@kelebek0sudw
|
"Günaydın asker." Hep birlikte bağırdık. "Sağ ol." Adnan Albay ellerini arkadan birleştirmiş önümüzde yürüyordu. "Buraya neden geldiğinizi biliyorsunuz o yüzden uzun uzun açıklamaya gerek yok. Beni bilirsiniz çok konuşmayı sevmem." Adnan Albay'ı hepimiz çok iyi tanıyorduk. "Size kısaca yapacağımız şeyi anlatacağım, dikkatle dinleyin." Pür dikkatle dinlemeye başladım. "Hepinizin çok iyi olduğunu biliyorum ama burada bulunma amacımız iyi olanında iyisini seçmek. Hepiniz bu zamana kadar çok emek verdi ve vermeye de devam ediyor hatta devam edecek. Ama burada ki görev başka. Kuracağımız Tim için en iyilerini arıyoruz. Toplamda 2 tim kuracağız, hepsi 4 kişiden oluşacak. 1 aylık eğitim süreci göreceksiniz ve pes edenler evlerine dönecek, daha sonra ise mesleklerine devam edecekler ama buraya veda etmiş olacaklar. Karar sizin çocuklar. Ya pes edin ya da en iyisi olmak için savaşın." Konuşması bittiğinde arkasında ki binayı gösterdi. "Şimdi herkes odalarına geçebilir. Bugün serbest olduğunuz için istediğiniz gibi takılabilirsiniz ama yarından itibaren gün yüzü göremeyeceksiniz." Bu sözleri daha önceden de duymuştum. Normal insanları korkutacak olan bu sözleri beni daha çok heyecanlandırıyordu. "Sağ ol." Hep birlikte selam verdikten sonra tek sıra halinde binaya doğru yürümeye başladık. Binaya girdiğimizde bizi başka bir asker karşıladı. "Herkesin odaları 2. Katta, yemekhane ise 3. Katta." Kimseden ses çıkmayınca devam etti. "Her gün uygulayacağınız program odalarınızda hazır. Bunlarda odalarınızın kartları." Herkese tek tek kartları uzattı. Üstünde sadece adımız ve soyadımız yazıyordu. Yine hiç kimseden ses çıkmadı. "Bu asansörleri kullanabilirsiniz." Asker yanımızdan ayrılınca herkes asansörlere binmeye başladı. Ben ise merdivenlere yöneldim. Asansör yerine merdiven kullanmayı tercih ederdim. Odaların olduğu kata gelince başka hiçbir şey olmadığını fark ettim. Bütün odaların üstünde isimlerimiz yazıyordu. Benim odam ise en köşede ki odanın yanındaydı. Bize verilen kartı kullanarak odama geçtim. Valizlerimiz çoktan odaya geçirilmişti. Oda beklediğimden daha büyüktü. Odanın ortasında bir yatak vardı, yanlarında ise komodinler. Yatağın çaprazında ise kıyafet dolabı vardı. Banyoda beklediğimden daha güzeldi. Yapmam gereken ilk şey kıyafetlerimi yerleştirmekti. Valizimi açtım ve eşyalarımı yerleştirmeye başladım. Burada işim bittiğinde kişisel eşyalarımı banyoya dizdim. Yaklaşık 1 saat uğraşmıştım ve cidden bu işten nefret ediyordum. Kendime kıyafet hazırladıktan sonra güzel bir duş almak için banyoya geçtim. Sıcak bir duş ardından üstüme beyaz bir tişört ve mavi bir kot şort giydim. Makyaj yapmayarak sadece saçlarımı kuruttum. İşlerim bittiğinde bize verilen programı incelemeye başladım. Her gün saat 05.00'te kalkmak benim için zor değildi. Daha sonra yarım saat koşu, 50 tane mekik ve 50 tane şınav vardı. Bunlar her sabah yapacağımız şeylerdi. Gün içinde ki şeyler ise her gün değişiyordu. Bazı günler sadece dövüş sporları vardı, bazı günler ise atış çalışacaktık. Aslında bu programa pek uyacağımızı düşünmüyordum. Adnan Albay ne isterse onu yapacaktık ve benim için hava hoştu. Acıktığımı hissederek ayağa kalktım. Programa göre, yemekhanede 3 öğün yemek yiyebilirdik. Akşam yemeği yarım saat sonra hazır olacaktı, o zamana kadar dışarıya çıkmaya karar verdim. Yanıma telefonumu aldım ve odamdan çıktım. Oda kartımı ise cebime koydum. Yine merdivenleri kullanarak üst kata çıktım. Binadan çıkarken derin bir nefes aldım. Ne zaman kendi başıma kalsam düşünceler beynime hücum ediyordu. Aklıma tek bir kişi vardı. Babam. Bulduğum boş banka oturdum ve gökyüzünü izlemeye başladım. Aklıma, eskiden babam ile lojmanda yaşadığım anılar geliyordu. 