@kirazbenn
|
Medya:Sertab Erener-Olsun İyi okumalarr
&&&
"Sana yalvarıyorum, Miray. Lütfen..." dedi yalvarır bir ses tonunda. Elim kolum bağlı bir şekilde Buğra'yı dinliyordum. Yasemin ablayı çok severdim. Benim için bir annenin yarısı gibi olmuştu. Onun üzülmesini istemiyordum, hemde hiç. Şimdi de gidip Buğra ile ayrıldığımı söylersem çok üzülürdü, ama olgunlukla da karşılayabilirdi. "Ne diyorsun, Miray? Yılların hatrına." Ya bir kes sesini de düşüneyim. "Yılların hatrı mı kaldı sence, Buğra? Sen onların hepsini bir kalemde sildin. Daha gerisi kalmadı onun artık." Kapıyı açıp içeri girince arkamdan onlara ayrıldığımızı söyleyeceğimi düşündüğü için hızla girmişti. Kolumu o sertçe tutunca ben yavaş hareketlerle diğer elimle kolunu çektim. "Bıraksana, Buğra. Annenlerle veda edeyim, gideceğim." dedim bir yandan. "Biliyoruz, bensiz yapamıyorsun ama hastane burası. Bende hastayım. Eve gitmem lazım." "Oğlum, bıraksana kızı. Anladık, seviyorsun." dedi Birol abi gülümseyerek. "Miray abla, teşekkür ederim beni aldığın için." "Rica ederim, fıstık." dedim tek gözümü kırparak. "Ben artık dediğim gibi müsaadenizle gideyim. Hastayım, sizi de riske sokmayayım. İyileşince yine gelirim ben." "Mutlaka gel, Miray'cığım. Kendi oğlumdan pek fayda göremiyorum da." Onlar gülerken Buğra sitem etti. "Aşk olsun, anne." "Sus lan, eşek sıpası. Kız senin kardeşini daha fazla düşünüyor. Harbiden, neredeydin sen?" "Ben? Ben, yeni şarkım için sözlerini devretmeye gittim." "İyi, madem. Hadi, sen Miray'ı götür." Ellerimle geri reddettim Birol abiyi. "Yok, ben kendi arabamla geldim. Buğra'nın zahmet etmesine gerek yok." dedim iğneleyici laflarla. "Görüşmek üzere." Vedalaştıktan sonra odadan çıktım ve asansöre adımladım. Buğra da peşimden gelmişti. "Teşekkür ederim." Asansörün kapıları açılınca bindim. "Hala düşünmedim, doğruyu söylemek de aklımın bir yanında duruyor." Cümlem bittiği an kapıların kapanması güzel zamanlamaydı. Buğra'yı unutmaya çalışmak zaten zorken birde onunla sevgili numarası mı yapacaktım? Başta da söylediğim gibi. Hayat akışımızı değiştiren pek çok dönüm noktası olabilir. Bunlardan biri de bu oldu. Eski sevgilimle tekrar karşılaşmak yeterince anılarımı tekrardan canlandırırken şimdi onunla o anları bir daha mı yaşayacaktım? Hala ona karşı hislerim vardı ve onun yanında kendimi nasıl tutacaktım? Ona karşı hislerimi nasıl gizli tutacaktım?
