Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. BÖLÜM

@kelebeginekseni

 

 

 

4.BÖLÜM

 

Elindeki sazı hem çalıp hem de türkü söylüyordu. Gözlerini karşısındaki genç kıza çevirdi ve gülümsedi. Ona bir sözde genç kıza bakıp söylüyordu. Sazı içli içli oynaması bütün etkileri etkilerken, sadece karşısındaki genç kıza bakıyordu.

"Ben kimi sevmişim senden ileri," iç çekip türküyü farklılıkları devam etti. Ne çok içten söylüyordu ve sesinin yanık tınısını dinlemeye teşvik ediyordu. Eldeki sazı çalması dahi insanın dinlemesi için yeterliydi. Ruhaan dokunmuş melodiler, sanki bilindik bir yaraya basılan mühür gibi.

Genç kıza, içi gide gide "Bizim parçalara yele garşıdır". "Muhabbet diyor ki karşıdır." Genç adam söylerken onu dinlediler. Genç kız bakışlarını kaçırınca daha çok şaşırdı. Sanki onunla karşı karşıyayken içeride kalıyor. Bu bile onun için fazlaydı.

Eldeki saz, sanki seslena tercüme ediliyordu. Nişan sonunda mahalledekilerin ısrarı ile türkü çoğalmaya başladı. Anısı olan bir türküyü söylemek artık eskisi gibi hissedilmiyordu ama anılar vardı ve unutmak mümkün değildi.

İnsan anılarını unutmuyor ama zamanda değersizleşiyor. Bugün yanımızda olan insanların yakınında dahi olmuyor ve kalan anların değer kaybı.

Ulaş yine aynı türküyü söylüyordu. Yine aynı sözlerdi ama bu kez ne karşısında o kız vardı ne de o eskisi gibi hissediyordu. Bu kez hissizdi. Kahve hareleri içindekiler gezindi ve bir çift gözlemle karşı karşıya gelince duraksadı. Göze aldığı kız onu dövecekmiş gibi baktı ve onu içtenlikle güldürdü.

"Girebilsen bu sinemde neler var" sazın tellerine ona vurulduğunda herkesin bedeninde yaraya dokunuyordu. "Gülüp oynadığım ele garşıdır." Sözlerinin ardından bakımlarını sağlayan firmalar üzerinden çekildi ve yere bakıldı.

O türküyü bitirince alkışlar yükseldi. Bütün mahalle onu dinlemişti ve herkes sesinin ne kadar güzel olduğunu biliyordu. Fakat Ulaş iyi bir türkü söyleyemiyordu.

Nermin oğlundan önce içeri girdi ve hızlı bir şekilde ayakkabılarını çıkardı. Konuşmak için atıyordu. Ulaş kapıdan içeri adımını atmaya başladı.

"Gördün benim çocuğum değil mi?" Ulaş kaşlarını çattı. Annesinin neyden aldığı tedavileri anlamıyordu.

"Neyi anne?"

Nermin'in temel örtüsünü çıkardı. "Kızı diyorum, öküzün trene baktığım gibi bakıyordun." Kaşlarını çatlayarak annesine baktı. O kızı hiç sevmiyordu, herkesin kavgaları geldikçe sinirleniyordu.

"Ne bakacağım ben elin kızına anne?" Nermin imalı bir şekilde güldürdü. Oysa sevgilinin Gökşin'e baktığını görmüş, hatta öyle kısa bir bakış da yoktu. Bir de türkü söylerken kaç kez göz göze geldiklerini gördüler. Ulaş inkâr ettiği kadar Nermin mutlu oluyordu.

"Yalan konuşma Ulaş, kıza bakıyordun."

Daha çok sinirlendi ve üzerindeki gömleğin kol düğmeleri açıldı. "O bana baktım, ben ona bakmadım. Ben sana baktım anne." Söylediklerini bastıra bastıra noktaladı ama Nermin hiç oralı olmadı.

"Hiç boşuna üstünü kapatma. Düpedüz Gökşin'e bakıyordun." Nermin'in söyledikleri Ulaş'ı daha fazla sinirlendirdi. Kızın adını da biliyordu ama annesinden duymak onun dikkatini çekti.

