@kelimelerashkina
|
Hareket evrenin yegâne parçasıdır. Dünya kendi etrafında döner gece gündüz oluşur, güneşin etrafında döner iklimler oluşur, ay dünyanın etrafında döner medcezir olur. Yani hareket var olmak, devam etmek, yaşamaktır. Buna karşın durağan, ilerlemeyen ve en önemlisi olmayan hiçbir şey hayatın akışını bozar. Mesela bir bakış başlangıçtır ama devamında herhangi bir hareket, eylem olmuyorsa bu bakış insanı beklentiye sokar ve hiçbir şey olmadıkça da içten içte delirtir insanı. Keşke en başta böyle bir şey olmasaydı ya da oluyorsa devamında bir şey olmalıdır diye düşünür. Aslında hayatta hey şey yüzde elli yüzde ellidir. Ya olur ya da olmaz. Lakin insanlar en ufak bir harekettin bile sonucu olmalı, bir şeyler devam etmeli diye düşünürler. İşte bu yüzden bir anlık bir bakış sanki hep bir şey olacakmış hissiyatı verir. Yani dünya kendi etrafında tam dönecekken yarıda dursa geceyi bekleyenler gündüzü, gündüzü bekleyenler de geceyi beklemeye devam ederler. Dünya kendi etrafında dönmeye devam etmelidir ki gece gündüz olsun ve günler ilerlemeye, hayat akmaya devam etsin. Ama işte dünya dönmezse, dönene kadar birileri gündüzü birileri de geceyi bekler. Aden ile Bulut arasındaki ilk bakış böyle bir şeydi. O günden sonra bilerek ya da bilmeyerek ya da öylesine anlık bir bakışma sessiz bir anlaşma gibi aralarında kol geziyordu. Bir anlamı yoktu ama bir anlama gelebilecek kadar da sınırdaydı. Ne onda ne de oğlanda bir bir hareketlilik vardı. Sınıfa, koridorda, kafeteryada, okulun bahçesinde, yol kenarında bir saliselik göz göze geliş hiçlikle varlık arasında gidip geliyordu. Onun gözlerine bir an bile bakmak kızın bedeninde karıncalanmalara neden oluyordu. Yine de hiçbir şey olmuyordu. Aniden bir top kızın önündeki zeminde zıpladı ve fark edemediği bir yöne gitti. Gözleri topu ararken yine o derin koyu mavi gözler teğet geçti gözlerini. Bu bakış diğerlerine göre öylesine denebilecek ancak farklılığı iki gencin hissettiği bir eylemdi. Voleybol oynuyordu. Hoca kızlı erkekli maç yapacağını ve kimlerin oymak istediğini sorduğunda Bulut da elini kaldırmıştı. Kar yağdığı için okulun içindeki voleybol sahasındaydılar. Dikdörtgen şeklindeki alan hem voleybol sahası hem de basketbol sahası olarak kullanılabiliyordu. Bazı zamanlar konferans için bile düzenlenebiliyordu. - Aden iyi misin kızım? Aden kafasını kaldırdığında beden eğitimi hocası ile karşılaştı. Oyunda olmayan sayılı kişilerdendi ve kaçan topları getirmeyi kendine görev edinmişti. Ama oyunu seyrederken, daha doğrusu Bulut’u kaçamak bakışlarla izlerken, dalmış ona doğru gelen topu fark edememişti. Neyse ki top ona vurmamıştı. - İyiyim hocam. Top bana gelmedi. Oyun alanına kısa bir bakış atıp kaçan topu aramaya koyuldu. İlatun ve Bulut aynı takımda Ali Agâh karşı takımdaydı. Sadece Ali Agâh ile gözleri kesişti. Ali Agâh, tanıştıklarında beri Aden’e karşı mesafeli ama korumacıydı. Sınırını biliyor ama gözünün hep