@kelimelerashkina
|
Hayat, doğumdan ölüme kadar olan sancılı süreç. Yaşam nedendir bilinmez ama öç almak ister gibi tüm kuvvetiyle çöküyor omuzlarımıza. Sırtımızdaki yükten başımızı kaldırıp gökyüzüne bakamıyoruz. Ayaklarımızın altındaki bataklığa her gün biraz daha batıyoruz. Peki, kim söyleyecek neden bu kadar çırpındığımızı, yaşamak için uğraştığımızı. Biz insanlar hayat deyip geçiyoruz. Olabildiğince basite indirgiyoruz. Ama içinde boğulduğumuz bu hayatta, çektiğimiz acıları nereye koyacağız? Belki bir drama olur. Belki bir roman, sineme filmi ya da hiçbir şey olmadan silinip gideriz bu dünyadan. Diğer herkes gibi. Bir masal anlatayım. Bir varmış bir yokmuş… Genç kız parmaklarını duvara sürte sürte yürüyordu. Ayaklarının altındaki gri kaldırım taşları, pürüzlü duvar yüzeyi, duvarın ardındaki şekilsiz birbirine girmiş ağaç dalları her zamanki gibi ona eşlik ediyordu. Üç yıldır bu yol böyleydi. Değişmiyordu. Aynı geçip giden günler gibi. Bu sabah bir farklılık olsun diye bir adım ileri iki adım geri gidip geliyordu. Yinede değişen bir şey yoktu. Sıkkın bir nefes verip okul bahçesinden içeri girdi. Bu bahçe, okulun büyük ahşap kapısı, sınıflara çıkan merdivenler, sınıflar, sıralar, yüzler hiç değişmiyordu. Hayat tek düze akıyordu. Boşlukta aynı istikamette süzülen amaçsız bir cisim gibi. - Hey! Arkasından gelen sesle durdu ve yanına gelen arkadaşına gülümsedi. İlatun, beline kadar uzun sarı saçlarına eşlik eden süt beyaz teni, bu ten üzerine kondurulmuş acı kahve hareleri, minik kutu gibi dudakları ve fındık burnuyla tam bir güzellik abidesiydi. - Ne yapıyorsun bakalım? - İyi, sen? İlatun sinsice sırıttı. Parmağını yanındaki arkadaşına doğru sallayarak muzip bir tavır takındı. - Bir daha sana ne yapıyorsun dediğimde, iyi sen ne yapıyorsun dersen, seni öldürürüm, gırtlaklarım seni! Sana ne yapıyorsun diyorsam o an ne yaptığını soruyorum. Anladın mı? Nasılsın dersem o zaman iyiyim de! Seni son kez uyarıyorum, dedi sahte bir sinirle. Aden gözlerini devirse de gülmeyi ihmal etmedi. Verdiği tepki doğal değil, olması gerektiği gibiydi. Sahte değil ama içtende değildi. Hal ve hareketleri günlük hayata uyum sağlıyordu sadece. Sanki ayçiçeği tarlasındaki papatyaydı. Bütün ayçiçekleriyle beraber güneşe bakıyor, güneş battığında da boynunu büküyordu. Onlar gibi olduğunu göstermek için ama onlar gibi olmamanın verdiği kederle her geçen gün içten içe daha da yitiyordu. - …haftaki deneme sonuçları açıklanmış. Panoya asıyorum. Ardından panonun başına üşüşmeler, hiç vakit kaybetmeden fısıldamalar başladı. Kalabalıktan minyon, kısa kumral saçlı bir kız İlatun ve Aden’in sıralarına oturmasına izin vermeden yanlarında bitti. - İlatun ya! dedi, kız sitem edercesine, Nasıl böyle net yapabiliyorsun! Aslında kıskanmasına kıskanıyordu ama kızı en çok yoran asla öyle yüksek net yapamayacak olma-sıydı. İlatun bahaneydi, içten içe başaramayacak olmanın verdiği çaresizlik kıvrandırıyordu onu. Büyük sınav hiç olmadığı kadar yakındı çünkü. - Bak