Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1.Bölüm "Kalbe Batan Dikenler"/2

@kendimeyazarim00

Bölüm Şarkısı: Bülent Ortaçgil - Teninle Konuşmak


*Korhan avcı miydi, kurtarıcı mı?*


Önceki Bölümden:


"Kelebek, öyle masumsun ki... Seni yalnız kendime saklamak istediğim hayvani yanıma karşı koymanın ne kadar zor olduğunu bilsen. Bu his, bu düşünce... Senin sayende oluşan bu duygulardan yine sana gelerek saklanıyorum. Ben aciz bir adamım. Şu hâlime bak! Kocaman adam oldum. Yemediğim bok kalmadı. Bazen diyorum ki kendime 'Korhan, senin günahların cehenneme sığmaz. ' En büyük günahımı biliyor musun peki? "


Durdu. Derin bir nefes aldı. Soruyu cevaplamak bunları söylemekten daha zormuş gibi devam etmedi. Merak etmiştim. Onun en büyük günahı neydi ki? Merakım kısa sürdü. Söyledikleri kalbimi sızlatmıştı. Gözleri kızarmıştı. Doğru düzgün bir şey de yememişti. Bir seferlik beyaz bayrağı kaldırsam sorun olur muydu?


"Ş..şey sen aç mısın? Eğer bir şeyler yemek istersen senin için hazırlayabilirim."


Ona kıyamayan bir yanım vardı. Her şeye rağmen...


"Açım."


Başka bir şey söylememişti. Söylemesine gerek yoktu. İkimiz de içinde bulunduğumuz durumun uzun zamandır farkındaydık.


Ayağa kalktım. Benimle birlikten o da adımlarını kapıya yönlendirdi.


"Aslında seninle konuşmak istediğim bir mevzu var."


Benimle mi?


Kalbim hızlandı. Benimle o ne konuşacaktı ki?


Başımı korkarak kaldırdım. Korhan ile yan yanaydık. Gerildiğimi fark etmiş olmalıydı ki konuşmama izin vermeden devam etti.


"Ama şimdilik durabilir. Miniğim bana bal elleriyle yemek hazırlayacak hiçbir şeyin bu anın önüne geçmesine izin vermem."


Bunları söylerlerken gözlerinin içi gülmüştü. Fakat mutluluğu uzun sürmedi. Anı Korhan'ın çalan telefonu bozdu.


"Sikeyim ben böyle işi."


Benimleyken başka bir karaktere bürünüyordu, bu benim için alışılagelmişti fakat aramıza üçüncü bir kişi girdiği an karşılaştığım Korhan; işte o beni asıl korkutandı. Korhan aslında kimdi? Beni korkutan şey bu sorunun cevabıydı.


Önemli bir arama olmalıydı ki cevap vermişti.


"Konuş!" dedi sadece emrederek.


"Orospu çocuğu oraya geldiğimde seni kulağından sikmezsem bana da Korhan demesinler lan!"


Ona ulaşmak neden bu kadar zordu? 


İki saat oluyordu. 


Telefonunu kapatıp yanımdan hışımla çıkmasının ardından Miel'i terk edeli tamı tamına iki saat. Birkaç kez Korhan'a yaklaşmak istemiştim. Ona karşı olan bu tutumumun Korhan'ın istediği ile aynı olmadığını ikimiz de biliyorduk. Biliyorduk ama bazen bana öyle bir bakıyordu ki bunu tarif etmem imkansızdı. 


Yedi yaşındaki Betül için Korhan abiydi.


On yaşındaki Betül için Korhan abiydi.


On beş yaşındaki Betül için Korhan abi gibiydi.


On sekiz yaşındaki Betül için Korhan abi olmalıydı.


On dokuz yaşındaki Betül için Korhan abi miydi?


Peki ya Miel için Korhan kimdi?


Bana hissettiklerini ilk ifade edişinde on yedi yaşımı tamamlamama az kalmıştı. "Aşığım sana" demişti.  Daha önce aşık olmamış bana, aşık olduğunu söylemişti. Eğer birini kaybetmekten korkmak aşk demekse ben de ona aşıktım. 


İki Betül vardı.


Biri Korhan'dan ölesiye korkuyordu. Onu görmemek, ona dokunmamak hatta ondan kurtulmak istiyordu. Korhan'ın adı geçtiğinde bile yorganı kafasına kadar çekip yok olmayı isteyen bir Betül vardı.


