Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm / 2. Kısım

@kelimelerashkina

 

 

 

Son dersin bitmesine saniyeler vardı. Herkesin artık kafası yanmış, kimisi sıcacık yata­ğına kavuşmayı arzuluyor kimisi kafasını dağıtmak için koluna girdiği arkadaşını ikna etmeye çalışıyordu. Zil çaldığından hoca elindeki kalemi bırakıp, zaten son sınıf olduk­ları için konuyla ilgili test çözmelerini tembihleyip sınıftan çıktı.

- Adennn! Hadi alışveriş merkezine gidelim?

- Bende geleyim!

Ali Agâh çantasını koluna asmış İlatun’un dibinde alttan alttan masum bakışlarla kızın ak­lını çelmeyi amaçlıyordu lakin boşunaydı. İlatun acımasızdı. Tabir yerindeyse kalpsizdi.

- Bana bak, şu an sana söylenecek çok güzel bir lafım var ancak elitliğimden ödün veremicim, dedi hafif omuzlarını kaldırıp göz ucuyla oğlana bakarken. Duruşunda kendini beğenmişliğin altındaki cilveli eda güzelliğinin yanı sıra çekici kılıyordu onu. O yüzden baş­tan vazgeç.

Aden bu sırada kitaplarını toparlamış sıkıntılı bir şekilde ne yapacağını düşünüyordu. Hiç gitmek istemiyordu. Şu sıralar kimseyle beraber olmak, bir şeyler yapmak istemiyordu. Hele ki haftanın üç dört günü kendi evinde gördüğü kızla…

- Bilmem. Yani ders çalışmalıyım… Çok gelebileceğimi zannetmiyorum.

- Ah… Hadi ama! Tek başıma eğlenceli olmaz.

Ben senin oyun arkadaşın mıyım? Demek istedi ancak sadece içinden geçirmekle ye­tindi. Oyun yaşını geçeli çok olmuştu.

- Hem babamın izin vereceğini zannetmiyorum.

- Dert ettiğin şeye bak. Ben izin alırım Çetin amcamdan. O bana bir şey diyemez. Uzun zamandır birlikte bir şey yapmıyoruz.

Zaten Çetin amcan her şeyde bir tek sana izin veriyor. Ağzının içinde farkında olma­dan mırıldanmıştı.

- Bir şey mi dedin?

- Ha… Yok. Daha dün bizdeydin ya onu dedim.

- O başka Kanka, biraz kız kıza gezelim âlemlere akalım.

- Ya ya, âlemlerde açmış kollarını bizi bekliyordu zaten.

- Aman be! Ne naz yaptın. Az kafamızı dağıtırdık. Sınava şunun şurasında ne kaldı ki!

Üniversite sıvası… Bir öğrencinin ölüm hükmünün belirlendiği sınav. Gezmek tozmak yok, eğlenmek yok; düşünmek, var olmak yok. Üniversite sınavına çalışmak var. Şunun şurasında 4 ay 14 gün 12 saat kalmıştı. Sayılı gün süratle ilerleyerek hedefini parçalamak isteyen bir roket gibiydi. Daha dün gibi hatırlıyordu liseye başladığı günü. Çetin bey bırakmıştı onu okula. Sıkı çalışmasını, tıp kazanmak için çok çalışması gerektiğini peşin peşin tembihlemişti. O gün bu gündür kafasını dersten kitaptan kaldırmamıştı. Her gün ayağının altında ezilen gri kaldırım taşı bir nevi gökyüzü olmuştu.

- Efendim dede… Şimdi iniyorum aşağıya.

