Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm

@kisakursunkalem

Özenle hazırladığım sofraya son kez bir eksik var mı diye baktım. Hayır, hiçbir eksik yoktu. Her şey tastamamdı.

 

Üzerimi zaten giymiştim. Uzun ama bol, mavi, belden oturtmalı, kısa kollu elbisemi giymiş ve uzun, dalgalı, kahve saçlarımı serbest bırakmıştım. Boynuma da birazdan gelecek olan kocamın hediyesi, ucunda minik kelebeği olan kolyemi takmıştım. Bir kolumda saatim, diğerinde ise rahmetli babamın hatırası bilekliğim duruyordu. Onu zaten çıkarmadığım için yeni değildi. Ama bu elbiseme de çok uymuştu.

 

Koskoca evde yalnızdım ve eşimi bekliyordum. Bugün onun doğum günüydü. Pastasına ikimizin resmini de koydurtmuştum. Aslında ilk önce aklıma bir iş adamı olmasından dolayı şirket fotoğrafı gibi şeyler yaptırmak gelmişti ama bu akşam işle ilgili konuşmak istemiyordum. Üstelik bu aralar işleri sıkışmış gibiydi. Yani pek anlamadım aslında ama biraz yoğun gözüküyordu. Evliliğimizin ilk haftasında bu yoğunluk neyin nesiydi pek anlamamıştım ama onu sıkmak da istemiyordum. Yoğunluk bu zaman denk gelmişti belli ki.

 

Aslında bana karşı evlendiğimizden bu yana da biraz soğuk davranıyordu. Öyle ki ilk gece de dahil olmak üzere hep ben uyuduktan sonra odaya geliyor ve ben uyanmadan evden çıkıyordu. Yani eğer gece uyumazsam ancak yüzünü görebiliyordum. Bunu da iş yoğunluğuna bağlıyordu ama bence biraz abarttı. Yani ne bileyim çok farklı ilerliyordu her şey.

 

Evlenmeden iki ay önce babamı kaybetmiştim. Babamın ortak olmayı düşündüğü adamdı Semih. Fakat babam vefat edince bu işleri de bozulmuştu ve tek varisi bana kalmıştı her şey. Ben de işlerden pek anlamadığım için babamın sağ koluna devretmiştim işleri. İmza yetkisi hala bendeydi fakat işlere Tamer bakıyordu.

 

Semih'le de ben şirkete gitmeye başlayınca tanışmıştık. Ondan önce de cenazede görmüştüm. Bana bu süreçte çok yardımcı olmaya çalışmıştı. Sürekli yanıma geliyordu. Bazen şirketle ilgili bazen babamla ilgili konuşuyordu. Hep etrafımdaydı. Biraz zaman geçince bana beni sevdiğini ve ciddi düşündüğünü söylemişti. Ben de zaten duygusal olarak boşluktaydım ve o bana iyi geliyordu. Ayrıca ben de onu sevdiğim için olumlu konuşmuştum. Kısa zaman içinde evlenme kararı almıştık ama tabii bu kadar erken değil. Annemin rahatsızlığı bütün dengeyi bozmuştu. Beyninde tümör vardı ve bu iyi huylu olanlardan değildi. Doktorlar çare bulamadığı için elimizden de bir şey gelmiyordu. O da durumunu biliyordu. Bana her fırsatta "Kızım zaten ömrüm kalmış şurada az bir şey. Senin mürvetini görmezsem gözüm açık giderim. Seviyorsunuz zaten birbirinizi evleniverin işte." deyip ısrar etti. Ben de zaten sevdiğim adamla evleneceğim için bir şey diyemedim. Sadece biraz hızlı oldu her şey o kadar. Semih de memnundu bu durumdan. Hiç itiraz etmemişti.

 

Anneme her gün ziyarete gidiyordum elbet ama durumdunda hiçbir değişiklik yoktu. Sadece ben evlendim diye çok mutlu. Fakat benim evliliğim de çok normal değil. Ama olsun, zamanla düzelmeyecek bir şey değil.

 

Kapının tıklanmasıyla üzerimi düzeltip kapıya gittim. Delikten onun geldiğine emin olunca hemen kapıyı açıp gülümsedim.

 

"Hoşgeldin."

 

O da yarım ağız gülüp beni baştan aşağı süzdü.

 

"Hoşbuldum." deyip gözleriyle elbisemi gösterdi. "Güzel olmuş."

