@kelimelerashkina
|
Bulut’un alt dudağı iki dudağımın arasından kaydı. Tatlı ama kıvrandıran bir yumuşaklıkla içime akıyordu sanki. Karnımdan bir his yükseliyor, tüm bedenime yayılıyor, beni uyuşturuyordu. Ensesinden tutmasam yere yığılabilirdim. Elimim altındaki ten, parmaklarımın arasındaki kısacık saçlar hızla savrulan dünyada tek tutanağımdı. Ateş, damarlarımdan sinir uçlarıma kadar tüm vücudumu sarmıştı. İhtiyaç duyduğum nefes bile gereksizleşmişti. Dili ağzımın içindeydi. Kalbim, başımda, avuçlarımın içinde atıyordu. Uçurumdayım. Deli gibi korkmama rağmen atlamak hiç olmadığı kadar cazip geliyordu… - Aden! Aden! Aden!... Kızım dinliyor musun beni? Genç kızın ruhu daldığı rüyadan vakumla bedenine çekilmişti bir anda. Yemek masası, tam karşısında babası, Çetin bey, oturuyordu. Perdeler kapalı, erkek kardeşi önündeki yemekle oynuyor, annesi de çocuğu yedirmeye çalışıyordu. - Efendim baba, dedi Çetin beyin ne dediğini bilmese de. - İlatun geçen hafta yapılan deneme sonuçlarının açıklandığını söyledi. Sen baktın mı? Kaçıncı olmuşsun? Sanki bilmiyormuş gibi. İlla benden duymalısın değil mi? Aden göz ucuyla İlatun’a baktı. İlatun ne olduğunun farkında değil gibi çorbasını kaşıklıyordu. Ama Aden biliyordu ki İlatun her şeyin farkındaydı ve her hareketi, her sözü bilinçliydi. Şimdi de babamın habercisi oldu. Aden gözlerini Çetin beye dikti. Yüzü ifadesiz ama gözleri hınçla doluydu. İlatun senin kızın olsa daha mutlu olurdun değil mi? Ona gözlerinin içi gülerek bakarken ben sanki hayal kırıklığıymışım gibi kaşların iki yana düştü hep. Aden: - İkinci olmuşum, diye ağzının içinde önemsizce geveledi. Sesli söylese ne değişecekti ki? Çetin bey, Aden hakkında her zaman iyisini istediği için, tabi kendine göre, söylemeden edemiyordu. Yaşlı adam bıkkın bir nefes bıraktı. Her seferinde aynı şeyleri söylemekten yorulmuştu artık. İyi olmaya çalışıyor, elinden geldiğince kızını zorlamamaya çalışıyordu lakin böyle giderse tıp falan kazanamazdı. Hem İlatun sürekli birinci oluyordu. Hiç mi şu kızdan bir şeyler öğrenmeye çalışmıyordu? - Kızım sınava üç aydan kısa bir süre kaldı biliyorsun değil mi? Soru neyse söyle ona göre bir çare bulalım. Dershanen mi iyi değil? Yoksa evde çalışma ortamın mı kötü? istediğin değişikliği yapabiliriz. Genç kız, o anda yemek masasını alt üst edebilirdi. Bu kaçıncı içinde yaşadığı sinir kriziydi. Uzun zamandır patlamayı bekleyen bir yanar dağ gibiydi. Her söz, her bakış, her hareket gözüne batıyordu. Dinlemekten bıktığı nasihatler, onun iyiliğ için yapılanlar; hepsi sinirlerini bozuyordu. - Yok, baba dershanem gayet iyi. Evde de sıkıntı yok. Çalışıyorum ben. Çetin bey, çalışıyorsan bu netlerin hali ne diyecekti, eşinin bir kaş kaldırmasıyla kelimeler ağzının içinde yok oldu. - Kanka istersen beraber çalışalım. Ne dersin? Çetin beyin gözleri ışıldadı. Belki netleri biraz daha yükselirdi. Aden göz devirmemek için kendini zor tuttu. - Sağ ol İlatun ben kendi programımla iyiyim. - Yavrum bak İlatun ne güzel beraber çalışmayı teklif ediyor. Siz iyi arkadaş değil misiniz? Daha güzel motive çalışırsınız. Aden elindeki çatalı un ufak edecekmişçesine sıktı. Tek derdin daha çok çalışmam. Neden bir kez olsun ben bir şeyi istemediğimde kabul etmiyorsun. Neden hep senin dediğin olmak zorunda. - Yok, baba ben başkasıyla ders çalışamıyorum. İlatun yediysen hadi benim