Diğer Betül ise onsuz yapamayacağını biliyordu. Bu Betül için Korhan demek anne demekti, Korhan demek baba demekti, Korhan abi, Korhan yaşam, Korhan ev demekti. Bu Betül, Korhan'ın eve gelmesini doksanların sonuna doğmuş bir çocuğun her sabah saat 07.00 'de izlediği çizgi filmin yeni bölümünü beklemesi gibi bekliyordu. 


İki Betül'ün karşısındaki adam da aynıydı. 


Peki hissettirdikleri neden böylesine farklıydı?


Korhan'ın gelmediği her dakika daha fazla düşünüyordum. On dokuz yaşında olan her genç kız benimle aynı mı düşünürdü?


Hayır!


Muhtemelen beni anlamazlardı. Hatta deli olduğumu düşünenler bile olabilirdi. Bütün yakıştırmaları yaparlardı. Korhan'ı oyaladığımı düşünenler olurdu, kullandığımı düşünenler olurdu, altına yattığımı zaten düşünenler vardı. 


Annem...


On yedi yaşımdayken gecenin bir vakti bir kez sevmek için dokunmadığı saçlarımı eline dolayarak "Abinin altına yatıyorsun!" demişti.


Bana rağmen...


Korhan'a rağmen...


Her şeye rağmen...


Yine de beni anlamazlardı.


Beni anlayabilmeleri için benim yaşadıklarımı, benim bildiklerimi bilmeleri gerekiyordu. İşte o zaman neden  Korhan'dan bu  kadar kaçmak isteyip aynı zamanda ona bu kadar bağlı olduğumun farkına varırlardı.


Bazen düşündüklerimin ağırlığı altında eziliyordum. Belli ki bugün de o günlerden biriydi. 


Tanıdığım insan sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Onlarla da iki dakikadan fazla konuşmuş muydum? Sanırım cevabını biliyordum. Hiçbiri ile iki dakikadan fazla konuşmamıştım. Dışarıdan o kadar sessizdim ki... 


Ağzımdan çıkmayan cümleler beynimde yankılanıyordu, yalnız kaldığım ilk dakikada. 


Yalnızlık benim gibi biri için alışılagelmiş bir durum olduğundan kendimle konuşa konuşa cesur olmayı öğrenmiştim. 


Cesaretim ise yine kendimeydi. 


Konuşmak demişken Korhan en son benimle konuşmak istediği bir konu olduğunu söylemişti. Benimle ne konuşacaktı? 


***


Saat gecenin bir yarısı olmuştu fakat Soyder Koşkünün ışıkları hâlâ sönmemişti. Bahçedeki çardakta loş ışıkların altında birkaç kalp farklı duygularla atıyordu. Çardak sessizdi, etrafta yalnızca korumaların değiştiğini gösteren küçük fısıltılar vardı. Onun dışında kıpırtısızca yere bakıyordu geçmişin acı gerçekleriyle yüzleşen  bedenler.


"Onun kızıymış. " dedi Turan Bey, can kardeşim dediği dostuna bakarak. Yıllar geçmişti üzerinden fakat kalbindeki acı o kadar tazeydi ki adı dökülmemişti dilinden, kalp yarasının. 


Kendisi duyduklarını  yeni sindirebilmiş olmalıydı ki ancak konuşabilmişti.


"Şimdi ne yapacaksın Çamkır?" 


Vefa Soyder önce elindeki rakıyı yudumladı ardından sorusunu yeniledi.


"Şimdi ne yapacaksın?"


Turan Ali de bilmiyordu ne yapacağını.  Hayatında ilk kez bir soruya verecek cevabı yoktu.  O Turan Ali Çamkır'dı. Bir zamanlar kardeşim dediği adam ile alemin önde gelen kabadayılarından biriydi. Şimdi ise elini eteğini çekmiş aile şirketinin başına geçerek sıradan bir iş adamı hayatı yaşıyordu. 


Bugünlere dişiyle, tırnağıyla sıfırdan kazıyarak gelmişti iki adam da. 


Vefa Soyder 57 yaşına girmişti senenin başında. 


İki arkadaş için de hayat beklenmedik süprizlere gebeydi o gece. 


"Vefa ben sana kardeşim dedim değil mi?" Bu cümleyi kurduğunda yutkundu Vefa Bey, kardeşiydi elbette bunu dile getirmeye lüzum mu vardı?


