Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@kelebeginekseni

 

 

14.BÖLÜM

İnsan yanılıyor muydu? Belki de bazı kararlar için çok erken davrandım ve bu yanılgı benim için bir tokat. Karşımda duran iki insan boğazıma sarılan bir sarmaşık gibi. Sanki en büyük günahın bir bedeli. Bir bedeli gibiler ve bu bedel benim nefesimi kesiyor. Böylesi bir sınav daha önce başıma hiç gelmemişti fakat bu gelmeyeceği anlamına gelmiyordu. Erken verilen kararlar çoğu zaman yüzde yüz doğruluk göstermiyor. Dakikalar önce ya siyah ya beyaz dediğim karar bana şimdi griyi yaşatıyor. Bir araf ya hep ya hiç demiştim. Ya hep olacak ya hiç ama şimdi ikisini de seçemiyorum.

Önünde dikildiğim bu kapı yüzüme kapanmış gibi hissediyorum. Bir kapıyı zorladım fakat açmaya gücüm yetmedi. Araladım ama içeriye giremedim. Böyleydi hislerim. Kapıyı usulca aralamış ve orada durmuştum. Ne bir adım içeriye atabildim ne de kapatıp geri çekildim. Önünde durduğum kapıyla bakıştım. İçeriye giremiyor olacağım düşüncesi hızla yayılırken hareketsizdim.

"Ne saçmalıyorsun?" Ulaş'ın çıkışı ve eski nişanlısını hızla itmesi beni birkaç adım geriye savurdu. Sanki itilen tek o değildi ve bende savrulmuştum.

"Ulaş," dedi cılız bir ihtiyaçlı sesle. Fakat benim içim acıdı. Sanki biri kalbimi eline alıp sıkıyordu. Canım mı yanıyordu sahiden? Bu görüntü canımı yakıyordu. Tekrar ona gidecek düşüncesi beni titretirken daha çok geriye çekildim.

"Ne diyorsun sen, Buket? Sana karşıma çıkma demedim mi!" Gür sesi mahallede yankılanınca daha çok geriledim. Az önce bahsettiğim bir kadın kâbus gibi gelip üzerimize çökmüştü. Oysa unutmuştu. Unuttum demişti. Yoktu hiçbir anlamı. Gerçekten yoktur. Olmasın. Hiçbir şey olmasın.

"Ulaş bir dinle," derken elini Ulaş'ın koluna koydu ama Ulaş hızla temasından kaçtı. Sinirliydi. Onu tekrar gördüğü için mi yoksa hâlâ yaraları kanadığı için mi bilmiyorum. İlk defa bilmiyor olmak bu kadar can acıtıyor. İlk defa bir araf böylesine beni içine çekiyor.

"Ne dinlemesi Buket! Ne saçmalıyorsun sen hâlâ," sinirle elini saçlarına attı. Nemli saçlarını geriye doğru savurup karşısındaki kadına baktı. "Git hadi. Senin hayatımda bir yerin yok." Gözleri bana döndü. Harelerine çöken o duyguyu anlayacak güçte değildim. Bana baktı. Bana baktı ama nasıl baktığını anlayamadım. Canımı acıyordu? Kimin içindi bu acı bilmiyorum ve bilmemek gerçekten çok acıtıyor.

"Gökşin," dedi bana doğru adımlayıp. Ulaş adım attığı anda kendimi geriye çektim. Sırılsıklam bir halde öylece kapının önündeydim. Ulaş ve Buket tam karşımda. Bir geçmişin kapılarını aralamış gibiydim. Eski bir kitabın kapağını açmak gibiydi onların karşısında durmak. Sonunu bildiğin ve ağlayacağın bir finali düşünmek. Hüzünlü hissediyorum. Sanki şuraya çöküp ağlayacak kadar bitik lakin bir o kadar da dik duruşlu.

"Bir açıklama beklemiyorum." Gözlerim Buket'e kaydı. Bize karşı kayıtsız gibiydi. Bu kadın tehlikeli biri gibi bakıyor. Gözlerindeki o sinsi bakışları gizlemiyor.