•••
"Valla kanka, bir şey diyeyim mi?" dedi Okan bir yandan çekirdek çitlerken. "Söyle." dedim bende annemin gitmeden önce bana yaptığı ıhlamuru yudumlarken. "Net boku yedin sen." Gözlerimi devirdim. "Niye ya, ben hislerimi saklayamaz mıyım?" Ebru da yandan Okan'a destek çıktı. "Saklayamazsın, bebeğim. Sen ona aşıksın çünkü. Yani tamam onun menajeriyim ama aynı zamanda maalesef ki onun hala arkadaşıyım. Hiç beklenmedik bir zamanda seni terketmesi bir yana açıklamasız seni ortada bırakması bir yana." Okan, Ebru'ya garip bakışlar attı. "Ebru, kız ne sordu? Sen ne cevaplıyorsun?" Ebru ofladı. "Oğlum; ne bileyim, benimde kafam allak bullak oldu." "Ya ben ne yapacağım?" dedim ağlamaklı bir sesle. "Buğra'yı çok seviyorum, ama bir yandan de beni terk ettiği için ondan nefret ediyorum. Kendi duygularımı bile bilmiyorken onunla sevgili rolü mü yapacağım?" "Miray, böylesi senin için daha iyi olur belki. Ona soğuk davranırken bir bakmışsın gerçekten soğumuşsun." Okan'ı ciddi ciddi dinlerken önerdiği fikir zeka seviyesin gerçekten sorgulattı. "Okan," Hevesli hevesli söylediği fikri onaylamamı bekliyordu. Elimle başımı sıvazladım. "Yok, kızacağım, kızamıyorum da. Yahu ben 6 yıllık sevgilime soğuk davranarak nasıl gizlerimi saklayacağım? Hayret bir şey." "Bu benden de mal." diye homurdandı Ebru. "Senden malı henüz icat edilmedi, Ebru." Yüzümü buruşturdum bu iğrenç espriye. "Kes sesini, gerizekalı. Yemin ederim bu kaşığı senin götüne sokarım." "Şhht, rahat durun. 3 yaşında çocuk gibisiniz. Ada bile sizden daha olgun." dedim ikisine de onaylamaz bakışlar atarken. "Neyse, benim yarın son izin günüm. İyice dinlenmem lazım. Kurbanınız olayım, acıyın bana ve tartışmayın." "Merak etme, aşkım. Seni asla yormayacağız." Ebru benim içimi rahatlatırken Okan'ın gözü yüzümde takıldı. Kaşları çatık bir şekilde yüzümü inceliyordu. "Sen bir gelsene şöyle. Ya da dur ben geleyim. Ebru şu ateş ölçeri versene. Bak şu çekmecenin üstünde." Ebru ayaklanıp ateş ölçere yönelince Okan yanıma yaklaştı. Elini yüzüme koyup ateşime baktı. "Senin ateşin var, sanırım. Yüzün kızarmış." "Al bir bak." Okan, ateş ölçeri Ebru'dan alıp çalıştırdı, birkaç saniye bekledikten sonra alnıma doğrulttu. "37.6... İstersen sen git dinlen, Miray. Yat, uyu." "Uyumak istemiyorum." "Hasta olduğun için dinlenmen lazım. Bir kere da laf dinle. Hadi," "Tamam, dinleneceğim." Ebru ateş ölçeri alıp kenara koydu. Kenarda duran Okan'ın battaniyesini alıp silkelerken beni göndermeye çalıştı. "Hadi bizde kalkalım, Oki. Beni de bırakırsın artık." Okan, Ebru'nun ona 'Oki' diye seslenmesinden ötürü sertçe nefes verdi dışarıya doğru. "Bırakırım, tabii ki bırakırım." dedi yalancı gülümsemesiyle. "Ama nereye bilemem?" "Nereye götüreceksin beni?" "Ev boş. Sen bilirsin." dedi ve göz kırptı. Ebru afalladı. Kendine geldikten sonra silkelediği battaniyeyi alıp Okan'a fırlattı. "Sapık, istemez kendim giderim." dedi ve kapıya doğru adımladı. "Ya kızım, dalga geçiyorum seninle." dedi oflayarak. Sonra bana döndü. "Kendine dikkat et, tamam mı; güzelim? Bir şey olursa ara, kaç olursa olsun." Başımı salladım. "Tamam, Okan sağ ol. Hadi, görüşürüz." Okan hızla saçıma kısa bir öpücük bıraktı ve Ebru'nun peşinden koştu. Kapanan kapı sesinden sonra dışarıya bıkkın bir nefes verdim. İkisi de birbirinden hoşlanırken sürekli adım atmamaları, üstüne üstlük 'kanka, bro, kardeşim' gibi hitaplarda bulunarak hislerinin üstlerini örtmesi beni uyuz ediyordu. Ve hala hoşlandıklarını anlamamış olmamaları da cabasıydı. Buğra ile ayrılmamızın üzerinden 1 ay önce aralarını yapmak konusunda anlaşmıştık. Ama maalesef ki bu rafa kaldırılmıştı. En azından şimdilik... Sonra arkadaşlık görevimi yerine getirerek duygularını farkettirmeyi sağlayacaktım. Üstümdeki battaniyeyi tekmeleyerek üstümden attım. Annem gitmeden önce epey nasihat vermiş ve içi rahat etmese de beni yalnız bırakmıştı. Normalde kalacaktı hastalığımı dinlemeden. Sonuçta kızı olduğum için sağlığı pahasına yanımda durmak istiyordu. Ama Okan ve Ebru gelince gitmeye biraz daha gönlü yatmıştı. 10 dakika önce de durum raporu istemesi aklının burada olduğunu gösteriyordu. Ayağa kalkınca dinlenmenin beni daha iyi hissettiğini farkettim. Buğra'yı görmek de iyi gelmişti ama kafa karışıklığı nedeniyle bu gece bana uyku yoktu. Ortalığı zaten toparlamıştı Ebru sağolsun ama çekirdek kasesi Okan istediği için kalmıştı. Benim ıhlamur bardağımı ve kaseyi mutfağa bıraktım. Mutfaktan odama adımladım. Üstüme dolabımdan elime gelen ilk pijama takımını alıp geçirdim. Toplu olan saçlarımı da açıp kendimi direk yatağa attım. Gözlerimde sabahtan beri hapşırık krizinde olduğum için yanıyordu. Bu da uykuya dalmamı daha kolay hale getirdi.
