@kelimelerashkina
|
Her insan, içinde sevinç, üzüntü, kıskançlık, kin, keder gibi tüm duyguları barındırır. Kimi duygularını göstermeyi tercih ederken kimi de göstermemeyi tercih eder. Daha doğrusu kimi hislerini kontrol edebilirken kimi edemez. Bu yüzden kim neyi gösteriyorsa adı öyle kalır. İnatçı, kinci, kıskanç, duygusal, sakin… Asıl olay da burada başlıyor. Duygular bilerek kontrol edilebilir mi? Aden elinde koca koca kutular yavaşça merdivenlerden iniyordu. Ellerindeki kutular görüş alanını oldukça kapatıyordu. Bir sağa bir sola bakarak dikkatli bir şekilde merdivenleri iniyordu. Yani arkasından biri ittirse düşmemesine imkân yoktu. Ders sonrası araç gereçleri, araç gereç odasına götürmek ona düşmüştü. Bir kere hayır dese her şey daha kolay olacaktı. Ses çıkarmadığı için otomatik olarak kabul etmiş oluyordu. Sevgili sınıf arkadaşları da bunu çok iyi bildikleri için kullanmaktan hiç çekinmiyorlardı! Bu merdivenler de indikçe artıyordu sanki. Bir adım daha atacaktı ki ayağının bir şeye takılmasıyla dünya etrafında döndü ve kalan dört beş basamakta yuvarlanarak düştü. Kutulardaki araç gereçler her yere saçılmıştı. Dizi zonkluyor, kafasını korumak için siper ettiği kolları yere çarpmanın etkisiyle ağrıyordu. Gözleri yaşardı. Sesli ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Onun düşmesiyle koridordaki öğrenciler yardıma koştular ancak herkesten önce Ali Agâh yetişti yardıma. - Aden? biraz durdu. Kızın kolları hala başının etrafında sarılıydı. Aden iyi misin? Bak bir şey söyle korkuyorum! Aden sadece kollarını azıcık indirerek her ne kadar canı acısa da “iyiyim” anlamında kafasını salladı. - Ayağa kalkabilecek misin? Bu sefer de “hayır” anlamında başını salladı. Bu sırada öğretmenlerden biri kargaşayı görmüş koştur koştur gelmişti. Yerde yatan kızı ve saçılmış eşyaları görünce durumu kavraması zor olmadı. Aden’in başındaki Ali Agâh’la göz göze geldi. - Hocam ayağa kalkacak durumda değil. Ben revire götürüyorum, diye genç adam kısa bir açıklama yaptı. Aden’in bir yerinin acımamasına dikkat ederek onu kucağına aldı. Ancak yine kızın ağzından bir ah çıkmasına engel olamadı. Revire geldiklerinde kadın hemşire kızı yatırması için pencere kenarındaki sedyeyi gösterdi. Oda da iki sedye bir de hemşire masası vardı. Genç adam hemşireye kısaca merdivenlerden düştüğünü ve yürüyemediğini söyledi. Hemşire Ali Agâh’a dışarıda beklemesini söyledi. Ardından kızın vücudunu kontrol etti kırık çıkık var mı diye. Sadece Aden’in diz kapağında ve sol kolunun üst tarafında yeşilimsi renk belirmişti. Kırık yoktu ancak yine de bir film çektirmesi gerekiyordu. Ağrının dinmesi için kızın dizine ve sol koluna krem sürdü ve ailesinde birini arayıp hastaneye gitmesi gerektiğini söyledi. Aden sürülen krem ve aldığı ağrı kesiciden sonra biraz rahatlamıştı. Ah ah hiç derdi yokmuş gibi bir de hastane işi çıkmıştı. Babasını arasa bir dert aramasa bir dertti. Çünkü kız biliyordu ki babası geldiğinde ilk endişe duyacağı şey bu haliyle nasıl ders çalışacağıydı. Ali Agâh kapıyı tıklatarak içeri girdi ve