18 YIL ÖNCE... "Yavaş ol kızım, düşeceksin." Üstümde ki pembe, çiçekli elbise koştuğum için rüzgarda uçuşuyordu. Bu hissi çok seviyordum. "Baba!" Askeri üniformalı bir sürü adam içinden babamı gördüğüm an daha da hızlandım. "Umay'ım." Babam aramızda ki mesafeyi kapatarak beni kucağına aldı. "Babam." Kollarımı boynuna doladım ve daha sıkı sarıldım. "Çok özledim seni baba." Babam bir yandan saçlarımda öperken bir yandan da anneme sarılıyordu. "Ben de sizi çok özledim güzel kızım." Babam beni kucağından indirince annem ile sarıldılar. Onları gülümseyerek izlerken babam tekrardan beni kucağına aldı. "Güzel kızım benim." Tekrardan sarıldım ve yanaklarından öptüm. "Sana resim yaptım baba. Göstereyim mi?" Kafasını salladı. "Göster güzel kızım." Daha sonra hep beraber lojmana doğru yürümeye başladık. Bir elimden babam tutmuş, bir elimden de annem tutmuştu. Şuan bu dünyada benden daha mutlu bir insan olamazdı. Lojmana girdiğimizde annem yemek hazırlarken ben de babama resimlerimi gösteriyordum. Çok uzun zamandır yanımıza gelmiyordu çünkü göreve gidiyordu. Alışkındım ama her zaman daha çok özlüyordum. ŞİMDİKİ ZAMAN... "Oturabilir miyim?" Daha önceden gördüğüm ama tanımadığım kişinin yanıma oturmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. "Tabi." Elimle karşımda ki yeri gösterdim. "Teşekkür ederim." Karşıma oturduktan sonra elindeki iki kahveden birini bana uzattı. "Senin için getirdim." Kahvenin sıcak olduğu üstünde ki dumanlardan belliydi. "Teşekkür ederim." Kahveyi aldım ve bir yudum alarak bankın üstüne koydum. "Kansu ben." Uzattığı elini tuttum ve sıktım. "Umay ben de." Gülümseyerek elini çekti. "Kahveyi alacağımı tahmin ederek mi bana getirdin yoksa başkasının almadığı kahveyi mi bana getirdin?" Yüzüme bir süre baktığı için böyle bir soruyu beklemediğini anladım. "Seni burada görünce kahveyi de alıp geldim." Yalan söylediğini düşünmüyordum. Kafamı sallayarak onayladım. Daha sonra sessizlik oldu. Bir süre orada oturduktan sonra kolumda ki saate baktım ve yemek saatinin geldiğini fark ettim. Biten kahve bardağını da alarak ayağa kalktım. "Yemekhaneye gidiyorum. Gelmek ister misin?" Aslında burada kimseyle fazla yakın olmak istemiyordum ama insanlarla biraz vakit geçirmekten zarar gelmezdi. "İsterim." Kansu ile beraber kahve bardaklarını çöpe attık ve binaya girdik. Yemekhane 3. Katta olduğu için Kansu asansöre doğru yöneldi. "Ben merdivenleri tercih ediyorum. İstersen yukarıda buluşuruz." Yanıma geldi. "Yok ben de merdivenlerden çıkarım." Bir şey demeden yürümeye başladım. Birlikte yemekhaneye girdik. Beklediğimden daha kalabalıktı. Hatta çoğu masa dolmuştu. Birlikte yemeklerimizi aldık ve boş olan masalardan birine geçtik. Karşılıklı oturup yemeklerimizi yerken Adnan Albay ve yine sadece adını bildiğim bir kişinin gelmesiyle ayağa kalktık. "Oturun gençler." Tekrardan yemek yemeye devam ederken gözüm yanında ki kişiye çarpıp duruyordu. Adnan Albay ile aldığı yemeklerle birlikte boş bir masaya oturdular. Kim olduğunu biliyordum ama hiçbir zaman yüz yüze konuşma fırsatı bulamamıştım. Yüzbaşı Kılıç Bozkurt. Dosta güven düşmana korku veren insanlardan biriydi. Çoğu kez adını duymuştum ve gerçekten de iyi bir askerdi. Kumral saçları ve yeşil gözlerini buradan görebiliyordum. İri ve yapılı vücudu ise düşmanları korkutmaya yeterdi. Onu incelerken göz göze gelmeyi beklemiyordum. Belki de gözlerimi çekmemi bekledi ama ben o tarz insanlardan değildim. Bakışlarına karşılık vermeye devam ederken Kansu'nun bana bakmasıyla gözlerimi çekmek zorunda kaldım. "Yarın telefonlar toplanacak." Bu haberi biliyordum. Aslında önceki yıllardan biraz alışık olduğum bir durumdu ama annem buna hiç alışık değildi. Bunu da biliyordum. Sadece haftada bir kere telefon hakkımız olacaktı. Bunu ise tabiki de annemi arayarak kullanacaktım çünkü başka arayacak kimsem yoktu. Olmasını da istemezdim. "Bu duruma alışkınım." Kafasını salladı. "Ben de alışkınım ama annem hiç memnun değil." Bu duyguya oldukça hakim olduğum için söyleyecek bir şeyim yoktu. "Benim de." Daha sonra sessizlik içinden yemeğimi bitirdim. Su şişesinden bir yudum su içtikten sonra arkama yasladım. Çoğu kişi yemeğini bitirmiş ve yemekhaneden