•••
'Yok muydu beni seven...' 'Vardı kusurlarıma rağmen asıl beni gören.' 'Ay tutulmasıyla izledik birbirimizi.' 'O an gördüm sende güneşi.' 'Çünkü emindim, sen vardın.' 'Sen vardın benim.'
Yaşadığım korkuyu anlayamamıştım. İlk birkaç saniye ne duyduğumu ve nerede olduğumu kavrayamamıştım. Buğra'nın ilk yazmaya çalıştığı acemi şarkısını duymuştum kulaklarımda. Bana her zaman şarkı bestelediği koltuğunda bu şarkıyı söylüyordu. Ve bir anda kayboluyordu... O son satırı bir kez daha yüksek sesle duyunca çığlık atarak kalkmıştım. Rüyaydı... Sadece bir rüyaydı... Çok gerçekçiydi. Buğra'nın bana yazmaya çalıştığı şarkının aklımda tekrar canlanmasını istemiyordum. Onu bir daha görmek istemiyordum. Hayatımda ona yer ayırmak istemiyordum. Onu sevmek istemiyordum... Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Birkaç saniye öylece durdum, düşündüm. Gözlerimden akan yaşlardan bile bihaberdim ama ilgilenmiyordum. Düşünüyordum ama çıkmaz yoldaydım. Delirmişçesine içime derin derin nefes çekiyordum. Sanki zaman benim düşünmem için durmuş ve karar veremezsem her şey için geç kalacakmış gibi düşünen mantığım bana pek yardımcı olmuyordu. Onu her gün bir daha görmek bana iyi gelmeyecekti. Ben ona yardım ederken o beni çıkmaza sürükleyecekti. Her gün onu hatırlamamı sağlayacak, mutluluğumu elimden alacaktı. Sakinleşmek şu an çok zordu. O karanlıktan her an biri çıkacak gibi düşündüğüm için uzanıp gece lambamı açtım. Saat gece 5'e geliyordu. 6 saattir uyuyordum. İlk defa deliksiz bir uyku çekmiştim ama o da kabusla sonlanmıştı. 2 haftadır her uykum aralıklarla bölünüyordu ama hiçbir zaman kabus görmezdim. Buğra ile olan güzel anılarımı görürdüm ve uykumda bile tebessüm olurdu. Ama o şarkıyı söylediği günü yaşamak istemiyordum. Hatırlayarak cehennemi yaşamak istemiyordum. Derlerdi ki: bir insanı kazanmak zaman meselesi, kaybetmek ise an meselesidir. Bu sözü duyduğumda saçma olduğunu düşünmüştüm çünkü Buğra ile bir gelecek hayal ediyordum. Mutlu olduğumuz, beraber tatillere gittiğimiz günler hayal ediyordum. Belki de çocuklarımızın olduğunu da... Artık kendime çekidüzen vermek istiyordum. Buğra ile yan yana geldiğimde de üzülmem yerine yola devam etmek istiyordum. Çünkü babam öyle olsun isterdi. Gece lambasını kapatıp yatakta daha rahat bir konuma geldim. Bir yastığımı karnıma, bir yastığımı da başımın altına koyduktan sonra bir şey sarılmazsam yalnız olduğumu hissederek uyuyamayacağım için peluş ayımı kollarımın arasına aldım. Eskiden Buğra'nın sıcaklığıyla sarılır- Hayır, hayır, hayır... Onu unutacağım, hatta unuttum bile. Buğra Erdem Kandemir mi? Tanımıyorum... Yatakta tamamen sağa döndüm. İki elimi de başımın altına koyup gözlerimi kapattım. Belki de unutmak için önce hatırlamam gerekirdi...
