Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@kelebeginekseni

 

 

12.BÖLÜM

Bazı tercihler bizi doğruya götürürken, bazı tercihler yanlışa götürür. Önemli olan gittiğin yanlışta durup, orada dersini almaktır. Bir tercih yapmıştım ve sonucunu bilmiyorum. Ya bana ömürlük bir ders olacak ya da en doğru kararım olacak. Kim bilir, belki de bu doğru bir karardır ve hayatımda bir yere sahip olacak bir tercihtir.

"Gök," dedi İlknur kafenin kapısını aralarken. Ulaş'ın üzerindeki bakışlarım İlknur'a döndü. İlknur bugün Ulaş ile görüşeceğimi biliyordu ve adım gibi eminim merakından kalkıp buraya geldi. Bir de tek başına değil Dağhan ile beraber gelmiş. "Siz konuşun," derken yüzündeki gülümseme epey imalıydı ama umursamadım. İlknur ve Dağhan kapının oradaki masalardan birine geçerken ben Ulaş'a döndüm.

"Gideyim mi?" dedi tereddütle. İşi yok muydu acaba? Böyle rahat rahat oturduğuna göre yok. Yani işi olsa kalkıp gider.

Düşüncemi açıkça dile getirdim. "İşin varsa seni tutmayayım."

"Yok," derken gözleri kısaca etrafta gezindi ve tekrar gözlerimi buldu. Gözleri ona bakan gözlerime değince içimdeki garip hissiyat arttı. Bir ılıklık kalbimi kuşattı "Sabah işlerimi hallettim. Anlayacağın, şu an vaktimi tamamıyla sana ayırdım."

Bir cümle. Sadece son cümle. Sana ayırdım. Vaktini bana ayırmış olması bile benim için farklı bir şey olurken gülümsedim. Bir cümle dahi aramızda oluşacak bağa etki etmişti. Dudaklarıma konan tebessüm yerine kurulurken huzurla doldum. Sırtım tekrar sandalye ile buluşurken konuşmak istedim. Onunla ne konuşacağımı bilmiyordum. Ama konuşmak istiyorum. Bir şeyler hakkında onunla konuşmak ya da onunla böyle saatlerce karşı karşıya durmak.

"Temel sorular soralım mı?" Kaşlarım merakla havalandı. Temel sorular derken neyden bahsetti anlayamadım.

"Anlamadım?"

Güldü. "Klasik sorular," hâlâ anlamıyordum. "Hangi rengi seviyorsun?" Ve şimdi anladım. Ufak ama anlamlı sorular.

"Mavi, peki ya sen?"

"Siyah." Şaşırmadım. Bir erkek siyah dışında başka hangi rengi sevebilir ki zaten. Hepsi siyah seviyor. Bir sürü renk varken neden siyah anlamıyorum. Fakat genelleme yapmayalım başka renk sevenlerde vardır illaki.

"Sevdiğin kitap?"

Hafifçe gözlerini kıstı. "Belirli bir cevabım yok ama baş ucu kitabım var." Merakla bakışlarım Ulaş'ın üzerinde durdu. "Nutuk." Oldukça şaşırdım çünkü bu cevabı beklemiyordum.

"Tarih seviyor musun?"

"İlgi alanım diyebilirim." Oldukça şaşırmış bir halde Ulaş'a bakmaya devam ettim.

"Beni şaşırtıyorsun."

Dudağı ukalaca kıvrıldı. "Seni şaşırtmak hoşuma gitti."

Keyifle kıkırdadım. "Kesin üniversite okudun?" Soru soruyordum ama sorduğum sorunun cevabını tahmin edebiliyorum.

"Okudum."

"Ne okudun?"

"Tarih öğretmenliği." Güldü.

"Sen ciddi misin?" Şaşkınlığım arttı. Asla beklemiyordum.

Yüzündeki gülüş git gide büyüdü. "Fazlasıyla."

"Ulaş asla beklemiyordum."