çıkmıştı. Adnan Albay ve Kılıç ise hâlâ buradaydı. Derin bir sohbet içinden olduklarını görebiliyordum. Kılıç'ın ise neden burada olduğunu bilmiyordum. İsterse bu eğitime katılmadan göreve kabul edilebilirdi ama o burada olmayı seçmişti. Bu düşünce ise beni meraklandırıyordu. "Kalkalım mı?" Kansu'yu başımla onaylayarak ayağa kalktım. Yemek tabaklarını yerine koyduktan sonra yemekhaneden çıktık. Birlikte tekrardan merdivenlerden inerek odalarımızın olduğu kata geldik. "İyi geceler." Cebimden oda kartımı çıkardım. Kansu gülümseyerek karşılık verdi. "İyi geceler." Odalarımıza girdik. Saat uyumak için erkendi, o yüzden yatağıma uzandım ve rastgele bir kitap çıkardım. Bu hayatta fırsat buldukça kitap okumayı seviyordum. 1 saat kitap okuduktan sonra uykum geldiği için kitabı kapattım ve komodinin üstüne koydum. Gözlerimi kapatarak uykuya dalmak için uğraştım. Her gece uykuya dalmak benim için çok zordu. Dakikalarca uyumak için çaba sarf etmem gerekiyordu ve en sonunda başardım. 🦋 Sabah kapımın tıklatılmasıyla uyandım ve yataktan kalktım. Banyoya girerek işlerimi hallettim ve tekrardan odaya geçtim. Yatagimi topladıktan sonra saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Üstüme siyah sporcu atleti ve siyah bir eşofman giydikten sonra beyaz spor ayakkabılarımı giydim. Odadan çıktığımda Kansu ile karşılaştım. "Günaydın." Kansu için gün pek aymış gibi durmuyordu. "Günaydın." Yanıma geldi ve birlikte binadan çıktık. "Hâlâ uykun var galiba." Kafasını salladı. "İlk gün olduğu için fazla uyuyamadım ve biraz annemle konuştum." Bugün annem ile konuşacaktım ve sonra telefonlar toplanacaktı. Bu olayı hatırlamam yüzümü buruşturmuştu. Toplanacağımız alana geldiğimizde çoğu kişinin orada olduğu gördüm. Tek sıra halinde dizildikleri için biz de ayak uydurduk ve sıraya girdik. "Günaydın gençler." Adnan Albay'ın gelmesiyle selam verdik. "Sağ ol." "Hazır mısınız?" Yine aynı anda bağırdık. "Hazırız komutanım." Bize hafifçe gülümserken bugün olacakların sinyalini veriyordu. Eliyle arkamızda kalan koşu sahasını gösterdi. Oldukça büyük duruyordu. "Koşu sahasının etrafında 20 tur. Başla." Bağırmasıyla aynı anda koşmaya başladık. Sırayı bozamazdık o yüzden tek sıra halinde koşuyorduk. Biz sahanın etrafında koşarken Adnan Albay yanında ki birkaç askerle bizi izliyordu. Önümde tanımadığım biri arkamda ise Kansu vardı. İlk 10 tur hiçbir sıkıntım yoktu ama daha sonra yorulmaya başladım. "Yoruldunuz mu?" Bize gülerek bakan Adnan Albay'a cevap verdik. "Hayır komutanım." Turlar ilerlerken herkes yavaşlamaya başlamıştı. Kalan son 5 turda ise Kansu'nun sesini duydum. "Çok yoruldum." Sesi nefes nefese geliyordu. "Az kaldı." Beni duyduğundan emin değildim. Son tur bitince tekrardan sıraya girdik. "Aferin çocuklar." Kansu'ya baktığımda yüzünün kızarmış olduğunu gördüm. Çoğu kişi defin nefesler alıp veriyordu ama zaman geçtikçe bunlara da alışacaktık. "50 şınav." Aldığımız emirle olduğumuz yerde eğildik. "Başla." Aynı anda şınav çekmeye başladık. Bunun beni yormayacağını biliyordum. Herkes sırayla şınavını bitirirken ben de ayağa kalktım. Daha sonra herkes bitirmiş ve ayağa kalkmıştı. "50 mekik." Tekrardan pozisyon aldık ve mekik çekmeye başladık. Adnan Albay yürümeye başlayınca bakışlarım ona takıldı. "Nasıl gidiyor yüzbaşım?" Kılıç Bozkurt'un baş ucuna geldi ve ayağıyla göğsüne baskı yapmaya başladı. "İyi komutanım." Adnan Albay biraz daha baskı yaptıktan sonra çekildi. "Aferin." Mekik işlemi de bitince ayağa kalktık ve sırada ki görevi beklemeye başladık. "Şimdi 50 tane barfiks için herkes yerlerine geçsin." Kalabalık olduğumuz için 2 gruba ayrılıp sırayla barfiks çekecektik. "İlk önce sizler geçin." Adnan Albay'ın seçtiği kişiler yerlerine geçti ve barfiks çekmeye başladılar. Kılıç Bozkurt'ta ilk gruptaydı ve gözlerim ona takılmıştı. Gözleri oldukça tuhaf bakıyordu. Başı dik ve bakışları sertti. Belki de ona burayı hatırlatan biri vardı. Aynı bana hatırlattığı gibi. "Şimdi siz geçin." Sıra