Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@kelebeginekseni

 

15.BÖLÜM

 

Yağmurun sicim sicim döküldüğü öğle vaktindeydim. Kafe oldukça kalabalıkken kendimi bir köşeye atmış ve kahve içiyordum. Elimdeki fincanı dudaklarıma yaklaştırıp tekrar bir yudum aldığımda gözlerim açılan kapıya kaydı. Hızlı adımlarla içeriye geçtikten sonra üzerindeki ceketi çıkardı. Gözlerim öylece ona kitlenmişken adım atamadım. Hayatı öylesine sabit yaşamaya alışmıştım ki, şimdi böyle kalbimin farklı bir halde çarpması yahut ellerimin titremesi ya da midemde uçuşan garip hislerin beni getirdiği bu hal, oldukça tuhaf ama güzel.

Gözleri dolu kafede gezinirken beni arıyordu. Aradığını buldu. Bakışlarım bir ok gibi üzerindeydi. Fincanı önümdeki masaya bırakıp oturduğum yerde kalktım. Meltem kitaplık tarafındaki masalarla ilgilenirken, Öznur mutfağa doğru ilerledi. Tek Hakan boştaydı o da Ulaş'ı görünce bana doğru döndü. Benim ilgileneceğimi biliyordu. Hatta herkes aramızdakilerin farkındaydı ama açık açık sormuyorlardı. Zaten kimsenin sormasını da istemiyorum. Bana kalırsa iyi şeyleri gizlemek en mantıklısı. Çünkü ne zaman biraz mutlu olsam ardından mutluluğumu gölgeye atacak bir şeyler başıma geliyordu.

"Ulaş," dedim aramızdaki bütün mesafeyi katettiğimde. Bana baktı. Siyah irisleri yavaşça yüzümü taradı ve yüzündeki sert ifade yumuşadı. Dışarıdan ona bakan biri onun ne kadar soğuk ve sert olduğunu çok net anlayabilir. Lakin ben onu öyle görmüyorum. Ulaş'ın içindeki merhametli adamı apaçık görebiliyorum. Ve sanırım bu fazlasıyla hoşuma gidiyor.

"Gökşin," eliyle ıslak saçlarını düzeltmeye çalıştı. Bu haline ufak bir gülücükle baktım. Gözleri kıvrılan dudaklarıma kaydı fakat hemen irislerini çekti.

"Hoş geldin, gel arkaya gidelim havlu vereyim sana."

Kararsızlıkla durdu. "Olur mu öyle?" derken çekingendi. Gülümsedim.

"Olur tabi," eline uzandım fakat kalabalık epey fazlaydı ve patron olduğum için doğru bulmadım. Hem aramızdakiler netleşmeden onunla temas kurmak istemiyorum.

Ulaş ile beraber arkaya geçince hızlıca odama yöneldik ve ona mutfaktan aldığım havluyu verdim. Saçlarını kuruttuktan sonra üzerinde göz gezdirdi. Çok da ıslanmamıştı.

"Nasılsın?" derken havluyu boynuna attı. Dilimi yutacak derecede ona takıldım. Siyah saçları ıslandığı için daha koyuydu. Siyah gözleri ve seyrek kirpiklerinde göz gezdirdim ve en son dudaklarına kayan gözlerim beni uyardı. Sert çehresi çatılı kaşları insanı geriye iterdi ama geriye itilmedim.

"İyiyim, sen nasılsın?" Gözlerini kısaca odada gezdirdikten sonra ikili koltuğa kuruldu. Sırtını geriye yasladıktan sonra bacaklarını hafif aralık bırakıp başını geriye attı.

"Yorgunum. Saatlerdir bir işle uğraşıyordum onu bitirip teslim ettik." Başını kaldırıp ayakta dikilen bana baktı. "Sana bakmak istedim." Derin bir nefes aldım fakat her an kalp çarpıntısından dengemi kaybedecek gibiydim. Azar azar içime çektiğim nefes beni boğarken gözlerimi kaçırdım.

"Anladım," kısık sesim onu gülümsetirken kaçacak yer aradım ama buradan gidemezdim ve onu buraya getiren benim.

Aferin kızım, böyle devam.

İçimdeki arsız kızın kulaklarını çekesim vardı. Hafif bir öksürükle gözlerimi tekrar gözlerine diktim. Benim açık kahve harelerim onun koyu harelerinde tutuklu kaldı. Şu kısacık zamanda onunla böylesine yakın ve uyumlu olmayı garipsiyorum. Ama her şeyden önce böylesine iyi giden şeyler hep beni korkutuyor.

"Annemlerle konuştum," dedi dikleşerek. "Bugün gelmek istiyorduk ama Sema teyze hazırlık yapacağız dedi." Kaçamak bakışlarla ondan uzaklaştım. Çok fazla heyecanlıyım. İçimde sağa sola fırlamaya çalışan kelebekler uçuşuyordu. Çiçeklenmek için bekleyen güllerim sulanmış gibi hissediyorum. Talan olan bir bahçeyken şimdi rengarenk çiçeklerle kuşanmışım.

"Söyledi annem," derken kısık sesime sövesim geldi. Utanç duygusu olmayan bir insanım fakat söz konusu Ulaş olunca bir garip oluyorum. "Yarın akşam geleceksiniz."