Çantasını koluna asmış kapattığı telefonu cebine atarak sınıftan çıkmıştı. Sağına so­luna pek bakmadan ritmik bir şeklide merdivenlerden indi. Büyük ahşap kapıdan çıktığında kızıl gökyüzü karşıladı onu. Okulun geniş bahçesi, sıra sıra ağaçlarla çevrilmiş, belli başlı ağaçların altında da banklar vardı. Sol tarafında basket sahası tam karşı­sında okulu çevreleyen duvarın birleştiği demir parmaklıklı kapı vardı. Elleri cebinde okuldan çıkan öğrencilerle birlikte demir parmaklıklı kapıdan çıktı. Önünde ana yol vardı. Sağ ve sola baktı. Sağ tarafta dedesinin Passat’ı, hava kararmasına rağmen simsiyah araba kendini belli ediyordu. Arabaya bindi. Dümdüz asfaltta araba kayarcasına yol aldı.

- Eee, anlat bakalım nasıl geçti okul?

- İyi, dedi. Susacaktı ama sanki daha fazla şey söylemesi gerekiyormuş gibi hissetti. Yani ilk gün işte, fena değildi.

- Hocaların nasıldı?

- Hepsini görmedim ama şimdiye kadar gördüklerim iyiydiler.

Yaşlı adam belli etmemeye çalışarak sıkkın bir nefesi yavaş yavaş bıraktı. Bir şey söylemek istiyor da söyleyemiyormuş gibi ağzını bir açıp bir kapadı. Bulut yanında kalmak istediğini söylediğinde özel okula yazdırmak istemişti lakin genç adam ısrarla kabul etmemişti. Bir sıkıntısı olduğu yanında kal­mak istemesinden belliydi. Bulut kolay kolay başkasının evinde kalan bir çocuk değildi. An­kara’ya bile sadece anne ve babasıyla birlikte gelirdi. Onun dışında tek geldiği hiç olmamıştı, her ne kadar yanında kalmasını teklif etse de.

- Eve gitmeden şöyle güzel bir yemek yiyelim ne dersin?

Babacan bir tavırla oğlanın başını okşadı.

- Sen nasıl istesen, demekle yetin Bulut.

 

***

 

Şu anda parlak spot ışıkları altındaki rujları inceliyordu. Gözüne kestirdiği rengi eline aldı. Kapağını açıp rengi ortaya çıkardı. Koyu kan kırmızısıydı. Neden buradaydı? Bir sürü çözülmemiş soru evde onu bekliyordu.

- Neye bakıyorsun?

Aden elinde kapağı açılmış rujla birlikte İlatun’a döndü.

- Yaa çok güzel. Nasıl buldun bu rengi?

Genç kız hızlıca rujun kapağını kapatıp yerine koydu.

- Yok, ben sadece öylesine bakıyordum.

İlatun Aden’in koyduğu ruju aldı ve kapağını açıp tekrar rengi ortaya çıkardı.

- Niye öyle diyorsun. Şu renge baksana! Elinin üstüne sürdü rengin nasıl durduğuna bak­mak için. Bunu net almalısın!

- Gerek yok İlatun. Hadi ne aldıysan ödemeni yap, ben seni dışarıda bekliyorum.

İlatun’un bir şey demesine fırsat vermeden dışarı çıktı. Buraya hiç gelmemeliydi. Telefo­nun çalması an meselesiydi. Saati tekrar kontrol ettiğinde 7’yi geçtiğini gördü. Babası gece nöbetine kalmış olmalıydı. Evde olsa şimdiye kadar elli kere arayıp sormuştu. Hoş annesine mesaj atmıştı İlatun’la birlikte olduğunu ama Çetin Bey dersin başında olmasını isterdi.

- Adennn!!!!!

İlatun elinde paketlerle mağazadan çıktı.

- Hadi gidelim. Aden tekrar saatini kontrol etti. Çok geç kaldık zaten.

- Aaa hayatta olmaz! Buraya kadar geldik, bir yemek yemeden şuradan şuraya adım bile atmam.

Dikil burada tek başına o zaman! Demek geçti içinden.

- İlatun bak saat yediyi geçti çok geç kaldık. Hadi gidelim. Başka zaman yeriz. İçten içe sinirlense de sakin bir sesle konuşmuştu.

