıştı. Onlar büyüyü yiyene kadar güvende tutacaktı. Şövalyeler her yeri ararken Lale kucağındaki Eğmene bakıyordu. “Anne neden benim bir Klow olduğumu söylemedin” diye sorduğunda “Öğrensen ne değişecekti” dediğinde oturduğu yerden ayağa kalkmıştı Lale.

“Hayal kırıklığıyla beraber ayrıldık Hakanla, senin yüzünden, ben ona hep senden sakladığım bir şey bile yok derdim” ağlıyordu bunu söylerken. “Senin sakladığın bir şey yine yokmuş kızım” derken Umut Klow ne demek onu anlamaya çalışıyordu. “Benden hep bir şeyler sakladın ama kendi ırkım hakkında yalan söylemen” derken duraksamıştı.

Duygularını sözlerle ifade edemezdi. Nalanda öyleydi. Korumak için yaptıkları şuan kötülük gibi gözüküyordu. “Anneme kızma” diye konuştuğunda Umut’a bakmıştı ikiside. “O bizi üzecek bir şey yapmaz abla” Lale kendi diyeceğini iyice içine atmıştı. Yerine tekrar otursada onlara arkasını dönmüştü. “Anne” derken yanağını sıvazlamıştı. “Efendim oğlum”

“Klow ne demek” diye sorduğunda “Neyse boşver onlarda hayvan gibi olmalı, ablamdan belli” dediğinde Lale sinirle onlara dönmüştü. Nalan gülsede içinde bir ağırlık vardı. Yalan söylemenin verdiği suçluluk. Kürenin içinde konuşulanlar dışarıya çıkmıyordu. Yan taraftaki küredeki çocuğa el sallamıştı Umut. Oda ona el sallamıştı. Kuyruğuda sallanıyordu.

Yanındaki defterini çıkartıp adını yazmıştı. Boynundaki kolye yüzünden Talpolcede yaza biliyordu. Yanındaki kadınla bir süre konuştuktan sonra oda bir kağıda adını yazıp kaldırmıştı. “Barkın” yaşıt gibi duruyorlardı. “Küreden çıkınca oyun oynayalım mı” yazıp tekrar ona doğru tutmuştu. “Burdada oynaya biliriz” yazısını gördüğünde gülümsemişti.

İkisi uzaktan taş kağıt makas oynarken krallığın içine yayılan siaları yakıyorlardı. “Bunlar çoğalıyor mu bana mı öyle geliyor” diye Kutay sorarken Yiğit onları yakıyordu. “Konuşmada yok et şunları” derken Kutay onları taşlaştırıyordu. Kısılı kaldıkları toprağı kemirip tekrar çıkıyorlardı. “Ben böyle böcek görmedim ne biçim hayvan bu ya”

Yavaş yürüyor olmaları onların tek sorunu gibi duruyordu. Yanlarına ışınlanan komutan taktıkları Siaların üzerini buzla kaplamıştı. “İşinizi düzgün yapın komutanlar” diyip saçını savururken ordan ayrılmıştı. “Ahsenden nefret ediyorum, fazla gıcık” derken onlara dönmüştü. Elf olduğundan onları kolaylıkla duya biliyordu. “Bize bakıyor” diyip Yiğiti farklı bir tarafa çevirmişti kendiyle beraber.

“Duyamadım Kutay, ne demiştin” diye dişlerinin arasında konuşuyordu. “Tavanda bir sürü var hadi onları yakalayalım” diyerek Yiğiti itelerken Ahsen Kutayı büyüyle kendine çekmişti. Yakasından tutup “Tekrar söyle” derken siyahlaşan gözleri resmen onu içine çekiyordu. “Sizi çok seviyoruz dedim efendim” diyince bırakımıştı. Titriyordu. Kutayın tüyleri biraz daha beyazlaşmıştı. “Aferin uslu köpek” diyip kafasına iki kere sertçe vurmuştu.

Kafasını sıvazlarken “Ben kurdum” diye söylenmişti. Ahsen ordan ışınlanmıştı. Yiğite baktığında tavandaki Siaları toplamak için havalanma büyüsü kullanıyordu. “Beni yalnız bırakman çok kırıcı” diye ona seslenip oda tavandakileri toplamak için yukarıya çıkmıştı. Barkınla oyun oynamaktan sıkıldıkları için Umut öğrendiği büyüleri gösteriyordu.

Barkının altı yaşındaki ufak kardeşide onu yaparken izliyordu. O yaptıkça alkışlayan kuyrukluların Nalan sevimli olduğunu düşünüyordu. Keşif birliği diğer Krallıklardan önce Talpolle gelmişlerdi kendi aralarında konuşurlarken Nalan Gökhan’ı görmüştü. Yanındaki diğer Elfle konuşuyordu. Zindan küresine yaslanıp ona bakmıştı.

Umut’a gösterip. “Gökhana bi büyü yap, buraya bakmasını sağla” demişti heyecanla. Zindan küresinin içinde oldukları için dışarıya yaptıkları büyüler çıkamazdı. Fazla mana kullanmadıkça tabi. Gökhan üzerindeki elbisenin yandığını fark ettiğinde suyla yanındaki söndürmüştü. Etrafa bakarken yukardan ona el sallayan birini görsede Nalan onun hatırladığı gibi değildi.

İnsan olduğundan yüzündeki kırışlıklar çoğalmıştı. “Senle iletişim kurmaya çabalıyorlar galiba” derken Gökhan gök yüzüne doğru çıkmıştı. Kürenin yanına geldikten sonra tanımıştı. “Nalan” diyip elini kürenin üstüne koyduğunda oda elini koymuştu. İkisininde gözleri parlıyordu. Kürenin yanına bir şövalye ışınlandığında Gökhan ona bakmıştı. “Beni içeriye al”

Şövalye ilk başta onu süzmüştü. Omzunda keşif birliğinden olduğunu belli eden kırmızı püskülleri gördüğünde içeriye girmesi için kürede delik açmıştı. Girer girmez Nalan’a sarılmıştı. “Seni çok özledim” diyip sarılırken Gökhanın omzu onun göz yaşlarından dolayı ıslanıyordu. Sarılmayı bırakıp yüzünü avuçları içine almıştı. “Bende özledim” onlar öpüşürken Lale ayağa kalkmıştı.

Gözlerini Nalan’dan çevirdiğinde Umut’un saçını okşamıştı. “Ne kadar büyümüşsün” diyip gülerken kızına bakmıştı. Onun yanına yaklaşıp sarıldıktan sonra Eğmeni kucağına vermişti Lale. “Bu sevimli şeyde kimmiş” diye garip seslerle severken “Torunun baba” dediğinde dona kalmıştı. Yavaşça ona bakmıştı. “Torun mu, sen evlendin mi, ne zaman” diye sorgularken Nalan onunun sırtına dokunmuştu.

Gözlerinden daha fazla soru sormaması gerektiğini anlasada bir çok soruyu çoktan sormuştu. Lale yutkunup “Altı ay önce” demişti gözleri yine doluyordu. Kimse söylemesede ortamın sessizliği onun yanlarında artık olamayacağını gösteriyordu. “Anlıyorum” Eğmenin siyah kanatlarını okşuyordu. “Felaketimizin içinde doğdun ufaklık” derken yüzünde soluk bir gülümseme vardı...

Loading...
0%