Aden’in durumunu kontrol etti. Çetin beyin aranması gerektiğini öğrenince hemen çetin beyi aradı okula gelmesi için. Ali Agâh çok tanımasa da Çetin beyi biliyordu. Ne de olsa adam İlatun’ların şirketinde çalışıyordu. Zararsız kendi halinde, evini geçindirmeye çalışan biriydi. Ders zili çaldığında Ali Agâh revirden çıktı. Hemşire de çıktığında Aden odada yalnız kalmıştı. Genç kız gözlerini kapayıp biraz rahatlamaya çalıştı ancak babasının okula gelmesi onu geriyordu. Bir türlü rahatlayamıyordu. Sessizlik bir kapı gıcırtısı ile bölündü. Adım sesleri duyuldu. Aden ne gözlerini açtı ne de yerinden kalktı. Merakla gelenin bir şey yapmasını, bir ses vermesini bekliyordu. Üstüne birinin eğilmesiyle gözleri ardına kadar açıldı ve elleri üstüne eğilen kişinin göğsüne tutundu. - Korkma; benim, dedi Aden ile burun buruna gelen kişi. - Neden buradasın diye sordu kız. - Seni merak ettim! - Neden? - Nasıl neden? Kötü düştün. Tam yanına geliyordum ki benden önce yanına gelen oldu. O yüzden ben de beklemekle yetindim. Genç adam hâlâ kızın üzerine eğili duruyordu. - Acıyor mu? - Acımıyor. Yani geçti. - Nereni vurdun? - Önemli değil. Hem hemşire krem sürdü. Acımıyor bir yerim. - Aden… Nereni vurdun! diye fısıltılı bir şekilde konuştu genç adam. - Bulut yapma. Bulut kaşlarını çatarak, - Neyi yapmayayım. - Benimle ilgilenme! - Neden? Aden gözlerini devirdi. Onunla dalga geçiyordu herhalde. - Sevgilinle ilgilen, benimle değil. Genç adamın dudağının kenarı yukarı kalktı. Gözlerinde hinlik ışıkları parlıyordu. - Kıskandın mı? Aden sakin mizaçlı biriydi. Ancak şu an karşısındaki bu arsız adam tepesini attırmıştı. Bulut’un göğsündeki ellerini yumruk yaptı. İlk defa içindeki siniri dışa vuracak şekilde sesli konuştu. - Sen ne olsun istiyorsun. - Hiç… Bulut’un lakayt bir tavırla verdiği cevap Aden’in burnundan solumasına sebep olmuştu. Kaşlarını çatarak gözlerini sinirli bir şekilde Bulut’un gözlerine dikti. Bazı insanlar susardı. Bilmediklerinden değil konuşmanın bir işe yaramayacağını bildikleri için susarlardı. - İntikam ister misin? Aden anlamadı. Konu nereden, nasıl buraya gelmişti. Ne intikamı, kimin intikamı? Hem niye intikam alacaktı? - Sana kimin çelme taktığını biliyorum. Aden’in gözleri ardına kadar açıldı ama yavaşça eski haline döndü. Göz bebekleri sağ alt köşeye kaydı, sol alt köşeye kaydı ve tekrar o derin gri-mavi derinlikleri buldu. - Bu önemli mi? - Ne önemli mi? - İntikam almak? - Önemli? - Neden? - Canın yandı. Onun da canı yanmalı ki ya can yakmanın ne olduğunu anlasın ya da canı yanan biri nasıl hisseder anlayamıyorsa acı çekmeli. - Ben bilmiyorum… Sessizlik. İnsanlar sadece kendilerini düşünürlerdi. Kendi yaptıklarının sonuçlarını düşünmezlerdi. Sadece kendi mutluluklarını ve arzularını ön plana koyarlardı. Çünkü kendi hissettikleri yoğun duygular karşısındakini anlamasına engel değil karşısındakini anlasa bile kendi yoğun duygularının baskın gelmesi sonucu kendi istediklerini yapmasıyla sonuçlanırdı. Kimseyi önemsemeden, bencilce herkesi her şeyi yok sayarlardı. - Bilmek istemiyor