@kelimelerashkina
|
Yoh, nabersiniz? Uzun zamandır bölüm yayınlamıyordum. Fikirlerinizi çok merak ediyorummmmmmmm...........
Haftanın ilk dersinde Bulut yoktu. Kimse neden gelmediğini bilmiyordu. Aden cesaret edip İlatun’a soramamıştı. Sonuçta sevgilisiydi değil mi? Yaptığı her şeye rağmen bir yerde içindeki ahlak kuralları devreye giriyordu. Ahlak kuralları mı demeli yoksa yakalanacak olmanın rahatsız edici endişesi mi denmeliydi. Ne olduğu belli değildi. Netleri düşüyordu. Bir de üstüne Bulut ile yaşadıkları vardı. Evdekiler ayrı okuldakiler ayrı canını sıkıyordu. Zaten düşme olayında evde sessiz bir tartışma kol gezmişti. Neymiş, neden dikkat etmiyormuş? Neymiş, şimdi nasıl ders çalışacakmış? Soruları elimle çözüyorum diyememişti genç kız. Bu çözemediğim sorular benden daha mı kıymetli hiç diyememişti. Öyle, sessizce her şeyde haksız olduğunu kabul eden bir ifadeyle dinlemişti babasını. Şimdi de Bulut yoktu. Sahi olsa ne olacaktı? Bulut’tan ne bekliyordu ki zaten? Şimdiye kadar ona hiç ne istediğini söylememişti veya ne yapmak istediğini. Bulut yapmıştı ne yapmışsa. Kendiyse sessizce ona ayak uydurmuştu. - İlatuncuğum sana zahmet bana kantinden su getirir misin? İlatun kaşlarını çatmış ama itiraz etmeden kantine yollanmıştı. Aden bir kaşını kaldırarak Ali Agâh’a baktı. Genç adam ise yüzünde, ona has bir ifadeyle, tatlı bir sırıtışla omuzlarını kaldırdı. Ertesin gün Aden, otobüsle okula giderken ani bir kararla okul durağında inmedi ve yolculuğuna devam etti. Doğru hatırlamayı umduğu adreste indi otobüsten. Bir ara sokağa girdi. Yaz yaklaşmıştı ama hâlâ sabahın soğuğu üşütüyordu insanı. Montunu mu giyseydi? Aklında buraya gelmek hiç yoktu. Okul sıcaktı ve hep kalın gri bir hırkayla giderdi. Sabahın ayazında parmak uçlarını hissetmiyordu. Düz yürüdüğü ara sokaktan sağa döndüğünde karşısına iki katlı bir ev çıktı. Kapıda isim-soy isim yazmıyordu. Başkasının evine mi gelmişti acaba? Bacakları titreyerek demir parmaklıklı bahçe kapısından girdi. Sol tarafta çok güzel bir kamelya vardı. Yeşilliklerle süslenmiş bahçeye bin bir çeşit renkli çiçek eşlik ediyordu. Bunu yapan adam baya uğraşmış olmalı diye düşündü. Evin iki basamaklı taş merdivenini çıktı. Kör topal, karşısına kimin çıkacağını bilmeden kapıyı çaldı. Elleri çantasının kolunda, taşlıkta aşağı yukarı inip çıkıyordu. Kapı açıldığında Bulut’tan başkası çıkarsa arkasına bakmadan kaçacaktı. Ya da Bulut çıksa bile kaçmayı düşündü. Onu görmek için gelmemiş miydi buraya? Kapı aniden açıldığında bir adım geri attığı ayağı boşluğa düştü. Tam sırtüstü yere çakılacaktı ki Bulut kızın kolundan yakaladığı gibi kendine çekti. Korku ve heyecandan ağzı bir açılıp bir kapanıyordu. Sesi yok olmuştu sanki. Bir şey söylemesi lazımdı ama yapamıyordu. Gözlerini kaçırdı. Etrafa bakındı. Şu anda geldiğine pişman olmuş, bir an önce arkasını dönüp kaçmak istiyordu. Genç adam kızın yere sağlam bastığından emin olduktan sonra tuttuğu kolları serbest bıraktı ve bir adım gerileyerek kapıyı biraz daha açtı. Aden kendine açılan kapıdan usulca başı öne eğik içeri girdi. Bulut kapıyı kapadıktan sonra sol taraftaki merdivenlere ilerledi. Aden de onu takip etti. Merdivenler çıkıldı, dar koridorda birkaç kapı geçildi ve koridorun sonuna gelmeden bir kapıdan