Bana bakan gözlerindeki garip ama güzel bir ifade vardı. Dudağı hafif kıvrıktı. Ondan bakışlarımı çekip kapıya baktım. Kapı sanki imdadıma yetişmiş gibi çaldı. Derin bir nefes aldım.

"Gelebilirsin."

Meltem kapıyı açtığında yüzündeki imalı bakış kaşlarımı çatmama sebep oldu. Ulaş'a bakmadan bana bakarak konuştu. "Gökşin Hanım, bir şeyler içer misiniz?" Ofladım.

"Yana yana kaldığımızda bana şöyle seslenme." Meltem söz konusu iş olunca karşısında patronu oluyordum. Elbette iş saatlerinde öyle ama tek kalınca bana hanım demesi sinirlerimi bozuyor.

"Ama," diye söylendiğinde konuşmasını kestim. "Ulaş benim sözlüm, onun yanında da Gökşin diyebilirsin." Ulaş sessizlik içinde bana bakarken Meltem sadece başını sallayarak onayladı.

"Ne içersin?" Ulaş'a döndüm. Bana düşünceli bir şekilde baktı. Acaba aç mı? Sanırım sormam gereken soru aç olup olmadığı olmalıydı. "Aç mısın? Yemek yiyelim bence."

"Açım ama dışarı çıkalım. Yemeği dışarıda yiyelim." Bu yağmurda öğle yemeğini başka yerde yemek. Hele bir aşçı olan bana resmen hakaret sayarım.

"Aşçıyım," dediğimde ne demek istediğimi anlayıp gülümsedi. "Ne yemek istersem mi?"

Omuz silktim. Elbette ne yemek isterse. "Tabi ki."

Oturduğu yerden yavaşça kalktı. "O zaman mantarlı bir yemek istiyorum." Ulaş'a şaşkınlıkla baktım. Bu muydu yani?

"Sadece mantar mı?" derken oldukça şaşırmıştım. Böyle bir teklif beklemiyordum. Şaşırttı.

"Domates ve mantar karışımı bir şeyler."

"Tamam," dedim kocaman bir gülümsemeyle. "Mutfağa geçelim."

"Geçelim bakalım," derken önden ilerledi. Meltem kapıdan çekilince bende Ulaş'ın ardında odamdan çıktım. Meltem yerine giderken biz mutfağa ilerledik. Mutfağa girdiğimde Tuğba abla hamburger hazırlıyordu. Asmin teyze bizi görünce baş selamı verdi.

"Hiç rahatınızı bozmayın yemek yapacağım."

Asmin teyze şaşkınlıkla atıldı. "Gökşin Hanım ben yaparım"

"Ha, yok Asmin teyze ben yapacağım." Gözlerim ardımda kalan Ulaş'a yöneldi. "Sözlüm Ulaş." dediğimde hem ben hem de Ulaş şaşırmıştık. Onu bu kadar çabuk kabullenmemi beklemiyordu ve bende kendimden bunu beklemiyordum. İkimiz de şaşkındık ama karşımızdakiler bu u fark etmedi.

"Hoş geldiniz," diyen Tuğba ablaya baş selamı verdim ve dolaba ilerledim. Domates ve mantarı çıkardıktan sonra domates soslu mantar yapmaya başladım.

Ulaş bir köşeye çekilip beni izlerken, hızlıca domatesleri soyup, mantarı ayıkladım. Ocağa geniş tavayı koyduktan sonra mantarı atıp pişirmeye başladım. Mantarın arkasından ince ince dilimlediğim soğanı pişirmeye başladım. İkisi pişince doğradığım domatesleri ekleyip gerekli baharatları ilave ettim ve pişmeye bıraktım.

Ulaş'a doğru döndüm. Yüzünde ufak bir şaşkınlıkla hayranlık vardı. Hem şaşırmış hem de hayran kalmış gibi bir hali var. Kalbim sıcacık olurken asıl soruma geldim. "Kola mı yoksa ayran mı?"

Güldü. "Ayran."

Bende gülümsedim. Bu kez dolaptan yoğurt kovasını çıkarıp ikimize ayran yaptım. Buradaki hazır yemekleri sevmiyordum. Genelde kendi yemeğimi kendim yapardım ya da öğle yemeklerini Asmin teyzeye bırakırdım. El lezzettim vardı ki bunu çevremdeki herkes söylüyor. Gerçekten de yemek yapmayı seviyorum. Yemek pişerken ufak tepsiye bardak, çatal ve kaşık koydum. Her şey hazırdı. Ekmek sepetine dilimlenmiş ekmeklerden ekleyip Ulaş'a döndüm.

"Ben bu kadar çabuk beklemiyordum," derken bana yaklaştı ve elimdeki tepsiyi aldı.

Gülümsedim. "Odama gidelim."

Odama geçtiğimizde ortadaki normal boyutlu sehpanın üzerine tepsiyi bıraktı. İkimiz karşılıklı oturduğumuzda benden önce davranıp ayranları doldurdu. İlk defa onunla karşı karşıya yemek yiyeceğime ve oldukça heyecanlıyım. Bu heyecanla yemek yiyebilir miyim bilmiyorum ama yemeye çalışacağım. Ve buna alışmam lazım. Onunla bir hayat geçirmek istiyorsam yemek yemeyi öğrenmem lazım. Yarın bir gün aynı evin çatısı altında olacağız. Ama en garibi aynı yastığa baş koymak olacak. Bütün her şey gözlerimin önünde canlanırken ilerisini düşününce kızardım.