Kahkaha attı. Gülüşü sanki bir suyun içinde kendini bırakmak gibiydi. Su, seni sarıp sarmalayarak yüzeye çıkarıyor ve sen bundan fazlasıyla memnunsun. Ve bende onu gülümsetmiş olmaktan memnunum. Göğüs kafesimdeki ılıklık Ulaş'ın gülüşüyle değişirken bakışlarımı kaçırıp masada gezdirdim.

"Sen ne okudun?" dedi aramızdaki sessizliğe son verip. Masada gezinen gözlerim tekrar onun gözlerine tırmandı. Gözlerindeki meraklı ifade beni daha çok ona yaklaştırırken dudağımın bir kenarı kıvrıldı.

"Gastronomi," derken yüzümdeki gülümseme büyüdü.

Ulaş kısık bakışlarla bana baktıktan sonra başını usulca eğip sırıttı. "Şimdi anlaşıldı," derken yüzündeki gülümseme büyüdü. "Annem yemeklerini çok övdü." Gülüşü daha derin bir hal alınca otomatik olarak bana da bulaştı.

"Öyle mi?" Ses tonum heyecandan titrerken, umarım buna dikkat etmemiştir diye iç geçirdim. Böyle konuştuğu zaman canıma okuyor gibi hissediyorum. İçimdeki hissiyatın ipini kaçırmıştım. Sanki bu saatten sonra durduramazdım. Ayaklarım benden izinsiz ona yönelirken bana ayak uydurmak düşüyor gibiydi. Bende kendi hislerime ayak uydurdum.

"Öyle tabi," oturduğu yerde dikleşti. "Evde epey adın geçti." O konuşurken dikkatle dinledim. Benim hakkımda kuracağı her cümle önemliydi. Sanki olumsuz bir şey söylese oturup ağlayacak gibi bir halim var.

Ulaş konuştu ben onu dinledim. Yeri geldi kahkahalarla güldük yeri geldi utanıp tebessüm ettik. Ama anladığım tek bir şey oldu; karşımdaki adamın düşündüğüm gibi biri olmadığı. Farklı biriydi. Dışarıdan buz gibi duruyor olsa bile asla öyle biri olmadığını anladım. İçimden bir ses ona yaklaşmam için ayaklanma başlatırken diğer yanım hala çekingen. İpini kaçırdığım hisleri tutup sahiplenirse...

Ulaş'ı yolcu ettikten sonra mutfağa yöneldim ama kızların üzerimdeki bakışlarından kaçmak mümkün değil. Mutfağa girip çıktıktan sonra İlknur'un olduğu masaya ilerledim. Sandalye çekip kurulduğumda üzerimdeki gözleri kısıldı ve gülmeye başladı. Yüzümü asarak ters bir bakış attım ama hiç umursamadı. Kollarımı göğsümde toparlayıp geriye yaslandım. Ben biliyorum bakışları altındaydım.

"Ben demiştim," dedi Dağhan'a bakıp sırıtarak. "Ben var ya," bilmiş gibi sırıtmaya devam etti. "Bir öleceğim günü bilmiyorum onu da Allah bilir." Güldü. Dağhan ise İlknur'u kolunun altına çekip saçlarından öptü. Onların bu hali yüzüme bir gülümseme kondururken, gözlerim uzaklara kaydı. Ben temastan kaçınan biriyim. Bilmiyorum ama hayatımdaki insana çok yakınlaşmak istemiyorum.

"Saçmalama istersen Nur." Daha çok sırıttı.

"İnkâr etmeyi bırak bence," Dağhan'a doğru döndü. "Aşkım sence de birbirlerinden hoşlanmıyorlar mı?"

Dağhan güldü. "Hoşlanıyorlar gözümün nuru." Bir kez daha İlknur'un saçlarından öptüğünde baygın bir bakış atıp masadan kalktım. Onların bu hali güzel ama sözleri beni baydı. Daha yeni tanıdığım birini hemen sevemem. Sevmiyor diyemem ama hoşlanmış olabilirim. Tamam bunu kabul etmiyorum ama hoşlanıyor olduğum gerçeğinden kaçamam.

