Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3.Bölüm -İfşa-

@kirazbenn

Medya:Berkay Altunyay-Olmazlara inat

İyi okumalarr

 

&&&

 

"Tamam, kabul." dedim bir anda.

Bir dakika ne dedim ben?

Buğra, bunu söylediğimde gözünden bir parıltı geçmişti. Mantığım ve kalbim fikir ayrılığına giderken ben gerçekten kabul mu etmiştim?

E Allah da benim belamı versin artık ya!

"Teşekkür ederim, Miray. Gerçekten," dedi samimi bir ifadeyle. Benden soğuduğu için ayrıldığını düşünüyordum ve bana hiç o eski aşık gözleriyle bakmıyordu. Şimdi de sırf annesinin mutluluğu için kabul etmem onu sanki tekrar benim hakkımda mutlu etmişti.

"Bir şey değil." dedim bir yandan içimden kendime söverken.

Buğra'ya yandan göz ucuyla baktığımda onun hala oturuyor ve gözlerinin annesi için mutlulukla dolduğunu gördüm. Mutlu olunca bende mutlu oluyordum, hatta şu an onun bu şapşal hallerinden dolayı kalbimden bir tebessüm oluşmuştu yüzümde.

Ama olmaz böyle

Ben, ona aşık olan tarafımı devre dışı bırakmaya çalışırken onunla günün 24 saati bir arada olmayı kabul mu etmiştim?

Buğra başını kaldırınca yüzümdeki gülümsemeyi o görmeden sildim.

"Ee?" dedim bir yandan ona garip bakışlar atarken.

"Ne oldu?"

"Ne bekliyorsun?"

"Ne?"

"Gitsene, oğlum."

"Doğru, pardon." dedi ve üstündeki o mutluluk kırıntılarından dolayı afallamış halini attı. Buğra ayağa kalkınca ben onu yolcu etmek için bir girişimde bulunmamıştım.

"Bana söylemek istediğin bir şey var mı?" dedi en sonunda dayanamadığını hissettiğimde. Kaşlarımı çattım.

"Kapı orada. Ne söyleyeyim?" Dudakları yukarı doğru kıvrılarak aşık olduğum gülümsemesini sundu bana. Kapıya ilerlediği sırada durdurdum onu.

"Ya da dur var." Arkasını döndüğünde ayağa kalktım.

"Hayatımı kararttığın için gerçekten çok teşekkür ederim, Buğra. Seninle mutlu olduğum anılar biriktirdiğime inandırdığın için de."

"Ha tek sorun bende yani?" ded iki adım ileri adım atarak. Tam karşısında durdum.

"Herhalde sende. Beni nedensiz yere terkeden 6 yıllık ilişkimizin güzel sayfalarını çöpe atan sensin." dedim ona nefretle bakarken. "Bütün erkekler aynısınız işte. Lisedeki ergenlik zamanlarından hevesini aldın, benden sıkıldın. Şimdi de terkettin beni." Eliyle yüzünü sıvazlayarak yorgunluğunu belirtti.

"Emin ol, şu an sana laf anlatmak dahi istemiyorum. Burada duruyorsam annem için duruyorum. Yoksa emin ol, senin yanında 1 saniye bile durmam." Ağzımdan histerik bir gülüş kaçtı.

"Sen bana muhtaç değil misin şu an? Yani, farkında mısın bilmiyorum ama ben öyle kuru kuruya ailenin karşısında numara yapmayacağım?"

"Buyrun, işte Miray Alçin Arslan'dan şartlar. Zaten bir iyiliği de karşılıksız yapsan şaşıracağım." dedi ve elleriyle alkış yaptı yalandan. "Ne istiyorsunuz? Benimle bir fotoğraf olabilir, albümüm olabilir. Seçin, bekliyorum." Gözlerimi devirdim bu aşağılayıcı tavrına. Gerçekten çok iğrenç bir insana dönüşmüştü.

"Ben sence o fazla şımartılmış egonu okşar mıyım? Senin ne bir ilgine, ne bir gösterişine ne de yeteneğine ihtiyacım yok. Sadece ayağını denk al. Benimle konuşmayı öğren. Yoksa bir bakmışsın ailen gerçekleri öğrenmiş." Bakışları sertleşince yaklaşıp elini koluma uzattı. Ama ben ona izin vermeden birkaç adım geriye kaçtım.