•••
Uyandığımı gördüğüm saçma rüyayı kendi hayal gücümle devam ettirdiğimde anlamıştım. Neden gasp ediliyordum ve hırsızların beni bırakması benim onlara 'orada bir şey var' demesi ile devam ediyordu. Nasıl olduysa da onlar arkasını dönünce ben kaçıyordum. Ya ben çok gariptim, ya da rüya karakterlerim biraz maldı. Psikolog randevumu haftada ikiye çıkarsam iyi olacak. Ayaklarımı yataktan sarkıttım. Uyuyunca kendimi daha iyi hissetmiştim. Kısa bir duş alma kararı vererek önce kapının arkasından bornozunu aldım, sonra da banyoya ilerledim. Yüzümü soğuk suyla canlandırdıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Bornozumu askıya astıktan sonra üstümdeki kıyafetlerden kurtuldum. Saçlarım güzel gözüktüğü için kelebek tokayla toplayıp onları ıslanma riskinden kurtardım. Duşa girip sıcaklığını ayarladım. Duş jelinin kokusuna olan hayranlığımı bir kez daha içimden geçirdim. Banyo lifine jelden biraz döküp köpürttüm. Bedenimi lifle yıkadıktan sonra duştan çıktım. Duş sonrası bakım seansımı da gerçekleştirdikten sonra saçlarımı kuruttum. Üstüme normal günlük kıyafetlerimi geçirdikten sonra banyoyu terkettim. Duş alırken kapıyı kapattığım için havasız kalan banyonun kapısını da açık bıraktım. Yatağa oturup köşede duran komidinin üstünden bir bardak su alıp içtim. Normalde her sabah erken kalkıp yoga yapar, vücudumu esneterdim. Ama hasta olduğumdan beri yapamıyordum. Kendimi daha iyi hissettiğim için yarından itibaren geri eski rutinime geri dönebilirdim. Telefonumu elime aldığımda kilit ekranda yazan saatle ufak çaplı bir şok geçirdim. Normalde izin günlerimde hep en erken 12'de kalkarken şimdi saat yeni 11 olmuştu. Perdem de kapalı olduğu için saati farketmemiştim. Telefonda biraz oyalandıktan sonra hiç beklemediğim bir kişiden arama geldi. Giray Tekin hıyarından. En son beni araması Buğra ile ayrılmamızı öğrendiği zamandandı. Onu sinirlendirmemi söyleyen iç sesime hak verip geç açtım. "Lan niye açmıyorsun telefonları, hayırsız?" "Sen aradın diye." Yüzüm bu iğrenç espriyi yapmama otomatikman bozulmuştu. "Ya sen espri mi yaptın şimdi? Ne komiksin öyle?" Gözlerimi devirdim. "Ne istiyorsun?" "Direk konuya gel diyorsun, tamam. Begüm'e teklif ettim." Kaşlarımı çattım. "Ne teklif ettin?" dedikten sonra aklıma gelmişti dün gitme sebebi. "Abiciğim, sen hastasın diye kafan mı çalışmıyor? Ben dün ne amaçla gittim Begüm'ün yanına?" "Ya unuttum bir an, uzatma. Ee, o ne dedi?" "Evet, dedi ne diyecek başka?" "Yani ben hayır demesini beklerdim. Sonuçta ömürlük bir karar verdi." "Ne var benim gibisini bulmuş? Öpüp başına koyacak tabii." "Dedi yengemin bir lafına ayağının dibinde köpek olan yaratık." "Yeni nesli bulunmuş oluşum muyum kızım ben? Yaratık ne? Neyse, konu bu değil. Biz biraz konuştuk da. Düğünü Temmuz ortası yapacağız. Seninle de düğünle ilgili bir şey konuşmak istiyordu. Benden haber bekliyor ona göre evden çıkacak." Benim düğüne ne vasfım olabilirdi ki? "Ne işi varmış yengemin benimle?" "Gelince konuşursunuz, Miray." "Lan gerizekalı, o zaman ne diye beni arıyorsun? Yengem gelince haberim olacak zaten." "Of be kızım, seni merak ettim işte. Bunu da bahane ettim." Yüz ifadem yumuşadı birazcık. "Ay