içeri girildi. Yatak dağınıktı ama oda çok düzenliydi. Bir an annesi geldi aklına. Her akşam evi toplardı, ölürler de biri evi dağınık görüp laf eder diye. Ya ölmüşsün dert ettiğin şeye bak diye dalga geçerdi Aden annesiyle. Genç kız gülümsemesine engel olamadı. Genç adam ise ellerini beline koyarak gözlerini Aden’e dikmişti. Kızın bembeyaz yüzündeki yanakları soğuktan kızarmıştı. Aden üzerindeki gözleri hissetmiş, Bulut’a bakmamak için çok önemli bir iş yapıyormuş gibi dikkatle odayı inceliyordu. Bulut kızın çenesinden tutarak kendine çevirdi. - Ne oldu? Aden’in hareleri sağa kaymış, yüzünü çevirmek istemişti lakin Bulut’un çokta sıkı tutmadığı eli izin vermemişti. Dudaklarını sıkı sıkıya birbirine bastırdı. “Hadi konuş” diye içinden kendini payladı. - Sen okula gelmeyince merak ettim, diye mırıldandı. Oğlanın kaşları havalandı. Kızın çenesindeki eli boyun tarafına kaydı ve kendine çektiği kızın dudaklarına yapıştı. Aden’in bedeninden yayılan soğukluk Bulut’u da titretmişti. Birbirine değen burunlar, dudaklar; birini ısıtıyor diğerini titretiyordu. Bulut Aden’i itekleyerek arkasındaki yatağa düşürdü. Aden’in farklı bir tepki vermesine kalmadan kaldığı yerden öpmeye devam etti. Aden de ilk şoku atlatmış, gevşeyen elleri Bulut’un saçlarını bulmuştu. Bulut hararetini artırdıkça iki bedende de tepeden tırnağa karıncalanmalar meydana geliyordu. Bulut kızın dudaklarını bıraktı, yanağına boynuna indi. Hırkanın fermuarını yarıya kadar indirdi. Gömleğin birkaç düğmesini açtı. Yetmiyordu. Altındaki bedene ne yapsa yetmeyecekti sanki. Elini kızın bacağına attı ama elinin altındaki yün tene dokunasına engeldi. Arada hiçbir şey olmadan kızın çıplak tenini hissetmek istiyordu. Çorap, hırka gömlek ardı ardına çıktı. Nefesler hızlanıyor, bilinmeyen bir güç ikisini de ele geçiriyordu. Aden beline değen parmaklarla rahatladığını hissetti. Şimdiye kadar içinde hissettiği boşluğu teninde gezinin el dolduruyordu. Yapbozu tamamlayacak son parça, kendisinin de üstündeki bedene temas etmesiydi. Bulut’un tişörtünün altından parmaklarını soktu ve genç adamın karnından başlayarak yukarı doğru gezdirdi elini. Elinin altındaki teni sıktı parçalamak ister gibi. Aden ne olduğunu anlamdan Bulut tişörtünü de çıkardı. Eller Aden’in başının üstünde sabitlendi. Hırçın öpüşeler, birbirinin üstünde ağırlık yapan bedenler… Geriye kalan fazlalıklar odanın bir köşesine dağıldı. Genç adam elinin altındaki göğsü sıktı. Sürtünmeler ateşi daha da harlıyordu. İki beden nefes nefese kıvranıyor, konuşmaya gerek duymadan ne istediklerini biliyorlardı. Her bir hareket, her bir nefes onları gerçek dünyadan koparmış kendi dünyalarına hapsetmişti. Dünya hızla dönerken onların çekildikleri kara delikte zaman diye bir şey yoktu. - Aden! Aden! Hadi bak durağa geldik. Genç kız omuzuna değen elle irkildi. Sınıf arkadaşı Gökçe ona sesleniyordu. Kan ter içinde kalmıştı. İlk ne olduğunu anlayamadı. Bir iki saniye etrafına bakınca okul durağına geldiklerini gördü. Hızla ayağa kalkarken başı döndü. Arkadaşı onun koluna girerek sabit durmasını sağladı. Hâlâ ne olduğunu kavrayamıyordu. Otobüsten indiklerinde soğuk yüzüne çarptı. Terlemiş olan bedeni ürperdi. - Aden gece uyuyamadın mı? Otobüsteyken de seslendim ama duymadın. Genç kız elini