Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@kelebeginekseni

Ellerimi montumun cebine sıkıştırıp yürümeye devam ettim. Aralık ayının ilk haftasındayız ve hava aşırı derecede soğuk. Yağmur yok fakat onun yerine kuru soğuklar var. Kaldırımda attığım her adımla yüzüme çarpan rüzgardan dolayı üşüyordum ama bu hoşuma da gidiyor. Yüzüme ufak bir tebessüm konarken durdum. Gözlerim yolun kenarında duran Sevda ile kesişince gülümsedim. O kadar tez canlı bir insan ki, onu görüp de tebessüm etmemek çok zor.

“Gökşin,” Sevda ellerindeki poşetleri açtığı kapıdan içeriye bırakmaya devam etti. “Nasılsın?” Derin bir nefes alırken nasıl olduğum kafamda dönüp durdu. Mutluyum. Her şey fazlasıyla güzel ilerliyor.

“İyiyim Sevda, sen nasılsın?”

Poşetlerin hepsini kapıdan içeriye bıraktıktan sonra bana döndü. Yüzünde yine sıcak bir gülüş belirirken konuştu. “İyiyim bende. Pazara gidip geldim.”

“İyi yapmışsın,” derken aramızdaki mesafeyi kapattım. Şimdi karşı karşıyayız.

“Gelsene,” aralık olan kapıyı açtı. “Bir kahve içelim.”

Kararsızlıkla kapıda kaldım. Aslında gitsem benim içinde iyi olabilir. “Olur. Bugün izin günüm.”

Gülümsedi. “Ona ne şüphe canım. Seni anca izin günlerinde görüyorum.”

İmasıyla tebessüm ettim. İzin günümde dahi kafeye giderdim ama Meltem bu konuda biraz azarladı. Yeter artık, kendine de zaman ayır derken fazlasıyla haklı olduğunu rutinlerden sıyrılınca anladım. Bir durup, kendime de zaman ayırmam gerektiğini en sonunda anlamıştım. Hayat bir yerden sonra rutinleşince bunalıyor insan ve ben artık bunalmak istemiyorum. Temiz bir zihin yapısıyla ilerlemek istiyorum.

“Ee,” dedi içeriye geçtiğimizde. “Nişanlılık nasıl gidiyor?” Yaklaşık iki haftadır herkesten duyduğum o rutinleşen soru. “Güzel gidiyor. Ulaş ile epey bir yol katettik. Ben, buna gerçekten şaşırıyorum.”

Poşetleri ona yardım edip mutfağa taşıdık. “Daha çok vakit geçirip birbirinizi tanırsınız. Tatlı telaşlar.” Poşetleri teker teker dolaba yerleştirirken masaya yöneldim ve sandalye çekip oturdum.

Dudaklarıma hafif bir tebessüm kondu. “Hala tuhafıma gidiyor.”

Kısık bir sesle söylediklerime sesli güldü. “Alışmak biraz zaman alır.” Omzunun üzerinden dönüp bana baktı. Hala gülümsüyordu. “Hadi sana benim açımdan çok güzel bir haber vermek istiyorum.”

Gözlerim heyecanla büyüdü. “Ay,” diye yükseldim. “Çabuk söyle.”

Kocaman bir gülüşle bana döndü. Yüzündeki o gülümseme çok şey ifade ediyordu. Sıcak kanlıydı ve bunu Sevda’ya bakarken bile insan fark ediyor. Her şey bir yana neşesi insanı kendine çekiyor. Onun bu hali beni onunla daha çok sohbet etmeye itiyor. İlknur’da tıpkı Sevda gibi aşırı pozitif ama aralarında fark var.

“Hamileyim.”

Tek kelime. Hamile. Şaşkınlığım yüzümde kahkahaya döndü. Hızla oturduğum yerden kalktığımda ikimiz de kırk yıllık arkadaş gibi birbirimize sarıldık. “Tebrik ederim. Çok sevindim.”