Kafe ile ilgilenirken kafam dağılıyordu. Müşteriler azalırken kasaya ilerledim ve günlük kazancımızı kontrol edip notlar aldım. Kafemi seviyorum. Burada olmak bana hep geçmişi hatırlatıyor. Nereden geldiğimi asla unutmuyorum. Hayatta düşmem dediğin her anda düşersin. Asla yapmam dediğin her şeyi de er ya da geç yaparsın. Anladım ki; ne olursa olsun büyük konuşmamalıymışız.

🌠 

Akşam yemeği için hepimiz masada toplanmıştık. Ali bir şeyler anlatırken, Akif İlknur ile konuşuyordu. İkisinin ne hakkında konuştuğuna hepimiz hakimiz. Herkes kendi arasında sohbet ederken elimdeki çatalı yemekte çevirip durdum. Kafamın içinde bir sürü düşünce kol gezerken, kalbimde akıbetiyle ilerleyen tek bir düşünce vardı. Git diyordu bütünüyle kalbim. Sonunu hiç düşünmeden sana gelene sende git. Mesele gitmek değil; gittiğim yolda neler göreceğim. Her yola korkmadan giden biri şimdi neden korkuyor...

"Değil mi Gök?" diyen İlknur'un sesiyle çatal elimden tabağa düştü. Annemin çok sevdiği tabaklardan biri elimin altında ikiye bölündü. Ürkerek anneme baktığımda kısık bakışlarla bana bakıyordu.

"Sakin," dedi Akif tabağı önümden alırken. Kırılan tabak dakikalar içinde mutfağa götürülürken duraksadım. Böyleydi ya; zamanla kırılan her şeyin yeri dolar ve geçer. Mesela kalp kırıklığı: bir süre geçtikten sonra ya hafifliyor ya da geçip gidiyor. En nihayetinde sonunda geçiyor.

"Bir an dalmışım," derken kuruyan dudaklarımı birbirine bastırdım ve su solu bardağıma uzanıp aldım. Birkaç yudum içerken üzerimdeki bakışlar dikkatimi dağıtıyordu.

"Gökşin," dedi babam sanki her şeyi biliyormuş gibi. Biliyor muydu bilmiyorum ama ben gizleme taraftarıydım. Yani bir şeyler kesinleşene kadar kimse duysun istemiyorum.

"Efendim baba."

Anneme baktı ve ardından tekrar bana döndü. "Biz bir şeyler duyduk." Biliyordu. Herkes her şeyi duymuş. "Bir de senden duyalım." Yutkunarak su dolu bardağı dudaklarıma dayadım ve sonuna kadar içtim. Birdenbire terlemeye başladım. Soğuk havada buz döker gibi ter döktüm.

"Neyi baba?"

"Abla," dedi Ali hemen yan tarafımdan. "Nermin teyze bugün bize geldi Musa amca ile." Kafamdan aşağıya kaynar su dökülmüş gibi silkelendim. Oturduğum yerde tir tir titredim.

"Şey," diye geveledim çekingen bir halde. Babamdan utanmıştım. "Sadece," gözlerimi kapatıp ofladım. "Ben sadece," yerin dibine girecek gibi hissediyorum.

"Bak Gökşin," dedi annem hızlıca konuşmamı bölüp. "Biz başından beri destekliyoruz. Böyle konuşmaktansa aileler olarak tanışalım sonra net karar verilsin. Sizin içinde uyarsa tabi, sonuçta yuva kuracak olan sizsiniz."

"Anne," dedim dehşetle. "Sadece tanımaya çalışıyoruz birbirimizi ailelerin dahil olmasına gerek yok."

"Hayır," dedi annem ısrarla. "Yüz yüze bakıyoruz kızım. Sorun çıkmasın."

