@khall_leesi
|
Rüzgarın ıslığı gecenin ninnisi gibiyken yağmur sessizce ölümü fısıldıyordu. Rüzgar estikçe ahşap pencerenin çürümeye yüz tutmuş menteşeleri ölü bir adamın çığlıklarını atarcasına gıcırdıyordu. Yağmur şiddetlendi , menteşenin çatlaklarından sızan damlaları daha net görüyordum. Dirseğimi yasladığım cam kenarından saniyeleri sayarken sigaramdan bir nefes daha çektim , küçük bir damla çatlaktan sızarak bileğime düştü. Düşen damlanın hafif sızısıyla elimdeki yaranın hala kanadığını fark ettim. Yaranın kenarlarındaki pıhtılar bana zihnimdeki küçük kesikleri hatırlatıyordu . Küçük , parça parça , kurumaya yüz tutmuş ama hala orada. Muhtemelen elimdeki yarayı sarmam gerekirdi ama bunu umursamadım. Yarayı orda açık bir şekilde görmek öfkemi taze tutuyordu, bu şekilde nefretimi besliyor ve olanları hafızama kazıyordum . Yara bana güç veriyordu. Karanlık odayı şiddetli gökgürültüsünün cılız ışığı aydınlattı , irili ufaklı cam taneleri bu ışığa hasretlermiş gibi hafifçe parlıyorlardı. Sönmeye yüz tutmuş sigaradan bir nefes daha çektim , odadaki kan kokusu keskinleşmişti ve gitgide daha da ağırlaşıyordu. Koku yüzümü buruşturmama sebep olurken yerdeki ahşap döşemeleri boyayan kızıl renk bana özgürlüğümü veriyordu. Artık özgürdüm bütün düşünceler, kabuslar, acılar bu gece onunla ölmüştü, hatta beynimdeki minik şeytanların bile onunla beraber ölümü kucakladınlarını hissediyordum. Beynimin karıncalaşması ve acıması bitmişti, onunla beraber o küçük şeytanları da göndermiştim , bunu yaparken tamamen o şeytanlardan daha kötü bir varlığa dönüşmeme rağmen. Bitmiş hatta sönmüş sigaramı cesedin ilerisine fırlattım. İzmarit yere düştüğü gibi kırmızı renge boyandı. DNA bırakmam tehlikeli olabilirdi ama şimdilik bunu umursamadım. Yerde boylu boyuna yatan cesede baktım. Yaşamak için çok uğraşmıştı , onu anlayabiliyordum çünkü bende onu yıllarca zihnimde öldürmek için uğraşıyordum. Bu paradokstan yalnızca birimiz çıkabilirdi ve ben kendimi seçmiştim. İlk kez. Öleli iki saat oniki dakika olmuştu ve ben bu süre boyunca akşam yemeğini izleyen bir sırtlan gibi onu izlemiştim. Midemi doyurmasa da hastalıklı zihnimi doyurmaya yetmişti bu görüntü. Bu güne kadar sevgisiyle kalbimi doyurmayı değil de bu yolu seçmesi onun hatasıydı. Yaptığımla gurur duymasam da yattığı yerden onu izlemek bana zevk veriyordu. Kireç gibi olan yüzüne kilitledim gözlerimi , veda vakti gelmişti. Yerdeki cam kırıklarını umursamadan dizlerimin üstüne çöktüm , irili ufaklı cam kırıkları dizlerime batarken sağ elim yanağına gitti , yüzünü yavaşça okşadım. Soluk tenine ve ela gözlerine ölüm çok yakışmıştı. Sol elimi yavaşça siyah saçları arasında dolaştırdım ve eğilip kanla karışık çocukluğum kokan saçlarını kokladım. Yaşarken hiç yapamamıştım. İç organlarının dağılmamasına dikkat ederek onu dizlerimin üstüne yatırdım. Saçlarını okşamaya devam ederken alnına tüy kadar minik bir öpücük kondurdum , bunu yapmak hafifte