Sevda bana sıkı sıkı sarıldı. “Çok teşekkür ederim, Gökşin. O kadar mutluyum ki, çok istiyordum. Bir bebeğin annesi olacak olmak beni çok mutlu hissettiriyor.”

Geriye çekildiğimde sıcak bir ifadeyle karşı karşıyaydım. “Allah sağlıklı bir şekilde kucağına almayı nasip etsin. Sizin adınıza çok sevindim.”

Sevda, gözleri dolu bir şekilde bana bakarken benimde gözlerim doldu. Sevgi, bir dağ gibiydi onun hayatında. Sanki Ömer abiye olan sevgisi bir dağ olmuştu ve Sevda’da o dağa sırtını rahatça yaslamıştı. İkisine bakarken bariz saf bir sevgiyi gözlerimle görebiliyorum. İnsan aşık olmaktan önce sevmeyi bilmeli ve Ömer abi sevmeyi biliyor. Belki birbirlerine ilk başta aşık olmadılar ama birbirlerini seviyorlar ve bu her şeyden önemli.

Birine aşık olmaktan önce onu, olduğu o haliyle sevmeyi öğrenmek gerekiyor. Bana göre birini sevdikten sonra da aşık olunur. Ama en önemlisi anlaşılmaktır. Karşındaki insanın sizi anlıyor olması güzel bir lütuf.

Sevda ile kahve içerken sessizdik. Onun yüzünde sıcak ve mutlu olduğunu belli eden bir gülümseme vardı. Benimde ondan farklı bir halim yok. Bende gülümsüyordum. Gözlerim parmağımdaki yüzüklerdeyken içimde kök salan o sevginin ağındaydım. Biliyorum. Bilmekten önce ben bunu hissediyorum. Onunla karşı karşıya gelmek bile vücudumu bir heyecan dalgasıyla sarıp sarmalıyordu. Şimdi ise bundan daha beter haldeyim. Heyecanım bir okyanus gibi taşıp dışarıya vuruyor. Ben bu duygular arasında kayboluyorum.

“Nişan ne zaman, Gökşin?”

Kahvemden bir yudum daha aldım. Yutkunduktan sonra gözlerim Sevda’nın gözleriyle kesişti. “Bana kalırsa büyük nişana hiç gerek yok.”

Kaşlarını havalandıran Sevda’nın yüzünde tek bir soru cümlesi vardı: Emin misin Gökşin? Ve evet, bunda kararım net. Tabi tek başıma bu kararı almak istemiyorum. Annemlere ve Ulaş’a danışıp öyle karar vermek daha doğru. Buna tek başıma bir karar almak istemiyorum.

Sevda ile birkaç saat daha vakit geçirdikten sonra ona veda edip yürüyüşüme kaldığım yerden devam ettim. Aklımda bir sürü şey dönerken, gözlerimin önüne bir çift göz gelince sanki zaman o anda duruyordu. Düşünmeden duramıyorum. Sanki bir hareket gibi benim için ve ben sürekli o hareketle karşı karşıyayım. Elimi oynatmak gibi ya da gözlerimi açmak gibi şeyler. Kendimi durduramıyorum. Ona gidiyorum. Dönüp dolaşıp yine ona gidiyorum. O kadar sokak gezip durdum ve yine hepsi onun olduğu yere çıktı.

Dükkanın önünde durdum. Gözlerim camın ardındaki haline kaydı. Çalışıyor. Ona bakarken yanına yaklaşan Ali ile göz göze geldim. Burada ne işin var abla? Der gibi başını salladı. Hafifçe bir tebessüm dudaklarıma sinerken omuz silktim. Bilmiyorum ama buraya gelmezsem duramayacak gibiydim. Geldim. Buraya geldim. Gelip onu gördüm. Bu soğuk havaya rağmen alnıma biriken terleri elinin tersiyle sildi. Yüzü hafif kırışınca yutkundum. Elindeki makinayı koltuğun üzerine bıraktı. Yan duruyordu ve çatılan kaşları dikkatimi çekti. Sanki varlığımı hissetmiş gibi hızla bana döndü.