üstünde olduğunu da hissediyordu kız. Bu his güzeldi. Ali Agâh’a çok yakın davranamasa da çekinmiyordu. Onun orada bir yerde var olduğunu bilmek rahat hissettiriyordu. Hoca, hakem yerini aldığında düdüğü çalarak oyunu başlattı. Oyun 1-0’dı. İlk seti Bulut’un olduğu takım almıştı. Bu ikinci sette, Bulut’un olduğu takım 21, Ali Agâh’ın olduğu takım 23’tü. İlk set 25-22 bitmişti. Bulut arayı kapatmak ve ikinci seti almak için elinden geleni yapıyordu lakin set sayısıydı ve top karşı taraftaydı. Okulun takım kaptanı Kağan servis kullanacaktı. Bulut her ne kadar ilk oyunda muhteşem bir performans sergilese de bu seti kaştı takıma kaptırdı. Oyun boyunca topları güzel karşılamış, paslaşmış ve bulduğu fırsatta smaçları basmıştı. Kendi okulunda takım kaptanıymış. Ortaokuldan beri voleybol oynuyormuş. Profesyonel olduğu sahaya hâkim olmasından belliydi. Herkesi kolluyor, topu gözetliyor ve iyi bir yönlendirme yapıyordu. Çoğu kişi beğeni dolu gözlerle bakıyordu Bulut’a. Oyun boyunca tezahüratlar Kağan ile Bulut arasında gidip gelmişti. Üçüncü sete geçmemişlerdi çünkü beş dakika sonra zil çalacaktı. Hoca Bulut’un yanına giderek önceki okulunda ne yaptığı ile ilgili daha çok soru sormaya başladı. Kağan da onların yanına merakla ikisini dinliyordu. Diğer oyuncular sahanın çizgilerinde, oyunda olmayanlarla küçük gruplar halinde toplanmış nefes nefese dinleniyorlardı. Oynayan oynamayan herkes çok zevk almış sınavın çok yaklaştığı bu zaman diliminde herkes için eğlence kaynağı olmuştu. Üniversite sınavına dört ay kala hala beden eğitimi dersi yapmaları Takım kaptanı Kağan içindi. Kağan oldukça yetenekli bir oyuncuydu ve özel olarak birçok kulüpten teklif almıştı. Hem diğer öğrencilerin kafa dağıtması hem de Kağan’ın daha fazla antrenman yapabilmesi için özellikle ders yapılıyordu. Zil çaldığında hoca sahadan ayrıldı. Kağan ve Bulut birebir konuşuyordu. Ali Agâh, Aden ve İlatun da kaptan ve Bulut’a yakın bir köşede oturuyorlardı. En son Kaptan elini Bulut’un omzuna koyup dostça gülümsedi ve: - Neyse ben bir elimi yüzümü yıkayayım, yoksa maçı sana kaptıracağım. Sen de bir su bir şey iç kendine gel, diyerek Bulut’un yanından ayrıldı. - Bulut!!! Gelsene buraya. Bulut iki adımda onu yanı çağıran İlatun’un yanına varmıştı. Bulut gelir gelmez İlatun da ayağa kalktı. Ali Agâh ve Aden bağdaş kurmuş yerde oturuyorlardı. Yanlarına gelen Bulut onlara üstten kısa bir baktı. Tam oturacakken İlatun oğlanın koluna girdi. - Çok iyiydin, dedi heyecanlı bir sesle. Son seti kıl payı kaptırdık ama üçüncü seti net alırız. Bulut küçük bir tebessümle karşılık verdi. Tam kolunu usulca İlatun’dan kurtarmış oturacakken kız oturmasına izin vermedi. - Hadi kantine gidelim, su falan alırız, diyerek tatlı tatlı oğlanı çekiştirdi. Ama Bulut yerinden kımıldamadı. - Ben burada kalsam, malum çok yoruldum. Beş dakika oturayım, dedi. İlatun’un yüzü düşse de fark ettirmeden ağzında bir “peki” geveledi. Ali Agâh kaşlarının