odama gidelim. Aden babasının ağzını açmasına fırsat vermeden masadan kalktı ve odasına gitti. Yemek masası oturma odasındaydı. Aden’in odası oturma odasının çıkışında koridorun sonundaki odaydı. Genç kız girdiği kapıyı kapatmadan odanın ortasında bir iki saniye gözlerini yumulu durdu. Kafasını geriye attı. Derin bir nefes verdi. İlatun’un kapı kapatma sesini duyunca arkası İlatun’a dönük yatağa kendini yüzüstü bıraktı. Yüzünü yorgana gömdü. Bir iki dakika böyle kalsa kesin ölürdü. Ne güzel olurdu. Yaptığı espriye kendi kendine kıkırdadı. - Hayırdır neye gülüyorsun? Yüzü yatağa gömülü olduğu için kıkırdaması boğuk bir ses şeklinde çıkmıştı. Yüz seksen derece dönüp sırtüstü yattı. Tavandaki ışık gözlerini alıyordu. - Hiç öyle aklıma saçma bir şey geldi. - Hım hım… Sessizlik oluştu. Aden’in yattığı yatak kapının olduğu duvar kenarındaydı. Yatağın hemen yanında bir komodin ve pencere vardı. Yatağın karşısındaki duvara bir çalışma masası ve kahverengi dolap yerleştirilmişti. İlatun çalışma masasına oturdu. Yatağın önünde iki tane minder, küçük kırmızı beyaz çiçekli bir hali vardı. Bu oda İlatun’un kıyafet odası kadardı. Ona rağmen en çok burada vakit geçiriyordu. Ona bir seçenek sunsalar; bu oda mı kendi odası mı diye, burada yaşamak için sadece kendi odası değil, her şeyden vazgeçerdi büyük ihtimalle. - Aden, Çetin amcaya haksızlık etmiyor musun? Aden sinirden elinin altındaki yorganı sıktı. Sen her şeye karışma hakkını nereden buluyorsun acaba diye kızın yüzüne haykırmak istedi. Yine içine attı. İlatun hala konuşmaya devam ediyordu. - Senin iyiliğini düşünüyor. Şıracının şahidi bozacı! - Biraz daha anlayışlı olsan olmaz mı? İyilik meleği mübarek ya! Kim? Ben mi anlayışlı olayım? Neden bir kez olsun o beni anlamaya çalışmıyor? Neden kimse tek anlayışlı kişinin ben olduğumu göremiyor? Sırf o mutlu olsun diye… İlatun Aden’den cevap bekliyordu ama her zamanki gibi hanım efendi sessizdi. Ne kadar şanslı olduğunu görmüyor muydu? Babası ve annesi onunla ilgileniyor, bir sorunu var mı diye gözünün içine bakıyorlardı. Aden ne yapıyordu? Kendi kabuğuna çekilmiş kimseyi önemsemeden yaşıyordu. Kendisini önemseyenleri görmezden gelerek umursamaz davranıyordu. Bu yaptığı nankörlükten başka bir şey değildi. Sırf Çetin amcanın emekleri boşa gitmesin diye şu an Aden’le konuşmaya çalışıyordu ama kime konuşuyordu işte! - Aden, dedi bir kez daha ama sözünün devamını getirmedi. Gözü masanın üstündeki ruja takıldı. Geçen gittikleri alışverişte Aden bu ruju beğenmişti. Bordo kırmızısıydı. Ruju eline aldı. Çalışma masasının sağ tarafındaki giysi dolabının aynasının önüne geçti. Ruj hiç açılmamıştı. Jelatinini yırttı. Kapağı açıp döndürerek rengi ortaya çıkardı. İzin almaya gerek duymadan, ruju bastırarak dudağına sürdü. Arkasına kısa bir bakış attı. Aden gözlerini açmadan yatıyordu. Aniden vurucu olduğunu bildiği o darbeyi indirdi. - Bulut’a çıkma teklifi edeceğim. Sessiz bir odanın içinde bile bir ses vardır. En azından bir şey uğuldar, bir şey hışırdar, bir lambadan cızırtılı bir ses gelir. Bir anda hepsi yok oldu. İki kız da birbirine bakmıyordu. Aden olduğu yerde donmuş, İlatun ise hala aynanın önünde ayakta dikiliyordu. Aynadan Aden’in kımıldamadığını görebiliyordu. Bekledi, bekledi, bekledi… Ne ses ne de bir hareketlilik vardı. Oda sessizlik içinde yok oluyordu. Bilerek yapmıştı. Hem Aden