"Gökşin," dedi Ulaş bana yaklaşıp. "Bilmiyordum. Onun burada olduğunu bilmiyordum. Hem biz," dedi ama dahasına tahammül edemedim. Onu anlıyorum. Haberi yok biliyorum. Ama o kadına dokunmuştu. Değmişti işte teni onun tenine. O sarılışı nasıl aklımdan silip atabilirim... Resmen içe içe geçmiş gibilerdi.

İçli bir soluk alırken omuzlarımı dikleştirdim. "Sonra konuşalım mı Ulaş?" Göz ucuyla geride kalan kadına baktım. "Sorun yok," dedim büyük bir sorun varken. Bir adım daha geriye atıp içim yanarken gülümsedim. "Sen sorunu hallet ben eve gideyim."

"Gökşin," dedi tekrar ama arkamı dönüp eve doğru yürümeye başladım. Onları orada bırakmak zulüm gibi gelse de sırtımı dönüp gidebiliyordum. Bunu biliyordum. Bir yerlerden ne zaman gideceğimi biliyordum. Ne kadar acı da verse terk etmem gereken her yeri terk edebilirim. Bazı şeyleri yapmak zorunda kalırız ve bunun bir anlamı vardır. Bazen bazı yerleri doğru anda terk etmek gerekir.

Eve doğru attığım her adımda içten içe canımın nasıl acıdığını kabullenmeye başladım. Sanki ayak tabanlarım yere değdiği an göğsüme bir sancı giriyor. Ben uzaklaştıkça arkamda kalanlar gözlerimin önüne gelip bana acı veriyor. Geçmişin eninde sonunda bir yerlerden fırlayacağını tahmin ediyordum. Ama bu anı değil. Ya da bu kadar erken beklemiyordum. Bile isteye giden birinin böyle şuursuzca geri gelmesi kabullenir bir şey değil. Kabullenmesin istedim. İçten içe onları yan yana görmek bile bana dünyayı dar etti.

Nefeslendim. Anahtarı kapının üzerinde bırakmıştım ve hızla çevirdiğim anda biri kolumu tutup beni durdurdu. Bu dokunuş, bu temas kıyafetlerin arasından sızıp tenime kadar ulaştı. Güçlüydü. Tutuşu çok güçlüydü. Ve hızla beni kendine çevirdi. Şimdi iki kolumdan tutuyordu. Nefes nefese birbirimize baktık. Kalbim öylesine hızlandı ki, bir an bayılacak gibi hissettim. Bana hissettirdikleri uçsuz bucaksız bir denizi andırıyor. Hislerimin bir başlangıcı var ama sonu yok. Sonu görünmeyen berrak bir deniz.

"Gökşin," nefeslendi. "Beni dinlemeden gidemezsin."

Yutkundum. Gözlerim çatılan kaşlarında oradan gözlerine kaydı. Bir kez daha yutkundum. Sanki boğazımda bir şeyler vardı ve ben yutkundukça yerine yenisi ekleniyordu. Bu her neyse beni boğuyor. Kalbimin atışları dahi artmışken kulaklarım uğuldadı.

"Gökşin ben o eski defteri kapattım."

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Elleri hâlâ kollarımda olduğu için önce tutuşundan sıyrılıp yana kaydım. Şimdi aramızda belirli bir mesafe vardı.

"Anladım." Gözlerim arkada kalan Buket'e kayınca sinirlendim. "Hayatına müdahale etmeye hakkım yok."

Ulaş sabırsızca konuşmaya atıldı. "Var, şu saatten sonra her şeyime karışma hakkın var. Evleneceğiz. Hiç kimse umurumda değil. Ben seninle bir gelecek inşa etmek istiyorum. Haber ver sizinkilere yarın geliyoruz." Aramıza açtığım mesafeye baktı dudakları kıvrıldı. "Bu ilk ve son Gökşin," anlamsızca Ulaş'a baktım. "Bu aramıza açtığın mesafeye bir daha izin vermeyeceğim."

Soluğum tıkandı. Göğsümdeki atışlar artarken elimi kalbimin üzerine yaslayıp durmaya devam ettim. Nutkum tutulmuştu. Birkaç cümlesiyle içimdeki bütün keder dağılıp yok oldu. İzin vermemişti. Ondan böyle kaçmama müsaade etmedi. Onun sözleri göğsümü kuşatırken gülümsedim.

