Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm -Dönüm Noktası-

@kirazbenn

Medya:Sena Şener-Sevmemeliyiz

 

&&&

 

Hayatta hepimizin pek çok dönüm noktaları olmuştur. İstediğin bölümü kazanmak, iş bulmak, terfi almak, sevdiklerimizin ölümleri, ayrılık, arkadaş ihaneti...

Bunların birçoğu hayat akışımızı kökünden değiştirebilir. Hem psikolojik hem de fiziksek olarak. Ama beni derinden etkileyen şey ayrılığım oldu. Ama tamda güzel bir iş gerçekleştirdikten tam sonra mutluluğunun dibini yaşarken böyle bir darbe almak bana hayatı sorgulatmıştı. Çünkü 6 yıllık ilişkimin saçma bir ayrılıkla bitmesini istemezdim. Beni derinden etkileyen bu sarsıntı beni uzun süreliğine iç dünyama hapsetmişti.

6 hafta önce

 

"Ben ayrılmak istiyorum, Miray." Eğdiğim kafamı kaldırdım.

"Ne, neden?"

"Çünkü artık seni sevmiyorum. Artık başka birinden hoşlanıyorum." Birkaç saniyelik suskunluktan sonra güldüm.

"Ah Buğra, bu şakayı yiyeceğimi mi sanıyorsun? 6 yıldır beraberiz. Saçmalama istersen." Ellerini dizlerine bastırarak destek aldı ve ayaklandı.

"İster inan, ister inanma. Gerçek bu." Gitmeye yeltenlendiğinde ciddi olduğunu anladım.

Bir aşkı bu kadar kolay bitirmek üstüne üstlük başka birinden hoşlanmak bu kadar kolay mıydı? Kolaysa da 6 yıl sonra mı zorlaştı?

Peşinden ayaklanıp kolunu tuttum.

"Buğra, ne diyorsun? Yalan söyleme bana."

"Yalan değil, seni sevmiyorum artık. Kendine iyi bak."

Şimdiki zaman

 

Gibi bir ayrılık beklemediğimi çok net bir şekilde söyleyebilirim. Çok güzel ilerleyen bir ilişkimiz vardı. Hatta beraberliğimizi aynı eve taşımayı düşünüyorduk. Evlilik ikimize göre de değildi ama daha sık zaman geçirmek için aynı çatı altında yaşamak iyi bir seçenekti.

İlk ay berbattı. Hatta dürüst olayım ki çok saçmalamıştım. Evde içip içip bayılmak, ayılmadan ona 'seni özledim, geri dön bana' gibi saçma yorumlar yapmak ve asıl önemlisi dans yarışması için başvuru yapmayı unutmak.

Ondan sonraki haftalar biraz daha toparlanmaya çalışmıştım. O da yakın arkadaşım Okan sayesinde olmuştu. Benim yanımda olduğunu her daim belirtmişti. Diğer etken de ailemdi. Abim ve annem. Babamı 2 sene önce kalp krizinden kaybetmiştim zaten. Onun savaşçı kızıydım ama şu an savaşabilecek durumda mıydım, bilmiyorum.

Toparlanmak gerçekten çok zor olmuştu. Çünkü yıllarca yaslanmıştım ben Buğra'ya. Fiziksel olarak temas bağımlısı olmam onun sayesindeydi. Sarılmaktan dahi hoşlanmazdım. Aslında o zamanlar ergenlik yüzündendi ama eski ergen Miray kolay kolay temastan haz edemezdi.

Psikolojik çöküşüm tamamen bitmemişti. 2 haftadır terapiye gidiyordum çünkü annem benim her daim kendimden memnun kalarak mutlu olmamı istiyordu ve bunu farketmemi sağlamak için de yaptığı her şey boş çıktı.

Size de kısaca kendimden bahsedeyim. Miray Alçin Arslan. 24 yaşındayım. 2 sene önce Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nden mezun oldum. Yani babamı kaybettiğim sene. Vefat eden babamın ne olursa olsun beni desteklemesiyle motive olarak bölümü bitirmiştim.

Dansçıyım. Profesyonel olarak dans ediyorum. Çocukluğumdan beri dans eğitimi alıyordum. Üniversiteden mezun olduktan sonra sahnelerde yer almaya başladım. Çocukluğumda yer aldığım dans kursunda şimdi benden küçük çocuklara dans eğitimi veriyordum.

Buğra ile aslında lisede tanışmıştık. Ondan öncesine dayanan bir tanışıklığımız vardı ama ilkokulda. Pek yakın değildik o zamanlar ama lisede tekrar karşılaşmak bağlarımızı oluşturmaya başlamıştı. Sonra da sevgili olmuştuk işte.