"Gökşin," dedi şaşkınlıkla. "Yediğim en güzel mantarlı yemek. El lezzetin harika," bir lokma daha alıp ağzına attı. "Sanırım buna alışacağım." Yanaklarım daha çok kızardı.

Konuşmak için kendimi toparladım. "Afiyet olsun. Yemek yapayı seviyorum."

"İzlerken anladım. Elinde çok hızlı."

Omuz silktim heyecanla. "Öyledir."

Sessizlik içinde yemeğimizi yedik. Tabi ben utançtan pek yiyemedim. Kendimi zorlayarak yemiştim ve Ulaş o kadar çok beğendi ki hiç tavada yemek bırakmadı. Bu beni çok mutlu etti. Yüzümdeki tebessümle onu izledim. Ayranı içtikten sonra gözlerini gözlerime çevirdi. Siyah ve kahvenin uyumunu bir kez daha gördüm. İçim ona ısınırken kalbim kapılarını sonuna kadar aralamıştı. İlk defa böyle hissediyordum. Doğrusu rahatsız hissetmiyorum. Kavgayla tanıştığım biriyle bunları yaşamak oldukça tuhaf.

Kaderdi. Bütün her şeyin akıbetini yöneten bir nizam var. Hislerimin günden güne arttığı bir zaman dilimindeyim. Delicesine atan kalbim bana gerçeği her çarpıntıda hatırlatıyor. Kabullenmiştim. Ondan etkilendiğimi ve onu gördüğüm her anda bunu tekrar tekrar anladım. Şimdi ise kalbim bu gerçeği bana anlatıyor. Hızlanması bir şeyleri daha kabullenmem için beni köşeye sıkıştırdı. Ve ben kabullendim. Bu tıpkı bir yara gibi ama yara değil.

Bazı anlar bazı yaralar bırakır ve insan o yarayla yaşamaya alışır. O yara orada iz bırakır ama sen onun varlığına alışıp yaşamaya devam edersin. Silemediğin yaraları kabullenirsin.

Ve ben müdahale edemediğim hisleri kabullenmeye başladım. Bu aramızdaki tıpkı bir ip gibi. Aynı yere bağlıymış gibiyiz. Aramızda pamuk ipliği var. Sanki bir ucu onda ve diğer ucu bende. Koparmak istesek koparabiliriz ama ikimiz de o ipe tutunuyoruz. Kopmasından korkar gibi davranıyoruz.

"Akşam dışarıya çıkalım mı?"

Ulaş'a baktım. Akşam İlknur'a sözüm var. Yüzüm düşerken başımı masaya indirdim. "Akşam İlknur'a sözüm var."

"Anladım." Ses tonu farklı çıkmıştı. Sanırım biraz alıngan gibi ama değil gibi de.

"Dağhan'da olacak," derken masayı toparlamaya başladım. "Sende gel."

Sırtını geriye yaslarken konuştu. "Gelirim, ben ikiniz tek sandım."

Çekingen bir gülüş yüzüme kondu. "Hayır, İlknur ile biraz vakit geçirmemiz lazım. Şu sıralar biraz gergin."

"Anladım. Akşam görüşürüz o zaman."

"Görüşelim," dedim tepsiyi kaldırırken. Benimle beraber o da ayaklandı. Hemen gidecek mi sahiden? Ben burada biraz daha durur diye düşünmüştüm. Onun varlığına bu kadar çabuk alışmam benim garibime gidiyor. Alışmıştım.

"Bekle," dedi tepsiyi elimden alırken. "Her şeyi sen hazırladın bunu ben hallederim." Şaşkınlıkla olduğum yerde kaldım. Ulaş tepsiyi mutfağa bıraktıktan sonra tekrar yanıma geldi. Onun bu hali beni şaşırtırken yüzüne bakakaldım. Sahiden böyle biri mi yoksa bana böyle mi görünmek istiyor. Onunla ilk tanıştığımda ne kadar sert ve soğuk olduğunu düşünüyordum. Lakin şu an karşımdaki adam her geçen gün beni şaşırtmayı başarıyor.

Ulaş işe tekrar odaya geçtiğimizde yine karşılıklı oturduk. Cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktı ve kulağına yasladı. Biri aramıştı. Merakla onu izledim.

"Ömer," dediğinde Ömer abi olduğunu anladım. Sessizce dinledi.

"Yok, şimdi Gökşin'in yanındayım." Dudaklarım kıvrılırken bakışlarımı üzerinden çektim.

"Aleyküm selam sende Sevda yengeye selam söyle." Ömer abiyi dinledi ve güldü. Ne dedi acaba da böyle güldü. Güzel güldü. Gülüşü insanın kalbini hızlandırıp, dengesini sarsacak kadar etkili.

"Ali dükkânda, sen oraya geç yarım saate gelirim. Sıkıntı yok olmazsa akşam uğrar bakarım." Ömer abi bir şeyler daha söyledi ardından telefonu kapatıp masaya bıraktı.