bize gelince yerlerimizi aldık. Yanımda yine Kansu vardı. Barfiks çekmeyi severdim o yüzden benim için bir sıkıntı yoktu. Gerçi burada olmak için çoğu şeyi vermiştim yani benim için hiçbir şeyde sıkıntı yoktu. Tekrardan sıraya girdik. "Her sabah bunları yapacağız, yani şimdiden alışın." Adnan Albay eliyle arkasında kalan binayı gösterdi. "Şimdi herkes sabah kahvaltısını yapmak için binaya girsin." Herkes selam verdi. "Sağ ol." Adnan Albay ve yanında ki askerlerden giderken biz de yürümeye başladık. "Çok yorulmuş gibisin." Kansu kafasını salladı. "Normalde alışkınım ama ilk gün böyle oldu." Tam o sırada yanımıza biri geldi. "İlk gün böyle olması çok normal." Biz bir şey demeden yüzüne bakarken elini uzattı. "Yiğit ben." İlk önce Kansu elini tuttu. "Kansu ben de." Daha sonra ben elini sıktım. "Umay." Birlikte yürürken Yiğit konuşmaya devam ediyordu. "İkinizi daha önceden de görmüştüm ama tanışma fırsatı şimdi oldu." Kafamı salladım. "Biz de yeni tanıştık." Binaya girdiğimizde Kansu ile merdivenlere yöneldik. "Asansör kullanmıyor musunuz?" Bu soruya cevabı Kansu verdi. "Merdivenleri tercih ediyoruz." Kafasını salladı. "Sorun yoksa ben de gelebilirim." Benim için bir sıkıntı yoktu. Burada 2. Günümde 2 arkadaş edinmek gayet normaldi. "Benim için sorun yok." Kansu'da onayladı. "Benim için de." Yiğit hafifçe gülümserken birlikte merdivenlerden çıkmaya başladık. Genel konulardan sohbet ederken yemekhaneye girdik ve kahvaltılarımızı aldık. Yiğit gerçekten de çok komik biriydi, sohbeti de çok sarıyordu. Adnan Albay yine kendi yerini almıştı ve kahvaltısını yapıyordu. "Afiyet olsun komutanım." Yiğit'in söylediğine başıyla karşılık verdi. "Sağ ol Yiğit." Sonra Kansu ve bana baktı. "Gelin oturun." Yiğit ve Kansu ile kısa bir an birbirimize baktıktan sonra yan yana oturduk. "İlk gününüz nasıl geçiyor?" Adnan Albay gerçekten de çok samimi biriydi. Bizimle yeri geldiğinde abi gibi yeri geldiğinde baba gibi ilgilenirdi ve daha önce birlikte çalışmıştık. Sohbet ederken Kılıç Bozkurt'un kahvaltısını aldığını gördüm. "Bozkurt." Adnan Albay'ın seslenmesiyle Bize doğru döndü. "Buyrun komutanım." Adnan Albay eliyle masaüstü gösterdi. "Gel bakalım buraya, seninle tanıştırmak istediğim birileri var." Masaya geldiğinde kısa bir baş selamı verdikten sonra karşımda ki boş sandalyeye oturdu. "Kılıç Bozkurt." Yiğit konuşmaya başlayınca masada sessizlik oldu. "Adınızı çok duymuştum. Teröristlerin korkulu rüyası." Adnan Albay'ın yüzünde hafif bir tebessüm belirmişti. "Eyvallah." Kılıç Bozkurt'un kısa cevabından sonra Adnan Albay konuştu. "Bu Yiğit." Eliyle Yiğit'i gösterdi. "Böyle uslu durduğuna bakma, zamanında bana çok çektirdi." Yiğit gülerken neler yapmış olduğunu çok merak etmiştim. "Bu da Kansu." Kansu ile ilgili neler söyleyeceğini gerçekten de çok merak ettim. "Annesi ile olan sohbetlerimiz de prenses olmak istediğini söylemişti." Masada ki herkes gülerken Kansu utanmıştı. "Ama şimdi çok başarılı bir Türk askeri." Adnan Albay'ın gururlu bakışları burada ki herkese karşı aynıydı çünkü onun ellerinde büyümüştük. "Ve bu da Umay." Nihayet sıra bana gelmişti. Hakkımda ne diyeceğini çok merak ediyordum. "Yıllar önce babası sayesinde tanıdım onu, doktor olmak istediğini söylüyordu." Gözümün önüne gelen anılar yüzünden burnumun ucu sızlamıştı. "Şimdi ise vatanını koruyan bir Türk askeri oldu." Bana gururla bakan gözlere karşılık verdim. "Ve hepinizin tanıdığı gibi Kılıç. Böyle sert ve soğuk durduğuna bakmayın. Anlaşabilirseniz gerçek yüzünü görmeye hak kazanırsınız." Gülerek söylediği son şey hepimizin yüzünde tebessüm oluşturdu. "Benim görevim bittiğine göre, siz kendiniz kaynaşırsınız." Ayağa kalktı ve masadan uzaklaştı. Masada oluşan sessizliği ise Yiğit bozdu. "Demek prenses olmak istiyordun, öyle mi?" Kansu utangaç biriydi, bunu şimdiden anlamıştım. Elleriyle yüzünü kapattı. "Çok küçüktüm, hatırlamıyorum bile." Bu haline gülerken Kılıç ile göz göze geldik ve bu sefer gözlerini ilk çeken ben oldum. Kısa bir sohbetin ardından sessizlik oldu.
