Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@kendimeyazarim00

Bölüm Şarkısı: Sena Şener - Bak Bana


 *Korhan düşünceli miydi yoksa düşüncesiz mi?*


"Sen bana yaşadığımı hissettiriyorsun."


Nereden veya kimden geldiğini bilmediğim bir ses işitti kulaklarım. Ben küçükken, henüz kim olduğumu bilmezken Rıfat abi bana "İnsan neyi duymak isterse kulakları onu işitir." demişti. Ondan mıydı bu kadar kalabalık bir ortamda müziğin sesini bile duyamazken bu cümleyi net bir şekilde algılayabilmiş olmam?


Ben yaşıyor muydum?


Ya da...


Ben yaşamıyor muydum?


"Yine ne yapıyorsun burada? Korhan abi seni burada görürse başına gelecekleri bilmiyor musun?"


Hissetmiyordum ama biliyordum. O istemediği sürece ne yaşayabilirdim ne de ölebilirdim. Korhan... On dokuz yıllık yaşamım boyunca bir an olsun yanımdan ayrılmayan; beni yaşatan, beni öldüren adam.


"B..ben... s..sadece müzik dinliyordum."


Panik! Bir türlü peşimi bırakmayan bu his; panikti. İki kelimeyi bile doğru düzgün telaffuz edemeyişime bile içerlenemeyen kalbim tam anlamıyla bu duygunun esiri olmuştu, uzun yıllardır.


Az önce bağıran adam korkumu fark etmiş olacaktı ki bana bakarken ki ifadesi yumuşamıştı. Gözlerimi yerden kaldıramıyordum fakat ona cevap verdikten sonra bir an onunla göz göze gelmiştim ve işte tam o an fark etmiştim ondaki yumuşamayı. Kısa sürmüştü göz temasımız, korkup çekmiştim hemen gözlerimi.


"Pekala, abi gelmeden odaya geri dön. Geçen seferki gibi bir sorun yaşamak istemiyorum. "


Ben de istemiyordum. O gün de istememiştim ama olmuştu. Hayatımda olan hiçbir şeyin kontrolü bende değildi ki. Kararlarımı ben vermiyordum ama cezalarını ben çekmek zorundaydım.


Daha fazla zaman kaybetmenin ne bana, ne de karşımdaki adama bir faydası olmayacağını düşündüğümden kafamı kaldırmadan dans eden insanların arasına girdim. Burası Korhan'ın yuvasıydı, benim de hapishanem. Birine yuva olan bu duvarlar neden bana da yuva gibi hissettirmemişti?


Annem hep fazlalık olduğumu düşünürdü. Ne zaman elimi kurabiyelere uzatsam kurabiyelerin ısısını hissedemeden annemin elinin soğukluğunu hissederdim. O günden bugüne denk pek bir şey değişmedi hayatımda; ben hariç. Artık birçok şeye sahiptim, yalnızca bunları istemekten vazgeçeli çok olmuştu. 


Eksiktim ben, acizdim... Kulaklarım bu kelimeleri duymaya aşinaydı. Artık acıtmamaya da başlamıştı. Doğduğumdan beri babam söylerdi zaten bunları. Söyleye söyleye kazınmıştı bu kelimeleri bilincime. Belki ben küçükken, hiçbir şeyin farkında değilken böyle değildim. 


Adımlarımı hızlandırdım fakat mekân o kadar kalabalıktı ki insanların arasından geçmem çok zordu. Elimden geldiğince hızlı olmaya çalışarak dans pistinden çıkıp asansörün olduğu bölüme doğru ilerledim. Burası "Miel" di. Miel, Fransızca bir kelimeydi. Anlamı ise "bal" demekti. 18. yaş günümde Korhan odama gelip kulağıma fısıldamıştı. "Ona senin adını verdim" demişti. Ben uyuma numarası yaparken ve o bunun numara olduğunu bilirken "Bal" demişti tekrar. Saçlarımı yüzümden öteleyerek :"Yuvamıza senin adını verdim. Tıpkı sana adını verdiğim gibi." Ardından ellerini nazikçe saçlarımda gezdirirken "Uyumadığını biliyorum." dedi. Ağzından çıkanlarla daha da gerildim. Saçlarımda gezinen elleri bedenimin gerildiğini hissetmiş olacak ki ellerini saçlarımdan çekmişti. Yatağımda oturmaya devam ediyordu. O an kalkmasını istedim. Beni odamda bırakıp gitmesini istedim. Babamın bizi bu şekilde görmemesini istedim. Oğlunun tavırlarının hesabını bana sormamasını istedim. Anne bile diyemediğim kadının aşağılayıcı bakışlarına maruz kalmamak istedim. Ama onun alnıma dudaklarını değdirip "İyi ki doğdun bal kızım" demesini istememiştim.