İlatun kollarını göğsünde kavuşturmuş bir çocuk gibi omuzlarını kaldırıp indirdi.

- Bana ne bana ne!

Genç kız gözlerini devirirken bir soluk verdi. İlatun zaferle gülümsedi ve bir pizza dükkânına girdi. Aden de peşi sıra kızı takip etti. Kısa zamanda siparişleri geldi. İlk dilimler yendi. Aden ikinci dilime geçtiği sırada sessizliği İlatun bozdu. Ona kalsa eve gidene kadar ağzını bıçak açmazdı.

- Yeni çocuk hakkında ne düşünüyorsun?

Aden bir an zor yutkundu. Fantasından bir yudum aldı. Şimdi nereden çıktı bu.

- Hiçbir şey.

İlatun Aden ile Bulut arasındaki bakışmaya tanık olan tek kişiydi. İlk anda fark etmişti.

- Nasıl hiçbir şey? Tüm sınıf onu konuşuyor.

- Yani?

İlatun gözlerini devirdi. Sesiz kaldı. Daha daha da bir şey konuşmadılar yemek bitene kadar. İlatun önde Aden arkada alışveriş merkezinin park alanına indiler. Eve kadarki araba yolculuğu da ses­siz geçti. Aden’in evinin önüne geldiklerinde İlatun kızın inmesine mani oldu.

- Al bakalım.

Aden kaşlarını çatarak anlamadığını gösterdi.

- Nedir bu?

İlatun:

- Küçük bir hediye diyerek paketi Aden’in avucuna koydu. Aden elindeki paketi açtı içindekini görmesiyle paketi geri uzatması bir oldu.

- İlatun alır mısın bunu? Gerek yok böyle bir şeye.

İlatun göz devirdi.

- Yaw zaten gerek olduğundan değil. Küçük bir hediye işte. Hadi hadi…

- Bu son, dedi kaşlarını kaldırarak, bak gerçekten bu son. Zaten sürekli bir şeyler he­diye ediyorsun. Çok ciddiyim bu son. Arabadan inmeden arkasına döndü, teşekkür ederim.

İlatun “tamam tamam” diyerek başını salladı ve tatlı tatlı gülümsedi.

Ağır ağır çıktı merdivenlerden. Her katta ışıklar bir sönüp bir yanıyordu. Zile basma­dan kapıyı kendi anahtarıyla açtı. Ev halkı çoktan yemek yemiş olmalıydı. Bu evde akşam yemeği saati 6.30’dur. Bu saatte masada olmayan kendi yemeğini kendi hazırlardı.

- Kim geldi?

- Ben geldim anne.

Aden direkt oturma odasına, annesinin yanına gitti. Annesini kanepede çamaşır katlı­yor, erkek kardeşi de yerde yüzüstü yatmış resim yapıyordu.

- Hoş geldin güzel kızım.

- Hoş bulduk anne.

Kendini olduğu gibi kanepeye bıraktı. Tavandaki ışık gözünü alıyordu. Televizyonda bir dizi oynuyordu.

- Babam nöbette mi?

İkisinin de bildiği bir soruydu. Öylesine sormuştu. Annesi gülümseyerek karşılık verdi.

- Nasıl geçti okul.

- İyi, değişen bir şey yok.

Bir anda duraksadı. Gözleri kapalıydı.

Son dersin bitmesine saniyeler vardı. Herkesin artık kafası yanmış, kimisi sıcacık yata­ğına kavuşmayı arzuluyor kimisi kafasını dağıtmak için koluna girdiği arkadaşını ikna etmeye çalışıyordu. Zil çaldığından hoca elindeki kalemi bırakıp, zaten son sınıf olduk­ları için konuyla ilgili test çözmelerini tembihleyip sınıftan çıktı.

- Adennn! Hadi alışveriş merkezine gidelim?

- Bende geleyim!

Ali Agâh çantasını koluna asmış İlatun’un dibinde alttan alttan masum bakışlarla kızın ak­lını çelmeyi amaçlıyordu lakin boşunaydı. İlatun acımasızdı. Tabir yerindeyse kalpsizdi.