"Evet" dedi can dostunun acısına ortak olurcasına.


"Senden ne istersem yaparsın doğru mu?"


Gerildi Vefa, adeta otuz yıl evveline dönmüştü iki adam. Masa aynıydı, üzerindekiler de. İçkiye tövbe eden iki yürek bugün tövbelerini bozmuşlardı. Fakat yutamıyorlardı kursaklarına takılan acıyı. Bozulan tövbe bile yutturamıyordu boğaza takılan haksızlıkları. 


Gözlerini çevirdi ve can kardeşine baktı. 


O da aynıydı.


Tıpkı otuz yıl önceki gibiydi; o gün nasıl karşısına geçmiş hayatına mâl olacak kararı dile getirmişse dostuna, bugün yine aynı şeyi yapıyordu. 


"Doğru." dedi Vefa daha fazla bekletmeden.


Turan başını sağa çevirdi. Issız çardakta yalnızca kardeşi ve kardeşi dediği adamın oğlu vardı. Kenan bu yıl otuz yaşına basmıştı. Oğlu Dikmen ile aynı yıl doğmuş, iki dosttan iki dost türemişti. Vefa ile kendisi nasılsa zamanla Kenan ile Dikmen Ali de öyle olmuştu. Birlikte büyümüş, birlikte olgunlaşmış, birlikte aşık olmuş, birlikte aşk acısı çekmişlerdi. Şu an ise işleri artık Kenan ile Dikmen Ali idare ediyorlardı.  Yanlarında oğlu yoktu ama oğlum dediği adamın yanında olması da yeterliydi. Ondan da desten almak istiyordu Turan. Acıdan dik duramazken yıllar boyunca kimseye muhtaç kalmamış bu adam; bir küçük elin desteğine bile muhtaç hissediyordu. 


"Kenan silahını ver oğlum." 


Turan Ali bu kez Kenan'a yöneltti bakışlarını. Kenan, baba yarısı dediği adamın lafını ikiletmeden belinden çıkardığı silahı uzattı adama.


Turan Ali silahı alır almaz masanın üzerinden kadehini tutmakta olan Vefa'nın eline uzandı. Sertçe tuttuğu elinden kadehi alıp yere fırlattı. Ardından acılı bir kurdun bakışlarıyla bakan gözlerini kardeşine dikti.


"Madem ki her dediğimi yaparsın, öldür beni o zaman Vefa!" Hışımla çıktı adamın dudaklarından bu cümle. Vefa ne olduğunu anlayamadı. Eline çevirdi bakışlarını; eli titredi. Henüz silahı kavrayamadan düştü silah elinden.


"Sen bu musun lan?.... Bu musun sen? Bana yıllarca kardeşim diye canımı emanet ettiğim adamın bu kadar güçsüz ve hatalarını telafi edemeyecek kadar cesaretsiz olduğunu mu söylüyorsun? Biz seninle hayata erken atıldık oğlum. Altmış yaşına geldik lan! Ben tövbemi bozdum, acın acımdır dedim. Senin şu yaptığına bak! Yakışıyor mu sana? Hem de sana baba diyen adamın önünde? Ya Dikmen, ya Elay burada olsaydı; ne yapacaktın o zaman şerefsiz."


"Anlamıyorsun Vefa.... Anlayamazsın.... Ben her gün öldüm lan! Yürek yangınım dediğim kadını kendi ellerimle ölüme terk ettim. Bıraktım onu orada. Yapma dedi, bırakma beni dedi.  Onu bulduğum pavyon köşesine bıraktım. Hiç dokunmamışım, hiç benim olmamış, hiç onun olmamışım gibi bir gecede silip attım onu. Korkardı o. Benim gibi değildi, küçücüktü. "


Kenan pür dikkat babam dediği adamlara bakıyordu. İlk kez onları bu kadar acılı görüyordu ama kolay değildi, biliyordu. O yüzden sessizdi. Kendisine ihtiyaçları olana kadar hiçbir şeye müdâhâle etmeden amcasının geçmişiyle yüzleşmesine izin verecekti. 


Turan Ali yıkılmıştı. 


Paramparçaydı. 


Acıdan ölünebileceğini zannederdi şu ana denk. Çok kurşun yemişti, çok kez ölümden dönmüştü, bir kez de ölmüştü fakat hiçbiri bu gün duydukları kadar acıtmamıştı canını. 