Elimi yüzümü yıkayıp lavabodan çıktım. Kaç gündür hastaydım evde kendimi karantinaya sokmuştum. Kimseyi eve almıyordum çünkü gerçekten feci haldeydim ve bulaşıp da bana bela okunmasını istemiyordum.

Ama annem, anne yüreği işte dayanamayıp birazdan geleceğini ve yolda olduğunu söyledi.

Kendimi kanepeye atar atmaz tekrar burnumu çektim. Burnum hem ağlamaktan hemde hastalıktan sürekli akıyordu. Ve bir türlü iyileşememiştim.

Yanımdaki telefonum çalmaya başlayınca bakmadan bile Ebru olduğunu biliyordum. Kendisi Buğra'nın menajeriydi. Bu arada Buğra da müzisyen. YouTube'da shorts olarak birçok şarkıyı söylemesiyle tanınmıştı ve şimdiye kadar da 3 şarkısı yayınlanmıştı.

Ebru'nun telefonlarını açmıyordum. Sebebi de sürekli onunla konuşurken aradan Buğra konusunun açılmasıydı. Barışmamızı ve Buğra'nın kötü durumda olduğunu söyleyip duruyordu ama beni terkeden birinin kapısına dayanmak istemiyorum.

Niyeti kötü değildi ama fazla ısrarcıydı bu konuda. Neden bir tek ben çabalıyorum? Buğra'nın çabalaması gerekiyor.

Ama kabalık etmemek için açtım.

"Alo, canım? Nasılsın, iyi misin?" Burnum kaşınmaya başlayınca tekrar hapşuracağımı anladım. Telefonu kendimden uzaklaştırıp kolumu ağzıma kapattım.

"Çok yaşa, güzelim. Hay Allah sen hiç böyle kötü olmazdın?" Artık nasıl sinirlerim bozulduysa Buğra Bey'e, hastalıktan yataklara düştüm.

"Salgın var diyorlar zaten." Nisan'ın ortalarında ne salgınıysa? "Ama daha iyiyim şimdi. Toparladım."

"Kendine dikkat et, he. Bu arada ben Buğra ile konuştum ama hiçbir şey demiyor." İçim yine bir bozulmuştu.

"Ebru, o benim artık umrumda değil. Onunla konuşmanı da istemiyorum ben. Beni terkeden o iken sen niye çabalıyorsun?"

"Benim kötü bir amacım yoktu, yani sizin kaç yıllık ilişkiniz ya? Sizi ayrı görmek istemiyorum."

"Ebru, sen istemiyorsun ama benden ona ekmek çıkmaz artık. Sende şansını deneme artık. Bende iyiyim, aradığın için teşekkürler." dedim ve direk yüzüne kapattım.

Ellerimle yüzümü sıvazlayıp kendime gelmeye çalışmıştım. Toparlandığımı ve eski hayatıma geri döndümü sanıyordum ama hala iyi değildim. Onun adını her andığımda içimdeki huzursuzluk duygusuyla baş etmek çok zordu. Öyle geriliyordum ki sanki onu bir daha görünce yaşayamayacakmışım gibi hissediyordum.

Çalan kapıyla dolan gözlerimi kırpıştırarak ayaklandım. Kapıya yürüyüp deliğe bakmayı akıl edemeden açtım. Annemdi gelen. Ben kapıyı açtığım an bakışları hüzünlendi ve beni kendine çekip sarıldı. Ayrıldığımda da böyle teselli etmişti. "Anneciğim, niye kendini bakmıyorsun sen? Cereyanda mı kaldın da hasta oldun?" Omuz silktim yine de. Şu an sadece ona sarılmak istiyordum.

"Kalmış olabilirim." Sırtımdaki tek eliyle yavaşça sırtıma vurup ayrıldı benden.

"Aferin, Miray. Kendine dikkat et diye boşuna mı diyorum ben? Hadi sen geç uzan. Ben sana hemen en sevdiğin çorbadan yapayım." Yüzümü buruşturdum.

"Onun tadını alabilecek miyim?"

"Bilmiyorum ama toparlanacağından eminim. Daha kötü olursan hemen hastaneye gideriz." Elini alnıma koyup ateşime baktı. "İyi, ateşin yok. Hadi, bebeğim. Git uzan. Bende güzel bir çorba yapayım." Annem beni koltuğuma yatırdıktan sonra içeri gitti. Mercimek çorbasının tadını dahi alamayacak kadar kötüydüm ve ne zaman toparlanacağım muammaydı.