Aden’in alnına koydu. - Hasta mısın sen? Baya terlemişsin. Neden montunu giymedin? Gökçe konuşuyordu ama Aden’in bir kulağından giriyor bir kulağında çıkıyordu. Beyni uğulduyordu. Olanları hala idrak edemiyordu. Ağzında geveler şekilde bir şeyle söyledi ama ne Gökçe onu anladı ne de kendisi anladı. Sınıfa yaklaştıklarında anca anca kendine geliyordu. Sınıf kapısından girerken gözleri ilk onunla karşılaştı ancak Aden hemen kaçırdı gözlerini. - Aden sen iyi misin? Bak kıpkırmızı olmuşsun. İstersen hocadan izin al da eve git. Arkadaşının endişeli bakışları cevap bekliyordu. - Yok iyiyim ben, geçer birazdan. Gökçe ben elimden geleni yaptım der gibi omuzlarını silkti ve kendi sırasına gitti. Aden ise gözleri yerde, kimseyle konuşmadan sırasına oturmayı istiyordu. - Günaydın! Aden, Ali Agâh’ın selamına çekingen bir sesle karşılık verdi. İlatun’un çantası sırasındaydı ama kendi yoktu. Hızla yerine oturdu ve kitaplarını çıkardı. Hırkasını çıkardığında kısacık saçları terden boynuna yapışmıştı. Acele bir şekilde eliyle düzeltti. Arkasına bakmaya cesaret edemiyordu. Normalde de bakmazdı ama bugün farklıydı. Bugün öylesine olsa bile bakamıyordu. Dersler işleniyor, aralarda muhabbet ediliyor; gülüşmeler, koşuşturmacalar her zamanki gibiydi. Aden ve Bulut’un dışında havada kimsenin sezemediği bir tuhaflık vardı. Aden sebebini biliyor, Bulut bilmiyor ve merak ediyordu. Çünkü aralarındaki gizli anlaşmanın yegâne dayanağı o saliselik bakış yoktu. Öğle arası bitmiş ders zili çalıyordu. Aden lavaboda ard arda yüzüne soğuk su çalıyordu. Kendi kuruntusu muydu yoksa yanakları gerçekten de kırmızı mıydı anlayamıyordu. Daha önce yanaklarının kırmızı olup olmadığına hiç dikkat etmemişti. Elinin tersiyle alnına dokundu ama ateşi yoktu. Derin bir nefes verip lavabonun kapısını açtı. Bulut arkasındaki duvara yaslanmış ona bakıyordu. Belli belirsiz boğazını temizledi. Tek hedefi hemen sınıfa gitmekti. Kendisi bir adım atmadan Bulut hızlı bir iki adımda üstüne doğru yürüdü ve genç kızın açtığı kapıyı kapayarak kızı kapıya yasladı. Aden’in gözleir Bulut hariç her yerde geziyordu. - Sen neden bana bakmıyorsun? Bulut çok hafif kafasını sağa eğdi. Ya da bakamıyorsun mu demeliyim? Aden tekrar boğazını temizledi. - Yok öyle bir şey. Bulut’un dudakları alaylı bir şekilde kıvrıldı. - Hala bakmıyorsun! Genç adam boştaki eliyle Aden’in çenesi tutup kaldırdı. Şimdi göz gözeydiler. Bulut ne olduğunu anlamak ister gibi gözlerini kıstı. - Sen de bir şeyler var. Hadi söyle ne oldu? Rüyamda seninle sevişiyordum ne olacak! Tabi, sen her yerde adamın seni ellemesine izin verirsen olacağı buydu! - Bulut ders zili çaldı. Merak ederler. Bırak da gidelim. Bulut “hayır” anlamında kafasını yukarı kaldırdı. - Sen ne olduğunu söylemeden hiçbir yere gitmiyoruz! - Canım sıkılıyor sadece. Netlerim düşünce evdekiler mırın kırın etmeye başladırlar. Tamam, oldu mu? Hadi bırak da gidelim! - Yalan söylüyorsun! - Ya niye yalan söyleyeyim, canım sıkkın işte. Hem yarın da deneme var. Her şey üst üste geliyor. Bulut hareketsiz bir iki dakika Aden’in gözlerine baktı. Ansızın kızı kendine çekerek kollarını onun etrafına sardı. Gerçeği söylemiyordu. Bir derdi vardı belli ama bu söyledikleri de yalan değildi. Sadece asıl gerçeği örten başka