"Ömer," dedi açıklama yaparak. "Koltuklarından biri açılmış kapanmıyormuş. Nasıl becerdiyse büyük ihtimalle makası kırmış. Onu söyledi akşam iş çıkışı bakarım."

"Hım, anladım. Umarım halledebilirsin."

Kahkaha attı. "Hallederim Gökşin, işim bu. Sen nasıl yemeklerini kusursuz yapıyorsan bende işimi öyle yapmaya gayret ediyorum. Elimden çıkan mallar garantim altında."

Gülümsedim. Egolu ya da kendini beğenmiş biri değildi. Aksine oldukça samimi biri fakat istediğine. Şu birkaç ayda bunu çok net anladım. Onu daha çok tanıma isteğim artarken yutkundum. Konuşmak için bir şeyler düşündüm ama bulamadım. Ne diyebilirim bilmiyorum.

"Biz yarın direkt istemeye gelmek istiyoruz."

Durdum. Söyledikleri sanki kulaklarımda değil kalbimde çınladı. İsteme. Beni istemeye. Ulaş beni istemeye gelecek. Aile tanışması olmadan direkt isteme. Allah aşkına ne dediğinin farkında mı? Aileler tanışmadan isteme mi olurmuş.

"Olmaz," dedim kaşlarım çatılırken. "Aileler tanışmadan isteme olmaz."

Şaşırdı. "Aileler tanışıyor zaten Gökşin."

"Tanışmıyor," diye çıkıştım. "Nereden tanışıyorlar. Hem bu biraz görücü usulü oluyor."

"Ne oluyor? Ne dedin sen?" Oldukça şaşkınlık içerisinde bana bakmayı sürdürdü. Öyleydi. Sonuçta aramızda bir şeyler var diyemem ama yok da diyemem. Ama bu adım benim için biraz mantık çerçevesinde.

"Görücü usulü."

"Yok öyle bir şey," oturduğu yerden ayaklandı. "Ben," diye söylendi ama devamı gelmedi. Öylece ayakta dikilen Ulaş'a baktım. Ne diyecekti bilmiyorum ama konuşmaktan vazgeçti. "Hissiz değiliz."

Sözleri açık ve netti ama az önce söyleyeceği şey bu değildi. Ve bende bunu anladım. Hissiz değildik. Kesinlikle değiliz ama ileri derecede hislerimiz olduğunu da düşünmüyorum. Kendi açımdan olaya hep sakin ve mantık çerçevesinde yaklaştım. Fakat görüyorum ki kalbim bana bir şeyleri fısıldıyor.

"Gidecek misin?" derken konuyu değiştirdim. Gözleri köşeye bıraktığı ıslak ceketine uzandı ve eline alıp koluna attı. Islak ıslak giymesini pek fayda etmeyecek zaten yağmur da dinmişti.

"Evet, halletmem gereken birkaç iş var. Akşam Ömer'in yanına gideceğim."

Oturduğum yerden ayaklanıp Ulaş ile beraber odadan çıktım. Onunla beraber kapıya çıktığımda içimde hafif bir burukluk vardı ve bunun nedeni bariz belliydi. Onun gidecek olması biraz beni boşluğa düşürdü lakin bununla baş edebilirim. Kapıyı açıp dışarıya adım attığında sessizce ardında durdum.

"Akşam," dedim sessizliğe son verip. "Gitmeden önce seni ararım." Akşam İlknur ile buluşacağız ve Dağhan'da olduğu için Ulaş'ı davet ettim. İyi mi yaptım bilmiyorum ama şimdiden aileme dahil oldu. Sanki buraya aitmiş. Onun yeri hep burası gibi. Geçen zaman onun nereye ait olduğunu hatırlatmak için geçip gitmiş.

"Akşam görüşürüz," dediğinde bütün dikkatim onda toplandı. Cümlenin devamı var mıydı yoksa bana mı öyle geldi anlayamadım. Ulaş bu ikidir cümlesini tamamlamıyor. Başka bir düşünceye kapılmadan gülümsedim.

"Görüşürüz, dikkat et." derken ses tonum sonlara doğru kısıldı. Bunu fark ettiğinde ukala bir gülümseme ile bana baktı. Vazgeçtim. Ulaş kesinlikle ukala biri. Evet, gerçekten ukala.

"Görüşelim, güzel yıldızım."

Nevrim döndü. Nefesim dudaklarımın arasına sıkışıp kaldı. İçime çektiğim nefes soluk borumu tıkayıp boğazımda düğümlendi. Elim kapı kolundan kayarken mideme bir ateş topu dokunup beni kıvrandırdı. Tek bir kelimesiyle beni sarsıp arkasını döndü. Kalbim amansız bir hastalığa yakalanmış gibi atıp durdu. Kıpırdayamadım. O giderken ben kapıda durdum. Şok geçiriyordum.

Güzel yıldızım. Güzel. Yıldızım.

İki kelime onun ses tonuyla kafamda dönüp durdu. O gitti ama güzel cümlesi benimle kaldı. Arkasından baka kalmıştım. Güzel demişti. Yıldızım demişti. Güzel yıldızım. Aitlik ekiyle kurulan bir cümle. Nefesim daha çok kesildi. Yıldızı mıydım sahiden? Bir anlamım vardı. Onun için ne ifade ediyordum bilmiyorum ama o benim için birçok şey ifade etmeye başlamıştı.