Elimin tersini alnıma koyarak uzandım. İlk kez bu kadar hasta olmuştum ve aşk acısı da kombo yaparak beter duruma düşmüştüm.

"Anneciğim, mercimek hangi dolapta?" Anneme gözlerim kapalı cevap verdim.

"Buzdolabının yanındaki dolapta 3 veya 4. rafta."

"Bulamadım ben. Bitmiş herhalde. Dur sipariş vereyim hemen." Annem geri içeri sipariş vermeye gidince bende üstümdeki kırgınlığı unutmak için elime telefonumu aldım ve sosyal medyada gezinmeye başladım.

Herkes bizim sevgili olduğumuzu biliyordu ve birbirimizi takipten çıktıktan sonra magazinde 2 hafta biz yer almıştık. Ara ara hala böyle videolar düşüyordu önüme ve kendi postlarıma gelen yorumların bazıları da 'Buğra sayesinde tanındı şimdi de ortalıkta yok' gibi şeylerdi. Bende İnstagram'dan 'hasta olduğum için uzun bir süre ortalarda olamayacağım' açıklaması yaparak geri kaybolmuştum.

İnstagram'da üstten gelen mesajla gözlerin fal taşı gibi açıldı. Buğra'nın hesabından gelen mesajla şaşkınlığım zirveye ulaşmıştı. Ben onu sinirden Whatsapp'dan engellemiştim. Sonra da içip içip İnstagram'dan yazmaya başlayınca beni herkesin bildiği hesabından engellemişti. Şimdi de engeli açıp bana yazmış olması merak uyandırıcıydı.

"Hasta olmuşsun. Buna biraz da ben sebep oldum, biliyorum. Fazla hırpalama kendini. Bir gün sende unutacaksın beni. Sonra geriye dönüp baktığında kendini bu kadar üzdüğün için moralinin bozulmasını istemiyorum. Sonuçta bir yaşanmışlık var."

Gözlerim tekrar dolarken artık ağlamaya başlamıştım. Kendimi bu kadar yıpratmak istemiyordum ama bana kendini hatırlattığı için ona tekrar sinirlenmiştim. En son babam öldüğünde böyle ağlamıştım ve zor toparlanmıştım.

"Kızım, abin ara- A-a, sen ağlıyor musun yine?" Annem hızla yanıma oturunca ona sarıldım. Saçlarımın her bir telini yavaşça okşamaya başladı sessizce.

Huzurun kavramı, annemin şefkati. Bazen sessizliğiyle, onun kokusu eşliğinde gözlerini dinlendirmek bile bütün acılarına derman olur.

"Anne, onu çok özledim."

"Şşh, geçti birtanem. Ben buradayım." Ondan ayrılıp dolu gözlerimle anneme baktım.

"Anne, neden terketti beni? 6 yıllık ilişki durduk yere ayrılamaz ya?" Annem yüzüme merhametle bakıyordu. Ne dese bu ayrılığın beni derinden etkilendiğini ve teselli edemeyeceğini bildiği için sessizdi.

"Bazı kararların önüne geçilemez, kızım. Allah senin için ne iyiyse onu emreder. Demek ki Buğra senin için doğru kişi değilmiş." Anneme hayretler içerisinde baktım.

"Anne, 6 yıl oldu dedim az önce, benim için iyi biri olmasa ona hayatımın en güzel baharlarını verir miyim?"

"Biliyorum, anneciğim. Sen onu çok seviyordun. O da seni çok seviyordu. Ben bunu anlayabiliyorum. Ama bir şeyler yolunda gitmemiş demek ki. Her şey dört dörtlük olmaz bu hayatta. Sende yoluna bakacaksın. Anlaştık mı?" Başımı salladım. Annem şefkatle yanaklarıma öpücük bıraktı.

"Aferin, meleğime. Ay ne akıllı bir kız doğurmuşum ben ya? O abin bir halt beceremedi."

"Giray'ın sevgili konusundaki seçimleri iyi ama anne." dedim alayla. Annem, Betül yengemi severdi. Hatta abimden de çok. Ben de seviyorum ama görümce olduğumu hatırlayınca şeytan boynuzlarım çıkıyordu.

"Kız abin o senin. Aranızda 3 yaş fark var." Ofladım. Annem bir şeyleri abartmaya bayılır da söylemesi ayıp.

"Adam 27 yaşına geldi, bir evlenme teklifi edecek cesareti yok." Annem kolumu uzatıp cimcikledi.