sen yengemle evleneceğin için heyecanlandın mı? Beni önemsemeye başlamışsın normal değil bu." "Kızım abinim senin. Seninle, maalesef ki, bir tanışıklığımız var. Nasıl oldun, iyi misin?" "Biraz daha iyiyim, şimdi. Yarın da işe devam edeceğim, iznim bitiyor. Yatıyorum." "He, iyi. Annem sabah aradı. Uyuduğunu düşündüğü için aramadı. Sen bir alo dersin." "Tamam, tamam derim. Hadi kapat." "Görüşürüz, fare." "Görüşürüz, dağ ayısı." dedim ve kapattım. Böyle hitaplarımız da vardı maalesef. Yengemin niye geleceğini bilmiyordum. Açıkçası bu tarz davetlerde zevklerime güvenirdi. Ama şimdiden gidip birtakım seçimler için beni çağırmazdı, özellikle de hastayken. Yumuşak yatağıma kendimi salmışken şimdi de misafir geliyordu. Hiç misafir duygusu yok insanlarda. Hasta evine her gün gelinmez bir kere. Yataktan kalkıp belimi hafif geriye doğru kırdım. Bedenimden gelen çıtırdama sesleriyle birkaç saniyeliğine gözlerimi kapattım. Şunu yapmayı bırakmam lazım yoksa düşüp bayılacağım. Mutfağa gider gitmez burnuma gelen iğrenç hava yüzünden önce camı açtım. Dün annemin ıhlamurunu kaynattıktan sonra kapıyı kapattığım için mutfak buhar yapmıştı ve çok havasız kalmıştı. Mutfakta daha fazla dayanamadığım için çıktım. Evde tek yaşadığım ve yatıya kalmaya gelen pek misafirim olmadığı için fazla kirli kıyafet çıkmazdı. Bende günü gününe yıkar kirlenmesini engellerdim. Benim odam dışındaki lavaboya gidip kirli sepetini açtım. Annem gitmeden önce beyazları yıkamıştı ama bende geri işe döneceğim için renklileri de yıkamalıydım. Çamaşır makinesine kirlileri atıp derecesini ve süresini ayarladım. Çalıştırdıktan sonra da dün ütülenmemiş kıyafetleri sepetle alıp salona taşıdım. Eşya odası olarak hazırladığım, tek vasfı temizlik malzemelerini ve ev aletlerini barındırmak olan odaya gidip ütüyü ve masasını aldım. Teker teker ütüledikten sonra katladım ve yerlerine yerleştirdim. Mükemmel zamanlamayla da kapım da çalmıştı. Erine erine ayaklanıp kapıya yürüdüm. Delikten baktıktan sonra açtım. Açan tabii ki gelinimdi. "Hoşgeldin, yenge." "Hoşbuldum, yengeciğim. Daha iyi misin? Dur bir bakayım." Yengem elini alnıma koyup ateşimi kontrol etti. "İyi, ateşin yokmuş." "İyiyim, iyiyim toparladım. Kapıda kaldık geç içeri." Yengemle içeri geçtik. "Verdiğim ilaçlar işe yaramış herhalde. Bak geçen geldiğimde yüzün müzün gitmişti. Şimdi rengin yerine gelmiş." "Düzenli içtim günü gününe." "A iyi bari. Neyse konuyu uzatmayayım. Sende sevmezsin zaten." Başımı salladım. "Görümceni iyi tanıyorsun." dedim gülerek. "E bir farklılığımız olsun. Şimdi aşkım, ben kına yapmak istiyorum. Hani şöyle yeni modern kınalardan olsun ama. Yani sadece kızların eğlencesi amaçlı olan ama yakılmayan." Hafif bir sırıtışla araya girdim. "Çok güzel anlattın, yenge." "Ne bileyim, ya." "Neyse, anladım ben seni. Ee?" "Ee'si, benim senin çalıştığın yerden ufak bir ricam olacak." "Dans gösterisi istiyorsun." dedim hemen anlayarak "Nasıl anladın hemen?" E ben terzide çalışıyorum ya. "Benim canım yengem, ben dans kursunda öğretmenlik yapıyorum. Başka ne isteyebilirsin ki benden?" "Doğru, tabii. Ee ne diyorsun?" Normal sıradan bir istekti ama fazla gergin olması, düğün için epey