"Ulaş," diye mırıldandım. "Ya bir gün söylediğin her şeyin tersini yaparsan?" Gözlerim arkada kalan Buket'e bir kez daha kaydı. Bu geçmişin bir penceresiydi ve Ulaş'ın o pencereden dışarıya bakacak olduğunu düşünmek bile beni ürkütüyor. O pencere kapanmıştı ama bugün tekrar açılmak için zorlanıyor. Ardındaki manzara değişmiş mi bilmiyorum ama bir kere kapanmıştı işte tekrar oraya yönelmeye gerek yok.

"Sözüm sana Gökşin," birkaç adımla bana yaklaştı. "Sana sözüm olsun eğer dediğin gibi sözümden dönersem ölümü gör. Söz insanın ağzından bir kere çıkar ötesi ölümdür." Usulca elini uzatıp yüzüme gelen saçlarımı geriye attı. "Sözümden döneceğime ölürüm daha iyi."

Hızla başımı iki yana salladım. "Deme öyle."

Öyle konuşma birilerinin kalbi duruyor.

Yağmurdan dolayı ıslanan saçlarım hep yüzüme yapışmıştı. Kara gözleri, ıslak saçlarımda gezinirken yüzünde güzel bir gülümseme oluştu. Tenime değmeden saçlarımı usul usul geriye atıp durdu. Her bakışında kalbime doğru akan bir şefkat vardı. Bir başlangıcı olmayan bu şefkatte boğulabilirim.

"Ben şimdi nasıl eve gideceğim, Gökşin?" Gözlerinin içinde parıltılar vardı. Sanki gözlerinde bana bakarken yıldızlar yanıyor. Onun bir bakışıyla soğuk havada ısınmaya başladım. Her şeye rağmen yüreğim sıcacık oldu. Kalbimi kavrayan ılıklık soğuk havada dahi beni ısıttı.

"Sağa sola sapmadan," derken güldüm.

Gülümsedi. "Yönüm belli." derken bana göz kırptığında kalbim havalandı. Göğsümün atışları hızlanırken sıcacık gülümsedim. Hayatım boyunca bu anı beklemiş gibiydim. Bütün dikenlerim onun bıçağıyla kesilip atılmış. Herkese Gökşin olan ben, Ulaş'a Gök olmak istedim. Benim yüreğimde benden izinsiz yer edinmeye başlamıştı. Çıtımı çıkarıp onu oradan atamam şu saatten sonra.

"Gir hadi içeriye," derken yavaşça benden uzaklaşmaya başladı. "İçeriye girip kapıda bekle ben eve girerken." Kaşlarım nedensizce çatılınca anladı ve açıkladı. "Eve girdiğimden emin olman için söyledim."

Dudaklarımın kıvrılmasına sebep oldu. İnce düşüncesi yüzümü güldürürken kalbimde kanat çırpan canlılarla ilerledim. Ulaş'a sırtımı dönmek yerine geriye doğru adımladım. O birkaç adım gerimdeyken ben yavaş adımlarla uzaklaşmaya başladım. Kapıya doğru dönüp sessizce içeriye geçtim ve onun gitmesini bekledim.

"Ben nasıl sana sırtımı döneceğim?" diye sızlandı. Kalbim sözlerinin ardından daha hızlı çırpındı. Bana kalbimin varlığını hissettirdi yine yeniden. Nerede ve nasıl başladık.

"Çabuk git," derken gülümsedim. "Üşüdüm."

Durdu ve hızla arkasını dönüp evine ilerledi. Köşede bekleyen Buket'e bakmadı. Onu yok sayıp evine girdi ve bana doğru döndü. Bunu yapmasını istemedim. Ne olursa olsun ona böyle davranması beni bile garip etkiledi. Şimdi o nasıl hissediyor bilmiyorum ama Ulaş onu hiç tanımıyor gibi. Cebimden telefonumu çıkarıp Ulaş'ı aradım. Ben evin kapısını kapatınca o da kapıyı kapattı ardından telefonumu cevapladı. Konuşmadan önce derin bir nefes aldım.

"Gökşin," dedi meraklı bir ses tonuyla. Onu bekletmeden lafa girdim. "Konuş onunla."