Gözlerim kaçamayacağım gözleriyle kesişti. İçimdeki bahçe baharla şenlendi. Gözleri bana uzunca baktı. Gözlerim gözlerinden kopamadı. Camın ardında ben, içeride ise o vardı. Bir dünyadayız; dünyanın içinde o dışında ise ben. Varlığı beni içeriye doğru yoğun bir güçle çekip duruyor.

Ben hiç kıpırdamadan dururken o hareketlendi. Kapıyı açıp bana doğru geldiğinde kalbim göğsümde atmaya başladı. Varlığını unuttuğum kalbim şiddetle atmaya başlamıştı. Şimdi karşı karşıyayız. Ben içeriye girmeyince o dışarıya çıktı. Ben onun dünyasına girmedim ama o kendi dünyasından çıkıp bana geldi.

“Gökşin,” sesinde tuhaf bir tını vardı. Sanki hem mutlu hem şaşkın. “İçeriye neden gelmedin? Hava çok soğuk.”

Gözlerim o kadar ona endeksliydi ki, ne derse desin sabittim. “Bilmem.” Bilmiyorum. Ama buraya gelmezsem duramayacak gibiydim. “Yürüyüş yapıyordum, geçerken öyle.”

Anladım der gibi başını salladı. “İçeriye gelmek ister misin?”

Gözlerimi zorlukla üzerinden çekip içeriye baktım. Ali çalışıyordu. Ve eminim eve geldiğinde buraya neden geldiğimi soracaktı. “Yok, rahatsız etmek istemiyorum. Çalışıyorsunuz.”

Ben gülümsedim ama o kaşlarını çattı. “Senden rahatsız olmuyorum güzelim,” yönünü dükkana çevirdi. “Hadi gel, üşümüşsündür çay içeriz. Bizde mola vermiş oluruz.”

“Ulaş,” dedim itiraz etmek için ama beni duymadı bildiğini okudu. “Gel hadi.”

Pıtı pıtı adımlarla ardından ilerledim. Yönümü kaybetmiş gibi her seferinde onun gerisinde yürüyorum. Rotam sanki onun birkaç adım gerisi ve ben onun gerisindeyken yolumu bulmuş gibiyim. Rotam onun olduğu yerlerdi.

Dükkana girdiğimde Ali ile göz göze geldik. Kaşları çatılırken sorgular gibiydi. “Abla,” kaşları merakla havalanadı. “Hayırdır?”

Hafifçe öksürdüm konuşabilmek için. “Yürüş yapıyordum, buradan geçince bir uğramak istedim.”

“İyi bakalım.”

Ali geri işine döndü ve bende Ulaş’a. İçeriye girmek istemiyordum. Ali’nin beni sürekli burada görmesi hoşuma gitmiyor ama bir süre sonra hep buraya geleceğimden habersiz. Şu kapıdan belki de bir gün bambaşka bir sıfatla gireceğim.

Ulaş çay bardağını uzatıp gülümsediğinde içimde bir yere dokundu. Kalbim onun gülüşüyle sıcacık olurken elim titredi. “Teşekkür ederim.” Çay bardağını sıkıca tuttum. Sanki elim biraz gevşerse parmaklarımın arasından kayıp düşecek. Heyecanlanıyorum. Bana bir kere gülümsemesiyle ellerim titredi. Küçük bir çocuk gibi sevinçliyim.

“Şuraya oturabilirsin Gökşin.” Sandalyeyi bana getirip oturmam için bıraktı. Tebessümle sandalyeye oturdum. Üşüyordum. İçerisi soğuk ve ısıtıcı yok. Gözlerim dükkanda gezinirken dudaklarım kıvrıldı. Buranın her bir köşesinde Ulaş’ın büyük bir emeği var. Kendi çalışıp çabalamış ve buraya sahip olmuş. Annem ve Nermin teyzenin bir sohbetinde denk gelmiştim.