"Hey!"

"Bir daha abine adıyla hitap etme, yersin terliği kafana."

"Tamam ya. Giray abi derim." Annem terliği ayağından çıkardığı sırada iki elimi havaya kaldırdım.

"Tamam, sustum." Terliği yere koyup giydi.

"Neyse, abin aradı. Begüm ile biraz tartışmışlar. Buraya geliyormuş. Malzelemeleri de kitledim." Güldüm. Homurdana homurdana gelirdi artık.

Abimle konuşmak iyi geliyordu. Her ne kadar didişsek de gün sonunda yine barışır, sarılarak uyurduk. "Anne, ben bir duş almak istiyorum. Sen otur, olur mu?"

"Tamam, anneciğim. Fazla sıcak yapma suyu, ılık olsun." Başımı sallayıp ayaklandım.

Bedenimi taşımak şu an çok zor geliyordu ve bunun sebebi o lanet hastalığın verdiği kırgınlıktı. Odamdaki banyoya çıkıp suyu ayarladım. Küvet tamamen dolunca üstümdeki kıyafetlerden kurtuldum ve kendimi suyun içine yavaşça bıraktım.

Ilık su, sanki kemiklerimi dinlendirir gibi bir his yaratmıştı. Yağlanmaya başlayan saçlarımı güzelce köpürtüp duruladım. Bedenimde kirli izler olduğu gibi bir düşüncedeydim. Sanki Buğra'nın bütün izleri kalıntı gibiydi. Onun ile dikkatli ve korunarak ilişkiye girmiştim. Yani kendisi ilkimdi.

Tabii ki sadece cinsel üzerine kurulu bir ilişkimiz yoktu. Ama 6 yıldır birlikte olduğumuz için ve yaşımız da bir yandan ilerlemeye başladığı bunun sorun olmayacağını düşünmüştük.

Bornozu giydikten sonra havluyla saçımın nemini aldım. Üstümü de değiştirdikten sonra saçımı kurutmak için makinanın fişini taktım. Saçımı biraz nemli kalacak kadar kuruttuktan sonra arkadan tek bir örgü yaptım.

Haziran ayındaydık ama ben şu an feci derecede üşüyordum. Çekmecemden ateş ölçeri alıp koltuk altıma koydum ve beklemeye başladım. Birkaç saniye sonra ötünce baktım ve ateşimin normal olduğunu farkettim.

Oflayıp sarsak adımlarla banyodan çıktım ve aşağı indim. Mutfaktan çok güzel kokular geliyordu. Abimin de geldiğini farketmiştim. Koltukta oturuyordu. Beni farkedince ayaklandı ve üzerime geldi. Beni hızla kendine çekip sarıldı aynı annem gibi. "Fıstığım, daha iyi misin?" Başımı salladığımda yine öküze dönüştü. "Baş belası, niye kendine dikkat etmiyorsun?"

"Hayatımı bir yanda değiştiren bir ayrılık yaşadıktan sonra kendime dikkat etmediğim için özür dilerim." dedim iğneleyerek.

"Hemen laf sok zaten, gerizekalı." Nereden geldiğini bilmediğim annem gelip abimin ensesine bir tane patlatmıştı.

"Şşh, bulaşma kızıma."

"Anne bende senin oğlunum ya hani." Annem şakaya vurarak abime ağzının paynı verdi.

"Ay, olmaz olsun böyle evlat." Her zaman aramızda böyle şakalaşmalar olurdu. Abim de bende alınmazdık o yüzden.

"Yazıklar olsun kadın. Ben sana o kadar oğulluk yaptım." Annem ayağındaki terliği çıkarınca abim ellerini kaldırdı.

"Tamam, ben salondayım. Sizinle bir şey konuşmam gerek." Abim kaçınca annem ile birbirimize kaşlarımızı çatarak baktık.

"Ne açıklayacak bu?"

"Bilmiyorum, bir şey de çıtlatmadı. Neyse, ben çorbaya bakayım, sende içeri geç." Başımı sallayıp salona geçtim. Abimin biraz uzağına oturdum.

"Neymiş bu açıklayacağın şey? Yine ne haltlar karıştırdın sen?"

"Yok lan. Bir haltlar karıştırmadım. Önemli bir şey." Kaşlarımı kaldırdım. "Vallaha."

"İyi, peki. Anne hadi gel!" dedim meraklandığım için. Annem de gelince koltuğa oturduk.

"Anlat bakalım, haydi." Abim derin bir nefes aldı.

