Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm

@kelebeginekseni

 

 

 

17.BÖLÜM

 

İnsan, bir darbe aldıktan sonra da her şeye sıfırdan başlayabiliyormuş. Ben hayatta önce bunu çok küçük yaşlarda öğrendim ve sonra daha güçlü büyüdüm. Yaşadığım her şey beni büyütüp böyle bir insana çevirdi; dışarıdan bakanlar için sessiz, soğuk ve dik başlı; ama içeride hiçbir şey öyle değildi. Mesela sevdiğim herkesin yanında küçük bir kız çocuğu oluyorum. Dilimden dökülen her şey içimdeki çocukluğu dışarı vuruyor. 

İnsanoğlu hayata ağlayarak başlıyor fakat bir ağlayıp beş gülüyoruz. Benim için her şey düzlükten ibaretti. Dümdüzdü. Sadece belirli bir çerçeve içerisinde yaşıyordum. Sonra buraya geldik; benim bütün düzlüğüm yokuşlara döndü. Bir bakkal kapısından aldığım darbeyle her şey değişti ve ben yüz seksen derece döndüm ve yönüm değişti. O vardı şimdi ve bu benim için büyük bir şey; böyle bir şeye dahil olmak belki de hayatımda yaptığın en delice şey ve gerçekten de birdenbire oldu.

Dünden sonra odama geçmiş ve daha çıkmamıştım. Bu hafta kafeye gitmeyeceğim; sanırım biraz buna ihtiyacım var. Artık her şeyle mücadele edemeyeceğimi ve ne yaparsam yapayım akışa müdahale edemeyeceğimi kabullenmiştim. Dışarıdan hayat tozpembe görünüyor olabilir ama hiçbir şey o kadar çocuksu ve saf değil.

“Gök,” diye şakıdı İlknur odamın kapısını açarken. Burada kalmıştı ve ben odama geçtiğimde annemler beraber ikisi evi toparlayıp öyle uyumuştu. Bugün İlknur’da bir tuhaflık vardı ama ben bunu gözlerinden bariz okuyabiliyorum. Anlatmıyor ama içinde kanayan bir noktaya el sürülmüş gibi bir hali var. 

“Sen bana bak bir, Nur,” kolundan tutup onu kendime çevirdiğimde anlamsız bakışlar atmaya başladı ama ifadesini sabit tutamadı. “Anlat,” sustu. O susuyorken bile ben, onun içindeki o yarayı görüyorum. Kanıyor muydu elbette hatta belki de hayatı boyunca o yara kabuk bağlamayacak. 

“Kızı ve oğluyla,” diye mırıldandığında hemen anladım. “Fotoğraflar paylaşmış Gökşin.” Şimdi tam olarak o yaraya ben çıplak elle dokundum. Canı çok yandı. Sanki o yaraya ilk ben tuz basmışım gibi sarsıldı. “Ben yokum. Ben, kabullenmeyen kız çocuğuyum. Beni unutmuş. Gökşin, babam hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Ben onun hayatında bir kara nokta gibiydim ve eninde sonunda silinip iz bırakmadan kayboldum.” Gözleri dolarken başını tavana kaldırdı. 

Bir süre öylece bekledi. Ağlamamak için verdiği o mücadele mağlup oluşuyla son buldu. Titrekçe nefesler alırken yanaklarına düşen yaşlara baktım. Şimdi çekip ona sarılsam daha çok ağlardı ama sarılmama öyle büyük bir tepki verirdi ki, ne yapacağımı bilemez bir halde bekledim. Şimdi; İlknur’un her düşüncesi bir bıçak gibi kafasını oyuyor. Sözler ona artık fayda etmez çünkü o yarayla yüzleşmesi gerekiyor.

“Hiç mi?” Sesi küçük bir kız çocuğunun sesi gibi saf ve pak çıktı. Oturup onunla saatlerce ağlamak istedim. “Sevilecek biri değil miyim? Babam beni niye sevmedi?”

Kelimeler keskindi. Keskin ve acıtıcı. Şimdi onun dilinden düşen her kelime bir cam parçası olup göğsüme saplandı. Benim içim kanla dolarken Fatih amcanın senelerdir vicdanı yoktu. Kızını merhametiyle beraber kapının önüne bırakmış ve bir daha arkasını dönüp bakmamıştı. İlknur onun kanından, canından bir parçaydı ama onu yok sayıyordu. Gözünde bir kızı yoktu.

