Tarih beşinci ayın dördünü gösteriyordu. İlatun yatağında sırtüstü yatmış duvarı seyrediyordu. Hemen karşı duvardaki pencere açık hafif rüzgâr esiyordu. Yapacak hiçbir şey yoktu. Pazar günü özel dersi de yoktu. Tek boş olduğu günde de yapacak hiçbir şey yoktu. Sıkkın bir nefes verdi ve aşağı katta kata inmeye karar verdi. Salonda bir koşuşturmaca vardı. Babası elinde telefon sinirli sinirli konuşuyordu. Annesi elinde küpesi kulağına takmaya çalışırken babasına bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Merdivenlerden birkaç adım daha inmişti ki abisi arkasından hızla geçti ve solonun büyük kapısından dışarı çıktı. Bu karmaşa da İlatun, kimse fark etmeden mutfağa gitti. Kendine bir meyve suyu koydu. Oyalana oyalana içmeye başladı. Yavaş adımlarla tekrar salona girdi. Babası konuşmayı bitirmiş, annesine telaşlı ve hararetli bir şekilde karşılık veriyordu. Kimse onun farkında bile değildi. Elindeki bardağı sıktı. Onu fark etmeleri için yalandan öksürük sesi çıkardı. Kimse kafasını bile çevirmedi. Anılar zihninde dolandı. Onu yok sayan bu insanlar ve her geçen yılda hep yalnız olduğu bu gün. Hiç değişmiyordu. Kendi içinde yok sayılmanın artan yükü dışında.
Bir anlık kararla bardağı masaya bıraktı ve abisinin çıktığı kapıdan çıktı. Kendi evlerinin yan tarafındaki üç katlı villanın bahçesini ayağında pelüş terliklerle geçti. Zili çaldı. Bir yandan da dişleriyle dudağını eziyordu. Kapı açıldı. Doğduğundan beri tanıdığı yaşlı kadına kısa bir selam verip ezbere bildiği merdivenleri çıktı. Üçüncü kata geldiğinde elleri buz gibiydi. Yine de istediği kapının önünde durdu. Bir kez hafifçe kapıyı çaldı. Bekledi ama ses yok. Bir kez daha ama bu sefer biraz sesli tıklattı kapıyı. Bekledi. Kimse açmayınca buz gibi olan parmaklarıyla kapı kulpunu indirdi. Usulca kapıyı araladı ve minik bir adımla içeri girdi. Odanın ortasındaki büyük yatakta Ali Agâh uzanmış uyuyordu. Kız yatağa doğru ilerledi. Oğlanın bir eli başının üstünde diğer eli göğsündeydi. Onu fark etmediğine göre derin uykuda olmalıydı. Kız önce ne yapacağını şaşırdı. Sonra arkasındaki dolaba yaslanarak yere oturdu. Dizlerini kendine çekip kollarını etrafına sardı. Biraz böyle bekledi. Hoş neyi beklediğini de bilmiyordu ya! Oğlan uyansa ne diyecekti? Bir on-on beş dakika böyle kaldı. Etrafı inceledi. Bu oda hiç değişmiyordu. Duvarlardaki anime posterleri, yatak örtüsü ve dolaplar değişiyordu ama bu oda hiç değişmiyordu. Bacakları uyuşunca kalktı. Duvarlardaki posterleri inceledi. Sıkıldı. Ses etmemeye özen göstererek oğlanın dolabını açtı. Biraz da burayı inceledi. Dolabın yanındaki kapıdan girip biraz da oyun odasını karıştırdı. Yok, zaman geçmiyordu sanki! En son oğlanın uyuduğu yatağın yanına gitti. Hala nasıl uyuyabiliyordu! İçten içe sinirlendi, kızdı ama aklına gelen muzırlıkla sinsice gülümsedi. Bir dizini yatakta oğlanın bacağını kenarına koydu. Diğer dizini de oğlanın bacaklarının üstünde geçirip diğer tarafa koydu. Ellerini de oğlanın başının iki yanına koydu. Oğlanı tamamen kıskacı altına almıştı. Tam eğiliyordu ki oğlan gözlerini açtı. Genç kızda yapacağı şeyi yapamamanın hayal kırıklığı ve oğlanın uyanmasının şaşkınlığı ile kalakaldı. AliAgâh sesli bir şekilde yutkundu. Konuşmak istiyordu ama ağzı dili kupkuruydu. Üstüne üstlük İlatun üzerindeydi.
