@kedili_limon
|
Mana en çok kimde varsa diğerine geçerdi. Etrafı normal bakmaya başladığında Barkına dönmüştü. “Ablan seni arıyordu” dediğinde gülmüştü. “Evet bulduda, sen ne diye yüzük aldın kıza” diye sorduğunda gerin bir nefes almıştı Umut. “Bu gün annesiyle yaşadığı eve gittim, yemekte bi bu işin adını koyun dedi, bende gittim aldım” Barkın bir garip bakıyordu. “Komutanlık sınavına hangi mana ile girmeyi düşünüyorsun, bak tamam evlenmek istediğini göstermen güzel lakin senin bir geleceğin var, yüzüğü ailende alırdı sen niye hemen dendi diye alıyorsun, hayır yani nası bi yüzük aldın bideki bu kadar mana gitti” ortamda bir sessizlik olmuştu Barkın sustuğunda. “Haklısın ne diyim, heyecana kapıldım” Komutan olabilmek için normal bir mana miktarına sahip olmak yetmiyordu. Okudukları yılların uzayıp kısalmasıda mananın ne kadar hızlı yenilenmesine bağlıydı. Yer altına inildiğinde bu işi daha çok ciddiye almaya başlamışlardı. “Dayı babaannem artık eve gelsin dedi” Eğmen ona uzaktan sesleniyordu. “Kendine dikkat et kardeşim” diyip sırtını sıvazlamıştı Barkın. “Sende dikkat et” Söylediklerinde fazlası ile haklıydı. Kafasının içinde onun sesi susmak bilmemişti hiç. Eve gelir gelmez kendi odasına gitmişti. Yatağının üstüne uzanmıştı. “Uyumam lazım” diyip sırtını kapının olduğu tarafa dönmüştü. Sabah çanları çaldığında istemesede yorganın altından çıkmıştı. Eline baktığında dünki kesiğin olmadığını görmüştü. Ama iyileştirme büyüsü yaptığını hatırlamıyordu. Merdivenlerden aşağıya inerken annesi ve Lale yemek hazırlıyorlardı. Günaydınlaştıktan sonra masaya oturmuştu. Önüne kahvaltılıkları koyarken Lale etrafı koklamıştı. “Dün büyü denemesi mi yaptınız, sen çok iyi bir dayısın” diyip onun sarı saçlarını dağıtmıştı. Umut onun ne demek istediğini anlamasada Eğmenin manası gibi koktuğunun farkında değildi. Eğmende onun yanına oturmuştu. “Günaydın” diyip gülümsemesinin ardından hızlıca yemeği yemeye başlamıştı. Annesi giilde masaya oturduktan sonra “Hangi büyüyü öğretti dayın sana bakıyım” diye neşeyle sormuştu. “Elementime baktık anne önemli bir şey değil” diye geçiştirdiğinde Umut kendi üstünü koklamıştı. Dünki halsizliğide üzerinde yoktu. Yemek yemesi bittiğinde masadan kalkmıştı. “Benim arkadaşım bekliyordur görüşürüz” diyip evden çıkmasının ardından Umut onda bir gariplik sezmişti. “O arkadaş edinmeyi sevmezki” diye mırıldanmıştı. Masadan oda kalktığında “Oğlum sen nereye” diye sormuştu. “Barkınla sözleştik anne bende çıkıyım” diyip evden ayrılmıştı. Eğmen dışarda kendi üzerine ses bariyeri yapıp meydana doğru ilerliyordu. Adımları çok hızlıydı. Kalabalığın arasına karıştığında boyundan dolayı onu kaybetmişti. Manasından bulabilmek için büyü yapmıştı. Ara sokağın birine girmişti. Yaptığı büyü ara sokağa girdiği gibi yok olmuştu. Mana emen bir alana girdikleri için. Onun sesini duyduğundan o tarafa ilerlemişti. Duvarın arkasından oraya baktığında kısa bir süreliğine Eğmenin yanında