“Ağlama lütfen Nur’um. Sen benim kız kardeşimsin.”

Başını ağlarken iki yana salladı. “Bu öyle bir şey değil Gökşin,” adımı sadece böyle anlarda keskin ve tok bir tonda dile getirirdi. “Bu çok başka bu konuda empati yapma. Senin de üzülmeni istemiyorum.” Göz pınarları yaşları daha fazla tutamayıp serbest bıraktı. İlknur’un gözlerinden düşen her yaş isyandı. Bir baş kaldırı vardı ama karşı cephe bomboştu.

“Biraz hava almak istiyorum.” Çantasını yatağın üzerinden aldı. “Aklın bende kalmasın birkaç saat sonra Dağhan ile buluşacağım. Lütfen bugünün tadını çıkar akşama eski halime dönerim.”

İçim her bir kelimesiyle daha çok oyuldu ama son sözleri bir yıkım yarattı. Ben o yıkımın altında boynu bükük kaldım. “Deme öyle,” dedim kızarken. “Nur, böyle konuşma. Ben hep senin yanındayım. Burada kal Dağhan geldiğinde gidersin.”

“Kalamam Gök,” sıkıntılı bir haldeydi ve onu daha fazla sıkmak istemiyordum. “Beni biliyorsun; eğer burada durmaya devam edersem canımı daha çok sıkarım. Buna hiç gerek yok.”

Odanın kapısını açtı ve bir adım odanın dışına adım attığı anda seslendim. “Aradığımda açamazsan bile mesaj at.”

Gülümsedi. Nur gülümsedi ama gülüşü hislerden yoksundu. “Tamam.”

İlknur odanın kapısını kapattığı anda yavaşça yatağa uzanıp cenin pozisyonu aldım. Başımı yastığa yaslarken gözlerim elimde kaydı. Elimi kaldırıp yüzüklere bakarken dudaklarımın kıvrılmasına mâni olamadım. Bu alyansın bir diğeri Ulaş’ın parmağında; ben onu yüzükle hayal ederken içim eridi. Bir mum gibi eriyip yok oldum. Dudaklarımdaki tebessüm büyürken telefonum titredi. Elimi yastığın altına uzatıp telefonu aldım ve gelen mesaja baktım.

Ulaş: Günaydın Gökşin, aslında daha erken yazacaktım ama rahatsız etmek istemedim

Kaşlarım çatılırken yüzüm düştü. Biz artık nişanlıyız böyle düşünmesine hiç gerek yok. Düşüncelerimi kelimelere döküp ona mesaj yazdım ve beklemeden direkt gönderdim.

Günaydın, böyle düşünmen biraz beni incitti. Dün parmaklarımıza aynı yüzükler takıldı. Hiçbir şekilde rahatsız olmam ki, öyle bir şey olursa açık açık söylerim

Telefon elimde başka bir uygulamada oyalanırken ondan mesaj bekledim. Çocuk gibi hissediyorum. Sanki sabah bir uyanacağım bayram. Hevesle bayramlık kıyafetlerini giyip sokağa çıkmak isteyen çocuk yanımı zapt etmek çok zordu.

Ulaş: Seni incitmek istemedim güzelim, özür dilerim. Bugün bir planın var mı?

Elimi bu kez tereddüt etmeden kalbime bastırdığımda sadece kelebekler değil içimde bir okyanus yükselmişti. Gök okyanusla çarpışıp beni en yükseğe fırlattı. Ben orada paramparça olup yere düşerken tekrar bir araya toplandım.

Özür dilemene gerek yok ki… Bugün evdeyim, hatta bu hafta ful evdeyim.

Yatağıma iyice sindim. Bütün günü yatakta geçirmek ve dışarı çıkmak arasında ikilem yaşarken telefonuma bildirim düştü.

Ulaş: Dükkandayım, yanıma gelir misin?

Şaşkınlık içerisinde mesaja uzun uzun baktım. Aslında öğlene yakın gitsem hatta yemek yapıp Ali ile ikisine götürsem. Evet, çok mantıklı bir şey. Kesinlikle öğlen onlara yemek yapıp gütmeliyim.

Öğlen yemeği yemeyin, size yemek yapıp öyle yanına geleceğim.

Mesajı gönderdikten sonra başımı yastığa gömüp gülümsedim. Onunla epey yol ilerlemiştik. Geriye dönüp şimdiki ana baktığımda bambaşka bir haldeyiz. Her denk gelişimizde kavga ederken şimdi birbirimize denk gelebilmek için fırsat kolluyoruz. İçim düşüncemle ferahlarken gülümsemem büyüdü.