"Gökşin," dedi huysuz bir tonda ama konuşmasına izin vermedim. "Aranızda geçen her şey geride kaldı. Senin için bitti ama o öyle davranmıyor. Son kez konuşup onun bütün yollarını kapat. Çünkü ben bir kez daha geçmişinle karşı karşıya gelmek istemiyorum."

Uzun bir bekleyişi oldu bana göre ama en fazla bir dakika sürdü belki daha az bilmiyorum fakat bana bir asır geçmiş gibi hissettirdi. Şimdi onlar yan yana gelirse bunu görmek istemem. Ne ara ona böyle çekildim bilmiyorum lakin sonu nasıl bilmiyorum. Bunları düşünmeyi bir kenara itip hızlıca üst kata çıktım. Sessizce banyoya girip üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtuldum.

🌠 

Ulaş telefonu kapattıktan sonra sıkıntılı bir halde kapıyı açıp dışarıya göz attı. Buket usul usul yürüyordu. Hızlıca evden çıkıp Buket'e yetişti. Bundan nefret etmişti ama Gökşin geçmişini görmek istemiyorum demişti ve haklıydı. Ulaş'ta görmek istemiyordu. Buket defterini bir daha açmamak üzere kapatmıştı. Şimdi o defterin kapağı tekrar açılmış gibiydi ve Ulaş bundan rahatsız oluyor.

"Buket," dediği anda Buket durdu. Ulaş'ın arkasından gelmesi Buket için bir başlangıç gibiydi fakat birazdan bir sonla daha karşı karşıya geleceğini düşünmedi.

"Ulaş," derken sesindeki heyecanı gizleyemedi. "Geldin."

"Artık uzatmanın bir manası yok farkındasın." Gözlerini yere indirdi. Buket'e bakmak istemiyordu. Ulaş başkasına tercih edilişini kabullenmişti ama parmağında onun yüzüğü varken bunu yapmasını kaldıramadı. Bu çok ağır ve onursuz bir darbeydi. Buket, Ulaş'ın gözünde fazlasıyla onursuz bir kadın imajında.

"Ulaş bak," dedi ama Ulaş'ın bu kez Buket'i dinlemeye niyeti yoktu. Hiçbir sebep Ulaş'ın gözünde Buket'i aklayamazdı. Hadi buluşması sorun değil dese de ele ele olduklarını kaldıramazdı bir de Ulaş bir kez bile elini tutmaya kıyamamışken.

"Bir daha buraya gelme Buket." Usulca ayağının dibindeki taşı dürttü. Taşla bir oyunun içindeymiş gibi iki ayağının arasında gidip geldi. "Ben seni gönlümde bitireli çok oldu." Başını kaldırıp Buket'e hissiz bir şekilde baktı. "Yoksun. Benim için yokluğunun da varlığının da bir önemi yok. Sen o gün benim için bittin ve ben o kitabın kapağını kapatalı bir ömür geçti."

Buket geriye sendeledi. Bu kadar kolaydı işte benden geçilmek diye sızlandı. Hatasını kabullenmek yerine Ulaş'ın ondan vazgeçtiğini kabullenmek istemedi. Ona göre kendisi çok da suçlu değildi. Buket yanlış birine âşık olup doğru birini incitmişti.

"Sen," yutkundu. "Benden geçtin mi? Benden gerçekten vazgeçtin."

Ulaş tekrar yere baktı. Taşı ayağıyla dürtmeye devam etti. "Sözlü sayılırım. Benim hayatımda artık biri var sende kendi yoluna git. O buluştuğun adamla evlendin diye duymuştuk."

Buket hızla başını iki yana salladı. "Evlenmedim."

Ulaş hissiz bir gülüşü dudaklarına kondurdu. "Başkasına gitti."

Buket konuşmadı ama Ulaş anladı. Herkes bu hayatta ne ektiyse onu biçiyordu. Bugün yaktığın canın belki seneler sonra hesabını veriyorsun. Ne yaparsan yap akıbetinden bir adım öteye gidemezsin. Sana çizilen yolda er ya da geç bir şekilde yürüyorsun. İster düş ister yolundan sap ama bir şekilde aynı çıkışa çıkıyorsun.

Ulaş, Buket' sırtını dönüp evine ilerledi. Eskiden onu bir başına bırakamazdı ama şimdi bir anlamı kalmamıştı. Buket'in bir değeri yoktu. Ulaş onu eski bir deftere gömüp denize atmıştı. Suyla beraber her şey silinip gitti.