"Anne beni delirtme! Ben elin kızına niye bakayım! Bana ne o manyaktan." Nermin'in gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Oğlu ne çok tepki veriyordu böyle.

"Kıza niye manyak diyorsun? Elin kızıysa, elin kızı hakkında doğru konuş. Kız çok güzel, çok ahlaklı biri. Terbiyesizlik yapma Ulaş." Ağırca yutkundu. Çok kötü çıkışmıştı ve bunun farkındaydı.

"Sende millet hakkında konuşma anne." dediğinde Nermin sinirlendi.

"Sana öyle bir dişli eş lazım ki Ulaş hem kafana vursun hem de bu sert tavrını törpülesin." Daha çok sinirleniyordu bu yüzden sözlerini yutup annesinin karşısından çekildi. "Benim adımda Nermin ise seni bu sene evlendireceğim."

"Anne!" diye bağırdığında Nermin güldü. Oğlunun daha fazla Buket'in ardından yas tutmasını istemiyordu. Kız nişanları bozulur bozulmaz başkasıyla nişanlanmıştı. Hatta şimdi kim bilir düğünü bile olmuştur diye düşünen Nermin asılan yüzüne engel olmadı.

Odasına giren Ulaş hızlıca üzerini değiştirip yatağa geçmişti. Ellerini başını altında toplayıp gözlerini kapattı. Annesinin yanında o kıza manyak dediği için kendine kızdı. Terbiyesizlik yapmıştı hatta en başından beri Gökşin'e ters davrandığının farkındaydı ama kız da ona misliyle karşılık veriyordu. Gökşin'in onu terslediği anları düşündü; nasıl da konuşurken hırçınlaşıyordu bu düşünce Ulaş'ın yüzünde hafif tebessüme sebep oldu. Düşündü de kız güzeldi ama güzel olduğu kadar da tersti. Gülümsediğini fark edince hemen yüzündeki ifadeyi değiştirdi.

🌠

Yatağıma uzandığım anda derin bir nefes aldım. Nişan çok eğlenceli geçti bir de mahalledeki herkesi tanıdık sayılır. Çoğuyla sohbet ettik hatta dayanamayıp beni halaya bile çağırdılar. Gülümseyerek yan döndüm. Bakışlarım pencereye kayınca yavaşça uzandığım yerden kalktım. Pencereye yaklaşıp perdeyi sonuna kadar açtım. Hava hafif esiyor ve git gide soğumaya başladı. Başımı camdan dışarıya çıkarıp, derin derin nefes aldım. Her şey çok güzel...

Gözlerim mahallede gezinirken dikkatim lambası açık balkona kaydı. O zır delinin eviydi. Ve balkonda sigara içende o'ydu. Kaşlarım kendiliğinden çatılırken ona baktım. Çok sert mizaçlı biri ama bu saygısız olacağı anlamına gelmiyor. Özür dilemeyi bilmiyor. Ondan hala nefret ediyorum. Hızla perdeyi çekip yatağıma geçtim.

Bana davranışları aklıma geldikçe sinirlerime engel olamıyorum. Kitaplık için ölçü almaya geldiğinde bile, bana imalı imalı laflar söyledi. Umarım kitaplık hazır olunca kurmaya o gelmez; çünkü gelirse artık terbiyemi bozup misliyle karşılık veririm. Gece gece neden bu deliyi düşünüyorum ben ya! Gözlerimi sıkıca kapattım.

Cama vuran yağmur damlalarının sesiyle gözlerimi araladım. Gece uyanıp camı kapatmıştım, çünkü epey soğuk olmuştu şimdi ise şiddetli bir şekilde yağan yağmurun sesiyle uyandım. Hızlıca yataktan kalkıp cama çıktığımda yüzümdeki gülümseme büyüdü. Çok güzel yağmur yağıyor.