Ulaş: Zahmet etmene gerek yok. Sen gel, yeter.

Gülüşüm mesaja baktıkça büyüdü. Sen gel yeter demiş. Ben geleyim. Hatta hemen geleyim.

Zahmet olmaz. Birkaç saat sonra görüşürüz.

Mesajı gönderdiğim anda okundu.

Ulaş: Görüşelim güzelim

Kalbim son kelimeyle hızlanırken mesajı yıldızladım. Hatta bana güzelim dediği her mesajı yıldızlamaya başlamıştım. Telefonu yatağa bırakıp ayaklandım. Merdivenleri aşıp aşağı indiğimde oturma odasından sesler geliyordu. Yönüm orasına kaydı ve ilk önce oturma odasına gittim. Nermin teyze gelmişti ama Ulaş’ın ablalarıyla.

“Hoş geldiniz,” derken kapı pervazına yaslandım.

Nermin teyze kocaman bir gülümsemeyle bana döndü. “Hoş bulduk güzel gelinim.

Yüzümde tebessüm utançla kuşanırken başımı eğdim.

Gülce abla sırıtarak konuştu. “Kızı utandırdın anne.”

“Yalan mı dünürüm?” Anneme döndü bu kez. “Gökşin çok güzel maşallah.”

Utandığım için yanaklarım ısındı. Ellerimi birbirine kenetleyip annemin yanındaki boşluğa sindim.

“Sen dinlen diye çağırmadık annem,” annem hemen açıklama gereği hissetmişti. Aslında çağırsa daha iyi olurdu. “Nerminler yeni geldi.”

“Keşke çağırsaydın anne,” diye mırıldandığımda Nermin teyze lafa atıldı. “Biz dedik çağırma kızım. İş, güç, söz derken yorulmuşsundur.”

Nermin teyzeye baktım. “Olur mu öyle şey Nermin teyze,” dediğimde gülüşü azaldı. Anne dememi bekliyor ama hemen anne diyemeyeceğimi anlamaları gerek. Hem sözleneli daha bir gün bile olmadı.

Gülce abla anladığı için annesini uyardı. “Anne,” dedi nazikçe. “Bir gün olmadı sözleneli.”

Annem güldü. “İlahi Nermin, kız bir dur çocuklar birbirine alışsın.”

Nermin teyze hevesli hevesli konuştu. “Valla dünürüm, baharda düğünü yaparız. Bana kalsa hemen yapalım diyorum ama Ulaş yaza dedi.”

Ellerimle oynamaya devam ettim. Şu an konu biziz; ama biz dışında ailemiz hemen kararlara varıyor. Bu konuyu Ulaş ile beraber konuşacağım ve net bir karar vereceğiz. Bana kalırsa nişan istemiyorum. Aile arasında söz oldu; yüzükler takıldı yani büyük nişana hiç gerek yok.

“Anne,” dedim ortamdaki muhabbetten sıyrılıp. “Ben yemek yapıp,” utandım ama yine de cümlemi tamamladım. “Ulaş’ın yanına gideceğim.”

Nermin teyzeler şaşkınlıkla bakarken annem güldü. Bu gülüş çok imalıydı ama hiç oralı olmadım. Kader ablaya baktığımda Gülce abla ile bakışıp gülüşüyorlardı. Nermin teyze kızlarına baktıktan sonra bana döndü. Gözlerinde tuhaf bir hissiyat vardı ama anlayamadım. Rahatsız edici değil aksine sıcak ve samimiydi.

Nermin teyzenin sözleri ortamdaki sessizliği bozdu. “Ulaş evden hiç yemek istemedi.” Gözlerindeki ifadeyi çözdüm. Sanırım benden yemek istediğini düşünüp aramızdaki bu bağa sevindi.

“Benden de istemedi,” dedim hızla. “Ben yapmak istedim. Hem Ali de var biri kardeşim biri,” yutkundum. “Nişanlım.”

Kader abla gülümseyerek bana baktı. “Hep böyle olun güzelim. Mutluluğunuz daim olsun. Hayırlısıyla hayatınız da birleşsin.”

“Teşekkür ederiz abla.”

Nermin teyzenin dolan gözleri dikkatimi çekti. “Gökşin, ilk defa ben dışında biri oğlumu düşündü. Eski nişanlısı bir tas çorba bile götürmedi.”