heyecanlı olduğunu doğruluyordu. "Şu an konuşamam ama iznim bugün son. Yarın gidince ayarlamaya çalışırım. Ama senin günü erkenden söylemen lazım ki başka güne randevu vermeyelim." "Tamam, tamam söylerim. Çok teşekkür ederim, bebeğim ya. Vallahi şu benim sana bahsettiğim kız vardı ya hani." Lafını kestim. "Burcu?" "Yok o 2. yılan." "Esra?" "Hayır o son yılan." "Leman?" "He o. İşte yılanlık uğruna gitti bana saçma sapan kurumlar önerdi. Ben normalde direk seni arayacaktım. Beni dışarı çıkarttı milyon tane saçma dansçı insanlar. Ay böyle nasıl desem, fişek yutmuş o yönlendiriyor elini kolunu sallayarak. O derece." Gülerek dinledim bu söylediğini Yengem her dans şeklini sevmezdi, aslında demek istediği normal dans stiliydi. Hatta bizim kursta da bu konuda ders isteyen oluyordu ve veren öğretmenlerimiz de vardı. Ama bunu yengemin bilmesine gerek var mı, yok. "Tamam, yenge. Ben konuşurum yarın, böyle istemediğini anlatırım." "Teşekkür ederim, güzelim ya. Düğünü Temmuz ortalarında yapmaya karar verdik. Çok acelemiz var. Ne yapacağız, nasıl yetiştireceğiz bilmiyorum." "Halledersiniz yenge ya. Çok kalabalık olmasın. 25-50 arası bir düğün olsun." "Bende öyle düşünüyorum ama fazla detaylı konuşmadık Giray ile. Onun zevklerini temsilen seni dikkate alıyorum." "E herhalde öyle olacak canım?" "Tabii ki." diyerek onayladı beni yengem. "Kahvaltı yaptın mı sen?" Başımı sağa sola salladım. "Dur ben sana hazırlayayım bir şeyler. Hastasın, düzgün beslenmiyorsun." "Yok, yenge zahmet etme. Dışarıdan sipariş ederim ben bir şeyler." "Sus, kız. Sözümü ikiletme. Hazırlayayım, gideceğim." "Yenge, gerçekten zahmet etme. Zaten ilaç saatimden 1 saat önce yemem lazım." İlaç saatimi de devreye sokunca ikna olmuştu. "İyi, peki. Bir ıhlamur kaynatayım bari hazır ayaklanmışım." "Ona hayır diyemem işte." Yengem mutfağa gidince bende telefonumu elime alıp sosyal medyaya girdim. Fake hesabımdan içimden gelen dürtüyle Buğra'nın hesabını incelemeye başladım. En son ayrılmadan önce bir post atmıştı, daha da paylaşmamıştı. Profilinde gözüken hikayesini açıp açmamak arasında kaldım. Fazla paylaşım yapmaz, kendi kendine yaşardı. Bu hayat tarzıydı. Dayanamayıp tıkladım ve gördüğüm şey çok hoşuma gitmişti. Ada'yı ofise götürmüştü ve bir fotoğrafını çekmişti. Buğra baba olsa çok tatlı olurdu Fake hesabımın adı zaten Buğra adına açılmış bir fan hesabı olduğum için beğenmekte bir sakınca yoktu. Alev gönderdikten sonra hikayeden çıktım. Reels arasında dolaşırken bir video çok toksik gelmişti ve benimle aynı düşünen var mı diye bakmak için yorumlara tıkladım. Çoğu kişi benim gibi düşünürken gözüm yorum yapmak için hak veren mesaj kutucuğunun yanındaki profilime takıldı. Hayır, hayır bunu yapmış olamam Neden orada Buğra'nın bir fotoğrafı değil de kendi fotoğrafım vardı? Reels'den çıkıp profil kısmına tıkladım. Korkarak hesaba baktım. Helvam cevizli olsun. Mezarıma lütfen menekşe dikin. Kendi hesabımla giriş yapmış, Buğra'nın hikayesini görüntülemiş ve de yetmiyormuş gibi üstüne Buğra'nın hikayesine alev atmıştım! "Allah benim belamı versin!" dedim sessizce. Kalbim gerginlikten deli gibi atıyordu. Yavaştan terlemeye başlamıştım. Sıcak basmıştı