"Ben Begüm'e evlenme teklifi edeceğim." Umursamadan anneme döndüm. Sol bacağımı da diğer bacağımın üstüne attım.

"Anne çorba oldu mu? Kokusu acıktırmaya başladı." Annem de benim gibiydi.

"Daha var, annem. İstersen bir şeyler hazırlayayım ben. İlaç içecek misin?"

"Antibiyotik var, doktor yazmıştı. Ama daha 2 saati var."

"Siz ne konuşuyorsunuz ya?" dedi abim şaşkın şaşkın. Ne bekliyor ki bu davar? 27 yaşına gelmiş, yaşı geçiyor. Kendini hala genç sanar gibi kadınla bir gönül eğlendirmediği kaldı.

"Ne dememizi bekliyordun pardon? Eşek kadar adam oldun, geç bile kaldın?"

"Ne diye benim için geldiğini düşündüm ki? Sanki benim sağlığımla ilgileniyorsun da."

"Kızım Begüm'e evlenme teklifi edeceğimi haber vermeye gelmiş olmam senin abin olduğum gerçeğini değiştirmez. Ben senin sağlığınla ilgileniyorum tabii ki." Kaşlarımı havaya kaldırdım. Pes ederek omuzlarını düşürdü. "Yemedi, değil mi?"

"Tıch, yemedim."

"Yani sevinmediniz mi? Evleniyorum diyorum ya." Annem ayağa kalkıp abimin yanına ilerledi ve kollarını sardı.

"Ay, sevindik tabii ki oğlum. Şaka yapıyoruz." Tek omzumu silktim.

"Ben şaka yapmıyordum." Annem bana sert bakışlar atınca oturduğum yere daha da sindim. "Yapıyordum, şaka yapıyordum."

"İyi," Annem geri yerine oturunca ben dayanamayıp merakımı saklamayı beceremeyerek sordum.

"Nasıl teklif edeceksin peki?"

"Birazdan gidip kapısınının önünde edeceğim."

"Nasıl ya?" diye sordum sesimdeki şaşkınlık tınısıyla.

"Oğlum bir yemeğe memeğe götürsene kızı."

"Begüm sevmiyor ki anne öyle şeyleri." diye araya girdim. "Geçen konuşuyordum onunla ben. Hafif çıtlattım evlilik ile düşüncelerini. Sade şeyler isterdim dedi."

"Tamam, o zaman benimki daha iyi. Ben şimdi gidiyorum. Gelirken alınacak bir şey var mı?"

"Yok, bu gerizekalı. Oğlum evlenme teklifi ettikten sonra hemen eve geleceğini mi zannediyorsun? Bir konuşacaksınız, fikirlerinizi, düğünü, kınayı, istemeyi. Of, çok iş var birde. Hadi kalk git teklif et başlayın hemen."

"Başka zaman mı etsem?" dedi abim korkarak. Annem onun gözünü korkutmuştu şimdi.

"Yok, sen bakma anneme. Hem Begüm yengem hep yaz düğünü istiyorum diyordu. Şimdi teklif etsen 2 ay sonra Ağustos'un başında düğün olur."

"Doğru söylüyorsun. İyi, kaçtım ben." Abim ayağa kalkıp annemi yanağından öpüp gitti. Birbirimizi zaten fazla öpüp sarılmazdık ama şu an hasta olduğum için direk yaklaşmamıştı bana.

"Bakalım becerebilecek mi? Hadi, hayırlısı. Bende gidip bir çorbaya bakayım." Annem de mutfağa gidince salonda yalnız kalmıştım.

 

***

 

Annem çorbamı getirince sıcak olmasına rağmen bekletmeden içmiştim. Annemin çorbaları mükemmel olurdu. Sadece çorbaları değil her yemeği güzel olurdu tabii ki.

Koltukta kendimi daha iyi hissetmiş vaziyette uzanıyordum. Çorbadan sonra ilacımı da içmiş ve toparlamıştım. O kırgınlık hala vardı tabii ki ama iyileşmiş gibiydim.

Telefonum çalmaya başlayınca yüzümü elimle kapatıp homurdandım. Telefon, televizyon ünitesinde duruyordu ve kalkıp almaya çok eriniyordum.

Annem de mutfakta bana gitmeden önce yiyebilmem için yemek hazırlıyordu. Onu biraz kovuyor gibiydim ama hastalığımın ona bulaşması istediğim son şeydi. Direnci çok düşük olduğu için benden de zor iyileşiyordu.