Komodinden telefonumu alıp saate baktığımda derin bir nefes aldım. Kafeyi dokuzda açacağız ve saat daha yedi buçuk. Telefonumu yatağa atıp dolabıma yöneldim. Hava serin olduğu için kot pantolon ve bluz çıkarıp yatağa bıraktım. Odamdan çıkıp banyoya gittim ve rutin işlerimi halledip odama geri döndüm. Üzerimi değiştirdikten sonra saçlarımı tarayıp salık bıraktım. Çantamı aldıktan sonra odamdan çıkıp alt kata indim.

Yağmurun altında usul usul yürüdüm. Islanmamak için ekstra çaba harcıyorum. Fakat bir yanım yağmurun altında ıslanmak için debeleniyor. Otobüs durağına varınca kenara geçip bekledim çünkü otobüsüm daha gelmedi. Gözlerim anayolda gezinirken gülümsedim.

Kafeye varır varmaz kasaya geçip saçlarımı tepede topuz yaptım. Sabah sabah hem kafe kalabalık hem de yağmurdan dolayı içerisi kirlenmiş. Kış mevsimini bu yüzden pek sevemiyorum; çünkü kafe ne kadar temizlenirse temizlensin kirli görünüyor. Gelen müşterilerin ayağı çamur olunca, açık tondaki parkeler lekeleniyor. İç çekip Meltem'e baktım.

"Hoş geldin Gökşin."

Tebessüm ettim.

"Hoş buldum Meltem. Hakan nerede?"

"Üşütmüş, arayıp izin gününü kullanmak istediğini söyledi, bende üşütmüş diye bir şey demedim."

"Tamam," dedim gülümseyerek. Hakan çalışkandı ve gelemediğine göre çok üşütmüş.

"İlerleyen vakitlerde onu arayıp sorarım." Meltem ile birbirimize tebessüm edip işimizin başına geçtik.

Bu kafeyi açmak benim en büyük hayalimdi. Bazen sadece hayal etmek yetmiyor. Bu hayalleri gerçekleştirmek için hedef haline getirmek de önemli. Ben bunu başaracağımı biliyordum çünkü bu benim en büyük hedefimdi. Bir yerlerde çalışıp para biriktirmek veyahut okulu bitirip bir restoranda çalışmak ufak hedeflerimdi. Kafeyi ilk açtığımda çok zorlanmıştım. Bilmediğim bir işti ama bilmiyor olmak öğrenmeyeceğim anlamına gelmiyordu.

Başarmıştım. Bütün hedeflerime ulaşıp, buraya sahip oldum. Kafe kira bile değil. Burası bana ait ve buranın bana ait oluşu fevkalade.

"Gökşin telefonun çalıyor," elimdeki tabağı mutfağa bırakıp kasaya döndüm. Bilmediğim bir numara arıyordu, bu yüzden bekletmeden telefonu cevapladım.

"Alo,"

"Selamın aleyküm Gökşin Hanım," kaşlarımı çattım. Erkek sesiydi ve tanımıyorum.

"Buyrun," dediğimde tanımadığımı bildiği için açıklama yaptı. "Ben marangoz Tekin, kitaplık için aramıştım."

"Ay," dedim hızlıca. "Sizi dinliyorum."

"Kitaplık hazır Gökşin Hanım. Eğer müsaitseniz bugün getireceğiz."

"Müsaitiz tabi, kaç gibi getirirsiniz?"

"Büyük ihtimalle dört gibi getiririz."

"Tamamdır. Kolay gelsin."

"Sağ olun Gökşin Hanım, size de kolay gelsin."

Telefonu kapattıktan sonra işimin başına döndüm. Kafenin her geçen gün daha çok kalabalık olması hem iyi hem de artık buranın küçük olduğunu işaret ediyor. Kafenin kitap okuma köşesi dahi dolu ve kafemi böyle görmek beni mutlu ediyor.

🌠

Yorgunlukla sandalyeye oturan Ulaş, başını geriye yasladı. Üst üste sipariş alması mesai yapmasına sebep oluyordu ve bu onun bir şeyler düşünmemesi için iyi geliyordu.