altında ifadesizce ikiliye bakıyordu. Hiçbir şey demeden yerinden kalktı ve İlatun’un kolundan tuttuğu gibi sahadan çıkardı. Koridorda otuz saniye ses çıkarmadan yürüdüler. Daha doğrusu Ali Agâh önde İlatun’un kolundan çekiştiriyordu. İlatun da sessizce oğlana ayak uyduruyordu. - Neden sinirlendin? - Hayır sinirlenmedim. - O zaman neden bileğimi sıkıyorsun. - Hayı- demeye kalmadan durdu ve kızın kolunu bıraktı. Kıza döndü. Bir saniye kadar kızın gözlerine baktı. - Hadi zil çalmadan alalım ne alacaksak. Bir şey söylemek hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Her zamanki gibi davranmak, olmamış gibi davranmak alışkanlık haline gelmişti. Böyle böyle birikiyor, büyüyordu hisler. Sonu nasıl olurdu bilmiyordu ama gittiği yere kadar böyle devem edecekti. Aden ve Bulut kısa bir an ikilinin arkasından baktılar ardından birbirlerine. Bu bakış giden ikiliye baktıklarından daha kısa süren bir bakışmaydı. Bulut, Ali Agâh’ın kalktığı yere oturdu ve bağdaş kurdu. Aden tam bir karış uzağındaydı. Herkes kendi halinde konuşuyor, bir yerlere gidip geliyorlardı. Kimsenin Aden ve Bulut’u gördüğü yoktu. İki gençte birbirlerini görmüyor ama hissediyorlardı. Sanki her zaman böyleymiş gibi oturuyorlardı. Lakin kimsenin bilmediği, onlarında anlayamadığı bir his, bir kuvvet, bir şey vardı. Her şey normaldi ama kimsenin fark etmediği bir farklılık vardı havada. Öğrenci zili çaldı. İlatun ve Ali Agâh ellerinde su şişeleri öğretmen zilinden iki dakika sonra geldiler. Aden ve Bulut’a da su almışlardı. Hocanın gelmesiyle kısa bir konuşma yapılmış ve oyun tekrar başlamıştı. Günün son dersiydi. Herkes artık yorulmuş ama maçın verdiği heyecanla oyuna odaklanılmıştı. Bulut ve Kağan isimleri havada uçuşuyor, zemine çarpan smaçlar tüm saha da yankılanıyordu. Son set olduğu için herkes daha fazla çaba sarf ediyordu. 24-23, set 26’ya uzadı, 24-24, 24-25, set 27’ye uzadı, 25-25, 26-25, set 28’e uzadı derken en son set 32-31 de Kaptanın galibiyeti -aslında daha çok Kaptan ve Ali Agâh’ın ortak oyunu sayesinde- ile sonuçlandı. Her ne kadar bir takım kazanmış olsa da iki takımında çekişmeli oyunu herkese parmak ısırtmıştı. Zilin çalmasına on beş dakika vardı. Oyuncular kendilerini yerlere attı. Bir adım atacak mecalleri kalmamıştı. - Tamam, tamam şimdi herkes buraya baksın! Herkes oturduğu yerden hocaya dikkat kesildi. - Öncelikle oyuncuların hepsini tebrik ederim. Koca bir alkış koptu. Oyuncuların yüzü kıpkırmızı, yorgun ama gururlu tebessümler vardı. - Bundan sonra da böyle oyunlar çıkaralım. Saatine baktı. Şimdi zilin çalmasına yirmi dakika var. Oyunda olmayanlar şöyle bir sahayı toplayıp yerleri silin. Malzemelerin yerini biliyorsunuz. Ben öğretmenler odasına gidiyorum. Zil çaldığında çıkarsınız. Bu on beş dakikada iki kişi fileyi topladı, üç kişi yerleri sildi, Aden de topları ve formaları toplayıp sahanın köşesindeki küçük eşya odasına götürdü. Odanın lambası yoktu. Karanlıkta topları