"Sakın dokunma bana." dedim bende aynı onun şekilde.

"Emin ol, sana dokunmak istemeyen kişi benim. Şu an sana sadece ihtiyacım olduğun için buradayım. Az önce de söylediğim gibi." Derin bir nefes verdim dışarıya. İnsanın güzel gününü de mahvediyorlar ya.

Özür dilerim evren, birazdan söyleyeceğim için.

"Buğra, siktir olup git artık evimden. Evimin enerjisini bozuyorsun." Fazla küfür etmeyi sevmeyen bana bile küfür ettirdiniz ya size helal olsun.

"Enerjiymiş," dedi sinirle gülerek. "Merak etme, gidiyorum. Ama o engelini de kaldırırsan memnun olurum. Her dakika İnstagram'dan yazmak istemiyorum."

"Bende zaten her dakika o iğrenç suratının olduğu fotoğraflarını görmek istemiyorum." dedim homurdanarak. Şaka değil, gerçekten görmek istemiyordum. Yoksa daha da aşık olacaktım.

Alaylı gülüşünü gizli tutmadı.

"Bu surat için kimler kimler kapıya dayanıyor, biliyor musun sen?"

"Sende şans verseydin. Sonuçta artık bekar bir adamsın."

"Keşke öyle yapsaydım ya, bak aklıma gelmedi. Neyse bir dahakine artık. Sonuçta artık istediğimi yapmama izin vermeyen, gereksiz kıskançlıklar yapan ve en önemlisi hayatımı yaşamama müsaade etmeyen bir kadınla birlikte değilim." Söyledikleri sanki bir mermi misali yüreğimi delip geçmişti.

Onunla dalga geçmekten dolayı alayla dolmuş yüz çehrem, bu söylediği ağır şeyden dolayı asılmıştı. Gözlerimi kırpıştırarak sanki o böyle bir şey söylememiş bende duymamış gibi bir imaj verdim.

İyi ki ayrılmışız

"Buğra, artık defolup gider misin evimden." dedim ve işaret parmağımla kapıyı işaret ettim. "Ayrıca yardım da etmeyeceğim annene ayrıldığımızı ya sen söylersin ya da benden öğrenir." Gözlerine baktığımda karalarında pişmanlık dalgası seçmiştim. Ama o da çok kısa bir şeydi.

"Miray-"

"Fikrimi değiştiremezsin."

Buğra yavaş adımlarla kapıya yürüdü. Kapıyı açsa da son kez bana bakmak için arkasına dönmüştü. Ama ben ona değil beyaz halımın kenarlarına bakıyordum.

Benim ona bir şey söylemediğimi duyunca sinirden elim ayağım titremeye başlamıştı. Gözlerimin dolmasını saymıyorum bile. Bedenimdeki o lafın vermiş olduğu ağırlık fazla gelmeye başlamıştı. Tekli koltuğun kenarına çöktüm. Sırtımı koltuğa yaslayıp bacaklarımı kendime çektim.

Kendimde en sevmediğim özelliğim buydu. Bir düşüş yaşadığım zaman hemen kendimi salmamdı. Babamın gidişinden sonra da böyle olmuştum ve toparlanmam daha uzun sürmüştü. Buğra'dan sonra da bir o kadar süreceğini düşünmüştüm çünkü Buğra babama benziyordu. Hem duygusal hem de huy açısından.

Artık biraz olgun olmamı gerektiğini düşünüyordum. Çünkü beni bu halimle seven iki insanı da kaybetmiştim.

Bir süre daha o pozisyonda kalmak istesem de telefonum çalmaya başlayınca mecburen akan yaşlarımı sildim. Ayağa kalkıp kahve sehpasının üzerinde duran telefonumu alıp arayana baktım. Arayan annemdi.

Sesimi daha iyi hale getirdikten sonra açtım. "Efendim, anne?"

"Anneciğim, günaydın hatta tünaydın. Uyandırmadım, değil mi?"

"Yok, anne uyandırmadın. Uyanalı 1 saat falan oldu."

"Hmm, bakıyorum dün sana iyi baktığım için toparlanmışsın. Yoksa daha 3 gün yatardın sen." Annemin sabah sabahki neşesine yalandan güldüm.

"Evet, anne. Çorba demek ki işe yaradıysa." Annemin oturduğu yerden gerildiğini hissettim.