“Nasılsın?” Bütün düşüncelerim onun tek bir sorusuyla uçup gitti ve sadece ona döndüm.

“İyiyim, sen nasılsın?” Çayımdan birkaç yudum içtim. Gözleri ortadaki küçük masaya kaydı ve üzerindeki çay bardağını uzanıp aldı. Çayı yarılanmıştı.

“Çok şükür.” Çayı birkaç yudumla içip masaya bıraktı. “Kafeye gitmedin mi?”

Başımı usulca iki yana salladım. “Kendime zaman ayırmak istedim.”

Gözleri gözlerime dokundu. Kalbimde bir fırtına koptu. İçimde onun tek bir bakışıyla okyanus şaha kalktı. Derin bir nefes alırken içerideki tahta kokusu burnuma çaldı. Nefes almak istedim. Ulaş bana böyle bakıyorken nefes almak çok zor gibime geldi.

“İyi yapmışsın.”

Bu kez benim gözlerim onun parmaklarına kaydı. Aradığım şey iki elinde de yoktu. Kalbim bu kez korkuyla titredi. Yüzüğünü takmamıştı. Gözlerim donuklaşırken yüzümdeki o keyifli ifade yerini hissiz bir bakışa bıraktı. Kırıldım. İliklerime kadar kırıldığımı hissettim. Nefesimi bu kez bu kesti. Gözlerim dolmak için sebep ararken yutkunarak nefeslendim. Elimdeki çay bardağını masaya bıraktıktan sonra ayağa kalktım. Ani kalkışımla şaşırıp kaldı.

“Gökşin,” o da ayaklandı. “Ne oldu?”

Gözlerimi kaçırdım. “İşim vardı. Gitmem gerekiyor.” Hiçbir şey söylemeden hızlıca kendimi dükkanın dışında attım. Soğuk hava kapıyı açmamla yüzüme vurmuş ve keskin soğu hissetmemi sağladı.

Saçlarım rüzgardan dolayı dağılırken düşüncelerim bir kurt gibi beynime sızdı. Kalbim telaşla çarpmaya devam ederken hızlı adımlarla yürüyordum. Nereye gideceğimi bilmiyorum ama bir yere gitmezsem duramazdım. Oradan kaçmazsam duramazdım. Parmaklarına baktıkça canım yandı. Bir yüzüğü takmak bu kadar zor mu sahiden?

Gözlerim dolarken kendimi tutamadım. Birkaç damla yanağıma düştüğü anda hırsla sildim. Mahalleden çıktığım anda cebimdeki telefon çalmaya başladı. Elimi cebime atıp telefonu çıkardığımda ekranda beliren isim beni şaşırttı.

Ulaş arıyor...

Telefonun sesini kapatıp cebime koyduktan sonra hızlı adımlarla yürümeye devam ettim. Bir sızı gelip yüreğimde baş köşeye kuruldu. Boğazıma dizilen düğümler yutkunmama engel olurken ağlamak istiyordum. Ağlayıp yutkunmak.

Söylediğim ya da söyleyemediğim cümlelerin arasında nefesim boğazıma dizildi. Bir korkak gibi kaçmak gururuma dokunurken gözyaşlarım hızla süzüldü. İçimde gizlemeye çalıştığım kırgınlık birden bire filizlenip boy verdi. Dişlerimi sıkıp kendime gelmeye çalıştım. Bir yüzük için kendimi düşürdüğüm bu hal beni daha çok kızdırdı.

Üzülmek istemiyorum. Hala geçmişine takılı kalan bir adamla aynı hayatı paylaşmak sırtıma yük olur. Kalbim bu yükü sırtlanamayacak kadar güçsüz.