- İ..İlatun ne yapıyorsun?
İlatun, Ali Agâh’ın gözlerini açmasıyla doğruldu ve olduğu yere oturdu. Oğlanın kucağına! Ali Agâh’ın gözleri ardına kadar açıldı. Kanı hızlandıkça hızlandı. Durumu hiç iyi değildi.
- İlatun kalk üstümden, dedi kendini toparlayarak.
Kız kollarını göğsünde kavuşturmuş omuzlarını silkti.
- Hayır kalkmıyorum.
Ali Agâh doğruldu ve kızı belinde tutarak üstünden atmaya çalıştı lakin İlatun kalkmamak için direndi.
- Ne yapmaya çalışıyorsun?
- Bugün günlerden ne? diye sordu İlatun, Ali Agâh’ın sorusunu umursamadan.
- Ben ne bileyim ne! Pazar değil mi?
- Hayır, tarih olarak soruyorum?
- Ya İlatun neden bunu bana yapıyorsun? Üstümden kalkar mısın artık?
- Sorumu cevaplamadan kalkmıyorum.
Aslında Ali Agâh kızın neyi kastettiğini gayet iyi biliyordu. Sadece onu istediği cevabı vermek istemiyordu. Ani bir hareketle kızı devirdi ve üstüne çıktı.
- Amacın ne senin?
Kız üstündeki şaşkınlığı atmadan gelen soruyla yüzü düştü. Zaten evdekilerin yüzünden ağladı ağlayacaktı. Bir de Ali Agâh böyle yapınca gözleri doldu.
- Neden kutlamadın?
- Sen doğum günü kutlamazsın!
- Ama sen hep kutlardın!
- Bir anlamı olmadığını fark ettim.
Biri yaşlı biri umursamaz iki göz birbirine kilitlendi. İlatun’un yanağından bir damla yaş kaydı. En sevdiği oyuncağı kaybeden bir çocuk gibi bağıra çağıra ağlamak istiyordu. Sesi çıkmıyor sadece damlalar bir bir yanağından aşağı kayıyordu. Çünkü ilk defa değer verdiği bir şeyi kaybettiğini yeni fark ediyordu. Çünkü ilk defa bir şeye değer verdiğini fark etmişti. Fark ettiği anla kayıp ettiği zaman dilimi üst üste gelmişti. Elleriyle gözlerini kapattı.
- Kalk üstümden, dedi Ali Agâh’a boğuk bir sesle.
- Kalkmıyorum!
- Kalk üstümden dedim, diye tekrarladı ve bu sefer İlatun, genç adamı üstünden atmaya çalıştı.
Ali Agâh kendine vuran kızın ellerini yakalayıp başının iki yanına sabitledi.
- Derdin ne senin?
- Yok benim bir dedim!
- O yüzden buradasın değil mi? Benim altımda!
- Pislik! Bir yandan da yumruk yaptığı elleriyle Ali Agâh’a vurmaya çalışıyordu. Hep o animler yüzünden değil mi? Sapık sapık şeyler izliyorsun!
Ali Agâh sessizce kıkırdadı.
- Nereden biliyorsun öyle şeyler izlediğimi. Ben sana hiç ne izlediğimi söylemedim ki!
- Ne bileyin ben, öyle uydurdum işte.
Ali Agâh tuttuğu elleri bıraktı ve kızın üzerinden kalktı. Yatağın ortasında bağdaş kurdu. İlatun’un serbest kalan elleri göğsünün üzerine düştü. Sessizce iç çekiyordu. Oda loşlaşana kadar böyle biri oturdu biri de yattı. Aslında her şey çok basitti. İlatun özür dilese ve artık Ali Agâh’a gerektiği gibi davranacağını söylese ya da Ali Agâh bu küslüğü devam ettirmeyip eskisi gibi olsalar belki de ortada sorun kalmayacaktı ama insanoğlu baş edemediği duygularının esiriydi. İçinde birikmişler, gurur, yaşanmışlıklar, yaşanamayan hisler hepsi böyle anlarda insanın diline kilit vuruyordu.