"Albayım hepinizi bahçeye bekliyor." Yemekhaneye giren asker ile aynı anda masadan kalktık. Herkesin beynini kemiren düşünceler olduğuna emindim. Kansu ve Yiğit ile merdivenlere yönetirken Kılıç bize baktı. "Merdivenleri tercih ediyoruz." Yiğit'in söylediğine kafasını salladı. "Başka bir zaman ben de tercih ederim." Arkasını döndü ve yanımızdan ayrıldı. Birkaç saniye arkasından baktıktan sonra merdivenlerden inmeye başladık. Bahçeye geçtiğimizde Adnan Albay'ı gördük. Tek tek bize baktı. Yanına yaklaştığımızda sıraya girdik. "Kılıç nerede?" Omuz silktim. "Bir şey söylemeden gitti." Kafasını salladı. "Kusura bakmayın komutanım." Kılıç geldiğinde yanımda durarak sıraya girdi. "Bir daha geç kalma durumu istemiyorum." Hafifçe Kılıç'ın omzuna vurdu ve geriye çekilerek yerine döndü. "Herkes geldiğine göre ne yapacağımızı söyleyeyim." Gerçekten de ne yapacağımızı çok merak ediyordum. "Bugün ilk gün olduğu için sizi fazla yormak istemiyorum. O yüzden biraz daha koşmak herkese iyi gelir diye düşündüm." Normal zamanda olsak çoğu kişinin homurdanmasını duyacağımı biliyordum ama kimseden ses çıkmamıştı. Arkadan birine elime uzattı ve bir şey aldı. "Ama tek koşmayacaksınız. Seçtiğiniz bir kişi ile birbirinize bağlanacaksınız. Eğer ki son bitiren siz olursanız ceza alırsınız." İlk günden ceza olmasını tabiki de beklemiyordum. "İlk günden ceza mı olur komutanım dediğinizi tahmin ediyorum ama yapacak bir şey yok." Ben tabiki de Kansu ile eş olmak isteyecektim. "1 kadın 1 erkek olmak üzere eş olacaksınız." İşte bu beklemediğim bir haberdi. "Siz mi karar vermek istersiniz yoksa ben mi seçeyim?" Kimseden ses çıkmadı çünkü kimse birbirini tanımıyordu. "Tamam ben karar veriyorum." Sıranın en başına doğru yürüdü ve yan yana duran kişileri eşleştirmeye başladı. "Sanırım ikimiz olacağız." Yiğit bunu sessizce Kansu'ya söylemişti. Kansu ise sadece başıyla onayladı. Adnan Albay bir yandan da 2 kişiyi birbirine bağlayacak olan kemerleri veriyordu. Eşleri belli olan herkes kemerlerini takarken sıra bize geldi. "Yiğit ve Kansu." Ve son sırada olan bize sıra geldi. "Umay ve Kılıç." Uzattığı kemeri aldım. "Kemerleri takıp, başlangıç noktasına geçmeniz için 1 dakikanız var." Adnan Albay başlangıç noktasına giderken Kılıç'a döndüm. O kendi tarafını takarken ben de kendi tarafımı taktım ve birlikte başlangıç noktasına doğru yürümeye başladık. "Umarım hızlı koşuyorsundur." Diğer kişileri beklerken Kılıç bana döndü. "Bunu sana ispatlamam mı gerekiyor?" Kafasını iki yana salladı. "Sadece yere düşmek istemiyorum." Kafamı salladım. "Şu ana kadar yanımda olan hiç kimsenin bırak yere düşmesini, hiçbirinin ayağı bile tökezlemedi." Gözleri gözlerimi bulunca uzun bir süre baktı. Ya da bana uzun bir süre olarak geldi bilemiyordum. "Herkes hazır mı?" Gözlerimi çektim ve Adnan Albay'a döndüm. Hepimizin hazır olduğuna emin olacak ki bağırdı. "Başlayın." Herkes aynı anda koşmaya başladı. Birkaç kişi birbirine bağlı olduğu için zorluk çekiyordu ve bunu görebiliyordum. Kılıç ile sonuncu değildik ve birkaç kişiyle birlikte en önde koşuyorduk. Sadece 1 tur atacağımız için hemen bitirmiştik. Bizimle birlikte Kansu ve Yiğit'te bitirmişti. Sonuncu ise tanımadığım kişiler olmuştu. Bitiş çizgisinde nefesimi düzene sokmaya çalışırken Kılıç'a döndüm. "Gördüğüm kadarıyla ayağın hiç tökezlemedi." Bir yandan kemerini çıkartırken bir yandan da bana bakıyordu. "Gözlerin çok iyi görüyor." Ben kendi tarafımda ki kemeri çıkarttım ve arkamı döndüm. Kansu ve Yiğit'te yanıma geldi. "Aferin gayet iyiydiniz." Adnan Albay'ın gelmesiyle sıraya girdik. "Sonuncuları ise ağır bir ceza bekliyor. Şimdilik odalarınıza gidebilirsiniz, 1 saat sonra telefonlar toplanacak ve eğitim bitine kadar kimseye verilmeyecek." Herkes binaya girerken ben annemin söyleyeceklerini düşünüyordum. Olay buraya kadar gelmişken hâlâ beni vazgeçirmek için uğraşacaktı. "Akşam dışarıda otururuz." Yiğit