"E tabii, anne çorbası böyle bir şeydir." dedi gururla. O dayanamayıp gülünce bende güldüm. "Yolladığım ıhlamurları içiyorsun, değil mi?" diyince yengemin sabah bana kaynattığı ıhlamur geldi aklıma. Kesin buz gibi olmuştu şimdi.

"Yengem bana uğrayıp kaynatmıştı da unuttum ben şimdi onu içerim."

"Ay ben abinle de konuşmadım. Kabul etmiş mi bizim kız?"

"Etmiş annem, etmiş. Yengem de sabah aslında bunun için uğramıştı bana."

"Sana niye uğradı, anlamadım?"

"Kına ile ilgili bir şey istedi benden de."

"He, o yüzden. Tamam, kuzum. Sen şimdi git ıhlamurunu iç. Bir güzel yat dinlen. Son izin gününün de tadını çıkar, hakkını ver. Tamam mı yavrum? Hadi öptüm ben, görüşürüz."

"Tamam, anne. Görüşürüz." Annem karşıdan öpücük atınca bende sevmesem de karşılık verdim.

Telefonu kapattıktan sonra kenara koydum. Erine erine mutfağa gittim ve yengemin kaynatmış olduğu ıhlamuru aldım. Allah'tan demliğin içinde olduğu için hala sıcak olma ihtimali vardı.

Bir bardağa döküp yudumladığımda boğazımı yakmayacak, yavaş yavaş içebileceğim sıcaklıkla olduğunu anlamıştım.

Bardakla beraber geri salona döndüm. Koltuğa yavaşça oturarak bana terapi gelen, zihnimi dinlendiren o aktiviteyi yapmaya karar verdim. Eski anıları yadetmek.

Anılarımı hatırlayınca yüzümde ve kalbimde bir tebessüm oluşuyordu. Balık burcu olduğum için her şeye ağlama gibi bir sorunum vardı maalesef. Mutluluktan bile olsa gözlerim dolardı.

5 ay önce

 

Üstümdeki siyah ve zarif elbiseye aşık gözlerle bakıyordum. Gerçekten rahat olmasa dahi görünüşüyle bile insanda evde giyme hissiyatı oluşturuyordu.

Alışveriş kargolarımın sonuncusuda gelince bugün evde kalıp onları denemeye karar vermiştim. Açılışı bu elbiseyle yapmıştım ve çıkarması da giymesi gibi zahmet istiyordu.

Aynadan kendime bakarken daha denemem gereken milyon tane kıyafet ve yerleştirmem gereken bir sürü eşya vardı. Birkaç hafta oluyordu tanışalı ama henüz düzenimi oturtamamıştım.

Elimi geriye atıp fermuarıma uzanmaya çalıştım. Üstten olmayınca alttan sol elimle denedim ama nafile. Birkaç denemenin ardından elimle az önce büyülendiğim elbiseyi çekiştirdim.

"Off! Hangi akla aldım bunu ya?" dediğimde hatırlamıştım. Elbiseyi görür görmez bedenimi seçip hemen sepete eklemiştim. Yani ihtiyacım olmamasına rağmen aç gözlülük etmiştim.

Elbiseyle cebelleşmeye devam ederken kapı çalınca gelenin kim olduğumu biliyordum. Canım sevgilim, ev eşyalarımı yerleştirmem için bana yardımcı olacaktı.

Hemde bu elbiseyi giymeme, yani fermuarını kapatmaya, yardımcı olabileceği için alelacele odamdan çıktım. Şu an bir kurtarıcım gibi yetiştiği için onu alnından öpebilirim.

Delikten baktığımda gerçekten de Buğra olduğunu gördüm. Ve elinde de bir çiçek buketi ve bir kutu vardı. Sonradan onun benim sevdiğim çikolatadan olduğunu anlayınca heyecanla kapıyı açtım.

"Hoşgeldin, aşkım."

"Hoş-" derken gözü elbiseme takıldı. Beni baştan aşağı süzünce kendimi kurbanlık koyun gibi hissetmiştim.

"Hayırdır, bu hal ne? Bana mı hazırlandın yoksa?" dedi ve sağ elini belime atıp ani bir çeviklikle beni kendine çekti. Çiçek ve çikolatayı de sol eliyle uzakta tutmuş, ezilmesini engellemişti. Her hareketi mi planlı olur bir adamın?