gerçeklerdi. Haftanın ilk dersinde Bulut yoktu. Kimse neden gelmediğini bilmiyordu. Aden cesaret edip İlatun’a soramamıştı. Sonuçta sevgilisiydi değil mi? Yaptığı her şeye rağmen bir yerde içindeki ahlak kuralları devreye giriyordu. Ahlak kuralları mı demeli yoksa yakalanacak olmanın rahatsız edici endişesi mi denmeliydi. Ne olduğu belli değildi. Netleri düşüyordu. Bir de üstüne Bulut ile yaşadıkları vardı. Evdekiler ayrı okuldakiler ayrı canını sıkıyordu. Zaten düşme olayında evde sessiz bir tartışma kol gezmişti. Neymiş, neden dikkat etmiyormuş? Neymiş, şimdi nasıl ders çalışacakmış? Soruları elimle çözüyorum diyememişti genç kız. Bu çözemediğim sorular benden daha mı kıymetli hiç diyememişti. Öyle, sessizce her şeyde haksız olduğunu kabul eden bir ifadeyle dinlemişti babasını. Şimdi de Bulut yoktu. Sahi olsa ne olacaktı? Bulut’tan ne bekliyordu ki zaten? Şimdiye kadar ona hiç ne istediğini söylememişti veya ne yapmak istediğini. Bulut yapmıştı ne yapmışsa. Kendiyse sessizce ona ayak uydurmuştu. - İlatuncuğum sana zahmet bana kantinden su getirir misin? İlatun kaşlarını çatmış ama itiraz etmeden kantine yollanmıştı. Aden bir kaşını kaldırarak Ali Agâh’a baktı. Genç adam ise yüzünde, ona has bir ifadeyle, tatlı bir sırıtışla omuzlarını kaldırdı. Ertesin gün Aden, otobüsle okula giderken ani bir kararla okul durağında inmedi ve yolculuğuna devam etti. Doğru hatırlamayı umduğu adreste indi otobüsten. Bir ara sokağa girdi. Yaz yaklaşmıştı ama hâlâ sabahın soğuğu üşütüyordu insanı. Montunu mu giyseydi? Aklında buraya gelmek hiç yoktu. Okul sıcaktı ve hep kalın gri bir hırkayla giderdi. Sabahın ayazında parmak uçlarını hissetmiyordu. Düz yürüdüğü ara sokaktan sağa döndüğünde karşısına iki katlı bir ev çıktı. Kapıda isim-soy isim yazmıyordu. Başkasının evine mi gelmişti acaba? Bacakları titreyerek demir parmaklıklı bahçe kapısından girdi. Sol tarafta çok güzel bir kamelya vardı. Yeşilliklerle süslenmiş bahçeye bin bir çeşit renkli çiçek eşlik ediyordu. Bunu yapan adam baya uğraşmış olmalı diye düşündü. Evin iki basamaklı taş merdivenini çıktı. Kör topal, karşısına kimin çıkacağını bilmeden kapıyı çaldı. Elleri çantasının kolunda, taşlıkta aşağı yukarı inip çıkıyordu. Kapı açıldığında Bulut’tan başkası çıkarsa arkasına bakmadan kaçacaktı. Ya da Bulut çıksa bile kaçmayı düşündü. Onu görmek için gelmemiş miydi buraya? Kapı aniden açıldığında bir adım geri attığı ayağı boşluğa düştü. Tam sırtüstü yere çakılacaktı ki Bulut kızın kolundan yakaladığı gibi kendine çekti. Korku ve heyecandan ağzı bir açılıp bir kapanıyordu. Sesi yok olmuştu sanki. Bir şey söylemesi lazımdı ama yapamıyordu. Gözlerini kaçırdı. Etrafa bakındı. Şu anda geldiğine pişman olmuş, bir an önce arkasını dönüp kaçmak istiyordu. Genç adam kızın yere sağlam bastığından emin olduktan sonra tuttuğu kolları serbest bıraktı ve bir adım gerileyerek kapıyı biraz daha açtı. Aden kendine açılan kapıdan usulca başı öne eğik içeri girdi. Bulut kapıyı kapadıktan sonra sol taraftaki merdivenlere ilerledi. Aden de onu takip etti. Merdivenler çıkıldı, dar koridorda birkaç kapı geçildi ve koridorun sonuna gelmeden bir kapıdan içeri girildi. Yatak dağınıktı ama oda çok düzenliydi. Bir an annesi geldi aklına. Her akşam evi toplardı, ölürler de