Nermin teyzenin son sözleri bir bıçak gibi tenime sürttü. Canım bu temasla biraz yandı. Ben bu geçmişin sürekli karşıma çıkmasından hoşlanmadım. Her seferinde Buket ile mi kıyaslanacağım. O Ulaş’ın geçmişinden bir yabancı bense şu an hayatında olan insanım. Geçmiş geçmiştir ve bunu herkesin kabullenmesi gerek.

“Nermin teyze,” dedim ama hem ses tonum değişti hem de yüzüm düştü. “Beni lütfen Ulaş’ın eski nişanlısıyla kıyaslama. Sürekli konunun ona gitmesi beni rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığı bugün son kez yaşamış olayım. Lütfen,” dedim sertçe. “Eski nişanlı konusu bir daha açılmasın.”

Nermin teyze tepkime sessiz kaldı. Pot kırmış gibi oturduğu koltuğa sindi. Gülce abla konuşma gereksinimi duydu. “Gökşin haklı anne,” dedi kaşları çatılırken. “Sen diye o kızı şu an anıyorsun. Şu anda Ulaş kiminle nişanlı,” bana baktı özür diler gibi. “Gökşin var hayatında. Kusura bakma canım.”

“Önemli değil abla. Size iyi oturmalar ben yemek yapacağım.”

Kimseyle daha fazla iletişim kurmadan odadan çıktım. Kendimi mutfağa attığımda o kadar canım sıkkındı ki, hemen yemek yapmaya başladım. Can sıkıntımı alacak tek şey yemek yapmak. Dolaptan tencere çıkardıktan sonra bir kâse mercimek çıkardım ve tencereye boşalttım. Mercimeğin üzerine göz kararı su ekleyip ocağa koyduktan sonra köfte tepsisi çıkardım. Köftelik bulguru iki su bardağı tepsiye koyup bıraktım. Mercimekli köfte yapacağım yanına da salata ve turşu koyarım. Bu kadar yeterli değil gibi bir de pilav yaparım belki köfteyi Ulaş sevmez.

Mercimek belirli kıvama gelince onu bulgurun üzerine yavaş yavaş döktüm. Bulguru ıslayıp kenara bıraktıktan sonra salata yapmaya başladım. Salatayı hazırladıktan sonra pilav yapmaya koyuldum. Pilav ocaktayken biraz dinlenmek için masaya yöneldim ve sandalye çekip oturdum. Nermin teyzeye çok mu tepki verdim diye düşünüyorum ama yersiz değildi. Artık o meselenin kökten kapanması lazım. Sürekli geriye dönülmesi bir süre sonra bizim aramızda sorun yaratabilir. Sorunlar konuşulmazsa daha ileriye taşınır. Ben bunu istemiyorum. Yani bugünkü tepkim yeterli düzeydeydi.

Yemekleri hazırladıktan sonra kaplara koydum. Ayranı da cam şişeye boşalttıktan sonra kapları ve şişeyi büyük bir poşete koyup masanın üzerine bıraktım. Hızlıca odama geçince elbise dolabının karşısına dikildim. Ne giyeceğimi düşünürken gözlerim bordo rengi triko elbiseme kaydı. Onu askıdan çıkarıp giyindim. Çoraplarımı giydikten sonra aynanın karşısında saçlarımı tarayıp sıkı bir atkuyruğu yaptım. Makyaj yapmak için masama ilerledim ve birkaç şeyi yüzüme sürdükten sonra montumu giyerek odamdan çıktım. Alta indiğimde mutfakta Gülce abla ile karşılaştım.

“Gökşin,” dedi beni görünce. Gözleri beni süzdükten sonra gülümsedi. “Ne güzel olmuşsun.”

“Teşekkür ederim abla.”

Sanki benimle konuşmak ister gibi bir hali var. Ve suyunu içip bana doğru döndü. “Gökşin,” diye konuşmayı en sonunda başlattı. “Annemin söylediklerine kızdığının farkındayım. Onun adına özür dilerim canım. Emin ol eve gidince tekrar bu konuyu konuşacağım ve bir daha bahsi dahi açılmayacak.”

Mahcup hissettim. Gülce ablalık bir şey değildi ve onun özür dilemesi beni mahcup hissettirdi. “Sorun değil abla. Keşke özür dilemeseydin; kapattım o mevzuyu ben ama rahatsız olduğumu gizlemeyeceğim. Ulaş benim yerimde olsaydı emin ol daha çok rahatsız olurdu.”