"Ali," dedi gözlerini kapatırken. Yanına aldığı elaman onun için çok iyi olmuştu. "Bize iki çay kap gel aslanım." Ali hızlıca elindeki işi bırakıp dükkândan çıktı. Dükkânın çaprazında çay ocağı vardı ve direkt oraya gidip iki çay alıp dükkâna döndü.

"Anlat bakalım," dedi Ali'ye. "Niye okumuyorsun?" Çayını yudumlayan Ali'nin hafifçe kaşları çatıldı. Bu sorudan sıkılmıştı ve herkesin sorması onu bunaltmıştı.

"Derslerle uğraşmak istemiyorum usta. Ben direkt meslek sahibi olmak istiyorum. Mobilya işine elim yatkın; zaten lisede çıraklık okudum. Üniversite okumaktansa çalışıp kendimi geliştirmem bana daha mantıklı geliyor." Birkaç yudum daha çayını içti. Ulaş pür dikkat onu dinliyordu. Ali'nin düşünceleri aynı onun düşünceleri gibiydi ama Ulaş üniversite okumuştu.

"Ablam ve abimde çok okumamı istiyor ama ben okumak değil çalışmak istiyorum." Ulaş çayını içip bitirince ayaklandı.

"Çalış, kimse sana çalışma demiyor fakat üniversite iki yıllık da olsa oku. Elinde en az bir tane diploma olsun. Bende senin gibi düşünüyordum bak hem diplomam var hem de işim." Ali, Ulaş'ın düşüncelerine önem veriyordu ve ona akıl vermesi hoşuna gidiyordu. Sanki Ulaş ne derse desin onun için doğruydu.

Ulaş tam işinin başına geçeceği anda telefonu çaldı. Masanın üzerinden telefonunu alıp ekrana baktığında abisi arıyordu. Hızlıca telefonu cevaplayıp kulağına tuttu.

"Hayrola Tekin Reis?"

"Hayır kardeşim, hayır. İşin var mı?"

"Az bir işim kaldı. Koltuğun döşemesine geçeceğim."

"Batur'un elinde bugüne yetişmesi gereken iş var, seninle şu kitaplığı götürüp teslim edelim." Ulaş kitaplık lafını duyunca kaşlarını çattı. Bu kızla sürekli karşılaşması hoşuna gitmiyordu. Ölçü almaya gittiğinde sessiz kalmıştı ve bir an önce bitsin diye çabalıyordu.

"Abi beni uğraştırmasan olmuyor değil mi?" Tekin keyifli bir halde güldü. Nermin kitaplık meselesini öğrenir öğrenmez Tekin'e Ulaş daha çok ilgilensin diye söyleniyordu. Hatta arayıp giderken Ulaş'ı götürmesini istemişti.

"Çok bir iş değil Ulaş," diyen Tekin biraz ikna edici konuştu zaten Ulaş bu konuda abisine hayır diyecek biri değildi. Konu yardımlaşma olunca ikisi de birbirine çok yardım ediyordu.

"Tamam abi, işim şimdi bitti sayılır."

"Gel, bekliyorum seni."

Ulaş telefonu kapattıktan sonra kendi kendine söylendi. Ali ise zaman kaybetmeden çalışmaya devam ediyordu. Ali'nin bu kadar çalışkan bir genç olması Ulaş'ı hafifçe gülümsetti. Azimli bir genç dedi kendi kendine.

🌠

"Kapı orada beyefendi," sinirlerim gerilirken karşımda pişkin pişkin konuşan adama ters ters baktım. Meltem defalarca kez çay götürdü fakat adam her seferinde bir şeyler söyledi. Beğenmeyebilir ya da bardak kirli olabilir ya hadi çay bile kötü olabilir lakin bir çalışanla bu kadar uğraşılmaz.

"Hiç hoşgörülü değilsiniz." dediğinde sinirlerim daha çok tepeme çıktı. Hoşgörülü değilmişiz! Değilsek neden hala burada oturuyorsun!