Mesela aklımdaydı.

Ulaş aklımın her kıvrımında geziniyordu. Gün içinde neler yaptığını ya da nasıl olduğunu merak ediyordum. Kimlerle konuşuyordu ya da kimler yanındaydı? Bunları bilmemek beni daha çok meraklandırıyor. Ona karşı içimde müthiş hisler birikmişti ve ben onları bir çatı altında toplamaya korkuyorum. Sanki hepsini birleştirsem birkaç sayfası eksilen bir kitap haline gelecekti ve ben üzüleceğim. Bunu istemiyorum. Öylece kalsınlar.

"Gökşin," Meltem'in sesiyle kendime geldim. Arkamı döndüğümde bana bakıyordu. Bakışlarındaki sorgulama beni kendime getirdi. Soğuk havanın içeriye hızla girmesine neden olmuştum. Kapıyı kapattığımda Meltem bana daha çok yaklaştı.

"Sen iyi misin? Yüzün kıpkırmızı. Çok mu üşüdün?"

Üşümedim, aksine ısındım. Onun tek bir cümlesiyle yandım. Yaktığı ateş bedenimi esir aldı.

"Sanırım," etrafa bakındım. "Ben erken çıkacağım." Bir şey söylemesini beklemeden hızlıca odama doğru ilerledim.

Sakin ol Gökşin. Hayatında ilk defa iltifat almadın. Hayatımda ilk defa kalbimi kaptırdığım birinden iltifat aldım. Yanaklarım yanarken ufak bir çığlık attım. Küçük bir kız çocuğu oldum. Sanki saçları şefkatle okşanmış bir çocuk gibi şendim. Mutluydum.

🌠 

Adliyeden çıkan Akif oldukça yorgundu. Günü güzel ve verimli geçmişti. Mezun olur olmaz kendine bir hocası sayesinde staj yeri ayarlamış ve staja başlamıştı. Akıllı bir çocuktu ve okul hayatı sakin geçmişti. Anne ve babasını hiç yormamıştı. Ablasının desteği ile de güzel bir yere gelmişti. Şimdi ise tüm çabalarının karşılığını alıyordu.

"Pardon?"

Akif ona seslenen kızı duymadı. Sokakta abuk sabuk kağıtlarla onları durduran kişilere sinir oluyordu. Yoluna devam etti ama kız bir anda önüne geçip Akif'i durdurdu. Durdu. Karşısındaki kıza baktı. Koyu kestane saçları omuzlarından aşağı dökülen kıza bakmaya devam etti. Genç kız yüzüne gelen saçlarını hızla geriye attı. Koyu kahve irisleri Akif'in gözlerine kondu. Genç kızın buğday teni soğuktan kızarmıştı. Elleri soğuktan dolayı epey üşümüştü ama broşürleri elinde tutmaya devam ediyordu. Toparlak yüzünde güzel bir burnu ve dolgun dudaklarıyla güzeldi. Duru bir güzelliği vardı ve yüzüne sürdüğü birkaç parça makyaj malzemesiyle daha güzel görünüyordu.

Akif, birdenbire karşısına dikilen kıza hayretle baktı. İçinden sinirle dolup taştı. Kıza öfkelendi ama ağzını açamadı. Kız hafifçe öksürüp elindeki broşürü uzattı ama Akif almadı. Ona uzatılan saçma sapan bir broşürü alma gibi bir niyeti yoktu.

"İlgilenmiyorum." diyerek yana kaydı ve ilerlemeye başladı. Genç kızda en az onun kadar şaşkındı. Genç adam dikkatini çekmişti. Hoş çocuk diye geçirdi içinden ve gitmesine izin verdi. Akif ise kızın güzelliği karşısında biraz etkilenmişti ama umursayacak kadar değil. Onun öncelikleri vardı. Savcı olmadan hiçbir şey yapmak istemiyordu. Tek gayesi Savcı Akif Ulusoy olmaktı.

Ali ise Akif'in aksine aklı dersler dışında her şeye çalışıyordu. Gözü okul dışında her şeye kayıyordu. Çalışmak ve para kazanmak istiyordu. Buna çok küçük yaşta başlamıştı. On yaşındayken yaz tatilinde fırında çalışıp harçlıklarını çıkarıyordu. Ve her yaz tatilinde farklı işlerde çalışıp para kazanıyordu. Okul onun için pek önemli değildi. Bu devirde diploması olanda işsizdi olmayan da. Diploması olanda çalışıyordu olmayan da. O yüzden Ali diplomayı önemsemiyordu. Onun aklı hep ticarete çalışıyordu. Şimdi ise bir mobilya dükkanında işi öğrenmeye başlamıştı. İşi komple öğrenirse kendi iş yerini bile açabilirdi. Kafası epey çalışıyordu.

Ulaş dükkândan içeriye girdiğinde çalışan Ali'ye baktı. Hırslıydı Ali ve Ulaş bunun farkındaydı. Bir şeyi öğrenmeyi hedeflediğinde öğreniyordu. Akıllı ve azimliydi de. Ulaş'ı gördüğü anda elindeki kerpeteni bıraktı.

"Hoş geldin usta."