görüyor musun nazar değdirecek! Kıskanma Gökçeciğim Allah vergisi, dedi İlatun gururlu ve üsten bakan bir edayla. Aden sessizce yerine oturdu. Kitaplarını çıkardı ve dersin başlamasını beklemeye baş-ladı. Dışarıdan ifadesizdi. İlatun’a karşı herhangi bir kötü düşüncesi yoktu ama aralarındaki bu başarı farkı istemsizce kızın kendini kötü hissetmesine neden oluyordu. Çünkü herkes ondan İlatun gibi başarılı olmasını bekliyordu. Kimse ona başarısız olsa da sorun olmayacağını söylemiyordu. Aslında başarısız da değildi. İlatun ile arasında çok az net farkı olurdu ancak her zaman onun gerisinde olmak ailesi, özellikle babası, tarafından başarısızlık olarak görülüyordu. - Yoh! N’abersiniz? Ali Agâh güneş gibi sıcacık gülümsemesi ve sevimli sesiyle kızların dikkatini kendi üzerine çekti. Genç adam vurdumduymaz, arkadaşlarına göre serseri, hocalar arasında efendi sayılan biriydi. Açık kahve saçları alnının dört bir köşesine dağılmış lakin saçlarının serserili-ğine inat yüzündeki masum ifade onu sevimli kılıyordu. - Agâhçığım sen kaçıncı oldun. Hoş hep aynı ama… İlatun her ne kadar genç adamın gülüşünün tatlılığını kabul etse de bu sadece 10 saniye kadardı. İllaki sataşmalı, laf sokmalıydı. Hoş Agâh’ın denemeydi sınavdı önemsediği yoktu ya! - İlatun hazretlerinden fırsat kalsaydı yapardık biz de bir şeyler. - Ha hayt da ha hayt! Alaycı bir şekilde kahkaha attı genç kız. Güldürme beni! Sendeki bu gevşekliği yedi düvel biliyor. - Kızım sabah sabah işin gücün yok bana mı sardın? - Ne münasebet! Karşılık verdim sadece. - He ya en büyük köy sizinki. - Ya ben ne dedim ki şimdi. Aden Şuna bir şey der misin? - Bir de “şu” olduk iyi mi? -Aden beni savunsana ya!!! Aden ikilinin sataşmasını dinlese de aklı hala deneme sınavındaydı. Hala kaç net yaptığını bilmiyordu. Ama emindi ki yine ikinci ve yine İlatun’dan düşük net yapmıştı. Her seferinde bu sonucu görmekten artık deneme sonuçlarına bakmak istemiyordu. Hoca devam eden uğultuyu kesmek için sağındaki masaya birkaç kez vurdu ve yalan-dan öksürdü. Birkaç kişiye imalı bakışlar attı artık susmaları için. Sessizlik sağlandığında elini yeni öğrencinin omzuna koydu ve kendisine bakan öğrenciye babacan bir tavırla gülümsedi. - Hadi tanıt bakalım kendini. Sonrada boş bulduğun bir yere otur, derken kısaca sınıfa da göz gezdirmişti. En arkada, Aden’in arkasında, pencerenin yanındaki sıra boştu. - Merhaba arkadaşlar, ben Bulut. Tok ve derin bir sesi vardı. Kocaeli’nden geliyorum. Umarım iyi anlaşırız. Kimsenin yüzüne tam bakmıyordu. O kız hariç. Onunla bir anda gözleri buluşmuştu ama hemen çevirmişti gözlerini. Hocaya dönüp onay aldıktan sonra hocanın gösterdiği sıraya oturdu. Sıraya oturduğunda beri hatta dersin çoğunda üzerindeki bakışları bariz bir şeklide hissetmişti. Lakin önündeki kısa saçlı kız bir an olsun dönüp bakmamıştı. Hocaya kilitlenmiş tüm ders boyunca dersi dinlemişti. Süveteri omuzlarına göre oldukça küçük ya da omuzları çok küçüktü. Süveterin omuz kısmının yarısı aşağı