"Ne alaka ya?" Sinirle bir bardak daha su doldurup içtim. "Siz araya girerseniz sorun olur. Biz anlaşırsak ciddi düşünürüz zaten."

"Olmaz öyle," diye diretti annem ve bu beni daha çok sinirlendirdi. Sanki evlenecek olan biz değiliz de aileler. Hayır, onlar olaya dahil olursa ve arada anlaşmazlık çıkarsa, yüz yüze bakılacak hal bile kalmaz. Kendi aramızda kalırsa çok çok ikimiz iletişimi keser ve yüz yüze bile bakmayız; eğer düşmanmış gibi ayrılırsak.

"Siz nereden biliyorsunuz?" İlk başta sormam gereken soruyu en son sordum.

Annem göz ucuyla Ali'ye baktığında kaşlarım çatıldı. "Ali'ye niye bakıyorsun anne?" Ali konunun başından beri babama bakıyordu ve ben aile içinde neler döndüğünü anlayamıyorum.

"Ali," dedi babam. Bu kez gözlerim şaşkınlıkla Ali'ye döndü. "Ali ne alaka hâlâ anlamadım."

"Anla işte Gökşin," dedi İlknur anlamamı bekleyerek. "Ulaş senden önce Ali ile konuşmuş." İlknur üzerimdeki gözlerini Ali'ye çevirdi. İlknur ilk defa bu kadar ters bir şekilde Ali'ye bakıyordu. Anlaşılan Akif ve İlknur, her şeyi biliyormuş.

"Anlamakta güçlük çekiyorum. Ali ile ne konuşmuş? Ben neden olayların dışındayım? Biri bana açıklama yaparsa sevinirim."

"Of," dedi Akif her şeyi açığa kavuşturmak ister gibi. "Abla bak şimdi," baktım. Karşımda oturan Akif'e döndüm. "Ulaş abi bir büyüklük yapmış," konuşurken Ali'ye baktı. Bakışındaki tersliği herkes anladı. Ali ise başını masaya doğru eğmişti. "Ali'ye seninle konuşmak istediğini ve ciddi düşündüğünü söylemiş." Kaşlarını çattı. "Ali de gelip anneme söylemiş. Anlayacağın annem duyunca herkes duymuş oldu."

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken anneme baktım. "Nasıl? Herkes derken?"

"Kızım," anneme hızla döndüm. "Sakın, Nermin teyzelere söyledim deme anne."

Annem oturduğu yerde hareketlenince bütün keyfim uçup gitti. Nermin teyzeler de öğrenmiş. Huzursuzluk bedenimde yayılırken, oturduğum yerden kalktım. Her an ağlayacak gibi hissediyorum. Ben olayları gizlemeye çalıştıkça birileri fütursuzca ortaya seriyor. Gözlerim dolarken kendimi odanın dışına attım. Hızlı adımlarım odama ilerlerken gözlerim telefonumu arıyordu.

"Gök," dedi ardımdan gelen İlknur. Odama girip kapıyı kapattı.

"Neyim ben İlknur," derken hıçkırdım. "Yük müyüm acaba? Ne bu anlamıyorum."

"Hey hey saçmalama." Hızla kolları beni sarıp sarmaladı. Yılların yükü omuzlarıma çökerken bir yere yaslanma ihtiyacı hissettim. Omuzlarımdaki ağırlık beni altında eziyordu. Yüklerken kurtulamıyordum. Göğsümdeki sızı gitgide artarken gözyaşlarım ona eş olarak düştü. İçim sızladı. Yüreğim sanki azar azar kopuyor gibi hissediyorum. Kırılmıştım. Aileme kırılmıştım ve bu kırgınlık bir kesik olup beni parçalıyor.

"Hep," hıçkırdım. "Ben hep onlara kol kanat oldum. Bu kadar evlenmeme meraklılarsa evden ayrılayım."