- Bana bak, şu an sana söylenecek çok güzel bir lafım var ancak elitliğimden ödün veremicim, dedi hafif omuzlarını kaldırıp göz ucuyla oğlana bakarken. Duruşunda kendini beğenmişliğin altındaki cilveli eda güzelliğinin yanı sıra çekici kılıyordu onu. O yüzden baş­tan vazgeç.

Aden bu sırada kitaplarını toparlamış sıkıntılı bir şekilde ne yapacağını düşünüyordu. Hiç gitmek istemiyordu. Şu sıralar kimseyle beraber olmak, bir şeyler yapmak istemiyordu. Hele ki haftanın üç dört günü kendi evinde gördüğü kızla…

- Bilmem. Yani ders çalışmalıyım… Çok gelebileceğimi zannetmiyorum.

- Ah… Hadi ama! Tek başıma eğlenceli olmaz.

Ben senin oyun arkadaşın mıyım? Demek istedi ancak sadece içinden geçirmekle ye­tindi. Oyun yaşını geçeli çok olmuştu.

- Hem babamın izin vereceğini zannetmiyorum.

- Dert ettiğin şeye bak. Ben izin alırım Çetin amcamdan. O bana bir şey diyemez. Uzun zamandır birlikte bir şey yapmıyoruz.

Zaten Çetin amcan her şeyde bir tek sana izin veriyor. Ağzının içinde farkında olma­dan mırıldanmıştı.

- Bir şey mi dedin?

- Ha… Yok. Daha dün bizdeydin ya onu dedim.

- O başka Kanka, biraz kız kıza gezelim âlemlere akalım.

- Ya ya, âlemlerde açmış kollarını bizi bekliyordu zaten.

- Aman be! Ne naz yaptın. Az kafamızı dağıtırdık. Sınava şunun şurasında ne kaldı ki!

Üniversite sıvası… Bir öğrencinin ölüm hükmünün belirlendiği sınav. Gezmek tozmak yok, eğlenmek yok; düşünmek, var olmak yok. Üniversite sınavına çalışmak var. Şunun şurasında 4 ay 14 gün 12 saat kalmıştı. Sayılı gün süratle ilerleyerek hedefini parçalamak isteyen bir roket gibiydi. Daha dün gibi hatırlıyordu liseye başladığı günü. Çetin bey bırakmıştı onu okula. Sıkı çalışmasını, tıp kazanmak için çok çalışması gerektiğini peşin peşin tembihlemişti. O gün bu gündür kafasını dersten kitaptan kaldırmamıştı. Her gün ayağının altında ezilen gri kaldırım taşı bir nevi gökyüzü olmuştu.

- Efendim dede… Şimdi iniyorum aşağıya.

Çantasını koluna asmış kapattığı telefonu cebine atarak sınıftan çıkmıştı. Sağına so­luna pek bakmadan ritmik bir şeklide merdivenlerden indi. Büyük ahşap kapıdan çıktığında kızıl gökyüzü karşıladı onu. Okulun geniş bahçesi, sıra sıra ağaçlarla çevrilmiş, belli başlı ağaçların altında da banklar vardı. Sol tarafında basket sahası tam karşı­sında okulu çevreleyen duvarın birleştiği demir parmaklıklı kapı vardı. Elleri cebinde okuldan çıkan öğrencilerle birlikte demir parmaklıklı kapıdan çıktı. Önünde ana yol vardı. Sağ ve sola baktı. Sağ tarafta dedesinin Passat’ı, hava kararmasına rağmen simsiyah araba kendini belli ediyordu. Arabaya bindi. Dümdüz asfaltta araba kayarcasına yol aldı.

- Eee, anlat bakalım nasıl geçti okul?

- İyi, dedi. Susacaktı ama sanki daha fazla şey söylemesi gerekiyormuş gibi hissetti. Yani ilk gün işte, fena değildi.