Önce yerimde sertçe doğruldum. Kemiklerimin sızlamasını hissedince ağzımdan bir inleme kaçtı. Yarım saattir uzandığım için kalkmak daha zordu. Yavaşça ayaklanıp adımlarımı telefona yönelttim.

Telefon elime geçer geçmez arayana baktım. Arayan Buğra'nın babası Birol amca idi. Kendisiyle çok tatlı bir iletişimimiz vardı. Aynı annesi Yasemin teyze ile olduğu gibi.

Yasemin teyze maalesef ki mide kanseriydi ve hastanedeydi. Ona bir kere daha gitmiştim ama hasta olunca ziyarete gitmek yasak olmuştu bana.

Onu bekletmeden açtım. Kapanmaması şans eseriydi.

"Efendim Birol amca?"

"Miray, kızım müsait misin?"

"Yani evdeyim, buyurun."

"Kızım, hastasın biliyorum ama başka kimsem kalmadı arayacak. Ada okulda, alacak kimse yok. Normalde Buğra alacaktı ama almamış. Öğretmeni aradı şimdi. Açmıyor da telefonlarımı eşek sıpası." Hasta olduğumu sosyal medyada duyurmuştum oradan biliyor olabilirdi.

Ada da Buğra'nın kardeşiydi. İlkokul 2'ye gidiyordu.

"Alırım tabii ki Birol amca. Ben nereye getireyim?"

"Hastaneye getir, kızım. Yasemin annene laf dinletemiyorum, Ada'yı görmek istiyorum diyor zaten. Hem seni de görmüş olur." Annene diyince içim bir burkulmuştu. Alışkanlıktan öyle dediğini biliyorum ama o artık bir hayal olarak kalmıştı. Ayrıldığımızı biliyorlar mı acaba? Buğra söylemiştir eminim.

"Tamam, Birol amca ben çıkıyorum birazdan." Ada'yı birçok kez daha ben aldığım için öğretmenleri beni tanıyordu çok şükür.

"Teşekkür ederim, canım. Ben kapatayım doktorlar geldi şimdi. Hadi, görüşürüz."

"Görüşürüz." dedim ve kapattım. Derin bir nefes verip telefonu sehpaya bıraktım. Mutfakta olan anneme seslenerek boğaz ağrımı tekrar hatırlattım.

"Anne!"

"Efendim?" dedi yanıma gelerek. Kesin bir şey oldu sanmıştı, yüzünde endişeli bir ifade vardı.

"Benim Ada'yı almaya gitmem lazım. Alacak kimse yokmuş. Onu hastaneye bırakıp geleceğim."

"E hastasın, yavrum. Yazık çocuğa bulaştıracaksın."

"Maske takarım ben şimdi zaten. Hadi kaçtım ben."

Annem oflarken kapıya doğru yürüdüm. Fortmantoda duran kutudan karantinadan kalma maskelerden bir tane takıp arabamın anahtarını aldım. Beyaz hırkamı alıp da belimin gözükmemesi için belime bağladım. Telefonumu ve cüzdanı da koyduğum bir bel çantası aldım.

Evden çıkıp arajın kapısını otomatik telefonumdan açtım. Hem dans öğretmenliği, hem belirli şarkılarda arkada gösterdiğim performans ve kazandığım bir yarışmadan aldığım ödülle çok şükür iyi bir gelirim, evim ve arabam vardı.

Maske beni sinir ettiği için çıkarıp elime taktım. Arabaya da binip anahtarı taktım ve kontağı çevirdim. Araba çalışınca dikkatlice garajdan çıkardım. Yola çıkınca kendimi iyi hissedebileceğim tek bir dayanağım vardı oda müzikti ama risk alarak dikkatimin dağılmasını istemiyordum.

Ada'nın okuluna olabildiğince hızlı gelmeye çalışmıştım. Yolda öğretmenine mesaj atmış, Ada'yı benim alacağım konusunda bilgilendirmiştim. Başka biriyle göndereceklerini zaten düşünmüyordum ama yine de dünya iğrenç insanlarla dolu olduğu için önlemimi almıştım.

Arabayı okul yolu olduğu için daha güvenli bir şekilde park ettim ve indim. Kapıları da kitledikten sonra maskemi takarak içeri girdim. Bekçiye kısa bir baş selamı verip kapının önünde bekleyen Nisan Hanım ve Ada'nın yanına hızlı adımlarla yürüdüm. Ada beni farkedince öğretmeninin elini bırakıp bana karşı koşmaya başladı. "Miray abla!" dedi sevinçle.

Gelip direk dizlerime sarıldı, eğilmeden karşılık verdim. Nisan Hanım da gülümseyerek yanımıza gelmişti.