Saçlarımı okşadı. Acıyan yaralarıma dokunup acımı hafifletti. Ağladım. Dakikalarca İlknur'un kollarında ağladım. Canım çok yandı ama yine sesim çıkmadı. Her görücü çıktığında annemin başımı bağlamaya çalışması bencillik. Daha çok ağladım. Yılların üzüntüsü arttıkça hislerim dışa vuruyordu. Sanki her şeyi biriktirmiş ve sıkılıp döküyordum.

"Bak güzelim," dedi İlknur beni geriye çekerken. Yavaşça beni çekiştirip yatağa oturttu. Gözlerim öylece boşluğa bakarken beni dürttü. "Sadece seninde hayatına bakmanı istiyorlar. Hep onları düşündün. Annen sadece seninde birini sevip, aileni kurmanı istiyor o kadar ama bunu yanlış yolla yapıyor." Yatağa yasladığım elimi tuttu. "Evet, hata yapıyorlar ama inan kötülüğünü istemiyorlar."

Daha çok ağladım. Kendime bir aile kurduğumda mı mutlu olacağım? Mutluluk birinin hayatıma girmesiyle olacak bir şey değil. Bu benim seçimim. Mutluluk benimle olacak bir şey. Ben iyi olmadıkça mutlu olamam.

"Telefonumu uzatır mısın?"

İlknur tereddütle telefonu uzattı. "Bakma bana öyle," derken rehbere girdim. "Sadece bir seçim yapacağım sonunu düşünmeden."

"Delirme Gök. Konuş kimse sana konuşma demiyor. Annenlerin ne düşündüğüne çok takılma. Bak bana," hafifçe güldü neşemi yerine getirmek için. "Sevgilim var kimseyi de takmıyorum."

Güldüm. Ve geçtim. Aradım ve telefonu kulağıma yasladım. Çaldı. Uzunca çaldı ama bir yanıt alamadım.

🌠 

Ulaş duştan çıktığında yüzünde hafif bir tebessüm vardı ama anlam vermedi. Sonunu düşünmedi. İlk defa birine karşı düşünceli adımlar atıyordu ama bundan rahatsız değildi. Adım attıkça göğsünde kıpırdanan kuşlara kulak veriyordu. Gökşin onu kendine çekiyordu ve Ulaş bundan kaçamıyordu. Yüzü daha çok güldü. Sevinmişti. Olumlu bir yanıt almasına çok sevinmişti.

"Ulaş," dedi Nermin yüzündeki keyifli gülücükle. Sema arayıp Ulaş ile Gökşin'in konuştuğunu söylediği anda çok mutlu olmuştu. Hatta dayanamayıp mahalledeki çocuklara çikolata dağıttı. "Çıktın mı?"

Annesinin keyifli sesiyle banyodan çıktı. Kaşları çatılırken annesini inceledi. Bir farkılık vardı yüzünde ama anlayamadı. Her şeyden habersiz odasına yürürken Nermin tekrar konuştu.

"Hayırlı olsun oğlum." Durdu. Annesinin sözleriyle durduğu yerden kıpırdamadı. Çivilenmiş gibi kaldı.

"Ne hayırlı olsun anne?"

"Gökşin kızımla," dediğinde dondu kaldı. Kimse bilmiyordu. Kimseye söylememişti.

"Ooo damat bey," diyen Kader koridora çıktı. "Hayırlı olsun." Donup kalmıştı. Herkes hayırlı olsun derken, Ulaş ağzını açıp tek kelime etmedi. Aklına direkt Gökşin geldi. O söylemeyelim demişti ve onun söylediğini düşünmedi.

"Siz nereden biliyorsunuz?" derken fazlasıyla sertti. Bu durumdan zerre kadar memnun olmadı. "Lan şaka mı?" Elini nemli saçlarına atıp dağıttı.