“Biliyorum canım, annem biraz şey işte anladın sen.”

İkimiz de gülümsedik.

“Yemekleri hazırladın sanırım?” Gözleri masanın üzerindeki poşete kaydı.

“Evet abla, mercimek köftesi, pirinç pilavı ve salata yaptım. Umarım Ulaş sever.”

Gülce abla tebessüm etti. Ulaş’a yemek yapmış olmam çok hoşuna gitti. “Sever,” diye mırıldandı. “Yemek pek seçmez ama,” güldü ama bu gülüşü sanki bir şeyi hatırlamış gibiydi. “Mantar aşırı sever. Her gün yese bıkmaz.”

“Biliyorum,” derken utangaçlık bir kez daha üzerime sindi. “Söylemişti.”

“Ay,” dedi Gülce abla. “Bende seni tuttum. Hadi git sen, selam söylersin.”

Poşeti sıkıca tuttum. “Size de ayıp oldu böyle ama söz yarın telafi edeceğim.”

Bana kaşlarını çatarak baktı. “Ne ayıbı güzelim, hiç ayıp falan olmadı. Siz taze sözlülersiniz vakit geçirin.”

Gülce ablaya veda ettikten sonra kısa botlarımı giyinip evden çıktım. Kaldırımdan usul usul yürürken etrafa bakınıp duruyordum. Dükkân hemen sokağın başındaydı. Yağmur azar azar ciselerken evlerinden altından gidiyordum. Dükkâna yaklaştığımda içeride iki tane kadın vardı. Ofladım ve sakin oldum. Ulaş gün içinde eminim birçok kadınla iletişim kuruyor ve onun işi bu; esnaf olduğu için garipsenmez.

Dükkâna girdiğimde Ulaş’ın gözleri beni buldu ve hafifçe gülümsedi. Kadınlardan biri konuşurken diğeri bana baktı. Kadının gözleri üzerimdeyken Ali başını kaldırıp bana gülümsedi.

“Abla,” dedi şaşırmıştı. “Hoş geldin.”

“Hoş buldum ablacım,” elimdeki poşeti küçük masanın üzerine bıraktım. “Size yemek yaptım.”

“Ooo,” dedi Ali abartılı bir sesle. “Ellerine sağlık ablam. Kesin çok sevdiğim bir şey.”

Kıkırdadım ve sesim biraz yüksek çıktı. “Mercimek köftesi ve salata.”

“Sen bir tanesin Gökşincim.”

Gülümseyerek Ali’nin yanağındaki talaşı silkeledim. “Zevzek.”

“Bana kalırsa bu kumaş daha kullanışlı,” Ulaş’ın sesiyle ona döndüm. Kadınlara karteladan kumaş gösteriyordu. Biri neredeyse kırklı yaşlardayken diğeri genç kızdı. Gözlerim genç kızın üzerindeyken derin bir nefes aldım. Kız Ulaş’a yaklaşınca kaşlarımın çatılmasına engel olmadım. Kumaşa bakmak için yaklaşmıştı ama içimde sağa sola çarpan bu hissiyatı bastıramadım.

“Bence dediği gibi bu olsun anne.”

Aman diye söylendim kendi içimde; bunu kıskanmak saçma. Evet, kesinlikle bu an kıskançlığın hiç sırası değil. Her şey bir kenara bu evreye geldiğime göre Ulaş’ı fazlasıyla benimsemişim. Onu kıskanmak demek bir şeyler hissetmek demek. Aramızdakilerin çıkışı sevgi ve bunu hissediyorum. İçimde ona karşı sevgi var. Onu düşünüyorum.

Kadın kartelayı aldığında bana baktı ve sıcak bir gülümseme sundu. “Hoş geldin güzelim.” İçim eridi. Resmen karşısında içim eridi.

“Hoş buldum, yemek getirdim işin uzun sürer mi?” Gözlerimi kadınla kızına çevirdim. Kız önce Ulaş’a ardından bana baktı. Ellerimizdeki yüzükler umarım dikkat çekmiştir.

“Çok bir şey kalmadı. Hanımefendi kumaşı beğensin yanına geleceğim.”

Gülümserken başım yavaşça sağ omzuma eğildi ve tatlı tatlı gülümsedim. Ulaş’ın gözleri gözlerimde gezindi ve bu halime bakıp gülümsedi. Bakışları kaçamak bir şekilde üzerimde gezindi. Dudakları aralanacağı anda kadın konuştu. Kadına ters bir bakış atmaktan geri kalmadım.