odasına girerken kafamı salladım. "İyi dinlenmeler." Kansu'da odaya girince ben de girdim. İlk işim hızlı bir duş almak oldu. Üstüme beyaz bir eşofman ve beyaz bir tişört giydim. Saçlarımı kuruması için açık bırakırken burada konuşmak istemediğim için ayakkabılarımı giyerek dışarıya çıktım. Dün oturduğum banka oturarak telefonumu açtım. Birazdan telefonlar toplanacaktı o yüzden annemi aradım. Hiç bekletmeden telefonu açtı. "Kızım." Gözlerimi kapattım. Sesini bile çok özlemiştim. Annem bana babamın emanetiydi. "Anne." Sesimin ağlamaklı çıkmamasını sağlayarak konuştum. "Nasılsın?" Annem sesinin ağlamaklı çıkmasını umursamayarak konuşuyordu. "Ben iyiyim, sen kendini anlat. Yerleştin mi? Çok yoruluyor musun?" Güldüm. Her zaman çok meraklı bir kadındı. Ve bazen bu huyumu ondan aldığımı düşünüyordum. "Hepimizin özel odası var, odalar çok güzel. Bugün ilk gündü o yüzden Adnan Albay bizi çok yormak istemedi. Birazdan telefonlar toplanacak." Kısa bir sessizlik oldu. Ne söyleyeceğini bildiğim için önce ben konuştum. "Hayır anne vazgeçemem. Bunu söyleyeceğini biliyorum ama boşuna nefesini tüketme." Derin bir nefes verdiğini duydum. Daha sonra morali yerine gelsin diye Kansu ve Yiğit'ten bahsettim. Birileriyle arkadaşlık kurduğumu duyunca seviniyordu. Veda vakti gelince ise ağladığını anladım. "Seni sevdiğimi unutma. Ağlamana gerek yok çünkü her hafta arayacağım." Yaşadığı şeyler yüzünden böyle yerli vermesini normal buluyordum. "Ben de seni çok seviyorum kızım." Zor da olsa vedalaşarak telefonu kapattım. Derin nefesler alarak gökyüzüne baktım. Her zaman yanımda olduğunu hissediyordum. Hem babamın hem de annemin. Telefonu bankın üstüne koydum ve ellerimle yüzümü kapattım. Eski anıları yine hücum etmeye başlamıştı. Ta ki bir ses duyana dek. "Ağlıyor musun?" Kılıç Bozkurt. Kafamı kaldırdım ve başımda duran adama baktım. "Hayır." Kafasıyla onaylandıktan sonra karşıma oturdu. "Telefonunu hâlâ teslim etmemişsin. Yoksa gizlice kullanmayı mı düşünüyorsun?" Gözlerimi devirdim. "Aynen gizlice kullanmayı düşünüyorum. Sakın Adnan Albay'a söyleme." İşaret parmağımla dudaklarıma dokundum ve sus işareti yaptım. Hafifçe gülümseyerek o da aynı hareketi yaptı. "Merak etme sırrın benimle güvende." Bir süre karşımda ki adamı inceledikten sonra bakışlarımı çektim. "Hemen kaynaşmışsınız." Yiğit ve Kansu yanımıza geldi. Kansu benim yanıma otururken Yiğit'te karşısına oturdu. "Fazla kaynaştığımız söylenemez." Söylediğimden sonra kısa bir sessizlik oldu. "Öğle yemeğine gidelim mi?" Bunu da ben söylemiştim çünkü gerçekten de çok açtım. "Olur." Hep birlikte ayağa kalktık ve yürümeye başladık. "Yemekhaneye geçmeden Adnan Albay'ın odasına gidelim. Telefonları vermek için." Yiğit'in söylediğine sadece kafamla onayladım. Hep birlikte merdivenlere doğru yönelirken Kılıç'ta bizimle geliyordu ve bu durum biraz tuhafıma gitmişti. Ama hiçbir tepki vermedim. Adnan Albay'ın kapısını çaldım ve içeriden ses gelmesini bekledim. "Sen gelmiyor musun?" Kılıç duvara yaslanarak konuştu. "Ben sabah teslim ettim." Kafamı salladım ve daha sonra odaya girdik. "Hoş geldiniz çocuklar." Adnan Albay elinde ki dosyayı bıraktı. "Telefonları getirdik komutanım." Çekmeceden Telefonları koyduğu kutuyu çıkardı ve masaya bıraktı. "Buraya koyabilirsiniz." Telefonları bıraktık. "Kılıç ile konuşuyor musunuz?" Kansu eliyle dışarıyı gösterdi. "Kapının önünde bekliyor." Adnan Albay hafifçe gülümsedi. "Burada ki herkesin yeri ben de ayrı çocuklar bunu siz de biliyorsunuz." Bir şey demeden kafamızı salladık. "Ama sizin yeriniz ben de çok ayrı çünkü babalarınızı tanıyorum. Hepsiyle silah arkadaşıydım." Sessizlik olunca Adnan Albay tekrardan konuştu. "Neyse bunları sonra konuşuruz." Yiğit konuyu dağıtmak için güldü. "Kovulduk." Ortamda ki üzgün hava dağıldı ve gülümsedim. "Aynen öyle, hadi çıkın odamdan." Adnan Albay'a gülerek odadan çıktık. "Çok beklettiniz." Gözlerimi devirdim ve yürümeye başladık. "Abart." Hep birlikte Yemekhaneye