Banyodan çıkıp odasına geçen Gökşin, cam kenarından onları izlemişti. Ulaş'ın arkasını dönüp gittiğini gördüğünde rahat bir nefes alıp vermişti. Geçmişin artık bir önemi yoktu ama Gökşin, geleceğine dokunmasını istemiyordu. Her şey onun için bir ilkken Ulaş içinde aynısı olsun istemişti. Yarın sabah isteme işini ailesiyle konuşacaktı. Bunun heyecanına kapılınca giyinmeyi unuttu. Saçlarından sırtına damlayan su tanecikleri aklını başına getirince hemen giyinmek için dolabına yöneldi. Kalın bir pijama takımı çıkardıktan sonra giyinip saçlarını kuruttu. En sonunda yatağına geçtiği anda telefonunun ışığı yanıp söndü.

Mesajın Ulaş'tan geldiğini bildiği için heyecanlandı. Eline aldığı telefonunun ekranını açmaya bile yeltenemedi. Küçük çocuklar gibi şenlendi. Alt dudağını heyecanla dişlerinin arasına kıstırıp telefonu açtı. Ekran kilidini açıp üst taraftan bildirimi okudu.

Gökşin benimle yeni bir kitabın kapağını aralamak ister misin?

🌠 

Telefonuma gelen bildirime uzun bir süre baktım. Her kelimeyle ayrı ayrı bakıştım. Kalbim her okuduğumda çırpınırken uzandığım yerden doğruldum. Mesaja yanıt vermek bir kenarda dursun, belki bin defa okuyup durdum. Nasıl bir cevap vereceğimi düşünmedim. Kalbimi kıskıvrak ağına alan bu heyecanla nasıl baş edeceğimi düşünüp durdum. Ellerim titrerken gözlerimi sıkıca kapattım. Ulaş, hayatımda bir ışık daha yakmıştı. Işığı gören bir kelebek gibiydim. Belki sonunda yanacağım ama bile bile gördüğüm o ışığa kanat çırpmak istiyorum. Çırpmaya da başlamıştım. Her kanat çırpışımda gözlerimi de etkisi altına alıyordu gördüklerim. Amansız bir hastalığa yakalanmış gibi titriyordum.

İlk kalp çarpıntım. İlk defa kalbim böylesine ters düz oldu. Ben ilk defa bu kadar irademi sarstım. Sanki bunca yıl bunu beklemişim. Geçen her zamanda buraya hazırlanmışım. Giden herkese teşekkür edecek gibiyim. İyi ki herkes gitmiş ve o gelmiş. Zamanın bir armağanı benim için ve ben hayatımda ilk defa böyle bir armağan aldım.

Parmaklarımı hızla ekranda gezdirip Ulaş'a bir cevap verdim.

Belki de o kitabı çoktan açıp okumaya başladık...

Kalbim şiddetli bir gürültüyle atarken, telefonu yanıma bırakıp başımı yastığa gömdüm. Kişilik olarak hep net olan taraftım şimdi ise karşımda benden daha net biri var. Ben oldukça açığım ama o benden daha açık görüşlü. Dilinin kemiği hiç yok derlerdi bana fakat iyi ki yokmuş. Telefona bildirim düşünce sabırsızca açıp baktım.

Ulaş
O halde ikimize de keyifli okumalar :)

Keyifli bir okuma oluyordu. Bu kitabın her sayfasında heyecandan kalbim duracak gibi oluyor. Gecenin bir yarısı sadece birkaç mesajla heyecandan bayılacak raddeye geldim. Gülümseyerek telefonu göğsüme bastırdım. Bu gece nasıl uyuyacağım düşünemiyorum. Heyecandan gözümü bile kapatamıyorum.

İyi geceler, Ulaş

Mesajı gönderdikten sonra gözlerimi kapatıp gülümsedim. Onunla ilk karşılaşmamız gözlerimin önüne gelirken bedenime bir kova ılık su dökülmüş gibi ısındım. Göğüs kafesimdeki ılıklık vücuduma yayılırken gülüşüm derinleşti. O hali bir robot gibiydi. Ben ondan özür dilerken çıtını dahi çıkarmamıştı. Sanki şoktaydı ve ben ona çarpıp kendine getirmiştim. Ama sonra bakkalda karşılaştık. Benim aksime Ulaş epey asabiydi. Beni bir çocuk gibi azarlayışı hala ilk günkü gibi aklımda. Hele balkondan üzerine su döktüğüm gün epey eğlenmiştim.