"Evet, senin için hazırlandım. Annelerimizi de aradım. Gelecekler, birazdan yoldalar." Kaşlarını çattı.

"Annemler niye geliyor? Benim haberim yok." Asla rahat durmayacağım sanırım.

"Aşkolsun, Buğra." dedim yalandan kınarcasına. "İnsan isteme gününü unutur mu?" Kaşları olabildiğince daha çok çatıldı.

"Bizim bugün istememiz mi vardı?" dedi panik olunca. Başımı salladım. "Hassiktir ya! Ama ben unut- Neyse bir şey olmaz nasılsa çiçek, çikolata aldım. Ama annemler yok. Onlarsız olmaz. Yoo olur niye olmasın, bal gibi olur. Ben isterim seni. Miray seni bana veriyor musun?" Bu şakayı bu kadar yiyeceğini beklemediğim için ağzımdan küçük bir kahkaha attı.

"Verdim, gitti. O zaman hadi al beni." dedim ve kollarımı iki yana açtım. Buğra da gerçekten mutlu olmuştu.

Gerçekten inanmıştı!

Bu kadar saf biri değildi halbuki ama özel takvimlerde eli ayağı birbirine giriyordu.

"Aldım lan seni! Allah be, benim oldun artık!" dediği sırada zeka seviyesini düşünmeye gerçekten başlamıştım. Çok mu iyi oyuncuydum?

"Buğra'm," dedim gözlerime inanamayarak.

"Söyle, yarim. Söyle meleğim. Söyle, nişanlım."

"Buğra, bizim bugün istememiz yok." Afalladı. Az önce heyecanlandığı için biraz terlemişti. Dudağının üstünü elinin tersiyle silip sorguladı.

"Nasıl yok, canım? Var işte. Sözlendik ya artı-" derken sanırsam jeton düştü. Gözleri kısıldı. "Bir dakika ya, ben daha teklif etmedim ki?"

"Günaydın, aşkım."

Buğra gözlerini kapatıp birkaç saniye sinirini korumaya çalıştı. Bu şakayı yediği için kendini de suçluyor olabilirdi. Ben hazır o gözlerini kapatmışken kaçma girişiminde bulunacaktım ki gözlerini hafifçe araladı. Bedenimi baştan aşağı arsızca süzdükten sonra dudakları tehlikeli bir biçimde kıvrıldı.

"Sen şimdi bana oyun mu yaptın?" Korkarak başımı salladım. "Cevap ver, bebeğim." Umarım tahmin ettiğim olmazdı çünkü o zaman çok korkutucu oluyordu.

"Oyun değil de şaka yaptım diyelim, aşkım." dedim yalandan bir gülümsemeyle.

"Sen bir cezayı hakettin, galiba." Sertçe yutkundum.

"Nasıl?" Üstüme yürümeye başlayınca ben hızlıca salona kaçtım. Ben salon çıkışına en uzak koltuğun üstüne çıkarken Buğra yavaşça geliyordu.

"Miray, buraya gel bebeğim."

Alt tarafı bir şakaydı!

"Sende kanmasaydın, Allah Allah! 'Miray seni bana veriyor musun' ne ya?" dedim ve kendimi tutamayarak kahkaha attım. Koltuğun yaslanma kısmına oturdum ayaklarım az kalsın takılacağım için.

Ama büyük bir hata yapmıştım. Koltuk duvara yaslıydı ve kaçabileceğim herhangi bir yer yoktu. Buğra da üstüme doğru gelince kapana doğru kısılmıştım.

"Sevgilim, sadece bir şakaydı ya!" dedim sızlanarak.

"Miray ben seni senden kendime istedim az önce. Farkında mısın?" Ağzımdan kısa bir gülüş kaçtı.

"Biliyorum, çok komikti."

"Biliyorsun ve şakaydı mı diyorsun?" dedi önüme gelince. Ben kaderime razı gelmiş şekilde son çare olarak kedi yavrusu gibi bakışlar atarken bir anda kendimi tepetaklak bulmuştum.

"Buğra, ne yapıyorsun?" dedim beni omzuna bir çuval misali atmış sevgilimin sırtına vururken.

"Görürsün birazdan."