"Hoş buldum Ali. Ne yaptın?" derken koltuğun yüzünü çıkarmış Ali'ye baktı. Geçen hafta aldığı tamirattı bu ve koltuğun yüzüyle beraber süngeri de değişecekti. Koltuğun zımbalarını kerpetenle Ali söküyordu. İşin yarıdan çoğunu dört ayda kapmıştı. Bir sene içinde epey iyi olacaktı. Ulaş her işi öğretiyordu.

"Tamiratı söküyordum usta."

"Yarın yüzünü döşeriz ertesi gün teslim ederiz."

Ali kısa bir baş sallamayla onayladı. Ali işinin başına dönerken Ulaş geçip oturdu. Bir an önce akşam olmasını iple çekiyordu. Gökşin'i görme isteğini bastırmak artık zor geliyordu. Birdenbire hayatına giren bu genç kız bütün dengesini alt üst etmişti. Bir an önce parmaklarına yüzük takmak istiyordu. Buket meselesi gibi uzamasını istemiyordu. Hoş uzatan Buket'ti. Ulaş her zaman aynı sene içinde düğünü yapıp uzatmayı istemiyordu ama Buket epey uzatmıştı.

Ulaş düşüncelerini silkip iş başına geçti. Çalıştı. Bugün halletmesi gereken işleri halledip rahatladı. Ali çıkınca kendisi birkaç malzeme alıp dükkânı kapattı. Yavaş yavaş yürürken aklında bin bir düşünce vardı. Her bir düşüncesi Gökşin ile başlıyordu. Mesela aynı evin içinde onunla yaşamak nasıl olurdu? Düşündü. Bir kestirme bulamadı. Ev halini bilmiyordu ve bilmiyor oluşu onu daha çok meraklandırıyordu. Gülümsedi. Yürüdüğü yolun evine çıktığını düşündü. Kapıyı çaldığında Gökşin'in açtığını düşününce heyecanlandı. Heyecanlanmıştı. Kapıyı Gökşin'in açtığını düşünmesi onu fazlasıyla heyecanlandırmaya yetmişti.

Evlilik düşüncesi aylar önce Ulaş'a uzaktı. Değil evlenmek göz ucuyla bile bir kadına bakmıyordu. Bazen onu merak edip dükkâna gelenleri bile gözü görmüyordu. Ta ki bir bakkalda Gökşin ile karşılaşana kadar fakat bir karşılaşmadı değilmiş. Bundan haberi yoktu. Gökşin hatırlıyordu lakin Ulaş hatırlamıyordu. O gün Gökşin'i görmek onun için anlamlıydı fakat yaşadığı ihanet unutulmazdı. İhanetin hançeri sırtına saplanmıştı. Önemsemedi. Artık o ihanetin bir önemi kalmamıştı. Gökşin'in gelişi geçmişi bir silgi gibi silip silikleştirdi. Yazılanların kâğıtta izi vardı ama üzerine güzel bir şeyler yazışabilirdi. Sayfayı silip yeniden yazabilirmişiz.

Ömerlerin evine gelince zili çaldı. Çok beklemeden Ömer kapıyı açıp kenara çekildi. Ulaş selam verdikten sonra ayakkabılarını çıkarıp içeriye geçti. Sevda ise mutfakta çayı hazırlıyordu.  Ömer, yemekten sonra Ulaş'ın geleceğini söylemişti.

"Duyduk haberini," dedi Ömer sırıtarak. Ulaş ters bakışlarını Ömer'e çevirdi.

"Sanki anlatmadık birader."

Ömer güldü. Bir hafta önce Ömer ile Ulaş konuşmuştu. Ulaş erken mi davrandığı konusunda Ömer'den akıl almış ve net bir karar vermişti. Gökşin konusunda kendinden emin adımlar atıyordu ve bu konuda çok detaylı düşünmüştü. Biriyle sadece bir hayat paylaşmayacak bir de aynı yatığa baş koyacaktı. Tanımadığı biriyle bunları yaşamak istemiyordu fakat Gökşin ona yabancı değildi. Sanki gözünü açtığından beri o vardı.

"İsteme ne zaman?"

Ulaş hem Ömer ile konuşuyor hem de koltuğa bakıyordu. Tam da düşündüğü gibi makasta sıkıntı vardı. Hızlıca koltuğu açıp makasını değiştirmeye başladı. Sevda elinde tepsiyle içeriye girdiğinde kocasıyla Ulaş konuşuyordu. Tepsiyi orta sehpaya bıraktıktan sonra odadan çıktı.

Sevda'nın içi içine sığmazken kendini yatak odasına attı. Bugün eczaneden test almıştı. Hiçbir belirti yoktu fakat bir haftadır günü geçiyordu. Elleri titrerken testi poşetten çıkarıp ebeveyn banyosuna girdi. Dakikalar içinde testi yapıp banyo tezgahına bıraktı. Testi orada bıraktıktan sonra ellerini yıkayıp banyodan çıktı. Oturma odasına geçtiğinde Ulaş işini bitirmiş ve Ömer ile ayaküstü sohbet ediyordu.

"Otursaydın Ulaş," dedi Ömer.

"Yok kardeşim, dışarı çıkacağım."

Ömer'in kaşları merakla havalandı. Yüzüne imalı bir bakış otururken Ulaş tersledi. "Bakma lan öyle."

Ömer sırıttı. "Ne dedim lan?"