ne diyebilirdi ki? Şimdiye kadar Bulut hakkında hiçbir şey söylememişti. Hoş uzun zamandır da hiçbir konu hakkında adam akıllı konuşmuyorlardı. Bu durum ne zaman başlamıştı bilmiyordu İlatun. İlk Tanıştıklarında çekimser olsalar da iyi anlaşmışlardı. Sonra aynı ortaokul, aynı ev hep birlikteydiler. Her şeyi konuşurlardı önceden. Aden o zamanlar daha aktifti. Sahi hangi zamanlar? Hayal meyal hatırlıyordu o zamanları. Şimdi boşanma arifesindeki karı koca gibiydiler. İkisi de her şeyin farkında ama kimse ilk hamleyi yapmıyordu. - Neyse ben çıkıyorum? Eve geç kalmayayım. Eve hep geç kalırdı. Evdeki kimsenin umursadığı yoktu çünkü. Evde olmasa kimse fark etmezdi de zaten. Aden hala gözünü kırpmadan lambaya bakıyordu. Neden bu kadar zoruna gitmişti. Çünkü İlatun dediğini yapardı. Yapsa ne olur? Bulut onun neyiydi ki? Ama kendisini öpmüştü. Kimsenin bilmediği, ikisi arasında sır olan bir öpücük. Kabul etmezdi değil mi? Beni öpmüşken İlatun ile çıkamaz. Lütfen İlatun ile çıkma. Bir kez de onun istediği olmasın. Sana da sahip olmasın. *** Ders matematikti. Tahtaya peş peşe sorular yazılıyor, öğrenciler sırayla kalkıp çözüyordu. Sıradaki sorulara Aden, Bulut ve Doğan kalkmıştı. Konu Türevdi. Aslında bu konuya genç kız önceden çalışmıştı. Zorlandığı bir konu değildi ama yanında Bulut’un varlığı dikkatini dağıtıyordu. İki karış uzağındaki oğlanın sıcaklığını hissedebiliyordu. Bulut’un da kendisi gibi hissettiğine yemin edebilir ama kanıtlayamazdı. Sınıftakiler için her şey normal ve olağandı. Lakin iki gencin arasındaki çekim iki gence özel bir farklılık katıyordu havaya. Doğan ve Bulut kendi sorularını çözüp yerlerine oturdular. Bulut elindeki tahta kalemini öğretmen masasına bırakırken o kısacık anda bir saniye kadar Aden ile gözleri birbirine değdi. Aden o bir saniyede nefesini tutmuştu ve Bulut’un yanında ayrılmasıyla hemen soruyu çözüp yerine oturdu. Ders sonuna kadar herkes sırayla kalkıp sorusunu çözdü. Çözemeyenlerinkini beraber çözdüler. Zil çaldığında hoca kimsenin çıkmamasını söyledi. - Bugünle birlikte Türev konusunun da sonuna gelmiş bulunduk. Sevabıyla günahıyla verdim, kabul ettiniz mi? Bütün sınıf birlikte gülüşerek “ettik” diye bağıdılar. Dört senedir böyle bir rutinleri vardı. Her konunun bitiminde soru çözülür ve sevabıyla günahıyla yapılırdı. - Sevabıyla günahıyla verdim kabul ettiniz mi? - ETTİK, cevabından sonra aynı soru iki kez daha soruldu ve cevaplandı. - Şimdi gençler şöyle bir etkinliğimiz daha var. Sizi bir aylık soru kampına sokmayı düşünüyoruz. Her branş hocanız ayrı görevler verecek size. Tabi, biz hocalarla beraber soru sayılarını belirleyeceğiz. Biz bunu yaparken de sizler gruplar halinde soruları beraber çözüp yanlışlarınızı beraber çözeceksiniz. Grupları ben mi oluşturayım, siz kendiniz mi yapmak istersiniz? Sınıfta “hocam biz yapalım” sesleri yükseldi. - O zaman ben yoklamayı alana kadar en az üç, en fazla beş kişilik gruplar oluşturup bana isimlerinizi yazdırın. Kimisi arka sıradaki arkadaşının yanına kimisi yanındaki arkadaşıyla grup oluşturabileceği birilerini aramaya başladı. İlatun arkasına dönerken Aden ile gözleri teğet geçti. İlatun yüzüne tatlı bir tebessüm kondurdu. - Bulut beraber takım olalım mı? Aden oturduğu yerde dikleşti. Arkası Bulut’a dönüktü. Bulut’un gözleri Aden’in dikleşen sırtına kaydı. İlatun bir cevap beklercesine gözlerini