- Hocaların nasıldı?

- Hepsini görmedim ama şimdiye kadar gördüklerim iyiydiler.

Yaşlı adam belli etmemeye çalışarak sıkkın bir nefesi yavaş yavaş bıraktı. Bir şey söylemek istiyor da söyleyemiyormuş gibi ağzını bir açıp bir kapadı. Bulut yanında kalmak istediğini söylediğinde özel okula yazdırmak istemişti lakin genç adam ısrarla kabul etmemişti. Bir sıkıntısı olduğu yanında kal­mak istemesinden belliydi. Bulut kolay kolay başkasının evinde kalan bir çocuk değildi. An­kara’ya bile sadece anne ve babasıyla birlikte gelirdi. Onun dışında tek geldiği hiç olmamıştı, her ne kadar yanında kalmasını teklif etse de.

- Eve gitmeden şöyle güzel bir yemek yiyelim ne dersin?

Babacan bir tavırla oğlanın başını okşadı.

- Sen nasıl istesen, demekle yetin Bulut.

 

***

 

Şu anda parlak spot ışıkları altındaki rujları inceliyordu. Gözüne kestirdiği rengi eline aldı. Kapağını açıp rengi ortaya çıkardı. Koyu kan kırmızısıydı. Neden buradaydı? Bir sürü çözülmemiş soru evde onu bekliyordu.

- Neye bakıyorsun?

Aden elinde kapağı açılmış rujla birlikte İlatun’a döndü.

- Yaa çok güzel. Nasıl buldun bu rengi?

Genç kız hızlıca rujun kapağını kapatıp yerine koydu.

- Yok, ben sadece öylesine bakıyordum.

İlatun Aden’in koyduğu ruju aldı ve kapağını açıp tekrar rengi ortaya çıkardı.

- Niye öyle diyorsun. Şu renge baksana! Elinin üstüne sürdü rengin nasıl durduğuna bak­mak için. Bunu net almalısın!

- Gerek yok İlatun. Hadi ne aldıysan ödemeni yap, ben seni dışarıda bekliyorum.

İlatun’un bir şey demesine fırsat vermeden dışarı çıktı. Buraya hiç gelmemeliydi. Telefo­nun çalması an meselesiydi. Saati tekrar kontrol ettiğinde 7’yi geçtiğini gördü. Babası gece nöbetine kalmış olmalıydı. Evde olsa şimdiye kadar elli kere arayıp sormuştu. Hoş annesine mesaj atmıştı İlatun’la birlikte olduğunu ama Çetin Bey dersin başında olmasını isterdi.

- Adennn!!!!!

İlatun elinde paketlerle mağazadan çıktı.

- Hadi gidelim. Aden tekrar saatini kontrol etti. Çok geç kaldık zaten.

- Aaa hayatta olmaz! Buraya kadar geldik, bir yemek yemeden şuradan şuraya adım bile atmam.

Dikil burada tek başına o zaman! Demek geçti içinden.

- İlatun bak saat yediyi geçti çok geç kaldık. Hadi gidelim. Başka zaman yeriz. İçten içe sinirlense de sakin bir sesle konuşmuştu.

İlatun kollarını göğsünde kavuşturmuş bir çocuk gibi omuzlarını kaldırıp indirdi.

- Bana ne bana ne!

Genç kız gözlerini devirirken bir soluk verdi. İlatun zaferle gülümsedi ve bir pizza dükkânına girdi. Aden de peşi sıra kızı takip etti. Kısa zamanda siparişleri geldi. İlk dilimler yendi. Aden ikinci dilime geçtiği sırada sessizliği İlatun bozdu. Ona kalsa eve gidene kadar ağzını bıçak açmazdı.

- Yeni çocuk hakkında ne düşünüyorsun?

Aden bir an zor yutkundu. Fantasından bir yudum aldı. Şimdi nereden çıktı bu.

- Hiçbir şey.