Durakta durup otobüsü beklerken gözyaşlarım akmayı bırakmıştı. Kafeye giden otobüse bindikten sonra bir köşeye sinip akan yolu seyrettim. Limanımdaki bütün gemileri ateşe vermek istiyorum. Elimdeki çakmakla gemilerin beklediği o limanı dahi yakmak istiyorum. O benim yönüm olmuşken yanlış yola sapmış olmaktan çok korkuyorum. Kalp kırıklığı yaşamak istemiyorum.

Kafeye girdiğim anda Meltem ile göz göze geldik. Kaşları çatılırken siparişi masaya bırakıp bana doğru yaklaştı. Meltem bana yaklaştıkça içimde kırgınlık gözler önüne serildi. Gözlerim tekrar dolarken gözlerimi kapatıp bir süre kapıda durdum.

“Gökşin,” kaşları çatıktı ve bu halimi sorgulamaya başladı. “Neden ağladın? Bugün gelmeyecektin..”

Omuz silktim. “Gelesim tuttu.”

İnanmadı. Şüpheli bakışları yüzümde gezindi. “Sen gel bir arka tarafa.” Kolumdan tutup kendiyle beraber ilerletti. Odama girdiğimizde kolumu bıraktı.

“Ne oldu?”

Alt dudağım ufak bir bebeğinki gibi titredi. “Unutmamış. O kızı unutmamış. Yüzüğünü,” dudaklarımdan bir hıçkırık koptu. “Takmamıştı. Yüzüğü parmağında yoktu.” Gözyaşlarım sicim sicim dökülürken içimde fırtınalar kopuyordu. Bir girdap gibiydi her şey ve ben bu girdapta kayboluyorum.

“Bunu daha önce konuşmadınız mı?”

Burnumu çektim. “Konuştuk. Unuttum dedi. Unuttuysa yüzüğünü neden takmıyor?” Gözlerim hala yaşlıydı.

“Çalışıyor diye takmamış olabilir.”

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. “Yüzük ona zorluk çıkaracak bir şey değil ki, Meltem. Bir yüzük. Sadece bir yüzük.” Gözyaşlarım süzülürken kendimi koltuğa attım. Başımı ellerimin arasına aldığımda karşıma dikildi.

“Delirdin herhalde canım. Hayır, belki rahatsız oldu bu yüzden çıkardı. Hem sordun mu ki, sormadan bu kadar drama girme.”

Gözlerimdeki yaşları elimin tersiyle sildim. “Sormadım. Sormayacağım. Buket geldi. Sözümüzden önce geldiğinde ikisi baş başa konuştu.” İç çektim. “Unutamamış. O kızı küçüklükten beri seviyordu.”

İçi şişmiş gibi ofladı. “Olabilir, seninde belki vardır çocukluk aşkın.”

“Ama aynı değiliz.”

Gözlerini devirdi. “Neydi şu kitap karakterinin adı ya? O da senin gibi sormadan yargısız infaz yapmıştı. Neyse şu an konumuz o değil. Bence sor ve rahatsız olduğunu dile getir. Bu kadar üzülmene ne gerek var canım.”

Saçlarımı yavaşça geriye savurduğum anda odanın kapısı çaldı. Meltem ile birbirimize baktık. Hakan olsa kapıyı çalmaz seslenir. Asmin teyze ya da Tuğba abla mutfaktan çıkmadığı için aramayı tercih ediyorlar. Öznur ise şu an okulda. Meltem’e bakmayı bırakıp kapıya döndüm.

“Gel,” derken tekrar Meltem’e döndüm.

“Gökşin.”

Meltem ile birbirimize bakarken ikimiz de şaşırıp kaldık. Hızla kapıya döndüğümde göz göze geldik. İş kıyafetleriyle gelmişti. Üzerinde mont bile yoktu. Şaşkınlıkla ayağa kalktığımda odaya girdi ve kapıyı kapattı.