"Buğra, sanki ne yaptım ya? Alt tarafı bir şaka." dediği sırada beni sinir ederek kalçama epey sert bir tokat atmıştı. Bundan nefret ettiğimi biliyordu ve bende onun susmamı istediğini anlamıştım.

Oflayıp kollarımı saldım. Vursam ne olabilir sanki bırakacak?

Benim odama girdi ve beni yatağa attı. Kapıyı da kapattıktan sonra gözlerini etrafta gezdirdi.

"Eşyaları mı düzenliyordun?" dedi gördüğü eşyalarından genelde dekorasyon ürünleri olmasından dolayı.

"Evet, ve de birkaç kıyafet vardı onları deneyecektim." Sonra elbisem aklına gelmiş olacak ki bana hak verdi.

"O elbise ondandı demek." Başımı salladım.

"Neyse, o zaman ben şu kıyafetlerine bakayım o zaman. Şu elbiseyi de çıkart nasıl bir dekolte göbeğine kadar açık amına koyayım."

Şirince gülümseyerek yataktan kalktım. Buğra'nın karşısına geçip ellerimi boynuna doladım.

"Sen beni mi kıskandın ya? Ama ben seni yerim." Bu yaptığım tatlılığa yüzünü buruşturdu.

"Biz o cicim aylarını geçmedik mi ya?"

"Arada geliyor bana." dedim gülerek.

"Banada geliyor arada."

"Ne geliyor, aşkım?" Buğra beni kucağına alıp yatağa yavaşça bıraktı.

Şimdiki zaman

 

Gerisini de hayal etmeyelim canım artık. Yaşadıklarımız mazide kalan anılardı. Hepsini özlüyordum tabii ki ama unuttuğum çoğu acının yokluğu gibi bunu da unutacaktım. Kendime bu konuda güvenim sonsuzdu.

İnsanlar acı çekince gerçekleri anlar. Mutluyken kulak asmadığın çoğu nasihat üzgün olduğunda canını yakar. Keşke demek yerine biraz olsun babamı dinleyip, Buğra'ya fazla yaslanmasaydım belki şu an ayrılığı beni sınamazdı. Gözlerim dolmaya başlayınca artık gerçekten kendimden utandım. O yaşananlar benim yüzümde tebessümü neden buruklaştırmıştı?

Telefonumun müziği araya girince düşen yaşlarımı elimle sildim. Burnumu çekince alamadığım nefesten dolayı içimden kendime bela okudum. Kupayı sehpaya bırakıp beni bu saçma duygusallıktan kurtaran telefonumu alıp baktım. Okan'dı. Bir daha çalmasına izin vermeden açtım.

"Alo?"

"Alçin, nasılsın kanka?" Bazen Alçin, bazen Miray derdi bana. Ayrımcılık yapmazdı.

"İyi, Okan sen?"

"İyi diyip geçme, kızım. Toparlandın mı onu söyle."

"Toparlandım gibi. Ağlayınca burnum akıyor o kadar-" dedim ağzımdan kaçırarak. Ben korkuyla gözlerimi kapatınca karşı taraftan hırıltılı bir iç çekme sesi gelmişti.

"Miray, seninle daha fazla ağlamaman hakkında anlaştık bence? Yine niye ağladın?"

Okan ikinci bir abim gibi olmuştu. Çocukluk arkadaşıydık ve o zamandan beri bana korumalık yapıyordu. Beraber büyümüş, beraber ergenliğe girmiş, beraber mezun olmuştuk... Her zaman da böyle gidecekti çünkü beraber başlamıştık.

"Sence yine niye ağlamış olabilirim ben?"

"Ne yaptı o göt kafalı?" Okan hiçbir zaman Buğra'ya ısınamamıştı. Nedenini bilmiyorduk ama.

"Varlığı değil anılar bile ağlatıyor beni, Okan.

"Ağla o zaman sende, bebeğim." dedi yumuşak bir ses tonunda. "Ağla, dök içini. Bir daha da onu andığında gülüp geçersin. Tutma kendini." Burnumu çektim.

"Ama," diyip duraksadım. Boğazım düğümlenmişti sanki. Sözcükler çıkmak istiyor ama konuşamıyordum. "Ama ağlarsam bir daha toparlanamam ki."

"Ağlarsan bir daha toparlanacaksın çünkü ben ne olursa olsun her zaman olduğu gibi yanında olacağım, Miray." dedi kesin bir dille. "Söz veriyorum."