"Nisan Hanım, çok teşekkür ederim beklediğiniz için. Benim de yeni haberim oldu."

"Önemli değil, o sırada bizde sohbet ettik Ada Hanım ile." dedi ve Ada'nın yanağından makas aldı. Ada da şımarıkça gülümseyerek karşılık verdi.

"O zaman biz müsaadenizi isteyelim ve gidelim. İyi akşamlar." dedim gülümseyerek.

Ada, öğretmeniyle vedalaştıktan sonra elimi sıkı sıkı tuttu ve beraber kapıya yürüdük. Demir kapıdan geçtikten sonra arabaya doğru beraber yürümeye başlamıştık.

"Miray abla, abim neden gelmedi?" Abisini sorması üzerine boğazım tıkandığı için sertçe yutkundum.

"Bilmiyorum, tatlım."

"Arayabilir miyiz?" dedi sevimlice. Gözlerimi kaçırırken cebimden anahtarımı çıkardım. Kapıları açıp Ada'yı bindirirken sorusuna yanıt verdim.

"Şimdi arayamayız, aşkım. Çünkü yola çıkıyoruz. Yola çıkınca telefona bakılmaz."

"Bir soru daha sorabilir miyim?" Emniyet kemerini taktıktan sonra doğrulmadan evvel burnunu sıktım.

"Sor bakalım."

"O yüzündeki ne? Annem de takıyordu."

"Maske, canım. Biraz hasta gibiyim. Sana geçmesin diye taktım.

"Geçmiş olsun, Miray abla. Abim hasta olana öyle denir dedi. Ben anneme de diyorum ama geçmedi hala, neden?" Gülümseyerek onu dinlerken annesiyle ilgili bildiği yalan yutkunmamı sağlamıştı.

"Annenin hastalığı da yakında geçecek, birtanem. Sen annenin yanında ol yeter."

"Hep yanında oluyorum onun. Bazen babam izin vermiyor ama."

Birol amca çok gerçekçi bir insandır. Hep bir sorunun olumsuz yanlarını düşünerek kendini hazırlıyordu. O yüzden kendini eşinin yokluğuna alıştırmak istiyordu ama işe yaramıyordu. Bir günde böyle bir şey olursa diye, ki Allah korusun, Ada'nın o an içinde orada olmasını istiyordu.

Ada'nın okulu da haftaya kapanacağı için ne yapacağını bilmiyordu. Büyük ihtimalle annem bakmak için gönüllü olurdu.

Geldiğimiz için arabayı otoparka parkettim. Kemerimi açıp indim ve sonra Ada'yı indirdim.

"Miray abla, şimdi abimi arayabilir miyiz?" Bu bücür hiç vazgeçmeyecekti, değil mi?

"Aşkım, geldik şimdi babandan ararsın. Hı? Hadi." Elini tutup yürütmeye çalıştığımda elini çekti.

"Ama ben abimi şimdi aramak istiyorum." Sessizce ofladım. Buğra sanki telefonumu açacak da.

"Tamam Ada, tamam." Telefonumu çıkarıp İnstagram'a girdim. Birbirimizde diğer yerlerden engelli olduğumuz için mecburen fake hesabından arayacaktım.

Aramaya basıp kulağıma tuttum. Ada'nın konuşmasını isterdim ama sert ya da yanlış bir şey derse Ada'nın duyması doğru olmazdı.

Uzun uzun çaldı telefon ve ben tam umudumu kesip kapatacağım sırada açıldı.

"Alo? Niye aradın?" Sesi kısık geliyordu.

"Ada'yı almamışsın." Birkaç saniyelik suskunluktan sonra ayaklandığı hissettim.

"Hassiktir, sen nere-"

"Ben aldım, sakin ol. Baban haber verdi. Hastanedeyiz şimdi." Ada ellerini yukarı sallayınca onun konuşmak istediğini farkettim. "Ada istiyor bekle." Telefonu kulağımdan çekip hoparlöre verdim.

"Abi!"

"Abiciğim, Miray abla mı aldı seni?"

"Evet, abi. Annemin yanına geldik şimdi."

"Bir şeyler yedin mi?" Ada masumca başını sağa sola salladı. Bu onun yalan söylemek istediğinde ama cesaret edemediğinde yaptığı bir hareketti.

"Yemedim."

"Peki, o zaman Miray ablanla kafeteryaya iniyorsunuz, yiyecek bir şey alıyorsunuz ve onu midene indiriyorsun. Anlaştık mı?"