musun? - Neyi? - Sana kimin çelme taktığını? - Önemli değil. Bulut tutunduğu sedyenin demirlerini sıktı. - Aden tek yapman gereken canının yandığını ve bu yüzden intikam almak istediğini söylemek. Bir kez olsun kendini düşünemez misin? Kısık sesi kendini tutmaya çalışan biri gibi hırıltılıydı. Yüzü ifadesiz ancak gözlerinden taşan öfke buram buram hissediliyordu. - Sen yapmasan da ben yapacağım! diye çıkıştı genç adam. Aden de Bulut gibi içindeki öfkeyi dizginlemeye çalışıyordu. Bulut’un sevgilisi olmasına rağmen kendisiyle ilgilenmesi, sınav, babası her şey üstüne üstüne geliyordu. O, her şeyle başa çıkmaya çalışırken bir de üstüne hiç tanımadığı birinin üstüne vazife olmayan şeylere kalkışması bardağı taşmasına neden olacaktı. Zaten hep ince bir ip üzerinde yürüyordu. Her an düşme tehlikesiyle yürümeye devam etmek bu kadar zorken neden bunlar oluyordu. Neden kimse haddini bilmiyordu! - Hiçbir şey yapmayacaksın, diye çıkıştı Aden. Bulut’un süveterinden çekiştirerek daha da yakın olmalarını sağladı ve kelimelerin üzerine basarak fısıltılı bir şekilde konuşmaya devam etti. Sen, benimle ilgili olan hiçbir şeye karışmayacaksın! Bulut birkaç dakikanın aksine sakince doğruldu. Düşüncelere daldı. Canı acımasına rağmen neden hiçbir şey olamamış gibi davranıyordu? Tek yapması gereken intikam almak istediğini söylemekti. Tek yapması gereken kızgın olmaktı. Ama o ne kızgın ne de bu olanlara şaşırıyordu. Nasıl böyle umursamaz olabiliyordu! Hoş kendi de zamanında böyle sessiz kalmak zorunda kalmıştı. Belki de bu yüzden bu kadar sinirlenmişti. Kendi yapamadığı için, kimseye bağırıp çağıramadığı için, içindeki nefreti kusamadığı için şimdi sinirleniyordu. Ama o yapabilirdi. Aden istese içindekileri rahatlıkla dökebilirdi. Neden yapmıyordu? Neden susuyordu? - Peki madem, istemiyorsan ben de gidiyorum. Genç kız gitme demedi. Demek istedi ama demedi. Oğlan da kalmak istedi ama kalmadı. Kimse bir şey yapmadı. Dünya dönmüyordu işte. Ya da döndürmüyorlardı. Bulut gittikten beş dakika sonra hemşire, on dakika sonra da babası gelmişti. Çetin beyin kızmak istemiyormuş gibi ama alttan alttan imali sitemini dinledi. Vakit kaybetmeden hastaneye gittiler. İlatun ise bu süre zarfında sınıftaydı. Ders başladığı için Aden’in yanına gidememiş, dersten sonra da Aden’in gittiğini öğrenmişti. Zaten Ali Agâhla da arası bozuk olduğu için ona da bir şey soramamıştı. Aradan günler geçti. Aden’in düşmesi kaybolup gitti ama İlatun ile Ali Agâh arasından soğuk rüzgârlar esiyordu ve İlatun göstermese de, umursamaz davransa da içinde bir yerde rahatsız edici bir his boğuyordu onu. Kızmak, bağırmak, ne istiyorsun diye haykırmak istiyordu Ali Agâh’ın yüzüne. Her gün içinde bunun kavgasını veriyor ama belli etmiyordu. İçinde yanıyor dışında burnundan kıl aldırmıyordu. Özellikle Ali Agâh, Aden düştüğünden beri daha yakın davranıyor, kızın üzerine düşüyordu. Her seferinde oğlan, Aden’in bir ihtiyacına koştuğunda onu parçalamak istiyordu.
Hikayeyi beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayınnnnn!!!!!!!!!!!....
|
0% |