girdik ve yemeklerimizi aldık. Bulduğumuz boş masaya oturduktan sonra sessizce yemeklerimizi yedik. "Babalarımız arkadaş olabilir mi?" Bu soru Yiğit'ten geldi. Aslında bunu hiç düşünmemiştim. Cevabı ise biz de değildi. "Bu sorunun cevabı Adnan Albay'da." Hepsi beni onaylayan sesler çıkardı. Yemeklerimiz bittiğinde yemekhaneden çıktık. "Adnan Albay odasında mı?" Adnan Albay'ın odasının önünde gördüğüm askeri durdurdum. "Hayır." Teşekkür ederek dışarıya çıktık. "Şuan çok merak ettim." Kansu haklıydı, ben de çok merak etmiştim. Eğer ki babalarımız eskiden silah arkadaşıysa, bizim de birbirimizi bulmamız çok büyük bir şanstı. Tekrardan banka oturduğumuzda kimseden ses çıkmıyordu. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. "Adnan Albay atış merkezinde sizi bekliyor." Yanımıza gelen askerle kaşlarımı çattım. "Bugün ilk gün olduğu için serbestsiniz demişti." Asker hafifçe gülümsedi. "Adnan Albay'ın kararları değişebilir." Haklıydı ve fazla sorgulamamak gerekiyordu. "Gidelim o zaman." Kılıç ayağa kalkınca biz de kalktık ve beraber yürümeye başladık. "Herkes sıraya girsin." Hepimiz sıraya girdik ve beklemeye başladık çünkü hâlâ gelmeyen kişiler vardı. Birkaç dakikanın ardından herkes buradaydı. "Bugün antreman beklemediğinizi biliyorum, sadece sürpriz olsun istedim." Adnan Albay eliyle ileride duran atış noktalarını işaret etti. "Yarım saat atış çalışacaksınız. Herkes yerlerine geçsin." Burada toplam 20 kişi vardı ve herkes için atış noktası koyulmuştu. Yerime geçtim ve silahı elime aldım. "Başlayın." Silahı sesleri duyulmaya başladı. 10 etaptan oluşan bir atıştı. Her etapta vurmamız gereken 10 tane hedef noktası vardı. Dakikalar süren atışlardan sonra hedef noktalarını bitirerek geriye çekildim. Benimle birlikte bitirenler de vardı. Birkaç dakika sonra ise herkes bitirmişti. "Aferin." Adnan Albay herkese teker teker baktı. "Şimdi size aldığımız yeni karardan bahsedeceğim." Eliyle yanında duran 5 tane askeri gösterdi. "Burada 20 kişi olduğunuz için tek bir kişi detaylı bir şekilde sizinle ilgilenemez. O yüzden yanımda duran arkadaşlarım ile size eğitim vereceğim." İşte bunu beklemiyordum. 20 kişi olduğumuz için 4 kişi olmak üzere gruplara dağılacaktık ve benim kimlerle grup olmak istediğim belliydi. "Her eğitmen 4 kişiden sorumlu olacak ve bu kişiler sırasıyla şöyle." Adnan Albay, yanında ki kişiler ile kimlerin grup olacağını saymaya başladı. "Umay, Kılıç, Kansu ve Yiğit." Adnan Albay hafifçe gülümseyerek karşımızda durdu. "Siz de benim sorumluluğum altındasınız." Bunun şans eseri olduğunu düşünmüyordum. Kesinlikle bilerek planlanmış bir şeydi. "Artık odalarınıza geçebilirsiniz." Hep birlikte yürümeye başladık. Hepimizin biraz dinlenmeye ihtiyacı vardı. Buna emindim. "Adnan Albay ile konuşmamız gereken şeyler var." Kılıç'ta benim gibi düşünüyordu. "Kesinlikle." Odalarımızın önüne geldiğimizde durduk. "Yemekte konuşuruz." Yiğit kendi odasına girerken kafamı sallayarak ben de odama girdim. Kendimi yatağa bıraktım ve gözlerimi kapattım. Cevaplanması gereken çok soru vardı. Hepsini de çok merak ediyordum. Düşüncelerimi zorlayarak eski anıları hatırlamaya çalıştım ama hiçbir şey yoktu. Her zaman lojmanda kalırdık ama babam olmadığı zamanlar çok dışarıya çıkmazdık. Belki de o yüzden hiçbir şeyi hatırlamıyordum. İlerleyen dakikalarda annemi arama isteği ile baş etmeye çalıştım çünkü ilk günden özlemiştim. Burada ki psikoloji gerçekten de çok farklıydı. Bu psikolojiyi sadece asker olanlar anlardı. "Umay yemeğe gidiyoruz." Tam uykuya dalacaktım ki Kansu'nun sesiyle kendime geldim. Düşüncelerin yoğunluğu başımı ağırmıştı. "Geliyorum." Hızlıca banyoya girdim ve kıyafetlerimi düzelttim. Elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra telefonumu alarak odadan çıktım. Kansu ve Yiğit kapının önünde bekliyordu. Gözlerim Kılıç'ın odasına takıldı. "Kılıç yok mu?" Tam o sırada Kılıç odadan çıktı. Duş aldığını belli edercesine saçları ıslaktı. Böyle düşününce gerçekten