birini görsede sonra yok olmuşlardı. “Seni Barkın beklemiyor muydu” dediğinde arkasını dönmüştü. “Dayı” biraz afallamıştı Eğmeni gördüğünde o gülümsüyordu. “Ara sokaklar tehlikelidir, fazla girmemelisin dayı” eline ensesine atıp. “Haklısın” diyip endişeli şekilde gülmüştü. Ne ara arkasına geçtiğini merak ederken öğlen çanlarının sesi duyulmuştu. Daha yeni kahvaltı etmemişler miydi. “Bekletme istersen dayı Barkını” diyip ses bariyeri yapıp alandan ayrılmıştı. “Ben neden bu sokaktaydım” diyerek karanlığa doğru bakmıştı. Aklındaki tüm sorular yok olmuştu. Meydandaki özel yaptırdığı yüzüğü alıp Lara’nın evine doğru ilerlemişti. Barkınla daha sonra buluşa bilirdi. Evlerinin kapısını çaldığında kapıyı Lara açmıştı. “Hoş geldin, istersen içeri gel” dediğinde “Yok ziyaret etmeye gelmedim, beraber yemek yiyelim mi” diyince biraz şaşırmıştı. “Olur, hazırlanıp geliyim” dedikten sonra içeriye girmişti. Onu dışarda bekliyordu. Bahçelerinin yanındaki çitlere yaslanırken tavana bakmıştı. Şövalyeler saraya doğru uçuyorlardı. “Zaman taşının parçası kaybolmuş diyorlar” önünden geçen teyzeler konuşuyordu. “Çok üzücü, klowlar gene rahat durmadı sanırım” Umut zaman taşının dört parçaya bölünüp her ülkeye birer tane verildiğini biliyordu. Wiskos düştüğünde de bir zaman taşı parçası kaybolmuştu. Rikher ve Bratsondaki taşlarda kaybolursa kullanan kişinin kişinin insafına kalmış bir şekilde zaman çizgisi değişirdi. Baş komutan altında çalışan kişilere bağırıyordu. “Bi taşı korumayı bile beceremediniz” sesi sarayın koridorlarında yankılanırken “Kapa çeneni artık” diye bir ses yükselmişti. “Sen kimsinde bana” diyerek devam edecekken susmuştu. “Kaybetmenin cezasını ekibinle beraber çekeceksin komutan, görevinizden alındınız” sinirle Ahsene bakıyordu. “Ne o ısıracak mısın kedicik” Aslan ırkından geldiği için kedi denmesi zoruna fazlası ile gitmişti. “Pençelerini içeriye sok ve odandaki eşyaları topla, bu bir Kraliyet emridir” yer altında Elflerin sözü geçiyordu. İlker tüm ırkların yönetimini elinde tutuyordu. Peri kraliçenin onu çıkartmak istememesinin sebeplerinden biride buydu. Büyünün kaynağını bulan bir adamla boy ölçüşemezlerdi hiç bir şekilde. Bir elf bir şey istediğinde kendi Kralları bile susmak zorundaydı. Önemli biri olması gerekmeksizin. İyice yanına gelmişti Ahsen. “Neyi bekliyorsun” dediğinde sinirle nefes vermişti. “Emredersiniz” dediğinde sırıtmıştı. “Şu kemirgenlerde sana yardım etsin eski baş komutancım” arkasını dönüp ilerlerken “Ben tavşanım ne kemirgeni” diye söylenmişti. Durduğunda arkasına bile bakmadan parmağını şıklatmıştı. “Sarayın duvarında seninde postun süs olsun diye asılmasını istemiyorsan hareket et” demişti baş komutana. Onun gözleri titriyordu. Büyü yapmak için manasını bile kullanmasına gerek yoktu İlker’den eğitim aldığı için. Yerde eriyen askerine bakıyordu. Ondan geriye sadece derisi kalmıştı. “Emredersiniz komutan” diyip odasına doğru ilerlemişti... |
0% |