Kedi miyavlaması gibi sessiz bir duyuldu.
- Bir şey mi dedin İlatun duyamadım.
- Özür dilerim, dedi genç kızı yine ağzının içinde.
- İlatun biraz sesli söyler misin dediğinden bir şey anlamıyorum.
İlatun sinirle doğruldu. Şişmiş ve kızarmış gözlerini Ali Agâh’a dikti.
- Özür dilerim, diye bağırdı.
Bu sefer sesiyle tüm odayı inletti. Ali Agâh dudaklarında filizlenen sırıtışı durdurmak için dudaklarını büzdü.
- Tamam ya niye bağırıyorsun duyduk, dedi umursamaz olmaya çalışan bir sesle.
İlatun ellerini göğsünde birleştirip bağdaş kurdu.
- Cevabını duyamadım
- Ne cevabı, dedi Ali Agâh.
- Özrümü kabul ediyor musun etmiyor musun?
- Hımm bir düşünelim baklalım?.. Aklına bir şey gelmiş gibi durdu. Sen söylesene neden iki gündür tanıdığın elin adamına çıkma teklifi ediyorsun.
İlatun içinde hasbinallah çekti.
- Sen bana hesap mı soruyorsun?
- Aynen öyle!
Bu cevap bir nevi beni yanında istiyorsan hesap sormama da izin vereceksin demenin bir başka yoluydu. Genç adam ilk defa kafasında soramadığı hesapların hıncını alıyordu. Şimdiye kadar kendi içinde hesaplaştığı ama gerçek hayatta tek kelime edememişti. O an bu andı. Artık ilatun’un sessiz kabullenişiyle istediği gibi hesap sorabilirdi.
- Yakışıklı çocuk, çıkmak istedim o kadar.
- Ne yani sırf dış görünüşünü beğendiğin için mi gidip bizzat çıkma teklifi ettin.
İlatun kafasıyla onayladı.
- Sen adamı çıldırtırsın.
Ali Agâh’ın son sitemiydi bu söz. Zaten alacağını almıştı. Daha fazla zorlamaya gerek yoktu.
Tarih beşinci ayın dördünü gösteriyordu. İlatun yatağında sırtüstü yatmış duvarı seyrediyordu. Hemen karşı duvardaki pencere açık hafif rüzgâr esiyordu. Yapacak hiçbir şey yoktu. Pazar günü özel dersi de yoktu. Tek boş olduğu günde de yapacak hiçbir şey yoktu. Sıkkın bir nefes verdi ve aşağı katta kata inmeye karar verdi. Salonda bir koşuşturmaca vardı. Babası elinde telefon sinirli sinirli konuşuyordu. Annesi elinde küpesi kulağına takmaya çalışırken babasına bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Merdivenlerden birkaç adım daha inmişti ki abisi arkasından hızla geçti ve solonun büyük kapısından dışarı çıktı. Bu karmaşa da İlatun, kimse fark etmeden mutfağa gitti. Kendine bir meyve suyu koydu. Oyalana oyalana içmeye başladı. Yavaş adımlarla tekrar salona girdi. Babası konuşmayı bitirmiş, annesine telaşlı ve hararetli bir şekilde karşılık veriyordu. Kimse onun farkında bile değildi. Elindeki bardağı sıktı. Onu fark etmeleri için yalandan öksürük sesi çıkardı. Kimse kafasını bile çevirmedi. Anılar zihninde dolandı. Onu yok sayan bu insanlar ve her geçen yılda hep yalnız olduğu bu gün. Hiç değişmiyordu. Kendi içinde yok sayılmanın artan yükü dışında.
