@kedili_limon
|
Akşam çanları çalarken Umut kafasını kaldırıp uyuyan Laraya bakmıştır. Yatakta uzanıp bir süre duvara bakmıştı. Sessizlik onu düşünmeye zorluyordu. “Mana kokusunu takip ediyorlardı, yinede beni hapise attılar” demişti saçlarını geriye doğru atıp açılan kapıya bakarken. Gökhan onlara tepsinin içinde iki tabak getirmişti. Göz göze geldiklerinde hafiften gülümsemişti. “Yüzünün rengi yerine gelmiş oğlum” Tepsiyi masaya bırakırken Umut konuşmuştu. “Baba” dediğinde ona dönmüştü. “Mananın kokusu paylaşıldığında başkasının üzerinde kokmaya devam eder değil mi” derken elinin içine bakıyordu. “Evet” diye kısa bir cevap vermişti Gökhan. Kaşları çatılmıştı. Eğmende bir gariplik olduğunu hatırlasada ne olduğunu unutmuştu. En önemli olduğu zamanda. “Aklına takılan nedir” diye sorarken masanın kenarındaki sandalyeye oturmuştu. “Dün ben Laraya bir yüzük aldım, çok fazla manam gittiğinden kafam çok yerinde değildi o yüzden gelince hemen uyuya kaldım” derken Gökhan Lara ile ciddi düşünmesine sevinmişti içten içe. “Sabah olduğunda Eğmen gibi koktuğumu söylediler bana annem ve teyzem” dediğinde yüzündeki gülüş kaybolmuştu. Dediği şeyi hazmetmeye çalışıyordu. “Eğmen” sesi titrer gibi olmuştu. “Torunum olan Eğmen” dediğinde başıyla onaylamıştı. Ailesinin içinde Lara’nın ruhu düşünceleri dolaşmaya devam ediyordu. Onun saflığı. Lara’nın ustası olarak gördüğü adamın bu sefer yiğenini eğitiyor olması. Gökhan bunu içten içe kabul edemiyordu. Ufaktan öksürüp. “Emin misin” Tekrar başı ile onayladığında yere bakmıştı Gökhan. Bir kahramanın soyundan gelen iki hain. Ve biri onları dinliyor. Eğmen hızla merdivenlerden inerken Gökhan onun ayak seslerini duymuştu. Evden uzağa koşuyordu. Önünde biri belirdiğinde yere düşmüştü. Anlını tutup karşısındaki bakacakken yakasından tutup evin bahçesine doğru sürüklemişti Gökhan. “Bırak beni” diyerek elini tırnaklarını batıyordu Eğmen. Onu havaya kaldırıp duvara sırtını vurduğunda acı içinde bir ses çıkmıştı azından. Onun çığlıklarının sesine Lale çıkmıştı dışarıya. “Baba napıyorsun” diye yanlarına gelirken Gökhan onu büyü ile durdurmuştu. “Bu peri” derken gözleri titriyordu Lale’nin. “Yaptığı, çaldığı, her ne varsa açıklamadan bir yere gitmeyecek” Eğmenin boynunda bir tasma belirmişti. Onu boğuyordu. Bıraktığında yere düşmüştü Eğmen. Nefes almaya çabalıyordu. “Baba o daha çocuk, en fazla ne çalmış olabilir” derken gözünden yaşlar süzülürken ona dönmüştü. Yüzündeki ciddiyeti daha önce görmemişti. “Zaman taşı parçası” dediğinde konuşamaz durumdaydı Lale. Kelimeler boğazına dizilmişti. “O sadece, çocuk” diye tekrar ederken Eğmene bakmıştı. Boynundaki tasmayı çıkartmaya çabalarken Nalan onlara camdan bakıyordu. Yaşanan olaylara sessiz kalmaya fazlası ile alışıktı. “Zaman taşı bizi yer altından kurtaracak, neden böyle yapıyorsun dede” diye bağırdığında Lale’nin hafif kurumuş dudakları kapanmıştı. Güven duygusu param parçaydı. Hakandan kalan en değerli hediyesi tüm herkes için fazlası ile tehditti. Gökhan ona bakmıyordu bile. “Bizi yer altından çıkaracak olan şey zaman taşı olsaydı parçalara ayrılıp ülkelere verilmezdi” diyip zindan küresinin içine almıştı. “Levent denen herifle her nasıl iletişim kuruyorsan ona söyle, Karanlık kapılar onu bulacak” dedikten sonra onu Rikherdeki en korunaklı hapisaneye ışınlamıştı. Oraya gittiğinde Gökhanın yardımcısı elf olan Defne zindan küresindeki Eğmeni süzmüştü. Kaşı hafiften yukarıya kalkmıştı. “Bu çocuk mu çalınmasına sebep olmuş” diyip zindan küresinin üzerine yapıştırılan yanında verilen mektubu okumuştu. “Bu sülale harbi sıkıntılı, ufak Ünver, seni bir süre misafir ediceğiz” demesinin ardından “Ben Ünver değilim ben Eğmen Altunum, ben babamın oğluyum” diye bağırırken onu susturmuştu. “Aynen aynen” |
0% |