oğlandan ayırmıyordu ve Bulut’un her bir hareketini de takip ediyordu. - İlatun, dedi Ali Agâh ve sustu. İnsanlar aynı dili konuşsalar da anlaşamıyorlardı. Daha doğru anlaşılamıyorlardı. Bu yüzden çoğu insan sessizliği tercih ediyor. Onlar konuşmadıkları için değil, konuşsalar da bir işe yaramayacağı için susuyorlardı. Ali Agâh da hep susardı. İlatun’un yanında olmak bile yeterdi onun için ama ikinci insan muamelesi görmek canını sıkmaya başlamıştı. İlatun sadece avına odaklı umursamaz bir sesle, - Efendim, dedi. - Bir şey unutmadın mı? Diye kelimelerin üstüne bastırarak cevap verdi Ali Agâh. Sesi sakin ama alt tonda uyarıcıydı. Aslında İlatun her şeyin farkındaydı. Her kadın gibi ne olup bittiğini biliyordu. Sadece işine geldiği gibi davranıyordu. - Neyi unutmadım mı? Ali Agâh yüzünde tek mimik oynamamasına rağmen içinde yer yerinden oynuyordu. - Ne halin varsa gör İlatun! dedi ürkütücü bir soğuklukla. İlk defa İlatun’a karşı sert bir tavır sergilemişti. İlatun derin bir ürperti hissetti. Sanki elindeki değerli bir vazo düşmüş, tuzla buz olmuştu. - Sen ne demek istiyordun! Genç adam sakinliğini koruyarak “boş ver” anlamında elini salladı ve sınıftan çıktı. Hâlbuki öğretmenler zili de çalmıştı. Ali Agâh genel olarak İlatun’a sataşırdı ama ilk defa sitem etmişti. İlatun, Ali Agâh’ın bu tavrına karşılık sinirlense de içten içe dumura uğramıştı. Ali Agâh ilk defa ona karşı gerçek manada sinirlenmişti. Oğlanın gözlerindeki kıvılcımları net bir şekilde görmüştü. Ali Agâh ile çocukluktan beri arkadaşlardı. İki aile dost ve komşu olunca birbirlerinin evlerine sürekli girip çıkmış, çocukluktan beri beraber büyümüşlerdi. İlatun ‘un dominant karakteri çocukluktan geliyordu. Her zaman onu istediği olur, onun istediği yapılır, onun istediği oyun oynanırdı. Bir zaman sonra yanında ona tahammül eden bir Ali Agâh kalmıştı. İlatun da bunun farkındaydı ama hiç dile getirmemişti. Sanki olması gereken buymuş gibi. Ali Agâh hep onu alttan almalı, onunla olmalı, onunla oynamalıymış gibi. Bir muhafız gibi etrafında olmalı ama arada da hep geçilemeyen bir mesafe de olmalıydı. Şimdi ilk defa o mesafenin daha da uzağına gitmişti Ali Agâh. Bulut ikilinin tartışmasını sessizce dinlemiş, Ali Agâh’ın sınıftan çıkmasıyla sıkkın bir nefes vermişti. İnsanlar çok zor ve karmaşıktı. İlatun kaşlarını çatmış sırasında parmaklarıyla uğraşıyordu. Oğlan kafasını sağa çevirdiğinde Aden ile göz göze geldi. Bu kız… onunla ne yapmalıydı. O, çok farklıydı. Kimsede hissedemediği farklı bir şeyler vardı onda. Kısa saçları, beyaz teni, boynundaki üçgen şeklindeki benler… ders boyu onları incelemişti. Genç adam istemsizce elini uzatıp Aden’in çenesi ile kulak bitimi altındaki üç tane bene dokundu parmak uçlarıyla. Ne yaptığından habersiz parmaklarını kızın boynundaki benlerde gezdiriyordu. Üçgen şeklindeydiler. Ne büyük ne de nokta kadar küçüktüler. Elini geri geçtiğinde Aden gözlerini ardına kadar açmış ona bakıyordu. Ders bittiğinde Ali Agâh hiçbir şey söylemeden sınıftan çıktı. Ardından Aden ve Bulut çıkmıştı. İlatun hala tartışmanın etkisinde dalgın bir şekilde çantasını topluyordu. Kalbine ağır bir yük binmişti. Neden şimdi olmak zorundaydı! Hayır, hayır neden böyle bir şey olmuştu. Kötü bir şey yapmamıştı. Neden! Neden! Neden!..
Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayınnnnnn!!!!!!!!
|
0% |