Meltem’e baktı. “Bizi yalnız bırakır mısın?”

Meltem sırıttı. “Tabi ki.”

Meltem odadan çıkıp kapıyı kapattığı anda nabzım arttı. Alt dudağımı dişlerken yanıma yaklaştı.

“Aklım sende kaldı. Birden bire çıkıp gittin.”

Gözlerimi ısrarla üzerine çevirmedim. “İşim vardı.”

Karşımdaki koltuğa geçip oturdu. “Gözlerini kaçırıyorsun.”

Yutkundum. “Yani?”

“Dürüst olmanı istiyorum.”

Yutkundum. İçim sızladı. Sanki bir bıçak darbesi art arda kalbime inip durdu. Zaman bir su misali aramızdan akıp geçti. Ben ona bakmadım ama o gözlerini bir kez bile üzerimden çekmedi. Yoğun bakışları altında tedirginleştim. Ellerimi birbirine kenetlediğimde sesli bir soluk aldı.

“Bir şey oldu ve yanımdan gitmek istedin. Yüzüme baktın, Gökşin. Sen bana baktıktan sonra gittin.” Ayaklarımın ucuna gelip yere çöktü ve ısrarla yüzüme bakmak istedi. “Seni dinliyorum.”

Bakamadım. Gözlerinde göreceğim her şeyden kaçtım. “Unutamadın mı?” Gözlerim tekrar dolarken içimden kendime saydırdım. “Hala aklında mı?“ Tutamadım. İçimde beni kemiren o kurtları çekip dışarıya savurdum.

“O ne demek?”

Alt dudağımı kendime işkence eder gibi ezdim. “Soruyorum sana işte. Eski nişanlını unutamadın mı?” Başımı kaldırdığımda gözleriyle karşı karşıya kaldım. Çatık kaşları ve şaşkın bakışları altında başımı dikleştirdim.

“Bunu daha önce konuşmuştuk. Sana karşı şeffaf oldum. Her zaman ne düşünüyorsam onu dile getirdim.” Kalbime elini uzattı. “Benim için o bir defterdi ve o defteri kapattım. Açmamak üzere.” Nefes alıp verdi sıkıntıyla. “Ben bunu konuşup hallettiğimizi düşünüyordum.”

Boğazımdaki düğümleri zorlukla yutmaya çalıştım. “Takmamışsın?”

Daha çok şaşırdı. “Neyi takmadım?”

Gözlerim bu kez onun karşısında doldu. “Yüzüğünü takmamışsın.”

Gözleri gözlerimden kopup ellerine kaydı. Kaşları çatılırken bana baktı. Yüzündeki donuk ifade içimi sızlatırken ayağa kalktı. Ben gideceğini düşünürken elini pantolonun arka cebine atıp cüzdanını çıkardı. Cüzdanı açıp içerisinden yüzüğü çıkarırken ben sessizce izledim.

Yüzüğü baş ve işaret parmağıyla tuttu. “Burada. Parmağımda değil ama cüzdanımda. Çalışırken zarar görmesini istemedim. Ne bileyim makinaya değerdi ya da zımpara yaparken bir şey olur falan dedim çıkardım cüzdanıma koydum.” Yüzüğü usulca parmağına taktı. “Özür dilerim yanlış yorumlayacağını düşünmedim.” Sanki son cümlesinde sesi kinayeliydi. Gözlerimi titrek bir solukla kapattım.

“Çıkıp gitmeden önce beni sorguya çekseydin. Ben birden bire gitmenden sebep kötü bir şey olduğunu düşünüp korktum.” Yutkunarak oturduğum yere daha çok sindim. Kalbimdeki sızı yayılırken sessizliğim bir bıçak gibi beynimin içini oymaya başladı. “Ben öyle bir adam mıyım Gökşin? O kadar karaktersiz bir adam değilim. Aklımda başkası varken senin hayatına girecek kadar hasiyetsiz değilim.”