İlatun Aden ile Bulut arasındaki bakışmaya tanık olan tek kişiydi. İlk anda fark etmişti.

- Nasıl hiçbir şey? Tüm sınıf onu konuşuyor.

- Yani?

İlatun gözlerini devirdi. Sesiz kaldı. Daha daha da bir şey konuşmadılar yemek bitene kadar. İlatun önde Aden arkada alışveriş merkezinin park alanına indiler. Eve kadarki araba yolculuğu da ses­siz geçti. Aden’in evinin önüne geldiklerinde İlatun kızın inmesine mani oldu.

- Al bakalım.

Aden kaşlarını çatarak anlamadığını gösterdi.

- Nedir bu?

İlatun:

- Küçük bir hediye diyerek paketi Aden’in avucuna koydu. Aden elindeki paketi açtı içindekini görmesiyle paketi geri uzatması bir oldu.

- İlatun alır mısın bunu? Gerek yok böyle bir şeye.

İlatun göz devirdi.

- Yaw zaten gerek olduğundan değil. Küçük bir hediye işte. Hadi hadi…

- Bu son, dedi kaşlarını kaldırarak, bak gerçekten bu son. Zaten sürekli bir şeyler he­diye ediyorsun. Çok ciddiyim bu son. Arabadan inmeden arkasına döndü, teşekkür ederim.

İlatun “tamam tamam” diyerek başını salladı ve tatlı tatlı gülümsedi.

Ağır ağır çıktı merdivenlerden. Her katta ışıklar bir sönüp bir yanıyordu. Zile basma­dan kapıyı kendi anahtarıyla açtı. Ev halkı çoktan yemek yemiş olmalıydı. Bu evde akşam yemeği saati 6.30’dur. Bu saatte masada olmayan kendi yemeğini kendi hazırlardı.

- Kim geldi?

- Ben geldim anne.

Aden direkt oturma odasına, annesinin yanına gitti. Annesini kanepede çamaşır katlı­yor, erkek kardeşi de yerde yüzüstü yatmış resim yapıyordu.

- Hoş geldin güzel kızım.

- Hoş bulduk anne.

Kendini olduğu gibi kanepeye bıraktı. Tavandaki ışık gözünü alıyordu. Televizyonda bir dizi oynuyordu.

- Babam nöbette mi?

İkisinin de bildiği bir soruydu. Öylesine sormuştu. Annesi gülümseyerek karşılık verdi.

- Nasıl geçti okul.

- İyi, değişen bir şey yok.

Bir anda duraksadı. Gözleri kapalıydı. O karanlıkta iki derin kuyu belirdi. Nabzı hız­landı. Yutkundu. Bir anda gözlerini açıp yaslandığı yerden doğruldu. Ne düşünüyorum ben! Kafasındakileri yok etmek istercesine kafasını iki yana salladı. Başka düşüncelere fırsat verme­den yerinden kalktı.

- Ben odama geçiyorum.

- Yemek yemeyecek misin?

- Yok, yedim ben.

Bugün hangi dersleri işledik? Sabah edebiyat. Ondan test çözmeme gerek yok. Sonra mate­matik ve fizik vardı. Konuyla tekrar testleri çözeyim. Bir de paragraf ve problem testleri çözmeliyim. Zaten bunlar rutindi. Her gün istisnasız çözüyordu. Ah bir de kimya var. Onu zerre anlamıyorum. Konu videosu izlerim artık. Genç kız zihninde bu karmaşayla odasının kapısın kapattı.

O karanlıkta iki derin kuyu belirdi. Nabzı hız­landı. Yutkundu. Bir anda gözlerini açıp yaslandığı yerden doğruldu. Ne düşünüyorum ben! Kafasındakileri yok etmek istercesine kafasını iki yana salladı. Başka düşüncelere fırsat verme­den yerinden kalktı.

 

 

Hikayeyi okumayı ve yorum yapmayı unutmayın!!!!!!!!!!!!!

 

 

 

Loading...
0%