"Ben o gece o kirli odaya onu bırakırken öldürmemek için arkamı döndüm yürek yangınıma.  Bana yaptığını düşündüğüm her şeye rağmen bir fiske vurmadım. Doğru olanın bu olduğunu düşünmüştüm o gün. Yürek yangınım diyorum, bir kez adını dedim mi sana? Adını söyleyemiyorum ben Vefa! Adı yüreğime mühür, dilime kilit oldu. Bugün... bugün bir kızım olduğunu öğreniyorum. Yürek yangınımdan bir kızım varmış lan benim! İnanabiliyor musun? Onun bana yaptıklarını geçtim, kızım için terk ettiğim kadından bir kızım olmuş."


Nefes sesleri...


Uyuyan geceyi uyandıran sözlerin ardından duyulan tek şey bunlardı. 


"Yalnız senin hatan değil bu Ali. Ben de en az senin kadar hatalıydım. Karın var dedim, oğlun var dedim, kızın olacak dedim. Senin aklına ben girdim. Alev'in yaptıklarını bahane gösteren de bendim. Aysun'u sevmediğini senin için doğru kadının her zaman Alev olacağını biliyordum. Yine de yapmadım. Affet beni kardeşim..."


Vefa yutkundu ve göge baktı.


" Affet beni Alev..."


Turan ikinci kez yürek yangınının adını duymamak için iki eliyle kulaklarını kapattı. O ellili yaşların ortasını geçmiş bir adam değildi.  Şu an tam da şu an Alev'i terk ettiği yaştaydı. Bu defa acıya pişmanlık eklenmiş. Bir kişinin değil, masum bir canın daha yükü omuzlarına binmişti. 


"Kızım" diye sayıkladı Turan Ali başını oturduğu çardağın sırt kısmına vururken:


"Özür dilerim."


 ***


 Söz...


Kolay kolay söz vermezdim. Çünkü verdiğim sözler hiçbir zaman bana ait olmazdı. Annem, babam ve Korhan isterse yapardım istemezse yapmazdım. Ben yalnızca bir kuklaydım. Yine de bugün birçok ilke imza atmıştım. Korhan'a çıkmadan önce bir söz vermiştim. Geldiğinde ona yemek hazırlamış olacaktım. Kendi isteğimle dile getirmiştim ona yemek yapacağımı. Korhan bir süre şaşkınca bana bakmış sonrasında ise yutkunup asansörün kapısını kapatmıştı. Şu an ise ona sardığım yaprak sarmasının pişmesini bekliyordum. O en çok yaprak sarmasını severdi. Saat kaç olursa olsun yiyeceği tek yemek buydu. Kısa bir süre düşünmüş ve saat gece yarısını çoktan geçmişken başka bir şey yemeyeceğini akıl edebilmiştim.


Dudaklarımdan yeni öğrendiğim şarkının sessiz notalarını fısıldarken bir yandan da mutfak masasına tabak yerleştiriyordum. 


Masaya eğilmiş peçeteyi de koyarken açılan asansör kapısının sesini işittim. Korhan gelmiş olmalıdı.  Adım sesleri daha yakından gelmeye başladığındaysa mutfağa geldiğini anladım.


"Uyumamışsın."


Başımı çevirdim ve çoktan yanıma kadar gelmiş Korhan'a baktım.


"Söylemiştim" dedim. Bu defa korkmadan cesurca dile getirdim. Bugün ona karşı yaklaşımım onu da şaşırtıyordu. Günlük 2-3 cümleyi geçmeyen sohbetlerimiz kotasını aşalı çok olmuştu.


Ondan çekinmekle çekinmemek arasında giden bir kişiliğim vardı. Miel miydim, Betül mü? Bazen gerçek benim hangisi olduğunu idrak edemeyen bir yanım vardı.


"Bana sarma yapmışsın." dedi , Korhan tencerenin kapağını açmış yaptığım yemeğin sıcaklığına aldırış etmeden onu tadarken.


"Yanacaksın!" diye bağırdım aniden. Gazetede görmüştüm çocukken. Çocukken mutfakta Yasemin'in okuduğu gazetede bir gelinin gittiği misafirlikte altı yeni kapatılmış ocaktan aldığı sarmayı yuttuğu ve öldüğü yazıyordu. O gün bu gündür bu durumdan epey korkar olmuştum. 