“Tamam o zaman.”

“Ne zaman başlarsın?”

“Yani bu hafta elimde epey iş var. Önümüzdeki hafta başlarım hafta sonuna kalmadan biter.”

“Tamam o zaman. Ücretin yarısını bu hafta diğer yarısını teslim ettiğinde veririm.”

“Tamam.”

“Kolay gelsin.”

Kadın ile kızı dükkândan çıkınca Ulaş kartelayı köşeye diğerlerinin yanına asıp bana doğru geldi. Attığı her adımda kalbim sarsıldı. Heyecanlandım. Kalbimi yavaş yavaş sarmaya başladığını hissediyorum. Onun benim yanımda bir değeri olduğunu onunla aynı masaya oturduğum anda hissettim. Bilmiyorum ama Ulaş’a yaklaşmak hem zor hem d kolaydı. Ona çekiliyordum ve bunun bilincine ona çekildiğimde fark ettim.

“Güzel olmuşsun,” dedi yanımda durduğunda. Ali’ye kısa bir bakış attı. “Ellerine sağlık.”

“Afiyet olsun, hadi soğutmadan yemeye başlayın.”

Küçük masayı ortaya çekti ve ufak tabureleri yaklaştırdı. “Sen?” diye sorduğunda midemdeki kelebekler kanatlandı. Vücudum ısınırken; Ulaş’ın beni düşünmesi kalbimde ona bir yer daha açtı. Gittikçe kalbimi kaplıyordu.

“Ben atıştırdım. Bunları size yaptım.”

Poşeti açıp kapları masaya koydum. Çatal ve kaşıkları çıkardığımda Ali’de elini yıkayıp geldi. Ben bir köşede onları izlerken, Ulaş yemek kaplarının kapağını açıp kenara bıraktı.

“Umarım seversin,” diye mırıldandığımda gülümsedi. “Sen yaptın. Kesinlikle severim.” Ali hafifçe öksürdüğünde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ulaş ise gülmüş ve kaşığını eline almıştı.

Onlar yemek yerken onları izledim. Ali işle ilgili bir şeyler söylerken Ulaş cevaplıyordu. Onların anlaştığını görmek hoşuma gitti. Ali zaten Ulaş’ı seviyordu. Evde birçok kez onun adı geçti ve babamda onları seviyor. Tekin abiyi çok sevdiğini birçok kez dile getirmişti. Gözlerim salatayı kaşıklayan Ulaş’ın üzerindeydi. Pilavdan sadece birkaç kaşık almıştı ama mercimek köftesinden bolca yedi. Sevmişti.

 

🌠 

 

 

 

İlknur

Kimsesizlik içimde bir kalıp bulmuş ve kendini oraya gizlemişti. Tek başıma okudum. Ben ne yaptıysam tek başıma yaptım; içimdeki o yalnızlık büyüyüp benimle beraber kök saldı. Şimdi, birinin bana el uzatması içimdeki kimsesizliği çekip alamaz. Bu Dağhan bile olsa oradaki o kimsesizlik hissi aşılacak kadar az değil ve bende aşacak kadar dirayetli değilim. 

Belki eskiye nazaran çok daha iyi ve mutluyum ama benim bir babam vardı. Benim babam vardı ama sadece vardı işte; onun varlığı da yokluğu da aynıydı. Bir kere olsun bana nasılsın demedi. Tüm hayatım boyunca kendi ihtiyaçlarımı kendim karşıladım; ama bir kez olsun bana bir şey ister misin bile demedi. Yoktu. Annem gitti ailem dağıldı. Kimsesiz oldum. Ufacık bir çocuktum; ben çocuk kalamadım. Annem öldüğü gün büyüdüm. Kocaman bir kız oldum. 

Ben hep benden esirgenen o sevginin başkalarına bol bol sunuluşunu bir telefon ekranından izledim. Anne olsun istemedim ama en azından babam baba, o kadın da abla olsun istedim ama hiçbir şey olamadılar. Şimdi iki çocuğu olan babamın keyfime diyecek yok. Ailesiyle o kadar mutlu ki, ben bunu sadece ekrandan görüyorum. O mutlu tabloda hiç yerim olmadı fakat içten içe isterdim. Onlar evladıydı da ben neyiydim. Bende onun kanındanım. Bende onun kızıyım. 