olsa tebessüm etmemi sağlamıştı. Kulübe sesssizlik yemini etmiş gibi sakinken hafifçe boğazımı temizledim. "Mor." Sesim tahmin ettiğimden daha güçlü çıkmıştı. "En sevdiğim renk , mor. Ama öyle koyu mor değil, lilamsı mor." Gözümden bir damla yaş düşerken altı yaşındaki minik kız sonunda babasına en sevdiği rengi söyleyebildiği için rahat bir nefes aldı , artık babası en sevdiği rengi biliyordu. Altı yaşındaki minik Lavin bu anın mutluluğunu yaşarken derin bir nefes aldım ve cesedi yavaşça yere bırakıp acıyan bacaklarımla doğruldum. Bu vedanın zor olacağını biliyordum ama o küçük kıza bunu borçluyduk. İkimizde. Ayağa kalktığımda pantolonuma yapışan cam parçaları yere düştü. Kalan küçük parçaları silkelerden ıslak olan dizlerime baktım , bacağım acıdığı için hangimizin kanı olduğunu anlayamamıştım , çok da önemi yoktu zaten. Onu orada bırakıp kulübenin salonuna doğru ilerledim. Her adımımda ahşap zemin gıcırdıyor , tahta parçalarından rahatsız edici sesler çıkıyordu. Salondaki masadan yarısı boş olan şarap şişesini alıp bir yudum içtim . Ağzıma yayılan mayhoş tatla beraber kanepeye oturdum. Zihnimdeki anı kapıları yavaşça açılıyordu ve bu şu an istediğim son şeydi. Şişeden bir yudum daha aldığımda küçük Lavin karanlık duvarın köşesinde sessizce ağlamaya başladı , dayanmam gerekiyordu gecenin bitmesine az kalmıştı. Kafamı ellerimin arasına aldım ve gözlerimi sıkıca kapattım. Anıların kapıları açılmaya devam ediyordu , engel olamıyordum. Amansızca sessizliğe sığınırken yakınlardan duyulan araba sesiyle yerimden kalktım. Odanın köşesinde yıkılmış kitaplığın sağında bulunan silahı alıp belime yerleştirdim. Önlem almam gerekiyordu. Hızlı adımlarla pencereye ilerledim. Araba kulübenin bahçesinde durdu, farları gözlerimi alıyordu. Karanlığa ev sahipliği yapan ormanı bir anlık aydınlatsa da farlar bir dakika geçmeden kapandı. Arabayı dikkatle incelerken kalbim hızlandı. Bu gece kalbimin bu denli şiddetli atabileceğini düşünmemiştim. Onun geldiğini anlayana kadar. Arabanın kapısını açıp dışarı çıktığında verandanın soluk ışığı çehresini aydınlattı. Küçük Lavin bile karanlık köşesinden çekilmiş bizi izliyordu. Onu daha iyi görebilmek için kapıyı araladım. Bana doğru bir adım attı , nefesim hızlandı. Adımları yavaş ve acelesizdi. Aramızdaki mesafe azaldı , ayakta zor duruyordum. Acı kahve gözlerini gözlerime kilitlemişti , bacaklarımın beni taşımakta zorlandığını hissettim. Varlığı , katledilen hislerime bir morfin gibi gelirken bakışları ruhumdan büyük bir parça kopardı. Küçük Lavin çığlık atmaya başladı , başım dönüyordu. Odunsu bergamot kokusunu hissettiğimde anıların kapıları sertçe kapandı. Kapanan kapılarla boşluğa düştüm. Zihnimin çöplüğünde kaybolurken çocuk cesetlerinin şeker kokusu burnuma doldu. Kapılar yumruklandı, açan olmadı. Kulübe yıkıldı. Çığlıklar susmadı. Anılar adımın hakkını verircesine çığ gibi yıkılıp heyelanla kayboldu. Çok yakında sizlerle.... |
0% |