"Bakışın yetti puşt."

Ömer kahkaha attı. Ulaş'ı Ömer yolcu ettikten sonra içeriye geçti. Sevda ortalığı toparlıyordu. Ömer karısına bırakmadan koltuğu itip yerine yerleştirdi. Sevda mutfağı toparlarken Ömer yatak odasına girdi. Geldiğinde duş almamıştı bu yüzden üzerinde kazağı çıkardıktan sonra odadaki banyoya girdi. Kazağı banyodaki kirli sepetine attıktan sonra duşa kabine girip suyu ayarladı. Doğrulup üzerindeki son parçaları çıkarmaya yeltenirken gözleri tezgahtaki hamilelik testine kaydı. Yüzündeki ifade yerini şaşkınlığa bırakırken ilerleyip test çubuğuna elinde aldı.

Kırmızı çift çizgi.

Test çubuğa çift çizgiydi. Merakla bakıştı. Bunun anlamını biliyordu. Elleri titrerken çubuğu alıp banyodan çıktı. Sevda'nın hamile olduğunu düşündükçe gözleri doldu. Sevindi. Hatta mutluluktan ağlamaya başladı.

"Sevda," dedi koridorda ilerlerken. Sevda testi unutmuş mutfakta kurabiye yapıyordu. "Sevda'm,"

Ömer'in sesini duyunca ellerini yıkayıp mutfaktan çıktı. Gözleri Ömer'in gözleriyle karşılaşınca korktu. Ömer ağlıyordu. Hızlı adımlarla Ömer'e ilerledi.

"Ömer ne oldu? Niye ağlıyorsun?"

"Gördüğüm," dedi kısık bir sesle. "Doğru mu?" Sevda şaşıp kaldı. Ne görmüştü Ömer bunu bilemedi. Test aklına bile düşmedi. Kötü bir şey oldu düşüncesi aklını bulandırıp Sevda'yı korkuttu.

"Ne gördün?" derken sesi titredi. Korkuyordu.

Ömer titreyen elini kaldırıp testi gösterdi. Sevda testi banyoya bırakmıştı. Ortalığı toparlıyorum derken de bakmayı ertelemişti ama Ömer'in odadaki banyoya gireceği hiç aklına gelmedi. Gözleri teste kayarken kalbi çarptı. Çift çizgiyi gördüğü anda gözleri kocaman açıldı. Test çubuğunu eline aldığında nefesi kesildi. Heyecanı kalbini daha çok hızlandırırken sağ gözünden bir damla düştü.

🌠 

Aynanın karşısında üzerimi incelerken düşünceli bir haldeydim. Üzerimdeki kazak güzel mi diye tekrar bakındım ve artık karar vermem gerekiyordu. Ulaş neredeyse on dakikadır aşağıda bekliyor ama ben hâlâ hangi kazağımı giyeceğime karar veremedim. Yüzüm asılırken daha fazla bakınmadan ayna karşısından çekildim. Siyah kısa montumu giyip çantamı aldıktan sonra odamdan çıktım. Merdivenleri teker teker usulca inip alt kara geçtiğimde annemle karşı karşıya kaldık.

"Çok geç kalma Gökşin. Yarın isteme var."

Gözlerimi kırpıştırdım. "Tamam anne."

Anneme veda ettikten sonra kısa botlarımı giyinip kapıya çıktım ve ardımdan kapıyı kapatıp sırtımı geriye yasladım. Yarın isteme var dedi annem. Yarın. Yutkunmaya çalıştım ama yutkunamadım. Aklımdan ucundan dahi geçmeyen şeyler bir sene içinde olmaya başladı. Evlilik fikri bana o kadar uzaktı ki, değil görücüleri kabul etmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Ama Ulaş bu fikri resmen bana aşıladı. Usulca kanıma sızan bir narkoz gibi beni uyuşturdu. Şimdi ise onunla karşı karşıya kalmıştım ve kalbim deliler gibi tepiniyor.

Hafif bir rüzgâr esip aramıza sızdı. Ellerimi montun cebine sıkıştırdığımda gözleri gözlerim tutunup orada asılı kaldı. Kahve harelerim siyahlarıyla buluşunca sıcacık oldu. Soğuk havaya rağmen bir çift siyah gözlerle ısındım. Bir yaz akşamındaymış gibi kanım ısındı. Onun her bir bakışı kalbime sızan kan gibiydi. Kan sızdıkça kalbim çalıştı. Gözlerim kıvrılan dudaklarına kaydığında derin bir soluk alma gereği hissettim.

"Sonunda Gökşin Hanım," derken sesi alaylıydı. Sitemindeki haklılık beni de güldürdü.

"Ne oldu Ulaş Bey, iki dakika bekleyemiyor musunuz?" İkimiz de birbirimizle alay ediyorduk. Onunla gülümsemek güzeldi.

"Ne iki dakikası," derken gözlerini telefona dikti. "Tam tamına yirmi dakikadır kapıda seni bekliyorum." Kıkırdadım. Ben en fazla on beş diyordum ama yirmi dakika olmuş. Bu soğuk havada onu beklettiğim için kendimde kızdım. Resmen beni bu soğuk havada beklemiş. İçim burkulurken yüzüm düştü.