Yakalarıma yapışan kimsesizliği hiçbir şekilde atamadım.

Adımlarım mezarlıkta son bulunca titrek bir nefes aldım. Ciğerlerimi dolduran bu nefes canımı yaktı. Bu toprağın altında yatan kadın benim annem. Annem ölümsüz olsun isterdim. Şimdi; tam şu anda annemin yanımda olmasını o kadar çok isterdim ki, ama ne annem yanımda olabilir ne de ben onun yanına gidebilirim. Böyle bir kenarda toprağına sarılıp, sadece toprağını öpebilirim.

“Anne,” gözlerim bu anı bekler gibi hemen dolup taştı. İçimdeki nehir taştı ve dışa vurdu. Gözyaşlarım sel olup düştü. Annemin toprağı yaşlarımla ıslandı. “Anne benim sana çok ihtiyacım var.” Hıçkırıklarla ağladım. Annemin toprağını avuçlayıp öptüğümde kalbim sızladı. İçim bu anla o kadar çok acıdı ki, ölüm gelse korkmazdım.

“Biliyorum anne,” burnumu çektim. “Yanıma gelemezsin ama bir yerlerde beni izliyorsun. Ben mutluyum.” Değilim anne. Ben sen yoksun diye hiç mutlu değilim. “Babam daha çok mutlu.” Mutlu olmasın istedim anne. Seni buraya koyduk ya onu da seninle beraber buraya gömdüm. “Herkes mutlu ama sen yanımda ol isterdim.” Toprağını bir kez daha öptükten sonra başımı mezar taşına yasladım.

Eğer bir gün düşersem yaslanacağım tek duvar sensin, anne. Yaslanabileceğim tek dayanak sensin. Senin yokluğun bir mum gibi göğsümde; her geçen gün göğsümdeki mumlar ateşle eriyip beni yakıyor.

“Ben sana bir haber vermeye geldim anne.” Gülümsedim ama yine gözyaşlarım aktı. “Gökşin nişanlandı.” Annem Gökşin’i çok severdi. Her zaman ikimizin saçlarını tarayıp örerdi. Sema teyze de annem gibiydi. Annemle de çok yakındı. Babam şehir dışına çıktığında uyuyana kadar annemle kalırdı. Annem fenalaştığında bana çok kez bakmıştı.

“Anne,” dedim içli içli. Anne demeye o kadar muhtaçtım ki, burada on kelimemden dokuzu anne oluyordu. “Kızında nişanlanacak. Hani yanına geldiğim biri vardı.” Dağhan’ı düşünmek kalbimi hızlandırdı. Onun aşkı yanaklarıma gülümseme oldu. “Dağhan beni gerçekten seviyor.” Yine ağladım. “Bende onu çok seviyorum, anne.”

Kenara bıraktığım su bidonlarına yaklaştım. Biriyle mezar taşını güzelce yıkayıp temizledim diğerini ise annemin toprağına döktüm. Annemin toprağında çıkan otları temizledikten sonra açan çiçekleri kokladım. Her geldiğimde çiçek ekiyordum bu yüzden toprağın üzerinde birçok çeşit çiçek vardı. Çiçek ekecek alan kalmamıştı. Yüzüm güldü. Annemi o kadar çok özledim ki, şimdi bir ölü olup anneme sarılmak istedim.

Annemin yaşamasını hep istedim. Annemin gelmeyeceğini anneannem söylemişti. Şimdi onu kaybetmekten çok korkuyorum. Anneannem tek değildi. Dayımlarla kalıyor tabi ara sıra gelip benimle de kalıyor ama dayım pek hoşnut kalmıyor. Küçüklüğümden beri dayım babamdan nefret ettiği için beni de pek sevmezdi. Kötü davranmazdı ama sevmediğini belli ediyordu. Zaten onun yüzünden ayrı eve çıkmıştım.

“Dayım beni babamdan yüzünden hiç sevmedi.” Ama lise zamanında bazen bir köşede oturduğumda bana bakardı ve gözleri dolardı. Hele en son yanlarına gittiğimde ağlayıp odasına kapanmıştı. “Ama sana benzediğim için hep ağlıyor.” Gülümsedim. Gülümsemem acıyla doldu. Aynaya bakınca bende ağlamaya başlıyorum. Ne zaman aynaya baksan annem aklıma geliyor. Gerçekten anneme çok benziyorum. İyi ki anneme benziyorum.