Geçen aylar bir tekrar gibi hafızamda dönüp durdu. Ondan iyi geceler mesajı geldikten sonra gözlerimi bu kez uyumak için kapattım. Fazlasıyla şen geçen bir Kasım ayının soğukluğu her yere sinerken yorganın sıcaklığına sığındım.

🌠 

En çok da dizginleyemediği acıların eteğinde soluklanır, insan. Ne yaparsan yap bir ucunu tutup kendine göre yönlendiremiyorsan dizginleyemiyorsun. Yapamıyorsun. Bir şeyleri yoluna sokmak için çabaladıkça boğuluyorsun.

İlknur için hayat uzun zamandır böyleydi. Kabullenemediği her şeyle mahvolmuştu. Çok eksikti. Hayatta her şeyi yokken o vardı. En önemlisi iki yanı da buruktu. Kırgındı. Hiçbir şeye değil ama sadece ailesine kırgındı. Onu sevmeyen babasına olan kırgınlığı dünyaya yayılmış gibiydi. Babası en deri yarasıydı. Senelerdir kanayan bir yara; yara bantlarının dahi kapatamadığı derin bir yara. O derin yaranın üzerindeli yara bantları kan içindeydi.

Bir kız çocuğu babası tarafından yalnız bırakılmışsa, yüreğinde açılan o yarayı hiç kimse kapatamaz.

İlknur yine bir köşeye sinmişti. Etrafındaki herkes sohbet ederken o sadece telefonuna bakıyordu. Babası iki çocuğuyla fotoğraf çekinmiş ve gülümsüyordu. İlknur fotoğrafa baktıkça daha çok üzüldü. Eksikti. Baba sevgisi onun en büyük eksiğiydi. İnsan ne kadar üstesinde gelirim dese de bir an geldiğinde o sevginin eksikliği kendini gösteriyor.

"İlknur," dedi Dağhan kısık bir sesle. Sevdiği kadının küçük bir kız çocuğu gibi bir köşeye sinmesi içine dokunmuştu. İlknur anlatmamıştı ama Dağhan gözlerinden anlamıştı. İlknur yaralıydı. Çok yaralıydı ve Dağhan'ın gücü onu iyileştirmeye yetmiyordu. Ne yaparsa yapsın İlknur'daki o eksiklikler kapanmıyordu.

"Gidelim mi?"

"Gidelim tabi güzelim."

İlknur yavaşça ayağa kalkıp telefonunu cebine sıkıştırdı. Gözleri kısaca oturma odasında gezindikten sonra Sema teyzesine yaklaştı.

"Ben bugün kendi evimde kalacağım Sema teyzem."

Sema kaşlarını çatarak İlknur'a baktı. Yalnız kalmasını istemiyordu.

"Olmaz öyle kızım, burada kal."

İlknur burukça gülümsedi. "Olur olur, hem Dağhan yanımda."

"O zaman hiç olmaz kızım." Diyen Sema'nın sesi kısıktı. İlknur zorlukla gülümsedi.

"Aklın kalmasın Sema teyzem, evlenmeden yakınlaşmak yok."

Sema gülerek İlknur'un koluna yavaşça vurdu. "Sus kız, tövbeler olsun. Akıllı durun ha."

"Tamam canım, sanki ateşle barut yan yana."

Sema imalı bir bakış attı. "Sanki değilsiniz."

İlknur güldü. Belki öylelerdi ama bu niyetle yan yana gelmiyorlardı. Dağhan bu konuda çok dikkatliydi. İlknur'u hiç incitmek istemiyordu. Sonradan pişman olacağı hiçbir durumla karşı karşıya kalmalarını istemiyordu.

"Hadi kaçtım ben Sema teyzem, Gök kızına söylersin."

"Tamam kızım, dikkatli gidin. Eve gidince haber et."

"Tamam," derken kocaman gülümsedi.