"Sağ ol, Okan. Ama ben gerçekten toparlanmak istiyorum. O yüzden şimdi biraz yoga yapacağım. Sonra seni ararım, tamam mı?" Derin nefes verdi.

"Tamam. Kendine iyi bak."

"Bakarım, görüşürüz."

"Görüşürüz." Telefonu kapattıktan sonra kenara koydum.

Gerçekten ağlarsam bir daha o izlerden kurtulamazdım. Aslında hep çocuk kalmak istiyorum. O zaman biz büyümeyiz, büyüklerimiz yaşlanmaz. Biz yaşlanmayız onlar ölmez. Sevdiğimiz insanlar da elimizden bir bir uçup gitmez.

Ayağa kalktıktan sonra kafamı sağa sola oynattım. Boyun ağrımın varlığı kendini bir kez daha hatırlatınca ağzımdan kısık bir inleme çıktı. Oturup şimdi de vücuduma ağlamak istiyordum.

Zaten bol kıyafetler giydiğim için üstümü değiştirmeyecektim. Köşede duran matımı, telefonumu ve su mataramı alıp odama geçtim. Boş zemine matı serip üstüne bağdaş kurarak oturdum. Bir süre sessizliği dinlemek istesem de sanırım şu an kendimi salak gibi hissediyordum.

Bana ne oldu böyle ya?

 

•••

 

"Allah'ın adını verdim sal beni, Ebru!" dedim sitem içinde.

"Ya Allah Allah, benim için bir şey yapsan olmaz mı?" Neymiş efendim Okan'dan hoşlanıyormuş taktik istiyormuş.

Sanki ben malım, bunu bilmiyorum.

"Ebru'cuğum," dedim sahte gülümsemeyle.

"Efendim, aşkım."

"Seni öldürürüm."

"Ama niye ya?"

"Kızım taktik maktik yok. Git aşkını haykır yüzüne. Zaten Okan da senden hoşlanıyor." Telefondan bir çığlık sesi gelince yüzümü buruşturdum. Yogaya tam adapte olduğum sırada Ebru aramış ve pozitif anımı bölmüştü.

"Ciddi misin?"

"İkinizinde aşk gözü kör. Gerçekten. Ay yeter, içimi baydınız. Kapat." Telefonu Ebru'nun yüzüne kapattıktan sonra telefonu kenara koydum. Salon için randevu saatim yaklaştığı için yukarı çıktım. Spora gitmek iyi olabilirdi.

Hem bu kaslar erisin diye yapılmadı.

Dünyadaki en güzel kızım diyemem ama kumral saçlarım, yeşil gözlerim, 1,72 boyum ve kaslı vücudumla Türkiye ideallerinin üstündeydim. Ve bedenimi başkalarına iyi göstermek için değil kendimi pozitif hissetmek için formumda kalmaya dikkat ediyordum.

Ayıptır söylemesi, bu konuda biraz pimpirikliyimdir.

Odama geçip spor çantamı ayarladıktan sonra üstüme hasta bedenimle kendimi rahat hareket edebileceğim bir eşofman ve sporcu sütyeni çıkardım. Dönüşte duş alıp geleceğim için yedek kıyafetlerimi de çantama koydum.

Çantamı aldıktan sonra salondan telefonumu alıp evden çıktım. Arabamı anahtarla açıp bindim ve spor salonuna sürdüm.

Kendimde en sevmediğim huyum sanırım fiziksel olarak güçlü olsam da zihinsel olarak epey duygusal olmamdı. Hatta sanırım değil gerçekten öyle. İnsanlar olarak insanların ne düşündüğünü fazla kafamıza takıyorduk. Onların bizim hakkımızda iyi- kötü söyledikleri kafamızı kurcalıyordu.

Bundan her ne kadar yakınsam da değiştiremiyordum.

Hayata geliş amacımızı düşünmek ama sonucunu bulamamak da beni delirtiyordu. Her gün aynı döngüydü ve ben sıkılıyordum. Sevdiğim işi yapsam bile bir süreden sonra bunalma denilen kavram tepeme çıkıyordu.

Çünkü başka yapabileceğim bir şey yoktu.

O güzel lise zamanlarımı atlatmış, gençliğimi yaşamıştım. Şimdi de bir yetişkin olarak sevdiğim adamla evlenip çoluk çocuğa karışmam gerekiyordu. Her ne kadar evlilik aşkı öldürür algısına inansam da özeniyordum evli insanlara. Elimde olmuyordu işte.