iyice. "Yenge!" diye bağırdım dayanamayarak. "Yenge, acil buraya gel!" Yengem alelacele yanıma geldi mutfaktan çıkıp. "Ne oldu, Miray? Ne bağırıyorsun?" dedi yengem bağırmamdan telaşlanmış vaziyette. "Yenge, ben bittim. Yandım, kül oldum, mahvoldum!" Deli gibi salonda volta atarken yengem kollarımdan tutup durdurdu beni. "Yengeciğim, ne oldu? Bak döveceğim şimdi seni, cevap ver." "Buğra'ya," Devam edemedim çünkü kendimi pataklama isteğimle başa çıkmaya çalışıyordum. "Ya yine mi Buğra? Hay Buğra kadar taş düşsün kafama! Ne yaptı yine o?" "Ben hikayesine alev attım!" "Ne yaptın!" "Alev attım!" "Gerizekalı, ne bok yedin sen! Niye alev atıyorsun! Ya da niye Buğra'nın hesabını niye dikizliyorsun!" "Fake hesabımdan girdim sandım ben ne bileyim! Yenge ne yapacağım? Bu çocuk sormaz mı şimdi niye böyle yaptın diye? Allah'ım bittim ben. Komşular, komşular! Yetişin öldüreceğim kendimi!" "Dur, dur tamam sakin ol. Düşünelim, düşünelim." "Neyine düşünelim acaba? Alev gönderdim, alev. Ne bok yiyeceğim ben!" Yengemin yüzünde bir aydınlanma görüldü. "Bir dakika, ya görmediyse? Sonuçta, seni engelleyip açtıktan sonra tekrar başa tutturmaz." "Görmüştür, görmüştür o-" derken saçma yakarışımı durdurdum. "Hassiktir, görmemiş olabilir." "Ne duruyorsun kızım o zaman? Silsene!" "Tamam, siliyorum." dedim telaşla. Hesabında mesajlaşma bölümüne girdiğimde mesajın 'görüldü' olmadığını farkettim. Elim ayağım birbirine girerken mesajı sildim. "Sildim, sildim. Oh, Rabbim sana şükürler olsun." Kendimi koltuğa atınca yengemin kınayan bakışlarını yüzümde hissediyordum. "İnşallah, bildirimini görmemiştir." O konuda içim rahattı. "Görmez, görmez. Onun çok fazla bildirimi var. Benimki arada kaynar." "İyi, öyle olsun. Ben ıhlamurunu kaynattım. Şimdi gitmem lazım, bir mekan bulmuş arkadaşım, görüşmeye gideceğim. Sen yalnız kalabilir misin?" "Kalırım, canım o kadar da değil. İyileştim sayılır zaten." "İyi, madem." Yengem beni saçlarımdan öptükten sonra koltuktan çantasını aldı. "Hadi kaçtım ben." Ben ayağa kalktığım sırada yengem eliyle oturmamı işaret etti. "Ben giderim, kız zahmet etme. Yabancı mıyım ben?" "Tamam, görüşürüz." dedim yerime otururken. "Görüşürüz, güzelim benim." Yengem evden çıkınca bende koltukta iyice geriye yaslandım. Az önceki telaşın yerini soğuk terlemeye bırakmıştı. Daha kötü ne olabilir ki? Telefonumu geri elime alıp yaptığım başka bir hata var mı diye kontrol ettim. Herhangi bir sorun olmadığını anlayınca reels izlemeye devam ettim. Bazen önüme gelen dans editlerimi görünce beğeniyordum ki bu da mutluluk ve gurur verici oluyordu. İnsanlar da görüntüleyip beğendiğimi görünce mutlu oluyorlardı. Üstten düşen mesajla kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Buğra mesaj atmıştı. Hemde bu hesaptan. Görmemiştir canım, ne alaka? Mesajı titreyen ellerimle açtım.
BuğraErdemKndemir: Miray, evde misin? Konuşmamız gerekiyor.
Mesajın içeriğinin başka bir sebep olması rahatlatmıştı beni.
MirayAlcinArslan: Gelebilirsin, ama henüz karar vermedim. Ne konuşacağız pardon?
Beyefendiye bak birde ben daha karar vermeden yazıyor. Paşama bak.
BuğraErdemKndemir:Belki senin atıp sildiğin alevi konuşuruz. Geliyorum.