Bir anlık kararla bardağı masaya bıraktı ve abisinin çıktığı kapıdan çıktı. Kendi evlerinin yan tarafındaki üç katlı villanın bahçesini ayağında pelüş terliklerle geçti. Zili çaldı. Bir yandan da dişleriyle dudağını eziyordu. Kapı açıldı. Doğduğundan beri tanıdığı yaşlı kadına kısa bir selam verip ezbere bildiği merdivenleri çıktı. Üçüncü kata geldiğinde elleri buz gibiydi. Yine de istediği kapının önünde durdu. Bir kez hafifçe kapıyı çaldı. Bekledi ama ses yok. Bir kez daha ama bu sefer biraz sesli tıklattı kapıyı. Bekledi. Kimse açmayınca buz gibi olan parmaklarıyla kapı kulpunu indirdi. Usulca kapıyı araladı ve minik bir adımla içeri girdi. Odanın ortasındaki büyük yatakta Ali Agâh uzanmış uyuyordu. Kız yatağa doğru ilerledi. Oğlanın bir eli başının üstünde diğer eli göğsündeydi. Onu fark etmediğine göre derin uykuda olmalıydı. Kız önce ne yapacağını şaşırdı. Sonra arkasındaki dolaba yaslanarak yere oturdu. Dizlerini kendine çekip kollarını etrafına sardı. Biraz böyle bekledi. Hoş neyi beklediğini de bilmiyordu ya! Oğlan uyansa ne diyecekti? Bir on-on beş dakika böyle kaldı. Etrafı inceledi. Bu oda hiç değişmiyordu. Duvarlardaki anime posterleri, yatak örtüsü ve dolaplar değişiyordu ama bu oda hiç değişmiyordu. Bacakları uyuşunca kalktı. Duvarlardaki posterleri inceledi. Sıkıldı. Ses etmemeye özen göstererek oğlanın dolabını açtı. Biraz da burayı inceledi. Dolabın yanındaki kapıdan girip biraz da oyun odasını karıştırdı. Yok, zaman geçmiyordu sanki! En son oğlanın uyuduğu yatağın yanına gitti. Hala nasıl uyuyabiliyordu! İçten içe sinirlendi, kızdı ama aklına gelen muzırlıkla sinsice gülümsedi. Bir dizini yatakta oğlanın bacağını kenarına koydu. Diğer dizini de oğlanın bacaklarının üstünde geçirip diğer tarafa koydu. Ellerini de oğlanın başının iki yanına koydu. Oğlanı tamamen kıskacı altına almıştı. Tam eğiliyordu ki oğlan gözlerini açtı. Genç kızda yapacağı şeyi yapamamanın hayal kırıklığı ve oğlanın uyanmasının şaşkınlığı ile kalakaldı. AliAgâh sesli bir şekilde yutkundu. Konuşmak istiyordu ama ağzı dili kupkuruydu. Üstüne üstlük İlatun üzerindeydi.
- İ..İlatun ne yapıyorsun?
İlatun, Ali Agâh’ın gözlerini açmasıyla doğruldu ve olduğu yere oturdu. Oğlanın kucağına! Ali Agâh’ın gözleri ardına kadar açıldı. Kanı hızlandıkça hızlandı. Durumu hiç iyi değildi.
- İlatun kalk üstümden, dedi kendini toparlayarak.
Kız kollarını göğsünde kavuşturmuş omuzlarını silkti.
- Hayır kalkmıyorum.
Ali Agâh doğruldu ve kızı belinde tutarak üstünden atmaya çalıştı lakin İlatun kalkmamak için direndi.
- Ne yapmaya çalışıyorsun?
- Bugün günlerden ne? diye sordu İlatun, Ali Agâh’ın sorusunu umursamadan.
- Ben ne bileyim ne! Pazar değil mi?
- Hayır, tarih olarak soruyorum?
- Ya İlatun neden bunu bana yapıyorsun? Üstümden kalkar mısın artık?
- Sorumu cevaplamadan kalkmıyorum.
Aslında Ali Agâh kızın neyi kastettiğini gayet iyi biliyordu. Sadece onu istediği cevabı vermek istemiyordu. Ani bir hareketle kızı devirdi ve üstüne çıktı.
- Amacın ne senin?
Kız üstündeki şaşkınlığı atmadan gelen soruyla yüzü düştü. Zaten evdekilerin yüzünden ağladı ağlayacaktı. Bir de Ali Agâh böyle yapınca gözleri doldu.
- Neden kutlamadın?
- Sen doğum günü kutlamazsın!
- Ama sen hep kutlardın!
- Bir anlamı olmadığını fark ettim.