Gözlerim asansör kapısını bulduğunda elimde tuttuğum not defterini daha sıkı kavrayarak asansör düğmesine bastım. Asansörün sayacı yukarıdan aşağıya doğru indiğini gösterir şekilde geriye doğru saymaktaydı. Burası yani Miel, ikiliklerin mekânıydı. İkilemler arasında sıkışıp kalanların yeriydi. İnsanlar buraya içine düştükleri ve bir çözüme ulaştıramadıkları düşüncelerden kurtulmak için gelirlerdi. Korhan Miel'i o şekilde tasarlamıştı. Binanın tasarımı çoğu kişi için etkileyiciydi. Dışarıdan basit bir gece kulübü gibi duran bu yer çeşit çeşit günahlara ev sahipliği yapıyordu.


Miel beş katlıydı. İlk üç kat yerin altında yani bodrumda kalıyordu. Sonraki katlar ise pencereden baktığınızda gökyüzünü görebileceğiniz kadar yukarıdaydı. En alt katta haftada bir gün kafes dövüşü yapılan bir salon vardı. Oraya daha önce hiç gitmemiştim fakat bir kez çalışanlar konuşurken kulak misafiri olmuştum. Korkutucu bir yer olduğunu düşünüyordum. Korhan 1. kata inmeme izin verse bile inmemeye karar vermiştim. İkinci kat ise ilk kata göre daha konforlu döşenmişti. Oraya sadece cemiyetten olan isimler, giriş için üyelik kazandıktan sonra girebiliyordu. Bir keresinde kimse yokken Korhan beni oraya götürüp ofisini gezdirmişti. Ben gitmek istememiştim ama bu önemli değildi çünkü o benim odasını görmemi istemişti. Bu onun için yeterliydi. İndiğimde değişik tarzda masalar ve masalarda çeşitli kartlar görmüştüm. O zaman anlamıştım bu katta neler yapıldığını. Kumar oynanıyordu. Üçüncü kat ise binanın en sevdiğim bölümünü oluşturuyordu. Tamam, belki çok da sevdiğim söylenemezdi fakat diğer katlara göre benim için en iyi tercih gece kulübünün olduğu bu kattı. Karanlık bir atmosfer vardı fakat bu mekâna avantaj sağlamıştı. Çünkü günün her saatinde rahatlıkla gelip eğlenebilirdiniz. Salı günleri hariç! Çünkü Korhan salı günleri bu katı kapatıyor ve benimle birlikte buraya inerek ona yeni öğrendiğim şarkıları söylememi istiyordu. Onun dışında bu bölümde kırmızı bir renk geçişi vardı. Kişiye özel lobiler ve canlı müzik için ayrılış masaların yanında bir de büyük bir dans pisti bulunmaktaydı. Dördüncü kata hiç çıkmamıştım. O kat ile ilgili duyduğum bir şey de yoktu. Beşinci kat ise Korhan ve benim yaşadığım yerdi. Burada kalıyorduk. Burada iki farklı asansör kapısı bulunuyordu. Biri müşteriler içindi. Kartlarını okutarak giriş yapacakları bölüme direk inmelerini sağlıyordu. Öbürü ise yalnızca ben ve Korhan'a özeldi. Bu asansör ile yalnızca üç ve beşinci kata çıkabiliyordum. Diğerlerine gidebilmem için Korhan'ın parmak izine yani iznine ihtiyacım vardı. Ben düşüncelerime dalmışken asansör kapısı açıldı. Hızla asansöre bindim ve beşinci katın düğmesine bastım.


Kısa bir süre sonra gelmiştim. Kapı direkt evin içine açılır şekilde tasarlanmıştı. Bu bazıları için rahatsız edici bir durum olabilirdi fakat bu kata bizden başka kimsenin çıkamayacağı için içim rahattı.


Beşinci kat bana yuva gibi hissettirmese de Korhan, burayı benimseyebilmem için eve dönüştürmüştü. Asansör kapısı büyük salona açılıyordu. Klasik mobilyalar uyumluydu. Salonun tam karşısında mutfak vardı. Yemek yapmayı seviyordum. Sayısını unuttuğum birçok yemek kitabım vardı. Hepsini Korhan almıştı. Korhan düşünceli miydi yoksa düşüncesiz mi?


Salondan çıkınca düz bir koridor bulunuyordu. Koridorun sonunda ise karşı karşıya bulunan iki kapı vardı. Kapılardan biri benim diğeri ise Korhan'ın odasına açılıyordu. Adımlarımı elimden geldiğince sessiz tutmaya çalışarak odama girdim. Korhan'ın odasından herhangi bir ses gelmiyordu. Şu sıralar yeni bir anlaşma için çalışıyordu. En azından bana öyle demişti birkaç gün önce.