Siktir, gerçekten siktir. Allah'ım sana geliyorum yarabbim. Gün içerisinde hiçbir bildirime bakmayan adam şu an mesajlar arasında benimkini mi görmüştü? Allah beni kahretmesin. Yandım bittim kül oldum ben. Bu sefer gerçekten oldum. Elim çarptı derim. Ne olacak? Sonuçta engelimi açan o. Benimde görüp yanlışlıkla alev atmam gayet olası. Ben mesajımın arkasındayım bir kere. Kendimi bir ihtimal daha da rahatlatmaya çalışmıştım ama pek işe yaradığı söylenemezdi. İçimdeki gerginlik her an patlayacakmış gibi büyümeye devam ediyordu. Savunma yapabileceğim bir çıkış yolu arıyordum ama yok, yok, yok. Yoktu işte... Aramızdaki ilişki o kadar kötü duruma düşmüşken üste çıkabileceği bir durum söz konusu dahi değildi. Acaba o laf ebeliği yaparken bunu öne sürsem biraz iğnelesem. A planı olarak bunu kullanacaktım artık. Uzun bir bekleyişin ardından kapı çalmıştı. Terleyen ellerimi telaşla taytıma sürdüm. Kapıya ağır adımlarla yürüdüm. Birde onun için beklediğimi sanmasın. Gerçi tek katlı bir evde ve de geleceğini biliyorken nasıl uzun bir süre açmayacaktım! Biraz bekledikten sonra ikinciye çalınca açtım kapıyı. Yüzü durgun bir Buğra ile karşılaşmıştım açınca. Saçları dağınıktı ama kıyafetleri hala etkileyiciydi. Basit bir eşofman takımı giymişti ama bu haliyle daha yakışıklı görünüyordu. "Buyur, geç." dedim ciddi bir sesle. O da aynı ciddiliğinden ödün vermeyerek içeri girdi. Buğra ikili koltuğa, bende tekli koltuğa oturdum. "Evet, neden geldin? Ne konuşacağız?" dedim sanki mesajımı görmemiş gibi. "Kararını." Buğra gerçekten annesini çok seviyordu. Ki annesini sevmeyen çocuk da yoktur ama Buğra kaç yaşına gelirse gelsin kendi yuvasını dahi kursa hem annesinin göğsünde ağlayacak bir çocuktu. Biz tartıştığımızda annesine giderdi. Onunla konuşurdu. Benim haklı olduğumu öğrenince annesinden tavsiye alır, benim gönlümü almakla uğraşırdı. "Henüz karar vermedim." "O zaman sen düşünene kadar o mesajı konuşalım." Sanki bilerek hesabını dikizlememişim gibi ofladım. "Senin hesabının karşıma çıktı. Elim de aleve çarptı. Hepsi bu. Bilerek atmadım yani." Kendi çekiciliğine çekicilik katmaya devam etmek için tek kaşını kaldırdı. "Bilerek değil yani?" "Değil tabii. Ne zannettin? Eski sevgilisine alev atan bir Miray mı?" "Eski sevgilisiyle sırf eski sevgilisinin annesi için yakınlaşmayı kabul eden bir Miray zannetmiştim." İçimden derin bir nefes verdim. Başka bir şey anlamamıştı ya da salağa yatıyordu ama konunun nedenine inmemesi beni daha rahat hissettiriyordu. "Miray," Buğra öne eğilip ellerini bacaklarının arasında dizlerinin hizasında kenetledi. Eğilince sallanan zincir kolyesine 2-3 saniye bakakalmıştım. "Anneme çok düşkün olduğumu biliyorsun. Bu konuda az çekmedin sonuçta benden." Evet, ergenlik dönemlerimde ana kuzusu olması beni uyuz ediyordu. "Evet, çektim." dedim bir anlık dalgınlıkla. O anlara gitmiş, geri dönmüştüm birkaç saniye. "Annemin üzülmesini de istemiyorum, Miray. Kemoterapi sürecinde kadının mutlu olmasını istiyorum. Moralinin düşmesini istemiyorum. Bizim ayrıldığımızı öğrenirse emin ol çok üzülür." "Terketmeseydin o zaman." dedim sertçe. Bana histerik bir gülüş bahşedip ağzının içinde mırıldandı. "Konu bu değil. Konu bana yardım ediyor musun, etmiyor musun?" Bu kadar rahat davranması şaka mı ya? "Etmiyorum desem ne olacak?" "Klasik Miray, bir şeyi de analiz etmeden kabul etsin." "Eski sevgilim, beni şu an eleştiriyor mu?" dedim alayla. "Ne büyük mutluluk." dedikten sonra dayanamayıp özüme döndüm. Yüzümü buruşturdum. "Miray, bunları tartışmaya gelmedim buraya. Ailemin yanında sevgili rolü yapacağız sadece. Birkaç ay." "Birkaç ay?" dedim soru sorar gibi. "Birkaç ay. Kemoterapi süreci bitene kadar. Belki sonra ameliyata bile gerek kalmayacak, kısa sürecek bu oyun." "Miray, benim için değil annem için..." "Lütfen, Miray." Ofladım. "Tamam, kabul." dedim bir anda. Bir dakika ne dedim ben?
&&&
Nasıl buldunuz bölümü? Hey sen, hayalet okuyucu! Neden beğendiysen beğenmiyorsun??? Hepinizi çok ama çok ama çok seviyorum. Bir sonraki bölümde görüşürüz, okuyucularım.
ÖPÜLDÜNÜZZZZZ |
0% |