"Sema söyledi. Sen bize ne zaman haber verecektin acaba Ulaş? Yok öyle kızla konuşup yüzük takmamak. Hayırlısıyla gidip bir kahvelerini içelim."

Ulaş, annesinin söyledikleriyle daha çok sinirlendi. O da ciddi adımlar atmak istiyordu ama Gökşin'in istemediğini biliyordu. Kız sadece tanışalım demişti ne demek gidip istemek derken sinirlendi. Belindeki havluyu sıkıca tuttu ve odasının yolunu tuttu.

"Sakın," diye bağırdı odanın kapısını açıp. "Sakın bu konu hakkında ağzınızı açmayın." Hızla kapıyı çarpıp kapattı.

"Sikerler böyle işi." Söylene söylene yatağın üzerindeki telefonunu aldı. Ekrandaki arama kaydını görünce şaşırdı ve hızla aradı. Telefon kısa bir çalıştan sonra açıldı.

"Gökşin," dedi hızlıca ama Gökşin sözünü kesti. "Herkes öğrenmiş." Ulaş'ın yüzü düştü. Derin bir nefes alırken göğsü heyecanla şişti. Bir yandan korkuyordu ama içindeki güzel hissiyat bu hisleri arka plana atıyordu.

"Nereden öğrenmişler bilmiyorum ama," dediğinde Gökşin tekrar konuştu. "Biraz yürüyelim mi?"

Şaşırdı fakat olumlu yanıt verdi. "Yürüyelim. Hava soğuk kalın giyin." Gökşin hafifçe gülümsedi. Ulaş ince düşünceliydi. Bunu da ilk dakikadan belli etti. Sert duruşluydu ama kalbi pamuk kadar yumuşaktı.

"Görüşürüz." diyen Gökşin yanıt beklemeden telefonu kapattı.

Ulaş hafif bir gülümsemeyle giyinirken; Gökşin ağlayarak üzerini değiştiriyordu. İkisi de giyinip aşağıya indi. Birbirlerine kısa birkaç bakıştan sonra yürümeye başladılar. Karşılıklı kaldırımlarda ve yere bakarak yürüdüler. Ne Ulaş gelebildi ne de Gökşin. Ulaş, Gökşin'den bir atak beklerken yürümeye devam ediyordu ama Gökşin bir cevap vermedi. Mahalleden çıkmadan yan yana gelmek istemiyordu.

Yürüdüler. Arada kısa bir bakışma yaşandı ama Gökşin hızla önüne döndü. Kararmış hava bir kasvet gibi üzerine çökmüştü. Kendini yalnız ve kötü hissediyordu. Boşluktaydı ve attığı her adım onu daha çok boğuyordu. Bir yolu yürürken ilk defa bu kadar hissizdi. Adım atıyordu ama içindeki kırgınlık her yeri hedef almıştı.

En sonunda yan yana geldiler. İkisi de konuşmadı ama Ulaş az çok anlamıştı. İkisinin konuştuğu hatta ciddiye vardığını tüm herkes biliyordu. Sema öğrenir öğrenmez Nermin'i aramış ve Nermin öğrenince bütün ev halkı da öğrenmiş oldu. Bu olay ise mahalleye kadar yayıldı. Nermin, mutluluğunu komşularıyla da paylaşmıştı. Çocuklarının ne düşündüğünü bilmeden kendince her şeyi şekillendirip, ikisini de hızla bir yola itmemişlerdi.

Gökşin nereye gittiğini bilmeden yürüyordu. Yanında ona eşlik eden Ulaş ise fazlasıyla sessizdi. Aralarında sadece bir çekim vardı ama ötesi yoktu. Gökşin'in de sinirlendiği hatta anlaşılmak istediği kısım burasıydı; bir hissi yoktu. Tanımadığı biri ile bile konuşsa böyle hissederim diye düşünüyordu. Bu kadardı. Sadece bundan ibaretti Gökşin için ama kimsenin onu anlamadığını düşünüp, sızlandı.