Korhan burada değildi. Sabah ayrılmadan önce halletmesi gereken bir iş olduğunu söyleyerek yanımdan ayrılmıştı. Birkaç gündür bu işle uğraşıyordu. Bu sabah bir süre daha meşgul olacağını söylemişti. Gitmeden önce aşağıya inmemem için asansörü kilitlemişti. Onunla iletişimimiz bu kadardı. O söyler, ben dinlerdim. Konuşurken yüzüne bile bakamazdım. O sinirlenir, ben kaçardım.


Mutfaktaydım. Yeni bir tarif deniyordum. Adisebaba Tatlısı... Görünüşü itibariyle beni cezbeden bu tatlıyı yapmak için epeydir mutfaktan çıkamamıştım. Öyle ki saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum. Fakat havanın çoktandır kararmış olmasından anladığım kadarıyla saat 23.00 civarında olmalıydı. Tatlım bitmişti, üzerini süslemek için çilek dilimliyordum. Aslında orijinal tarifte böğürtlen de bulunuyordu ama ben ekşi şeyleri sevmediğim için onu pas geçmiştim. Hayatımla ilgili kararları alamadığımı düşünürdüm hep. Bu sayılır mıydı?


"Bıçağı dikkatli kullan Miel"


Gelmişti... Ensemde hissettiğim nefes ona aitti. Sırtıma değen ısı onun bedeninden yayılmaktaydı. O buradaydı fakat ben onu yeni fark etmiştim. Kendi kendime şarkı mırıldanarak çilekleri dilimlemeye o kadar dalmıştım ki ne zaman geldiğini duymamıştım. Ne zamandır buradaydı? Ne kadardır beni izliyordu?


Gerildim.


O bunu fark etmişti. Hep fark ederdi ama umursamıyor olmalıydı ki göğsü sırtıma değecek kadar yakınlaşıp ellerini arkamdan uzatarak bıçağı tutan elimin üzerine koymuştu. Beyaz gömleğinin kolları kıvrılmıştı. Üzerinde sabah giydiği ceket yoktu. Bu da eve ceketini çıkarıp gömleğinin kollarını kıvıracak kadar önceden gelmiş olduğunu gösteriyordu. Uzun bir kız değildim. 1.60'a zar zor geliyordum. Gün geçtikçe belirginleşen hatlarıma rağmen çok zayıftım. Kendimi bildim bileli kilo alamamıştım. Bunu dert eden tek kişi Korhan'dı. Bir ara bana kilo aldırmayı kendine görev edinmişti. Bu tavrının beni daha çok korkuttuğunu anladığında ise vazgeçmişti. Öğün atlamama izin vermemek dışında yemem için baskı kurmuyordu.


Korhan 1.90 boylarında esmer tenli, iri bir vücuda sahip bir adamdı. Onunla göz göze nadiren gelmiştim ama onu biliyordum. Yüzünü tanıyordum. Sadece benimle konuşurken yüzüne yerleşen o ifadeyi, ona bakmadığım zamanlarda sinirden seğiren üst dudağını, sağ işaret parmağı ile kaşının üzerini kaşırken beliren çizgileri... Biliyordum. Bakıp bakmamam önemli değildi, onu tanıyordum. Bir kez göz teması kursam, maviliklerinin daha canlı bir renge büründüğünü anlayacak kadar yaşıyordum onunla.


Korhan elleri ellerimin üzerindeyken eğilerek çenesini başımın üzerine koydu. Siyah mutfak dolabından yansıyan yüzünü görebiliyordum. Gözlerini kapatmıştı. Saçlarımı kokluyordu... Bu fiziksel olarak bana yaklaştığı anlarda sıklıkla yaptığı şeylerden biriydi. Gözlerini kapatır, altın rengi saçlarımı koklardı.


"Ballarınla bir kez bakamaz mısın bana?"


Kastettiği gözlerimdi. Vücudumu özel kılan belki de tek şey gözlerimdi. Bal rengi gözlerim vardı.


"Bir kez baksan... bir kez görsen ya beni Miel."


Onun sardığı beden hapishanesinin içinde titredim. Bunu hisseder hissetmez daha sıkı sardı beni. Hiç bırakmayacağını hissettirmek ister gibi kavradı bedenimi. Benden cevap alamayacağını anladığında derince bir nefes daha çekti içine. Gözlerini kapatıp açtı. Ben de ondan gelen kokuyu çektim içime. Alkol ile karışmış ferahlatıcı bir kokusu vardı. Bazen sigara da sinerdi üzerine fakat geçen sene hastalandığımda doktor astımım olduğunu söylemişti. O günden sonra ne sigara içti ne de Miel'de sigara içilmesine izin verdi.