"Anlaştık." Ada daha konuşmayacağı için hoparlörden çıkarıp kapatacakken Buğra atladı.

"Miray," Kulağıma geri koydum telefonu.

"Efendim, Buğra?"

"Ben sana sonra ödemesini yaparım. Ada'ya sen yemek yedirirsin."

"Gerek yok ödeme yapmana." Telefonu kapatıp çantama koydum. "Gidelim mi?" Ada başını sallayıp geri elimi tuttu.

Onunla beraber üst kata kafeteryaya çıktık. Ada ile sıradan ona yemesi için bir şeyler aldıktan sonra masaya oturduk. Bende 1 su 1 çay almıştım.

"Miray abla?" Ada'ya döndüğümde yüzünün hep kırıntı olduğunu gördüm.

"Efendim, aşkım?" dedim gülümseyerek.

"Abimle küs müsünüz?" Bu çocuk zehir gibi gerçekten.

"Hayır, değiliz. Nereden çıkardım bakayım bunu?"

"Abime Buğra dedin?" Normal olan bu değil mi zaten?

"Yani?"

"Ona ters yapıyordun. Ona tatlı konuşmadın." Güldüm yine de.

"Sen ters yapmayı nereden öğrendin, kız?"

"Abim öğretti bana." dedi böbürlenerek. Yüzüm bozulurken geriye yaslandım.

"İyi halt etti o abin." dedim sessizce. Maske de takılı olduğu için duymamıştı zaten Ada.

Ada yemeğini bitirince lavaboya uğramış ve elini yüzünü yıkamıştık. Oradan da yukarı Yasemin teyzenin odasına çıkmıştık. Kapıyı tıklatıp içeri girdik.

"Anne!" Ada direk annesinin yanına koştu.

"Anneciğim," Ada, annesinin yanına koştu.

"Miray’cığım, hoşgeldin." dedi Birol amca. Kısa bir baş selamı verdim.

"Hoşbuldum, Birol amca."

"Miray’ım, yavrum hoşgeldin." diyerek de ekleme yaptı Yasemin teyze.

"Hoşbuldum." dedim gülümseyerek. "Nasılsınız, iyi misiniz?"

"İyiyim, yavrum. Seni sormalı asıl? Buğra'ya ulaşabildin mi? Endişelenme, beni aradı." Nasıl yani, Buğra ayrıldığımızı söylemedi mi?

"İyi de biz-" Aniden kapı sertçe açılınca yerimde irkildim. Gelen Buğra'ydı. Nefes nefese kalmıştı.

"Oğlum, ne bu tık nefessin? Yavaş yavaş, gelsene." Buğra soluklandıktan sonra kısa bir bakış attı bana gülümseyerek.

"Kardeşimin bana trip atacağını bildiğim için erken gelmeye çalıştım."

"Oğlum, seni ben doğurdum. Kardeşinin gönlünü 1 çikolataya almaya çalışacaksın, biliyorum. Sen sevgilini özledin, değil mi? Kabul et." Söylememiş demek ki.

"Daha dün beraber, değil miydiniz siz?" Buğra'ya dönüp 'öyle miydik' der gibi bir bakış attım.

"Öyleydik, baba. Hasta olan sevgilimi ziyarete gittim dün saat 8'de." dedi beni yalanı konusunda bilgilendirerek. "Ayrıca da haklısın, anne. Sevgilimi özledim, müsaadenizle onunla konuşmam lazım." Ardından bana döndü ve beklemediğim bir anda elimi tuttu.

"Gel bebeğim." Maskenin altında belli olmayan ağzım açık kalarken adımlarına ayak uydurdum. Odadan çıkar çıkmaz elimi çektim.

"Söylemedin mi ayrıldığımızı? Affedersin, beni terkettiğini." dedim sinirle.

"Pardon da annem hastayken ve bizim mutluluğumuz onu da mutlu ederken nasıl söyleyecektim?" Kısa bir küfür çektim maskenin altında.

"Senden bir isteğim var, Miray." Kaşlarımı çattım.

"Neymiş o?"

"Annemin, Ada'nın ve babamın yanındayken sevgili numarası yapmak istiyorum. Kemoterapi sürecinde onun fazla üzülmesini istiyorum." dedi sesi hüzünlü gelirken.

"Sana yalvarıyorum, Miray. Lütfen..." dedi yalvarır bir ses tonunda.

 

&&&

 

Umarım beğenirsiniz, okuyucularım...

Hepinizi çok seviyorum, yeni bölümde görüşürüz

 

ÖPÜLDÜNÜZZZZ

Loading...
0%