"Ne diyorsun kardeşim sen? Çalışan arkadaşım sana beş defa çay getirdi, her seferinde bir kulp uydurdun. Ya beğenmedin mi içme ya da çık git kafeden. Saygısızlık yapmamak için kendimi zor tutuyorum. Derhal kafemi terk edin!" Yüzsüz şey ya, kovdum kalkıp gitsin artık. Böyle müşterilerle asla uğraşmam.

"Sanki bedava veriyorlar," diye söylendiğinde kafenin kapısına yönledim ve kapıyı açtım.

"Hadi birader, hadi. Bir daha gelme." Derken bakışlarım kapının dışındakilere kaydı. Onunla göz göze gelmek hesapta dahi yoktu. Kovduğum müşteri söylene söylene giderken sessizliğime büründüm. Donuk bakışları bizim üzerimizde gezindi.

"Hoş geldiniz," kitaplığı tutan diğer kişi bana bakıp tebessüm etti.

"Hoş bulduk Gökşin Hanım," adamı kovarken atıştıklarımızı duymuşlardı. Diğeri dümdüz bakarken burun kıvırdım. Aman o zaten memnuniyetsiz biri Gökşin.

"Buyurun," derken kapının diğer cam kısmını da açıp geçmelerine yer açtım. Onlar kitaplığı götürürken bitmiş halini merak ediyorum.

Kitaplık kurulurken yanlarında durdum ne olur ne olmaz diye. Kafedeki müşteri sayısı biraz azaldığı için Meltem tek başına yetişebiliyordu. Hakan'ı ise aramış ve nasıl olduğunu öğrenmiştim. Epey üşütmüş bu yüzden ona birkaç günlük izin verdim. Sağlığı şu an her şeyden önemli ve en kısa zamanda iyileşmesini istiyorum.

"Bitti," diyen Tekin abiye baktım. Kitaplığı kurarken adını söylemiş ve aynı mahalledeyiz abi desen yeterli demişti.

"Ellerine sağlık Tekin abi," tebessümle baktım. Kitaplık harika görünüyordu. Tam istediğim gibi sade ve hoş. Kitaplık düz ve ben bir de camlı olmasını istemiştim. Çünkü kitaplar çabucak tozlanıyor; kitaplığın camlı olması daha az tozlanmasına vesile olur. Bunu sonradan akıl edince babama söylemiştim o da Tekin abiye iletmişti.

"Tekin abi birazdan hesaplaşırız. Siz şöyle geçip, oturun size sıcak bir şeyler ikram edelim."

"Yok," dedi hemen beyefendi. Zaten memnuniyetsiz olduğunu söylemiştim. "Sağ olun gerek yok." Tekin abi konuşmadan onun konuşup yok demesi beni sinirlendirdi.

"Oturun lütfen Tekin abi," dedim onu yok sayıp. "Ben hemen bir şeyler getiriyorum." Onu umursamamış olmam sinirlendirdi gibi ama zerre umurumda değil. Onlar masaya geçince hemen sıcak içeceklerden getirdim. Aç olduklarını da düşündüğüm için gözleme de getirip masaya yerleştirdim.

"Ben şöyle menü bırakayım istediğiniz bir şeyler olabilir."

"Yok demiştim," dedi bu kez baskın bir tonda. Gözlerimi usulca Ulaş'a çevirdim. Adını anmak da istemiyorum ben bu adamın. Fazlasıyla gıcık biri.

"Çok memnuniyetsiz birisin." Yüzündeki ifade dümdüz oldu sanırım benden böyle bir tepki beklemiyordu. "Tekin abi bir şey demiyor sen hemen yok diyorsun." Bana baktı. Gözleri anlamsızca bakınca gülümsedim. İşte adamı böyle sustururlar.

"Sen," dedi kaşları epey çatılırken. "Sende çok fevrisin."

"Ben mi? Ben mi fevriyim?" Şaşkınlıkla Ulaş'a baktım. Tekin abiyi unutup onunla münakaşaya girdim. "Ne konuda fevri davrandım anlayamadım?"

"Ne konuda mı? İnsanlarla tartışmadan da konuşulur." Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı. Bütün tartışmalara neden olan kendisi! Ve bunun ağzı böyle laf yapar mıydı ya!