Biri yaşlı biri umursamaz iki göz birbirine kilitlendi. İlatun’un yanağından bir damla yaş kaydı. En sevdiği oyuncağı kaybeden bir çocuk gibi bağıra çağıra ağlamak istiyordu. Sesi çıkmıyor sadece damlalar bir bir yanağından aşağı kayıyordu. Çünkü ilk defa değer verdiği bir şeyi kaybettiğini yeni fark ediyordu. Çünkü ilk defa bir şeye değer verdiğini fark etmişti. Fark ettiği anla kayıp ettiği zaman dilimi üst üste gelmişti. Elleriyle gözlerini kapattı.
- Kalk üstümden, dedi Ali Agâh’a boğuk bir sesle.
- Kalkmıyorum!
- Kalk üstümden dedim, diye tekrarladı ve bu sefer İlatun, genç adamı üstünden atmaya çalıştı.
Ali Agâh kendine vuran kızın ellerini yakalayıp başının iki yanına sabitledi.
- Derdin ne senin?
- Yok benim bir dedim!
- O yüzden buradasın değil mi? Benim altımda!
- Pislik! Bir yandan da yumruk yaptığı elleriyle Ali Agâh’a vurmaya çalışıyordu. Hep o animler yüzünden değil mi? Sapık sapık şeyler izliyorsun!
Ali Agâh sessizce kıkırdadı.
- Nereden biliyorsun öyle şeyler izlediğimi. Ben sana hiç ne izlediğimi söylemedim ki!
- Ne bileyin ben, öyle uydurdum işte.
Ali Agâh tuttuğu elleri bıraktı ve kızın üzerinden kalktı. Yatağın ortasında bağdaş kurdu. İlatun’un serbest kalan elleri göğsünün üzerine düştü. Sessizce iç çekiyordu. Oda loşlaşana kadar böyle biri oturdu biri de yattı. Aslında her şey çok basitti. İlatun özür dilese ve artık Ali Agâh’a gerektiği gibi davranacağını söylese ya da Ali Agâh bu küslüğü devam ettirmeyip eskisi gibi olsalar belki de ortada sorun kalmayacaktı ama insanoğlu baş edemediği duygularının esiriydi. İçinde birikmişler, gurur, yaşanmışlıklar, yaşanamayan hisler hepsi böyle anlarda insanın diline kilit vuruyordu.
Kedi miyavlaması gibi sessiz bir duyuldu.
- Bir şey mi dedin İlatun duyamadım.
- Özür dilerim, dedi genç kızı yine ağzının içinde.
- İlatun biraz sesli söyler misin dediğinden bir şey anlamıyorum.
İlatun sinirle doğruldu. Şişmiş ve kızarmış gözlerini Ali Agâh’a dikti.
- Özür dilerim, diye bağırdı.
Bu sefer sesiyle tüm odayı inletti. Ali Agâh dudaklarında filizlenen sırıtışı durdurmak için dudaklarını büzdü.
- Tamam ya niye bağırıyorsun duyduk, dedi umursamaz olmaya çalışan bir sesle.
İlatun ellerini göğsünde birleştirip bağdaş kurdu.
- Cevabını duyamadım
- Ne cevabı, dedi Ali Agâh.
- Özrümü kabul ediyor musun etmiyor musun?
- Hımm bir düşünelim baklalım?.. Aklına bir şey gelmiş gibi durdu. Sen söylesene neden iki gündür tanıdığın elin adamına çıkma teklifi ediyorsun.
İlatun içinde hasbinallah çekti.
- Sen bana hesap mı soruyorsun?
- Aynen öyle!
Bu cevap bir nevi beni yanında istiyorsan hesap sormama da izin vereceksin demenin bir başka yoluydu. Genç adam ilk defa kafasında soramadığı hesapların hıncını alıyordu. Şimdiye kadar kendi içinde hesaplaştığı ama gerçek hayatta tek kelime edememişti. O an bu andı. Artık İlatun’un sessiz kabullenişiyle istediği gibi hesap sorabilirdi.
- Yakışıklı çocuk, çıkmak istedim o kadar.
- Ne yani sırf dış görünüşünü beğendiğin için mi gidip bizzat çıkma teklifi ettin.
İlatun kafasıyla onayladı.
- Sen adamı çıldırtırsın.
Ali Agâh’ın son sitemiydi bu söz. Zaten alacağını almıştı. Daha fazla zorlamaya gerek yoktu.
Hiayeyi beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın!!!!!!!!
İnstangram @ygt.senaa
Okur Yorumları | Yorum Ekle |