de yakışıklı biriydi ama yakışıklı olduğu kadar da gıcık biriydi. Buna emindim. "Beni merak ettiğini bilmiyordum." Tam da söylediğim gibi gıcık biriydi. "Seni merak etmedim, sadece sordum. İnsanlık hali." İnanmadığını belli ederek kafasını salladı. "Anladım." Bir şey demeden yürümeye başladım. Kansu ve Yiğit kendi aralarında sohbet ederken Kılıç sessizce konuştu. "Asansörden mi korkuyorsun?" Bir süre bir şey demedim. Hâlâ cevap beklediğini fark edince ona döndüm. "Seni ilgilendirmez." Sesimin sert çıkması beklemediğim bir şeydi. Ama pişman değildim. "Doğru." Kafasını salladı ve başka hiçbir şey söylemedi. Yemekhaneye girdiğimizde çok kalabalık olmadığını gördüm. Adnan Albay ise ortalıklarda yoktu. Sanırım aradığım cevapları bugün de bulamayacaktım. Kılıç boş bir masaya yönelirken Yiğit kolundan tuttu. "Yemek yemeyecek misin?" Kafasını iki yana salladı. "Aç değilim." Bunun sebebi onu terslemem olabilir miydi? Hiç sanmıyordum. "Tamam." Yiğit ve Kansu ile yemeklerimizi aldık ve Kılıç'ın oturduğu masaya gittik. "Adnan Albay burada değil. Hatta hiçbir eğitmen burada değil." Kansu'ya bakarak kafamı salladım. "Yani bugün de sorularımızın cevabını öğrenemeyeceğiz." Önümde ki yemeği yemeye başladım. Menü gerçekten de güzeldi ama annemin yemekleri daha güzeldi. "Annemin yemekleri daha güzel." Bu cümle beklemediğim bir şekilde ağzımdan çıktı. "Kesinlikle iki gündür bunu düşünüyorum." Yiğit'in heyecanla konuşması beni gülümsetti. "Annemin zorla brokoli yedirmesini saymazsak ben de çok özledim." Kansu'nun söylediğine ise kahkaha attım. Biz kendi aramızda konuşurken gözlerim Kılıç'ı buldu. Masada ki bir noktaya odaklanmış, sanki bizi dinlemiyor gibiydi. Üstüne düşünmeyerek yemeğimi yemeye devam ettim. Bir yandan da sohbet ediyordum. Yemeklerimiz bittiğinde yemekhaneden çıktık. "Sen de ağrı kesici var mı?" Kansu kafasını iki yana salladı. "Maalesef, belki Yiğit'te vardır." Yiğit ve Kılıç önde yürüyerek sohbet ediyorlardı. "Yiğit sen de ağrı kesici var mı?" "Maalesef." Tam o sırada Kılıç konuştu. "Ben de var." Bir şey demeden yüzüne baktım. Daha sonra ise kafamı salladım. Odalarımızın önüne geldiğimizde Yiğit konuştu. "Ben biraz dışarıda dolaşacağım. Gelmek isteyen var mı?" Kafamı iki yana salladım. "Ben gelirim." Yiğit, Kansu ile bahçeye çıkarken ben ilaç alacağım için beklemeye başladım. "İlaç verecektin." Arkasını döndü ve yürümeye başladı. Cebinden çıkardığı kart ile odanın kapısını açtı. İçeriye geçmek istemediğim için kapının önünde beklemeye başladım. Kılıç içeriye geçti ve bir kutu çıkardı. "Yemekhanede bir anda moralin bozuldu." Bir yandan konuşurken bir yandan da neden bu kadar çok ilaç kutusu olduğunu düşünüyordum. "Annen ile mi ilgiliydi?" Kafasını kaldırdı ve bana baktı. "Seni ilgilendirmez." Ses tonunu ilk defa bu kadar sert duyuyordum. Bakışlarımı gözlerinden ayırmadan yüzüne bakmaya devam ettim. Elinde ki ilaç kutusuyla yanıma geldi. "Sağ ol." İlaç kutusunu elinden aldım ve geriye çekildim. Bir süre yüzüne baktıktan sonra arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Bu kadar sert tepki verdiği için artık ciddi anlamda gıcık olduğunu düşünüyordum. Odama geçtim ve ilacı içtim. Saatin geçmesi için bir süre kitap okuduktan sonra bahçeyi gören pencerenin önüne gittim. Pencereyi açtım ve derin bir nefes aldım. Aslında amacım gökyüzünü izlemekti ama Kılıç'ı görmeyi beklemiyordum. Boş bir bankta oturmuş, gökyüzünü izliyordu. Belki de sebebi annesiydi. Yemekhanede açılan konudan sonra moralinin düştüğünü gözlerimle görmüştüm. Az öncede bana sert çıkmıştı. Belki de annesi yoktu, ya da vefat etmişti. Her şey olabilirdi. Bu konuda hassas olduğunu tahmin ettiğim için az önce laf sokmamıştım, yoksa beni susturamazdı. Pencereyi kapattım ve yatağıma geçtim. Biraz uykuya ihtiyacım vardı. Gözlerimi kapattım ve babamı hayal ettim. Anılar yavaşça gözlerimin önüne gelmeye başladı. 🦋
Beğendiyseniz yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayınn. |
0% |