Belki de gerçekten 6 hafta sonunda Buğra'yı unutup yoluma bakmalıydım. Yeni insanlar tanıyıp yuvamı kurmalıydım.

Ama o 6 yıl ne olacak?

Hafızalardan tamamen silinecek.

Spor salonunun karşısına arabayı park edip indim. Kapıların kitli, camların da kapalı olduğundan emin olduktan sonra gönül rahatlığıyla arabamı bırakabildim. Karşıya geçip kapıdan içeri girdim. Girer girmez Burcu beni karşıladı.

"Hoşgeldin." Buraya yıllardır geldiğim için beni tanımayan yoktu. O yüzden güvenlik problemleri gibi temkinlerle uğraşmıyordum.

Bir nevi müdavimiydim buranın. "Hoşbuldum, ne var ne yok?"

"İyi valla ne olsun. Koşuşturma. Sende? Yoktun uzun zamandır. Gülşen'e birkaç hafta gelemeyeceğim, demişsin." Gülşen özel koçum olduğu için ona birkaç hafta dersleri iptal etmek istediğimi söylemiştim.

"Birkaç aksilikler oldu, boşver. Şimdi geri döndüm."

"Umarım bir daha kaybolmazsın. Buğra da zaten seninle birlikte geliyordu ama artık hiç gelmiyor. Polat izin istedi, dedi." Yalandan güldüm.

"Bizim özel koçlar da her şeyi söylemiş." dedim şakasına.

"Öyle oldu. Biliyorsun Polat her şeyi söyler bana." Yeter artık sevgili görmek istemiyorum.

"Allah ayırmasın ne diyeyim? Ben biraz yalnız antrenman yapayım. Randevum yok zaten. Üst kattayım."

"Tamam, canım." Burcu'yu bırakıp merdivenlere yöneldim. Yukarı salona çıktım. Hafta içi olduğu için tek tük insanlar vardı.

Önce saçlarımı yukardan at kuyruğu yaptım, sonra da almayan telleri yüzümü rahatsız ettiği bir bandayla geriye çektim. Koşu bandının üstüne çıkıp önce orta hızla başladım. Biraz adapte olmaya ihtiyacım vardı.

20 dakikalık koşudan sonra bandın üstünden indim. Kullanacak alet ararken kapıdan giren Buğra daha çok sinirimi bozmuştu.

Şaşırdık mı, hayır.

Umursama kızım ya.

Evet ya, umursamayacağım. Cehenneme kadar yolu var.

Yanlış bir tabir oldu ama olsun. Onu umursamadan ağırlıklara yöneldim. Bedenim hastalıktan dolayı bitik olduğu için bir elime 10 kiloluk dambıl alarak başladım. Birkaç haftadır partik yapmadığım için kaslarım ağrıyordu o yüzden kendimi sanki Buğra'yı eziyormuş gibi hayal ederek hıncımı dambıldan çıkardım.

Biraz ağırlıklılarla yaptığım antrenmandan sonra boksa gitmek için ayaklandım. Buğra da etrafta olmadığı için biraz rahatlamıştım. Ben 10 kiloluk dambıllarla kaldırırken o 50 kilo kaldırıyordu halterle. Yattığı yerde kaldırdığı halterle kasları geriliyordu ve ben etkileniyordum.

Miray!

Tamam ya.

Boks odasına yürüdüm ve içeri girdim. Camları siyah kaplı olduğu için içeriyi görememiştim ve haliyle içeride Buğra olduğunu bilmiyordum. O da beni farkedince birkaç saniye bakışmıştık.

O yeşil gözlerine nefretle bakıyordum.

Ondan gözlerimi çekip kapıya yürüdüm.

"Ne oldu? Benimle boks yapacak cesaretin yok mu?" İçeride başka kimse olmadığı için rahat konuşuyordu.

"Seninle boks yapmaya niyetim yok." dedim arkam dönük. Tam kapıyı açacağım sırada ayaklarımın ucuna eldivenleri fırlattı.

"Ama benim var." dedi inatla. "Eskiden yaptığımızda olduğu gibi kaybetmekten mi korkuyorsun?"

Korkuyordum ama senden daha çok etkilenmekten

"Korku mu? Senden korkan senin gibi olsun."