 

İçeri girdikten sonra hızlıca yanaklarımı öper gibi yapıp salona geçti. Kokusunu garipsemiştim ama belli etmeyip kapıyı örttüm. Ardından ben de salona geçtim.

 

"Vaay, neyi kutluyoruz?" dedi hiç onun tarzı olmayan bir konuşma şekliyle. "Pastaya bakılırsa bizimle ilgili bir şey. Yoksa ilk haftamızı mı kutluyoruz karıcığım?"

 

Ona tuhaf tuhaf bakarken sofradaki kurabiyelerden birini alıp ısırdı.

 

"Bunu da ben seviyorum diye yaptın sanırım. Canım ya nasıl da düşünceli." dedi dalga geçerek.

 

Korkmaya başlamıştım. Bu adamda kimdi böyle? Benim tanıdığım Semih nerede?

 

"Şuna bak ya şaşırdı kaldı. Alış kızım bunlara, ben hep böyleyim."

 

Hayır hayır gerçekten bu benim tanıdığım Semih değildi. Böyle yapması için ne bileyim kafasına bir şey düşmesi falan lazımdı herhalde. Ya da ne bileyim...

 

Bir saniye!

 

Yavaşça ona yaklaşıp karşısına geçtim. Şuan fark ettiğim koku daha da ağırdı. Yoksa bu adam... Hayır alkol almış olamazdı değil mi?

 

"Semih sana ne oldu? Niye böyle konuşuyorsun? Bir şey falan mı içtin ne bu halin?"

 

Hal ve hareketleri gayet normaldi. Ama konuşması hiç onun değildi. Bu şekilde gevşek ve saçma sapan konuşmazdı o.

 

"Ne oldu küçük hanım, alkol aldık diye eve almayacak mısın beni yoksa?" dedi bana yaklaşarak. Şu haline bakın, bana karşı tavrına bakın. Bu adam niye bu haldeydi ya?

 

"Ne saçmalıyorsun Semih sen? Git bir duş al kendine gel. Şu haline bak, tanıyamıyorum seni. Hem niye içtin ki sen? Hiç yapmazdın böyle..."

 

Hayal kırıklığı tüm bedenimi sarmışken gözlerimin dolmaması için kendimi zorluyordum.

 

Bana iyice yaklaşıp ellerini belime attı ve beni kendine yapıştırdı.

 

"Öyle mi? Nasıl biriymişim ben peki? Anlatsana biraz." deyip yüzlerimizi iyice yaklaştırdı. Kollarını tutup onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama mümkün değildi. Sarhoşken bile bu kadar dirayetli olması normal miydi?

 

"Semih bırakır mısın beni? Bak şuan hiç iyi değilsin. Ne yaptığını bilmiyorsun. Geç otur şuraya. Ben de sana kahve yapayım. Belki ayılırsın."

 

Semih beni umursamayıp daha da yaklaşırken son çare başımı göğsüne koyup bekledim. Ancak bu şekilde istediğini yapamazdı.

 

"Ama karıcığım bu kadar utangaç olma. Kocanım ben senin."

 

Bir şey söylemeyip beni bırakmasını bekledim. En son oflayarak beni bıraktığında koşar adım mutfağa gidip en sertinden kahve yapmaya başladım.

 

Onu gerçekten tanıyamadım. Yani benim sevdiğim adamdan eser yoktu. Tamamen farklı biriydi ve alkol falan da kullanmıyordu. Ne zaman bu hale geldi, ne oldu da alkol işti hiçbir şekilde anlamıyordum. Kafam allak bullaktı.

 

Kahve olduğunda küçük bir tepsi alıp fincana doldurdum. Kahveyi tam elime almıştım ki bir silah sesi duydum. Tepsiyi olduğu yere koyarken tekrar silah sesi geldi fakat bu sefer cam kırılma sesi de gelmişti. Olduğum yerde sıçrarken ağzımdan istemsiz bir çığlık kaçmıştı. Yanımda silahım olmadığı için savunmasızdım. Koşarak çekmeceden elime bir bıçak aldım. Aynı zamanda da Semih'e bağrıyordum.

 

"Yazgı kal orada, gelme sakın!" diye bağırdığında kapının yanına geçip ben de bağırdım.

 

"Sen de gel Semih! Çık o odadan!" diye avazım çıktığı kadar bağırdım ama cevap gelmedi.