Her şeye rağmen kokusu güzeldi.


Hissetmekten korkmadığım tek şey kokusuydu.


Parmaklarım onun tutuşuyla gevşemişti. Buna aldırmadan elimin üzerinden kavradığı bıçakla çilekleri dilimlemeye başladı. Kısa bir süre sonra çilekler hazırdı. Ellerini çekti ve çilekleri tek tek alarak tatlının üzerine yerleştirdi. İşini özenle yapması dikkatimden kaçmadı. Aldığı çilekleri sabırla ve yavaşça yerleştiriyordu.


Tatlı hazır olduğunda beni tek koluyla tutarak kendine doğru çevirdi. Sırtım mutfak tezgâhıyla bütünleşmişti. Kaçabildiğim kadar geriye kaçtım fakat gidebileceğim bir yer yoktu. Göğsü çeneme değiyordu. Beyaz gömleğinin düğmeleri göğsünü gösterecek şekilde açıktı. Kafamı kaldırıp onunla göz göze gelmek istemediğim için gözlerimi göğsünde gezdirdim. Tanıdık bir yer bulana kadar bu işlemi sürdürdüm. O anda buldum güvenli limanı.


"Balların yuvanı mı arıyor Miel?"


Bunu anlamıştı.


Göğsünde yazan adımı incelediğimi anlamıştı. Tam kalbinin üzerinde bana ait bir iz vardı. Bıçak darbelerinden sonra kabuklaşmış ve ince bir deri hâline gelmiş bir isim yazıyordu.


"Betül"


İsmim kalbinin üzerine bıçakla kazınmıştı. İsmimin oraya ne zaman kazındığını bilmiyordum fakat derin darbeler ve eşit olmayan harflerle yazılmıştı adım kalbine. Adımı her gördüğümde Korhan'ın acısını hissediyordum. O ise bu acıdan zevk duyarcasına daha çok katıyordu beni kendine.


"Bunu ne zaman kazıdın?"


Bir anda ağzımdan çıkanlara ben bile inanamadım. Nasıl dökülmüştü dilimden bu cümle? Korkmadan... Ben ona soru sormazdım ki. O benden soru beklemezdi. Nasıl olmuştu da bir anda onunla diyalog kurmak için ilk adımı atmıştım?


Gözlerimi korkarak yukarı kaldırdım. Korhan'ın gözleri kapanmıştı. Dudakları belli belirsiz yukarı doğru kıvrılmıştı. Soru sormamı beklemiyor olmalıydı? Tıpkı benim gibi.


"Kalbime söz geçiremeyeceğimi anladığım anda kazıdım. Belki dedim...belki acıtırsa unuturum, kanatırsa bırakırım; ama olmadı, daha çok yerleştin kalbime."


Duyduklarımla ne yapacağımı şaşırmıştım. Ne bir adım geri gidebiliyordum ne de ileri. Ben hâlâ ona bakarken birden açtı gözlerini. Okyanusları ballarımla buluştu. O an bir şimşek çaktı kalbimde. Bu onun okyanusları ile giriştiğim ilk korkusuz mücadeleydi. O an yüzünde öyle bir ifade belirdi ki. O güne kadar Korhan'ı tanıdığımı düşünürdüm.


"Sen bugün bana baktın ya... böyle... korkusuz... ballarını okyanusumla buluşturdun ya"


Derin bir nefes aldı, yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. Gözlerine yayıldı. Onu ilk kez böyle masum gördüm. İlk kez benim için masumdu. Yüzünde yeni doğan bir çocuğun ışığı vardı.


"Ben güzelim... Ben şu an, şu dakika senin için hayatımın geri kalanını Azrail'e, ruhumu ise Şeytan'a verebilirim."



Medya Betül ARKAS'ın bal rengi gözleri *.*


Merhaba biliyorum birçok şeyi anlamadınız. Fakat giriş niteliğindeki bu bölüm karakterlerimizi birazcık da olsa tanımanız içindi. Uzun süredir bu tarz bir kurgu yazmak istiyordum fakat bir türlü cesaret edemedim. 


Hatam varsa mazur görün :) 


Korhan'ı sevdiniz mi?


Peki ya Betül?


Korhan ile Betül arasında nasıl bir ilişki var?


Umarım severek okursunuz. 


Lütfen satır arası yorum yapmaya özen gösterin. Çünkü neyi sevip neyi sevmediğinizi çok merak ediyorum. 


O zamana denk hoşça kalın :)


Loading...
0%