@kedili_limon
|
Yüzünün kırıştığına bakarken komutanlar askerlerinin durumu yüzünden geri çekilme kararı almışlardı. Gökhan her ne kadar bu fikre karşı olsada ne olduğunu çözmeleri için zamana ihtiyaçları vardı. Onlar uzaklaştıkça kalkan etkisini kaybedecekti. Levent yeni dürbünü ile onların ışınlanmalarını izliyordu. “İşte bu kadar” diyip sırıttıktan sonra Göksuna dönmüştü. “Afiyet olsun” Sözünün ardından oda sırıtıp kalkanı kırarak içeriye doğru ilerlemişti. “Elemanların çok iyi iş çıkartıyor Levent, sizi bir süre affede bilirim” diyerek geriye kalan taşları azına atmıştı. “Manasız çok tatsız” diye mırıldanırken Levent yanından ayrılmıştı. Rikher Krallığının içine ışınlanmıştı. Taş çeşmesi olarak bilinen kadın heykelleri ile dolu bir yere gelmişti. Onun içine yanında getirdiği pembe taşları boşaltmasının ardından suyun pembeye döndüğünü görmüştü. Fazla dikkat çekeceğini düşünürken su normal rengini almıştı. En büyük yapılan kadın heykelindeki taşa gözü çarpmıştı. Elinde olan zaman taşı parçalarına fazlası ile benziyordu. Havalanıp eline ona uzattığında elinden taşa doğru düğmesi geçmişti. “Hayır” derken gözleri titriyordu. Zaman taşı parçasını yemişti. Yer altına gelme sebebini, tüm her şeyini feda edeceği ve ettiği taşın parçasını yemişti. Elleri titriyordu. “Ben nasıl geçmişe döneceğim” diye mırıldanırken meydandaki şövalyeler onun etrafını sarmıştı sialar gibi. Elindeki Klow taşını kırmıştı Göksun. “Hiç ama hiç hoşuma gitmiyorsun, yer ve gök benim ırkımın yemeği” Yardım etmiş olması Göksunun umurunda bile değildi. En baştada onu yok etmek istiyordu. Bu sefer emin bir şekilde ondan kurtulmuştu. Zaman taşı her kullanıldığında kendi ırkının yaşadıkları sürekli tekrarlandığından nefret ediyordu. Zaman taşını isteyenlerden daha çok nefret ediyordu. Her şeyi kendilerinin kontrolünde zanneden kişileri yemek tek zevk kaynağı gibiydi. Her kullanıldığında anıları tekrarlanıyordu. Başaramayacağını biliyordu. Bu sefer farklıydı. Döngüyü kendi ırkı sayesinde yok etmişti. Amaçladığı her şeye sahipti. Güzel bir beden, hayal edemeyeceği kadar çok yemek ve ondan korkan bir sürü ırk. En tepedeydi. Her düşmanı artık kendi yolunda bile yürüyemiyordu. Sınırdakiler dışındakiler normallerdi. Çaresiz, umutsuz, manasız… Saraya vardıklarında bir çok komutan olduğu yere yığılmıştı. Defne Gökhan İlker ile görüşene kadar manasını aktarmıştı. “Yeterli” diyip elini çekmişti Gökhan. Defne ardından iyileştirme büyüsü yaparken İlker onu yanına çağırmıştı. Yaşanan garip olayı anlattıktan sonra bu konu hakkında hiç bir fikri yoktu. Madenle alakalı olam hiç bir şeye ilgisi yoktu. Bilgisi gibi. Siaların krallığa iyice girdiği haberi herkesi telaşa düşürürken onları durdurmak için emir almıştı Gökhan. “Ne olursa olsun” diye başlayan konuşmanın sonunda görev yerine gitmişti. Taş çeşmesinin kenaralarına saçılmış olan Klow taşlarını gördüğünde sahibine bakmıştı. Tek bir parçası bile kalmamıştı. “Gene neyin peşindesin Levent” diye mırıldandıktan sonra ilerlemişti. Yolun yarısında dizlerinin üzerine çökmüştü. Çeşmenin içindeki taşlar onu fazlası ile etkiliyordu. Defne yanında yoktu. Çoktan gök yüzüne Maral’la konuşmak için çıkmıştı. Onun önünde eğilip “Efendi Maral majesteleri Levent Sialar tarafından yok edildi” dediğinde elindeki kalemi kırmıştı. “Yer üstünde tek tane delik kalmadığından tekrar emin olun ve halkın manası ile büyüleri güçlendirin” Başı ile onayladıktan sonra emiri yerine getirmek için uzaklaşmıştı. Eğmen gibiydi oda. Maral Klowların bu özelliğini deneyler sayesinde öğrenmişti ve bunu kullanmaktan hiç çekinmemişti. Eğmenden daha gençti Defne ama Levent’in verdiği zaman taşı parçalarından yaptığı iksirle onu büyük biri haline getirmişti. Levent’e değil halkına bağlıydı Maral. Onun amaçları için böyle önemli bir şeyi harcayamazdı. Ve her şeyi yapa bilirdi. Kitaplıktaki kitaplar alev alırken yeni bir kitap çıkartmıştı Maral kendine. “Aptal bir yazara değil bana güvenmeliydiniz” diyerek kendi bakış açısından yazdığı kitabın sayfasını kağıda aktarmıştı. Son sayfasında ise Levent’in ölümüne değinip “Klowların yüzü” adını verdiği kitabını tamamlamıştı. Yarı tilki olan birinin derisi ile kaplamıştı. Bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı. Klow taşları ile kitabı süslerken. Bir ninniydi. “Işığınla aydınlat, bizim yolumuzu” yutkunup devam etmişti. “Aç ufak kanatlarını, süzül ufak kuşum” demesinin ardından kucağına düşen ufak beyaz taşlarıda kullanma kararı almıştı. “Bizimle yol al, ufak kuşum” derken sesi titriyordu. Levent bunu Lara uyuyamadığında sürekli tekrar ederek söylerdi. Levent onun için pişmanlık duyuyormuş gibi gözüksede Maral kendi kızından ayırmazdı. Halkına bağlı olmasının en önemli sebebiydi. Yaşayan bir maden olarak doğmasını kusur olarak kabul edilmemesini istiyordu. Onun içindi çabaları. O burda olmasada… |
0% |