kutsuna, formaları paketlerine yerleştirdi. Odadan çıkacakken Ela elinde viledayla geldi. - Aden, dedi sesi rica edecesine, Benim acelem varda, dershaneye yetişmeliyim. Bunu sen boşaltabilir misin? Aden’in itiraz etmesine fırsat vermeden kız viledayı bıraktı ve hızlı adımlarla sahadan çıktı. Aden, İlatun’a onu beklememsini söyledi ve lavaboda viledayı boşalttı. Sahaya döndüğünde herkes gitmişti. Elindeki viledayı araç-gereç odasına koyup tam çıkacaktı ki boş saha da ayak sesleri duydu. Arkasına döndüğünde Bulut ile karşılaştı. Kısa bir an bakıştılar. Sessizliği Aden bozdu. - Ne oldu? Neden hala gitmedin. - ımmm… bilekliğimi düşürdüm. Her yere baktım, bulamadım. Son olarak bir de buraya bakayım dedim. Sen görmüş olabilir misin? - Yok görmedim. - Şu odaya da bakabilir miyim? - Tabi bak ama sen hiç bu odaya girmedin ki? Aden aynı zamanda odanın kapısını da açmıştı. Sahanın ışığı odanın yarısını aydınlatıyordu. - Hoca top istediğinde Kağan ile gelmiştim, diye küçük bir açıklama yaptı genç adam. Cebinden telefonu çıkarıp ışık almayan yerlere, özellikle top kutusunun yanına yöresine baktı. - Nasıl bir şey olduğunu söylersen ben de bakabilirim. - İnce düz bir zincir. İki genç kutuların arkalarına, rafların köşelerine, arkalarına baktılar. Aden yere eğilmiş dolabın altına bakarken Bulut da elini uzatmış kızın gözlerinin önüne gelen saçlarını kulağının arkasına koydu. - Kısa saç rahatsız etmiyor mu? Genç kız tenine değen parmaklarla içinin çekildiğini hissetti. Ne aradığını unutmuş, kafasını yerden kaldırmış, diz üstü oturmuştu. Bulut ise bir dizi yerde kendisinden bir karış mesafe uzaklıkta çömelmiş duruyordu. Dışarıdan vuran ışık odayı aydınlatıyordu ancak iki genç kapının arkasındaki dolabın önünde olduğundan ışık sadece Bulut’un yüzünün yarısını aydınlatıyordu. - Aden… Kızın kalbi göğüs kafesini delecekmişçesine atıyordu. Oğlan diğer dizini de yere koyarak kızla yüzleri arasındaki mesafeyi kapattı ve elindeki bilekliği kızın gözleri önünde sallandırdı. Kızın gözleri bir an bilekliğe kaysa da tekrar Bulut’un gözleri ile buluştu. - Bulmuşsun… - Bulmadım… - Aden, sesi kısık ve bir o kadar da iç okşayıcıydı. Seni öpmemi ister misin? Dünya yok olmuş, her şey önemini kaybetmişti. İki gencin de kalp atışları göğüslerini dövüyordu. Genç kız hiçbir şeyi düşünmedi sadece o anda kafasını salladı. Çünkü istiyordu. Bulut Aden’in nefesini dudaklarında hissedene kadar yaklaştı ve kızın alt dudağına derin bir öpücük bıraktı. Çok az geri çekilip Aden’e baktığında onunda gözlerini açmış ona baktığını gördü. Eli ile Aden’in çenesini tuttu ve kızın dudaklarını araladı. Bu sefer kızın alt dudağını dudakları arasına aldı ve çenesindeki elini ise yanağına kaydırdı. Diğer elini de beline dolayıp kızı kendine çekti. Aden’in iki eli oğlanı omuzlarına konmuştu. Ne yapacağını bilmese de oğlana ayak uydurmaya çalışıyordu. Oğlan kızın dudaklarını bıraktığında ikisi de nefes nefese kalmıştı.
|
0% |