Bir anne endişesini hep merak etmişti. Sema teyzesi biraz olsun anne yokluğunu dizginliyordu. Annesi kalbinin en güzel yerindeydi. Amansız bir hastalığın pençesine düşmüş ve bir daha gözlerini açamamıştı. İlknur çok hatırlamıyordu ama annesinin onu sıkı sıkı sarıp yanında uyuttuğu bazı geceleri anımsıyordu. Çok severdi annesi kızını. Babasının mahrûm bıraktığı sevgiyi annesinden almıştı. Ama eksikti. Çok eksikti işte.

Dağhan ile beraber eve girdiğinde kendini direkt banyoya attı. Elini yüzünü bol suyla yıkadıktan sonra odasına geçip üzerini değiştirdi. Pijamalarını giyinip oturma odasına geçti. Evi ne çok büyük ne de çok küçüktü. İki oda, bir salon, mutfak ve banyodan oluşuyordu. Öğrenci olduğu zamanlardan birinde arkadaşlarıyla tutmuştu ama herkes kendi şehrine dönünce İlknur tek başına kalmıştı. Mezun olup bir işe başlayınca evi komple yeniledi. Şimdi tam istediği gibi bir eve sahipti. Ufak, cıvıl cıvıl ve oldukça sıcak. Fakat İlknur hala üşüyordu.

"İlknur," dedi Dağhan. Artık İlknur'u böyle görmeye dayanamıyordu. Dağhan onun iyi olması için çabalarken tek bir fotoğraf karesi her şeyi mahvetmişti.

"Ben hiçbir şeyi değilmişim, Dağhan." Dolan gözlerini yerdeki halıya dikti. "İki çocuğuyla fotoğraf paylaşmış ama bana nasılsın bile demezdi. Hiç beni merak etmedi. Annem öldüğü gün ben onun için bir hiç oldum." İlknur'un gözyaşları usulca yanaklarına süzülürken Dağhan dayanamadı. İlknur'u kollarının arasına alıp sıkıca sardı.

"Sen benim her şeyimsin İlknur. Sen benim bu hayatta sahip olduğum her şeysin." İlknur'u geriye çekilip gözyaşlarını sildi. Ellerini kızaran yanaklara yaslayıp İlknur'un gözlerine baktı. "Sen benim neşemsin. Yeri geldiğinde en yakın arkadaşımsın. En önemlisi hayatımı paylaşmak istediğim tek kadınsın. Önümüzde bir engel yok neden evlenmiyoruz. Herkesi bir kenara itip kendi yuvamızı kuralım."

İlknur sessiz birkaç parça daha gözyaşı döktü. Kimsesi yoktu. Babası bile yoktu. Dağhan şimdi istemeye gelse kimsesizdi. Dağhan'ın güzel bir ailesi vardı ve aile bağları kuvvetliydi ama İlknur'un kimsesi yoktu ve bu İlknur için derin bir yalnızlıktı.

"Benim kimsem yok." dedi ağlarken. "Senin ailen geldiğinde karşısında kimseyi bulamayacak."

Dağhan içli bir nefes aldı."Sema teyzeler ne güne duruyor. Kadın seni kızı gibi görüyor. Onları istersen onlara söyleriz."

Düşündü. Elbette bu konuyu daha önce onlarla konuşmuştu ve Sema teyzesi annenin yerini dolduramasam da anne yarınım demişti. Öyleydi de. İlknur, hayatı boyunca Gökşin'in ailesinden sevgi görmüştü. Gökşin onu kız kardeşi gibi görüyordu. Hatta Akif ve Ali bile ona abla diyordu. Ulusoy ailesi İlknur için kıymetliydi. Onlar İlknur'a yuva olmuştu. Bir aile sıcaklığı göstermiş ve onu da dahil etmişlerdi.

"Evlenelim o zaman Dağhan. Beklemenin lüzumu yok. Yarın Sema teyzemle konuşacağım."

Dağhan hızla İlknur'u kendine çekip sıkıca sarıldı. Tek istediği sevdiği kadınla bir yuva kurmak ve mutlu olmaktı. İlknur mutlu olmayı herkesten çok hak ediyordu. Dağhan'ın tek dileği İlknur ile bir hayat geçirmek. 

Loading...
0%