"Yanıyorum zaten, sen bana her baktığında" 


Ona refleks olarak baktığımı ve ağzımdan çıkanlara engel olamadığımı söyleyemedim. Onun yerine sessiz kaldım. Her zaman yaptığım gibi.  Sakince masaya yerleştirdiğim tabağı elime aldım ve Korhan'a dokunmamaya dikkat ederek sarmayı tabağa koymaya başladım. Bu sırada o da masadaki sandalyesine yerleşmişti. 


Tabağı doldurduğumda ona doğru adım attım. Adımlarımı ilk kez yürümeye başlayan bir çocuğun ebeveyniymişçesine takip etti. Bunu yaparken gülümsüyordu. Birkaç adımlık yol bana hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Masaya tabağı koymak için eğildiğimde fark edememiştim ama ona çok yakındım. Bunu anladığım anda tam geri çekilecektim ki bileğimden tutup masanın üzerinde ona doğru eğik bir vaziyette kalmama neden oldu. 


Gözlerim titremişti, vücudumu söyleyemiyordum bile. 


Onun bana zarar vermeyeceğinden emindim ama bilmiyordu ki onun bu yakınlığı bile bana zarar veriyordu. Bilse yapar mıydı? Onu benden uzak tutacak bir gücün varlığından şüpheliydim. Her şeyi geçtim asıl beni korkutan buydu işte. 


Korhan'ın takıntısı, onun saplantısı olmak.


Bileğimi tuttuğu eli sert değildi. Kırmaktan korkar gibi bir kelebeğin kanatlarına dokunuyormuş gibiydi. 


"Bırak l..lütfen." yine o lanet kekeleme. Korkma Betül! Lütfen korkma, biz bu durumdayken onunla bu kadar yakınken olmaz. İçimden kendime kızmaya başlamıştım bile. Korhan'ı ben başaramazsam kim durduracaktı?


"Miel benden korkma lütfen. Sana dünya üzerinde zarar verecek kişinin zararı olacak adamdan korkma... lütfen"


Korhan bana içi giderek bakıyordu. Bir gün benim de ona, onun bana baktığı gibi bakacağım günleri umut ederek.


Bileğimi tuttuğu elini hareket ettirdi ve bileğimi burnuna kadar yaklaştırdı. Avuç içimi çevirdiği elimi önce kokladı. Koklarken yüzündeki ifadeyi tarif etmem imkansızdı. Yaşamı boyunca ilk kez birinin kokusunu hissediyor gibiydi.  Ardından da dudaklarını değdirdi. Öpmedi. Minik bir temastı yalnızca. Yine de onun için ne kadar büyük bir anlamı olduğunu hissetmemek imkansızdı. 


Sonra hiç dokunmamış gibi bileğimi bıraktı.


Hiç bir şey demedi. 


Çatalına uzandı ve hızlı hızlı sarmaları yemeye başladı. Sıcak olduğunu hatırlatmama gerek var mıydı?


Bir kelime daha edecek cesareti kendimde bulamayacağımı anladığımda buz dolabından su şişesini aldım ve doldurduğum suyu Korhan'a fazla yaklaşmamaya dikkat ederek masaya bıraktım. Günün sonuna gelmiştik. Bu kadarı benim için yeterince fazlaydı. Arkamı döndüm ve tam mutfaktan çıkacağım anda onun sesini işittim.


"Ellerinin tadı sarmaya bileğinin kokusu elime bulaşmış. Söylesene bu gece ben nasıl uyuyacağım Miel"


***


Evetttt part 2 de geç olmasına rağmen geldi. Açıkçası buralardaydım ama yazmamı gerektirecek cesareti bulamadım. Sanırım insan bazen desteğe ihtiyaç duyuyor. Hadi yaz, buradayım, okuyorum ve destekliyorum diyen birilerine. Buralar bir gün kalabalık olacak mı bilmiyorum ama umut ediyorum ki birçok insana ulaşabilirim. Buralarda bir canlılık hissettiğimde yeni bölümle karşınızda olacağım. 


Daha gidecek çok yolumuz var. Burada mısınız?


Lütfen bana ve kahranmanlarımıza bir şans verin.


Onları benim sevdiğim kadar sevmeniz dileğiyle....


Loading...
0%