🌠 

Bunca kalabalık arasında kendimi en anlaşılmayan ve en yalnız insan olarak hissetmekten hiçbir zaman geri kalamadım. Hep ilk vazgeçilen ve her daim bir köşede bırakılan olarak hissettiğim için başka dünyalara sığındım. Yerimi, yurdumu kendi zihnim bildim. Hep bir yerlere fazla geldim. Hep en çok geride kalan oldum. En büyük fedakarlıkları yapsam da geride kalan ben oldum. Hayatla baş etmeyi beceremedim zaten öyle de bir derdim olmadı.

Yaşamak için yaşamış gibi hissettim. Sanki ne yaparsam yapayım hep azmış gibi hissediyordum ve bunu hissettirmekten geri kalmadılar. Sanki benim, benden başka bir kaçışım yok. Bir çıkar yolum da hatta bir istikametim de yok. Bir tek ben varım doğrumla, yanlışımla. Buydu hissettiklerim. Ben vardım ama ötesi yoktu. Vardım öylesine. Herkesin hayatında biraz vardım fakat dahasına gerek yokmuş gibi itilen biri gibi hissediyordum.

Yürümüştüm. Hâlâ yürüyorum fakat sonunun nereye çıkacağını bilmeden. Yanımda ve benim sessizliğime eş olarak o da geliyordu. Fazlasıyla sessiz duruyor. Neler olduğunu belki de bilmiyor ya da bildiği için bu kadar sessiz. İçli ve derin bir nefes aldım ama yüreğimde boy gösteren o sessiz ateş dinmedi. Kırgınlığımı perçinleyen o ateş, harlandıkça yüreğimin acısı yükseldi. Boğazıma konan o iğrenç sızıyla beraber gözyaşlarım gözlerime doldu. Ağlamak istedim ama yanımda o varken yapamadım. Sessiz bir damla düşüp kendi yolunu buldu ve bende onu o yoldan çekip ittim.

"Herkes," dedim çatallı bir sesle. "Bizim konuştuğumuzu biliyor." Gözyaşlarım arttı. Sorun onunla konuşmam değildi. Sorun herkesin beni evlendirmeye bu kadar istekli olmasıydı. El birliğiyle bana müdahale etmeleri sinirimi bozuyor. Ben kimsenin hayatına karışmazken; herkes neden benim hayatıma karışma hakkına sahip oluyor anlayamıyorum.

"Gökşin," dedi en sonunda. Konuşsun istedim. İlk defa birinin saatlerce konuşup kafamın içindeki azaptan beni kurtarmasını bekledim. "Kimin ne dediğinin bir önemi yok. Sen istemediğin sürece kimse ağzını açamaz."

Öyle olmuyor. Konuşacak yer buluyorlar. Herkes, her şey hakkında yorum yapıyor. Ben öylece kenarda beklesem dahi bana uzanırlar. Bir iğneyi alıp tenime batırmak için uğraşılar. İğnenin ucu bile olsa bana dokunup canımı yakabilir. Yakar da.

"Sahile doğru yürüyelim biraz, temiz hava al istersen."

Sessiz kalıp onunla yürümeye devam ettim. Usul usul yürüdük ama ben sessizlik içinde boğulacak gibi hissediyordum. Başımı dikleştirdiğimde kıyıya savrulan dalga sesleri odağımı kendine çekti. Adım attıkça artan dalga sesleri, yüzümde ufak bir tebessüme sebep oldu. Daha çok yaklaştık. İçimdeki karanlık dalgalarla dağılıp yerini aydınlığa bırakıyordu.

Etraf boştu. Hiç kimse yoktu çünkü hava fazlasıyla soğuk. Bu havada burada olmak akıllı işi değil. Ve bizde o kadar akıllı değiliz zaten. Güldüm. Kendi düşünceme sesli bir şekilde güldüm.

"Bu havada," daha çok güldüm. "Burada olmak akıllı işi değil." Ben gülerken o da gülmeye başladı.