sarkmıştı. Henüz küsmeyle tanışmak, arkadaşlık kurmak istemiyordu. Bu yüzden birileriyle göz göze gelmekten hususi kaçınıyordu. Ders bir şekilde böyle bitti. - Merhaba, ben İlatun. Genç adam önce kendine yöneltilen ele ardında da elin sahibine baktı. Bu kız önündeki kızın tam zıddı sarışındı. Küçük yüzlü, çekiciydi. Eli bembeyaz, parmakları narin ve ince¬cikti. Kendi eli bir erkek eline göre çok da büyük olmamasına rağmen kızın eli kendi elinde kaybolmuştu. - Bulut. - Yoh! Ben de Ali Agâh, diyerek genç adam, Bulut’un elini İlatun’un elinden çekip sıktı. Bulut, hafif kaşlarını çatarak Ali Agâh’a bakarken İlatun, Ali Agâh’ın kafasına küçük bir fiske vurdu. - Salak! Çocuk yeni gelmiş, senin dilini nasıl bilsin. Bulut’a hitaben, “Yoh” parmakla-rıyla da tırnak işareti yaparak, onun selamlaşma biçimi. Arkadaşımız biraz otaku’dur da. Bu arada otaku sürekli anime izleyen kişilere denir. Anime de çizgi film işte. Valla BL izlemiyor diye şükrediyoruz. Küçük ve hain kahkaha attı. Bana bak gizliden gizliye izlemiyorsun değil mi? - Saçmalama be! Yok, öyle bir şey birader. Hem bana diyorsun ama sen adamın aklını daha çok karıştırdın. Maalesef kimse senin çene hızına yetişemiyor. - Aaa sen, ben anlamıyorum demiyorsun da kimse mi bana yetişemiyor. Ha-hayt da ha-hayt… - Kızım senin hızına bir zipidi gonzales yetişebilir. - Sensin zibidi mi mibidimi artık ne haltsa! Ali Agâh sempatik bir gülümsemeyle Bulut’a baktı. - Sen ona bakma birader. Bunların hepsi aşırı sevgiden. Aynı anda kolunu İlatun’un boynuna doladı. Değil mi? diyerek kahverengi harelerini kızın açık mavi harelerine sabitledi. Ali Agâh bir baş uzundu ve kolunu kızın boynuna doladığından kızı gövdesine hapis etmişti. İlatun bir an Ali Agâh’ın acı kahvelerinde takılı kaldı ama hemen kafasını oğlanın kolundan kurtarıp bir adım geri çekildi. Eliyle saçını düzeltirken “hadi canım” dercesine omuz silkti. - Bana bak senin işin gücün yok da bana mı sarıyorsun. Of ya saçımı da bozdun. Herkes senin gibi yataktan katlığı haliyle gelmiyor. Ali Agâh sinsi ama sevimli denebilecek bir tebessümle karşılık verdi. İlatun’un önün-deki sırasında yan oturmuş bacak bacak üstüne atmıştı. Karşısında Aden bir ona bir de Saçla-rını düzeltmeye çalışan kıza bakıyordu. - Aden sen de ne var ne yok. Genç kız ilk birkaç saniye sessiz kaldı. - İyi ne olsun. Aden sessiz bir kızdı. Onu kendi halinde sürekli ders çalışan, tehlikelere açık, savunma-sız biri olarak benimsemişti. O yüzden genç adam ona karşı hep bir koruma içgüdüsü duyuyordu. Bir ağabey onu koruyup kollamak istiyordu. İlatun’un aksine Aden kendini savunamazdı. İlatun en basit olayda da bile diş gösterir, hiç acımadan pençelerini karşısındakine geçirebilirdi. Belki de onunla bu yüzden bu kadar uğraşmayı seviyordu. İlatun’a sataşmak içten içe heyecanlandırıyordu. İlatun’a sataşmak vahşi bir atı evcilleştirmek gibiydi. Tehlikeli ve sonunun ne olacağını bilmediği bir savaş…
Hikayeyi beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın!!!!!!!!
|
0% |