“Ben,” dedim ama devam edemedim. Kendimi savunacak hiçbir şey düşünemedim. Gözlerimin pınarları yaşlardan dolayı kurumuştu. İçime sıkıntılı bir soluk çektim. “Özür dilerim.”

Başka da söyleyecek bir şey bulamadım. O haklıydı ve ben fazla tepkiliydim. O an elinde yüzüğü göremeyince aklıma sadece saçma düşüneceler geldi. Yargısız infazdı benim yaptığım ve o haklı. Bir mahkeme kurmuştum kendi kafamda ve onu orada haksızca yargıladım.

“Neyse,” hafifçe boğazını temizledi konuşmak için. “İşim var.” Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Gözleri yüzümde gezinirken sıkıntılı bir halde bana yaklaştı. “Ağlamışsın bir de Gökşin. Ulan ben şimdi nasıl gideyim sen bu haldeyken.” Cebinden telefonunu çıkardı. Birkaç şey yaptıktan sonra telefonu kulağına yasladı.

“İyi günler Cemil Bey,” karşı taraf yanıt verdikten hemen sonra konuştu. “Takımı bugün teslim edemeyeceğim. Birkaç pürüz çıktı yarın sabah teslim edeceğim.”

Odada yavaş yavaş turladı. “Yok, tamamdır o halde. Yarın on gibi görüşürüz.”

Telefonu cebine koyduktan sonra yanıma yaklaşıp koltuğun koluna oturdu. “Sana,” bakışları çekingendi. “Sarılmamı ister misin?”

Kalbim onun esaretiyle kuşandı. Söyleyecek bir cümle kuramadım. Sadece birbirimize baktık. Ben onun koyu harelerinde kaybolurken sorduğu soru içimdeki sevgiyi bir çıra gibi yakıp tutuşturdu.

“Sarılır mısın?”

Elini nazikçe yanağıma yasladı. Soğuk eli yanağımı okşarken gözlerimi titrek nefesler eşliğinde kapattım. “Sarılırım güzelim.”

Oturduğum yerden kalktım ve yanağımdaki elini tuttum. Ulaş elimden tutup beni kendine doğru çekti. Kollarının arasına girdiğimde çenesini saçlarımın üzerine yaslayıp derin bir nefes aldı. Sanki kokumu içine çekmek içindi. Odunla karışık parfüm kokusunu içime çekerken dudaklarım kıvrıldı. Kollarımdan birini çekingen bir halde sırtına sabitledim. Onun bir eli belime sarılıyken diğer eli elime kenetliydi.

“Ben seni ilk gördüğümde daha önce görmüş gibi hissettim.” Sesini duymak için ona kulak verdim. “Bakkaldan söylenerek çıktığımda aklıma sızmıştın. Üzerime bir sürahi su dökmen ve her fırsatta bana laf dokundurman beni hepten sana çekti.” Gülümsedi gülümsedim. Ellerimiz daha sıkı kenetlendi. Tuhaf hissediyorum. Ona böyle sarılmak o kadar farklı bir hissiyat ki, ama çok güzel.

Ona sarılmak dermansız derde deva gibi. Binlerce çilenin ardından gelen huzur gibi. Dört bir yandan, etrafımı saran bir çiçek bahçesi. Binbir hissiyatı kuşatan bu sarılma bana bin cephede saf tutturur. Ona sarılmak benim uçsuz bucaksız gökyüzünde bir yıldız gibi parlamam demek.

“Gökşin,” sesi kısık ve heyecan doluydu. “İyi ki seninle tanıştım.”

Başımı Ulaş’ın omzuna bastırdım. “İyi ki o yolun ortasında sana çarpmışım. İyi ki tekrar karşılaştık.”

Güldü. “Hoş geldin gökyüzüme Gökşin.”

Dudaklarım kıvrıldı. “Hoş buldum Ulaş.”

 

 

 

 

Loading...
0%