biri evi dağınık görüp laf eder diye. Ya ölmüşsün dert ettiğin şeye bak diye dalga geçerdi Aden annesiyle. Genç kız gülümsemesine engel olamadı. Genç adam ise ellerini beline koyarak gözlerini Aden’e dikmişti. Kızın bembeyaz yüzündeki yanakları soğuktan kızarmıştı. Aden üzerindeki gözleri hissetmiş, Bulut’a bakmamak için çok önemli bir iş yapıyormuş gibi dikkatle odayı inceliyordu. Bulut kızın çenesinden tutarak kendine çevirdi. - Ne oldu? Aden’in hareleri sağa kaymış, yüzünü çevirmek istemişti lakin Bulut’un çokta sıkı tutmadığı eli izin vermemişti. Dudaklarını sıkı sıkıya birbirine bastırdı. “Hadi konuş” diye içinden kendini payladı. - Sen okula gelmeyince merak ettim, diye mırıldandı. Oğlanın kaşları havalandı. Kızın çenesindeki eli boyun tarafına kaydı ve kendine çektiği kızın dudaklarına yapıştı. Aden’in bedeninden yayılan soğukluk Bulut’u da titretmişti. Birbirine değen burunlar, dudaklar; birini ısıtıyor diğerini titretiyordu. Bulut Aden’i itekleyerek arkasındaki yatağa düşürdü. Aden’in farklı bir tepki vermesine kalmadan kaldığı yerden öpmeye devam etti. Aden de ilk şoku atlatmış, gevşeyen elleri Bulut’un saçlarını bulmuştu. Bulut hararetini artırdıkça iki bedende de tepeden tırnağa karıncalanmalar meydana geliyordu. Bulut kızın dudaklarını bıraktı, yanağına boynuna indi. Hırkanın fermuarını yarıya kadar indirdi. Gömleğin birkaç düğmesini açtı. Yetmiyordu. Altındaki bedene ne yapsa yetmeyecekti sanki. Elini kızın bacağına attı ama elinin altındaki yün tene dokunasına engeldi. Arada hiçbir şey olmadan kızın çıplak tenini hissetmek istiyordu. Çorap, hırka gömlek ardı ardına çıktı. Nefesler hızlanıyor, bilinmeyen bir güç ikisini de ele geçiriyordu. Aden beline değen parmaklarla rahatladığını hissetti. Şimdiye kadar içinde hissettiği boşluğu teninde gezinin el dolduruyordu. Yapbozu tamamlayacak son parça, kendisinin de üstündeki bedene temas etmesiydi. Bulut’un tişörtünün altından parmaklarını soktu ve genç adamın karnından başlayarak yukarı doğru gezdirdi elini. Elinin altındaki teni sıktı parçalamak ister gibi. Aden ne olduğunu anlamdan Bulut tişörtünü de çıkardı. Eller Aden’in başının üstünde sabitlendi. Hırçın öpüşeler, birbirinin üstünde ağırlık yapan bedenler… Geriye kalan fazlalıklar odanın bir köşesine dağıldı. Genç adam elinin altındaki göğsü sıktı. Sürtünmeler ateşi daha da harlıyordu. İki beden nefes nefese kıvranıyor, konuşmaya gerek duymadan ne istediklerini biliyorlardı. Her bir hareket, her bir nefes onları gerçek dünyadan koparmış kendi dünyalarına hapsetmişti. Dünya hızla dönerken onların çekildikleri kara delikte zaman diye bir şey yoktu. - Aden! Aden! Hadi bak durağa geldik. Genç kız omuzuna değen elle irkildi. Sınıf arkadaşı Gökçe ona sesleniyordu. Kan ter içinde kalmıştı. İlk ne olduğunu anlayamadı. Bir iki saniye etrafına bakınca okul durağına geldiklerini gördü. Hızla ayağa kalkarken başı döndü. Arkadaşı onun koluna girerek sabit durmasını sağladı. Hâlâ ne olduğunu kavrayamıyordu. Otobüsten indiklerinde soğuk yüzüne çarptı. Terlemiş olan bedeni ürperdi. - Aden gece uyuyamadın mı? Otobüsteyken de seslendim ama duymadın. Genç kız elini Aden’in alnına koydu. - Hasta mısın sen? Baya terlemişsin. Neden montunu giymedin? Gökçe konuşuyordu ama Aden’in bir