"Özür dilemeyen sen lakin fevri olan ben. Pardon da kapıyı kusura bakma öküz gibi açtın ve omzuma çarptı. İnsan gibi özür dileyeceğin yerde saygısızlık yaptın." Kaşlarını çatıp bana bakmaya devam etti. Asla anlayamıyorum karşımdaki adamı.

"Özür dileyecek fırsat bırakmadın. Bir de üzerime bir sürahi su döktün. Bu da insanlık değil mi?" İğnelemesi beni sinirlendirirken sakin olmaya çalıştım ama sakin olmam çok zor. Resmen peşin hükümlü yaklaşıyor.

"Asıl sen özür dileyecek fırsatı vermedin. Direkt manyak demek ne ya! Sen dua et kafandan aşağıya kaynar su dökmedim." Kahkaha atarak bana baktı.

"Bir de kaynar su mu dökecektin? Sen onu da yaparsın."

"Hıh," omuz silktim. Damarıma basarsa onu bile yapabilirim. Sonuçta bir yanım felaket deli.

"Kalkalım mı abi?" Tekin abi karşısında oturan kardeşine bakıp güldü.

"Siz daha önce karşılaştınız mı?"

"Ne yazık ki evet." İkimiz aynı anda aynı şeyi söyleyince duraksadım. Aynı cümleyi nasıl kurabildik ya! Ben bu adamdan nefret ediyorum.

Bakışlarım ona dönünce birbirimize baktık. Ben ona bakarken o da bana bakıyordu. Kaşlarımı çattım. Koyu irisleri anlamsız. Bakışlarında hep bir durgunluk var. Karşımdaki adamın sert mizacı beni sadece geriye itiyor. Onunla diyaloğa dahi girmek istemiyorum.

"Saygısızsın," dedim bir anda. Abisiyle beraber bana baktı. "Şahsen ben böyle düşünüyorum."

"Senin düşüncen," derken ayağa kalktı. "Bende senin saygısız ve önyargılı olduğunu düşünüyorum."

"Önyargılı mı? Fevri dedin tamam da nasıl Önyargılı oldum ya?" Sırıttı. Onu ilk defa böyle görmek garip hissettirirken huzursuzca geriye çekildim. Onunla haddinden fazla konuşmuş olmak beni sadece geriye itiyor.

"Tanıyorum", daha çok sırıttı. Sanki bu sırıtışı yüz ifadesini gizlemek içindi. "Karşısındaki insanı tanımaktan doğrudan izliyorsun bu da başka bir özelliğinin." Gözlerini kitaplığa çevirdi ve kısaca göz gezdirdi. "Okurken ders almanı tavsiye ederim. Söyledikleri başımdan aşağıya kaynar su dökerken ürperdim. Hayatımda ilk defa biri bana böyle bir şey dedi. Yutkunarak oturduğum yerden ateşlendim.

"Beni tanıyorsun. İki kere münakaşaya girdiğin birinin karakterini de çözemezin. Önyargılısın dedin ya," gülümsemeyi birazdan ezberlemem için. "Kişi nasılsa karşısındakini de öyle görüyor." Yüzündeki yer, bir bakış açısına bırakıldı.

"Her şey için teşekkürler Tekin abi."

Ulaş bana söylecek bir şey mi bulamadın yoksa sessiz mi kaldılar ama muhtemelen uzatmamak için susup kafeden çıktı. Yolcuların kaldıktan sonra bir köşeye sindim. Bana normal olarak okudukların sana hiçbir şey öğretmemiş dedi. Bu sözleri beni incitti. Ne demek ya! Bu çok ağır bir itham ve ben çok incindim.

İnsanlar böyledir işte; fütürsüzler. Karşısındaki insanın ne varlığının önemi yoktur veya iyi mi değil mi umurlarında bile değildir. Bencil varlıklardır. Sanki dünya bir tek onların etrafında dönüyormuş gibi davranıyorlar ama bilmezler ki dönen o dünyada bir hiçler. Yok oluşlar dünyanın sonunda var.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%