"Özür dilerim Ulaş." Sesim kısık çıktı. Ulaş'ın kaşları çatılırken bana birkaç adım yaklaştı. Yüzüm asılmıştı. Ya hasta olursa o zaman kendime daha çok kızarım.

"Ne özürü Gökşin?" Gözlerime baktı. "Beklemek, seni beklemek benim için sorun değil."

Belli belirsiz tebessüm ettim. "Ya hasta olursan?"

Gözlerindeki merak yerini şaşkınlığa bırakırken bana bakmayı sürdürdü. Siyah gözlerinde birkaç parıltı yakaladım ya da bana öyle geldi. Dudakları iki yana kıvrılırken gülüşü derinleşti. Nefes alıp verdi ve derin nefes alışıyla göğsü şişti.

"Ah Gökşin," diye yakındı. "Beni düşündün." Daha çok gülümsedi. İnanamıyor gibiydi ve buna anlam veremedim. Onu düşünmek çok doğaldı.

Ulaş; o benim için yolumu bulmaktı. Ben bir çıkmaz sokaktaydım. Çıkmaz bir sokakta arkanı dönmedikçe yönü bulamazsın. Bir yön arıyorsan önce sırtını dönmeyi bileceksin. Ve ben korkularımı sırtımı dönmeyi başarmıştım. Yolu bulmuştum. Sanki seneler önce bu yolu kaybetmiştim ve sonunda bulmuştum.

"Gidelim mi?" diye mırıldandığımda kaçışıma engel olmadı.

"Gidelim."

Birkaç basamak merdiveni inip onunla yan yana geldiğimde yürümeye başladık. Ulaş önde ben onun birkaç adım gerisindeydim.

"Benim arabamla gitsek senin için sorun olur mu?"

Sorusuyla ufak bir şaşkınlık geçirdim. Düşünceliydi. Ve bu beni mutlu etti. Direkt arabaya geçmek yerine önce benim fikrimi öğrenmek istedi.

"Hayır, sorun olmaz."

"Gel hadi," derken karşı yola park edilen beyaz araca ilerledik. Kapıyı açmasını beklemedim ama o beni şaşırtıp ön yolcu kapısını açtı. Ufak bir şaşkınlık daha geçirdim. Ben arabaya geçince kapıyı kapatıp önden dolandı ve sürücü koltuğuna geçti.

Arabanın klimasını açarken mahalleden çıktık. Araba anayola çıkınca kemerimi takıp başımı geriye attım. Eve erken gelmiş ve duş alıp uyumuştum ama hâlâ uykum geliyor. Normalde pek uykuyu seven biri değilim fakat iki gündür üzerime hafif bir kırgınlık var. Umarım istemeden sonra hasta olurum eğer istemeye denk gelirse hiç iyi olmaz. Hasta olunca hiç çekilir gibi değilim.

"Şarkı açalım mı?" Göz ucuyla bana bakıp yola döndü.

"Yok, başım şarkı kaldıracak kadar iyi değil."

"Hasta mısın? Yağmurun altında çok durduk üşütüyorsun değil mi?"

"Hasta değilim ama üzerimde kırgınlık var."

Direksiyonu tek eliyle tutarken kırmızı ışıkta durduk. Ulaş bana doğru döndü ve ben daha konuşamadan elini alnıma yaslayıp ateşimi kontrol etti. Kalbim bu hareketiyle hızlandı. Sessizlik bir çığ gibi aramızda büyürken gözlerimi sıkıca yumdum. Dengemi bozuyordu. Ulaş beni alaşağı ediyor. Gözlerimi daha sıkı yumduğumda gülüşü arabada yankılandı. Tek gözümü açtığımda bana bakıp daha çok güldü.

"Hayırdır asi?"

"Ne?"

"Kabul et öylesin."

"Değilim."

"Öylesin."

"Sensin asi, hatta sen tam bir neyse uzatmayacağım."

Yeşil ışık yanınca önüne döndü ama gülüşü daha çok arttı.

"Neyim ben?"

"Öküz."

"Ne?"

"Öküzsün işte."

Kahkaha atarak yola bakmayı sürdürdü. Dudaklarım hafifçe kıvrılırken montuma daha sıkı sarıldım.

"Ne öküzlüğümü gördün Gökşin?"

"Ne mi? Kapıyı omzuma çarpıp özür dilemedin."

"Ne? Sen hâlâ orada mısın? Hem özür diledim."

"Dilemedin," diye direttim. "Aylar geçti üstünden sonra diledin ve bir anlamı kalmadı."

Gülüşü tebessüme döndü. "Haklısın yıldızım." Tatlı iltifatı karşısında dut yemiş bülbüle döndüm. Kalbim tekrar tekrar çarparken başımı ona doğru çevirdim. Gözlerim sert çehresinde gezinirken çatık kaşlarına bakındım. Kalın dudakları gözlerime çarptı ardından keskin bir görünüme sahip burnunu inceledim. Siyah saçları gürdü ve bu da çok hoştu. Ulaş hoş biriydi. Ulaş yakışıklıydı. Ve benim yarın sözlüm olacak.

Yarından sonra ikimiz de aynı yüzükler olacak.

Ulaş ve ben.

Ulaş ve Gökşin.

Asi kız ile ukala oğlan.

Uyumluymuşuz.

Ulaş ve Gökşin.

Loading...
0%