kulağından giriyor bir kulağında çıkıyordu. Beyni uğulduyordu. Olanları hala idrak edemiyordu. Ağzında geveler şekilde bir şeyle söyledi ama ne Gökçe onu anladı ne de kendisi anladı. Sınıfa yaklaştıklarında anca anca kendine geliyordu. Sınıf kapısından girerken gözleri ilk onunla karşılaştı ancak Aden hemen kaçırdı gözlerini. - Aden sen iyi misin? Bak kıpkırmızı olmuşsun. İstersen hocadan izin al da eve git. Arkadaşının endişeli bakışları cevap bekliyordu. - Yok iyiyim ben, geçer birazdan. Gökçe ben elimden geleni yaptım der gibi omuzlarını silkti ve kendi sırasına gitti. Aden ise gözleri yerde, kimseyle konuşmadan sırasına oturmayı istiyordu. - Günaydın! Aden, Ali Agâh’ın selamına çekingen bir sesle karşılık verdi. İlatun’un çantası sırasındaydı ama kendi yoktu. Hızla yerine oturdu ve kitaplarını çıkardı. Hırkasını çıkardığında kısacık saçları terden boynuna yapışmıştı. Acele bir şekilde eliyle düzeltti. Arkasına bakmaya cesaret edemiyordu. Normalde de bakmazdı ama bugün farklıydı. Bugün öylesine olsa bile bakamıyordu. Dersler işleniyor, aralarda muhabbet ediliyor; gülüşmeler, koşuşturmacalar her zamanki gibiydi. Aden ve Bulut’un dışında havada kimsenin sezemediği bir tuhaflık vardı. Aden sebebini biliyor, Bulut bilmiyor ve merak ediyordu. Çünkü aralarındaki gizli anlaşmanın yegâne dayanağı o saliselik bakış yoktu. Öğle arası bitmiş ders zili çalıyordu. Aden lavaboda ard arda yüzüne soğuk su çalıyordu. Kendi kuruntusu muydu yoksa yanakları gerçekten de kırmızı mıydı anlayamıyordu. Daha önce yanaklarının kırmızı olup olmadığına hiç dikkat etmemişti. Elinin tersiyle alnına dokundu ama ateşi yoktu. Derin bir nefes verip lavabonun kapısını açtı. Bulut arkasındaki duvara yaslanmış ona bakıyordu. Belli belirsiz boğazını temizledi. Tek hedefi hemen sınıfa gitmekti. Kendisi bir adım atmadan Bulut hızlı bir iki adımda üstüne doğru yürüdü ve genç kızın açtığı kapıyı kapayarak kızı kapıya yasladı. Aden’in gözleir Bulut hariç her yerde geziyordu. - Sen neden bana bakmıyorsun? Bulut çok hafif kafasını sağa eğdi. Ya da bakamıyorsun mu demeliyim? Aden tekrar boğazını temizledi. - Yok öyle bir şey. Bulut’un dudakları alaylı bir şekilde kıvrıldı. - Hala bakmıyorsun! Genç adam boştaki eliyle Aden’in çenesi tutup kaldırdı. Şimdi göz gözeydiler. Bulut ne olduğunu anlamak ister gibi gözlerini kıstı. - Sen de bir şeyler var. Hadi söyle ne oldu? Rüyamda seninle sevişiyordum ne olacak! Tabi, sen her yerde adamın seni ellemesine izin verirsen olacağı buydu! - Bulut ders zili çaldı. Merak ederler. Bırak da gidelim. Bulut “hayır” anlamında kafasını yukarı kaldırdı. - Sen ne olduğunu söylemeden hiçbir yere gitmiyoruz! - Canım sıkılıyor sadece. Netlerim düşünce evdekiler mırın kırın etmeye başladırlar. Tamam, oldu mu? Hadi bırak da gidelim! - Yalan söylüyorsun! - Ya niye yalan söyleyeyim, canım sıkkın işte. Hem yarın da deneme var. Her şey üst üste geliyor. Bulut hareketsiz bir iki dakika Aden’in gözlerine baktı. Ansızın kızı kendine çekerek kollarını onun etrafına sardı. Gerçeği söylemiyordu. Bir derdi vardı belli ama bu söyledikleri de yalan değildi. Sadece asıl gerçeği örten başka gerçeklerdi.
Hikayeyi beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmatın!!!!!!!!!!!! instangram @ygt.senaa
|
0% |