Yere eğildim ve eldivenlerimi elime aldım. Onları elime geçirdikten sonra bantlarını takamamıştım. Uzun uğraştan sonra takabildim.

Sanırım Buğra yardım etmek için üstüme gelmeye başlayınca bir anda oluvermişti.

"Ama boşu boşuna olmayacak." dedi gözlerimin içine bakarak.

"İddia diyorsun?"

"Aynen öyle diyorum."

"Dinliyorum." dedi tok bir sesle.

"Ben kazanırsam annemin yanında sevgili rol yapacağız." Ofladım. Hala mı orası ya?

"İyi. Ama ben kazanırsam," diyip duraksadım. Bunu gerçekten diyebilecek miydim?

"Sen kazanırsan?" dedi alayla. Bulamadığımı düşünmüştü ama bulmaktan çok söylemek zordu.

"Ben kazanırsam bir daha karşıma çıkamayacaksın." dedim tek nefeste. Hiç umrunda olmadan başını salladı.

"Kabul." Ellerimi havaya kaldırıp göğüs hizamda tuttum.

İlk hamleyi yapmak için ona yaklaştım. Ona yumruk yaptığım sol elimi omzuna uzatır gibi yaparken ters köşe yaparak sağ elimi geçirmek üzere omzuna yönelttim ama o bunu yememişti. Eliyle sağ yumruğumu havada yakalamıştı.

"Kendini yenilemen lazım." O an o kadar sinirlenmiştim ki dizimle beklemediği bir anda kasıklarına vurdum. Acı dolu bir inlemeyle geriye çekildi.

"Hassiktir," dedi acıyla. "Bu bana bir puan yazar." Doğru ki bunu unutmuştum.

Canıma değsin.

"Abartma, çok sert vurmadım."

"Gelecekteki soyumu çürüttün. Ananı sikeyim." dedi eliyle hala şeyini kapatırken.

"Abartma." dedim umursamayarak.

Onu, rahat toparlanması için arkamı dönüp bir iki adım attım. Hiç beklemediğim bir anda yüz üstü yere yapışınca göğsümden gelen acıyla inlememi tutamamıştım.

"Ne halt ediyorsun sen?" dedim acıyla inlerken. Üstümde bir öküz oturduğu için nefes almak epey zordu. "Kalk üstümden deve."

"Deveni siksinler, Miray." Başımın iki yanına kollarını yerleştirdi. Eğer sırt üstü uzanıyor olsaydım yaşayacağımız pozisyonu düşünmek dahi istemiyordum.

Miray, ezdirme kendini!

Ne yapayım ya olmuyor.

Sağ yanımdaki kolunun üzerine uzun açık mavi ojeli tırnaklarımı geçirdim.

"Ananı sikeyim." dedi inleyerek ve kendini sağa attı. Ben kalkıp ettiği küfüre sinirlenerek ayağına bir tekme attım.

"Karıştırma lan anamı! Eşek herif!"

"Eşek herif diyene bak. Cadı karı!"

"Senin cadı karı diyen ağzını kırarım, şerefsiz!"

"Gel de kır! Şam şeytanı!" Sinirimi alamayıp üstüne atladım. O yere kapaklanınca göğsüne ve omzuna yumruklar sıralamaya başladım.

"Benim bile ağzımı bozdurdun, pislik!"

"Senin ağzın hep bozuktu, gerizekalı. Bana yalan atma!"

"Asıl sen yalan atma, nankör!" derken bile omzuna yumruklarımı geçiriyor, sinirimi atıyordum. Bir anda elleri sırtımı buldu ve ben ne olduğunu anlayamadan o üstte ben altta kaldım. Ona yumruk atan kollarımı da yakalamış başımın üstünde sabitlemişti.

"Kalk üstümden, deve!" İçine sinirli bir nefes çekti.

"O deveyi alır senin götüne sokarım, Alçin." Yüzümü buruşturdum.

"İğrençsin, sapık. Kalk üstümden." Tam kalkmaya yeltenlendiği sırada bizi çok geren bir şey oldu.

Biri hatta birileri bizi kameraya mı çekiyordu?

Hassiktir...

 

***

 

Yeni bölümde görüşürüzzzzz, okuyucularım...

 

ÖPÜLDÜNÜZZZZ

Loading...
0%