"Bizde akıllı sayılmayız bence," Ulaş'a dönüp baktığımda gülerek bana bakıyordu. Haklıydı.

"Sayılmayız," derken gözlerim ince ince gülen yüzünde gezindi ve derin bir nefes alma gereksinimi hissettim. Gülüşü göğsüme konan bir ışık gibi yayıldı. Aydınlandım. Kalbim ferahladı. Gülüşü dudaklarında o kadar hoş duruyor ki, şurada durup saatlerce izleyebilirim.

"Oturalım mı şuraya?" dedim boş banklardam birine yönelip. Oturdum. Bankın bir köşesine kurulduğumda diğer boşluğa gelip oturdu. Sustum sustu. Sessizlik bunaltınca hareket ettim hareket etti. Ofladım bu kez tekrarlamadı, güldü.

"Ailelerimiz bizi evlendirmeye çok meraklı."

Kahkaha attı. "Memnun değilsin yanılmıyorsam?"

"Öyle değilde," ellerimle oynadım. Gözlerim birbirine kenetlediğim ellerimde kalırken konuştum. "Evlenmek için hâlâ erken. Yani ne olur bilmiyorum ama ben böyle bir şey için hazır değilim."

Sessiz kaldı. O konuşmayınca bende konuşmadım. Sadece kıyıya savrulan dalga seslerini dinledik. Kıyıya hükmeden bu ses, içimdeki uçurtmaların iplerine dokunuyordu. Dokunduğu her ipi biraz biraz kesip özgürlüğüne kavuşturuyordu. Kavuşmuştu. Göğüs kafesime bağladığım her şey ipini kesip uçuyordu. Gidişatı bilinmeyen bir gökyüzünde ilerliyorlar. Uzanıp almaya gücüm yetmiyor. Engel olamıyorum.

Sahilin kıyısında, onunla bir bankta otururken tüm derdim bir anda yok olmuş gibi hissediyorum. O burada ve ben hiçbir şey düşünmüyorum. Sanırım bütün her şey onunla alakalı ya da o varken bir şeyler düşünmeme gerek kalmıyor. İçli bir nefes aldığımda, burnuma dolan suyun tuzlu kokusu içimi rahatlatırken, yüzümde ufak bir gülümseme oluştu. Az önce ipini kestiğin her his yerini güzel şeylere bırakmış gibiydi. Bir engel yoktu ama ben vardım. En büyük engel bendim.

"Sence," dedi tüm dikkatimi çekerken. "Yıldızlar yol gösterir mi?"

Bakışlarım kararmış havaya kaydı. Tek bir yıldız bile yoktu. Hava git gide daha çok kararırken gökte parlayan hiçbir şey kalmamıştı. Yerini alması gereken hiçbir şey yoktu. Baktım. Turuncunun yerini karartıya bıraktığı havaya dikkatli bir şekilde baktım. Kayboldum. Yönümü kaybettim. Karanlıkta bir yol aradım. Işık yoktu. Hiçbir şey yoktu. Ay bile parlamıyordu.

"Gökyüzüne nereden baktığında bağlı."

Gökyüzündeki bakışlarımı yan tarafımda oturan adama çevirdim. Bana bakıyordu. Gözleri kısıkça yüzümde gezinirken yutkundum ve tekrar önüme döndüm.

"Sen nereden bakıyorsun, gökyüzüne?"

Gülümsedim. "Ben kaybolduğum bir yerden bakıyorum."

Kaybolmuştum. Sahiden de bu karanlıkta kaybolmuştum.

Derin bir sessizlik oldu aramızda fakat uzun sürmesine izin vermeden konuştu. "O halde kaybolduğun o yerde, sana yol gösteren olmak isterim."

Bir ışık. Nereye çıkacağından belirsiz; bir yolu aydınlatan bir ışık ama sonu nerede? Işığın kaynağı nerede?

 

 

 

 

Loading...
0%