“Seni çok seviyorum anne.” Mezar taşını kokusunu alır gibi öptüm. “İyi ki benim annemsin.” Bir damla daha aktı. Annemin mezar taşı benim yaşlarımdan nasibini aldı. Ciğerim kor kor yandı. “Görüşürüz annelerin en güzeli.”

Ayağa kalkıp son kez anneme baktım. Son kez anneme baktığımda ufacık bir çocuktum.

 

🌠 

Kader telefonun başında öylece eşinden arama bekliyordu. Halit mesaj atıp görüntülü arayacağını söylemişti. Araları daha düzelmemişti ve bu durum ikisini de üzüyordu. Halit arada kalmış bir haldeydi ama emin olduğu tek şey ailesini çok özlediğiydi. Kader’de çocukları da burnunda tütüyordu ve bir planı vardı. Daha fazla ailesinden uzakta durmak istemiyordu.

Kader telefona bakarken iç çekti ve gözleri doldu. Halit ile en son üniversiteden sonra bu kadar uzak kalmıştı ama sonra evlendiler ve o mesafe kapandı. Şimdi bu kadar uzak kalmaları Kader’e dokunuyordu. Aklına bir sürü düşünce gelip canını sıkıyordu. Kader yine düşüncelerinde boğulurken gözünden yaş düştü ve aynı anda telefonu çaldı. Ellerinin tersiyle yanaklarını silerken telefonu açtı.

Halit, ekranda görününce Kader onunla uzun bir zamandan sonra ilk kez karşılaşmış gibi heyecanlandı. Telefon ekranında ona gülümseyen kocasına bakarken kalbi daha çok hızlandı. Yüzü güldü. Bahar gelmişti Kader’in yüreğindeki bahçeye; Halit onun baharıydı.

“Kader’im,” dedi içten. “Nasılsın?”

Kader sessiz bir iç çekti. “İyiyim, sen nasılsın?”

Halit ince bakışlarla karısının yüzünü inceledi. “İyiyim, ağlamışsın.”

Kader yutkundu. Halit’in anlayacağını elbette anlamıştı. Halit hep anlardı. En dalgın anlarında bile Kader’deki en ufak değişiklik dikkatini çekerdi. “Gözlerim doldu,” diye mırıldandığında Halit’in kaşları çatıldı. “Dolmasın o bakmaya doyamadığım gözler. Dikkat et kendine Kader’im.”

Kader, Halit ile bir an önce barışmak istiyordu. Bu küslük çok uzamıştı ama elinde değildi. Kaynanası ve görümceleri canını sıkıyordu ve bunu Halit’e yansıtmayı sevmese de elinde değildi. Eni sonu kavga ediyorlardı. Kader kocasına bakmaya dalmışken Selin odaya girdi. Koşarak annesine yaklaşıp sarıldığında, telefon ekranında babasını görüp çığlık attı.

“Babacığım,” diye konuştu. “Seni çok özledim.”

Halit kızına kocaman gülümsedi. Şimdi ikizlere sıkıca sarılıp öpmek vardı diye söylendi. Kızlarıyla konuştuktan sonra oğluyla konuştu. Üç çocuğu da Kader’in yanındaydı. Karısına ve çocuklarına bakıp iç çekti. Ailesinin ondan uzakta olması kanına dokundu. Kader oraya gitmek istemiyordu ve bunu açık açık söylemişti. Halit bir haftadır ev bakıyordu. Kader’e sürpriz yapmak istiyordu. Evi oraya taşıyacaktı ve Kader’in bundan hiç haberi yoktu.

“Kapatıyorum,” diyen Kader’i izlemeyi sürdürdü.

“Yok yavrum,” dedi karısına bakmaya devam ederken. “Seni seviyorum.”

Kader gülümseyerek başını başka yöne çevirdi ama içi bir cümleyle eridi.

“Sen,” diye sürdürdü konuşmayı Halit. “Bir şey demeyecek misin?” Kader’in bir kelimesine dahi hasretti.

“Bende,” diye mırıldandı. “Bende seni seviyorum.”

Halit rahat bir nefes alarak sırtını koltuğa yasladı. “Görüşürüz.” diyen Kader’e öpücük attı. “Görüşürüz, güzel karım.” Kader gülmek için hemen telefonu kapattı ve kocaman güldü. Telefonu yeni aşıklar gibi sıkıca göğsüne bastırdı.

Loading...
0%