 

Silah seslerinin ardı arkası kesilmiyordu. Sürekli camlar parçalanıyor eşyaların yere düşme sesi geliyordu. Salondan gelen diğer silah sesiyle Semih'in de ateş ettiğini anlamıştım. Fakat çok korkuyordum. Bu kadar ateş edilmesine karşın Semih'in oradan sağlam çıkması çok zordu.

 

Onu oradan çıkarmak için tam kafamı çıkarmıştım ki buraya ateş edildi. Ne yaparsam yapayım her hamlemde bana ateş ettiler. Mutfaktan çıkmama imkan yoktu. Burada sıkışıp kalmıştım.

 

Tüm gücümle Semih'e bağırıyordum. Yapabildiğim tek şey buydu. O içerde canıyla uğraşırken ben buradan çıkamıyordum. Kafayı yemek üzereydim. Elimden bir şey gelmiyordu.

 

Silah seslerinin ardı arkası kesilmezken içeriden gelen silah sesi susmuştu. Semih ateş etmeyi bırakmıştı. Acaba mermisi mi bitmişti ki? Neden durmuştu bu adam!

 

"Semih!"

 

Tüm gücümle bağırırken beni duymasını umuyordum. Ama asla ses vermiyordu.

 

"Semih ses ver! Semih! Duyuyor musun?!"

 

İçeriden gelen inleme sesiyle yaşadığını anlamıştım ama yaralanmıştı belli ki.

 

"Şimdi oraya geleceğim seni çıkarmaya! Dayan Semih lütfen!"

 

Bağırmamla birlikte bütün riskleri alarak can havliyle kendimi koridorla salonu bağlayan duvarın arkasına attım. Arkamdan atılan sayısız kurşun bana denk gelmemişti. Benim atlamamla birlikte silah sesleri önce azaldı sonra da aniden kesildi. Bunu fırsat bilip koşarak Semih'in yanına gittim. Yerde kanlar içinde yatıyordu. Kısık çıkan inlemelerinden ölmediğini anlamıştım ama çok kurşun yemişti.

 

Onun yanına diz çöküp yüzüne dokunmaya çalıştım.

 

"Semih! Semih lütfen ses ver! Lütfen! Semih bana bak! Kendine gel!"

 

Kapının kırılma sesiyle beraber elimdeki meyve bıçağını avucumda saklamaya çalıştım ve ayağa kalktım. İçeriye bir sürü silahlı adam girdikten sonra iri bir adam hepsinden rahat bir tavırla gelmişti. Hale bakılacak olursa bu adam bunların ele başıydı. Bunlar da onun adamları!

 

"Siz kimsiniz?! Hangi hakla yaptınız bunu?! Kocamdan ne istediniz?! Bizden ne istiyorsunuz?! Kimsiniz ya siz?! Kim?!"

 

Ele başları elleri cebinde beni izlerken hiçbir şey yapmıyordu. Sadece adamları her taraftaydı. Beni yakalamaları sanilerini alırdı muhtemelen.

 

Adam sessizce bana yaklaşınca bağırdım.

 

"Yaklaşma bana!"

 

Beni umursamayıp iyice yaklaşınca gözlerimi karartmıştım.

 

"Bana dokunacak olursan seni öldürürüm!" diye tısladım. "Ne istiyorsun söyle!"

 

Bana uzun uzun bakmaya başlayınca gözlerimi kaçırıp Semih'e baktım. Öfkeyle onun yapacağı hareketi beklerken tekrar ona baktım. Gözlerini saniyelik Semih'e çevirip tekrar bana dönmüştü. Kaşlarının çatıldığını fark ettiğimde son kez bana dikkatle bakıp arkasını döndü ve ilerledi.

 

"Alın ikisini de!"

 

Sertçe adamlara bu emri verdiğinde adamlar hareketlendi. Dört kişi bize yaklaşmaya başlayınca bağırdım yine.

 

"Yaklaşma! Uzak dur! Öldürürüm hepinizi duydunuz mu?!"

 

Fakat hiçbir fayda vermedi. Bir tanesi kolumdan tuttuğu an diğerine fırsat vermeden kolumu tutana kafa attım. Diğerine ise yüzüne dirseğimi geçirdim. İkisi birkaç saniyelik benden uzaklaşırken diğerleri gelmeye başladı.

 

İlk gelenin bacak arasına tekme atıp diğerine yumruk savurdum. Ters dönüp arkadaki ikisinin de yüzüne tekmeyi geçirdiğimde gelenlerin sayısı artmıştı. Yandan iki kişi kollarımı tuttuğunda hareket edemez haldeydim. Onlardan destek alıp önümdekine iki ayağımla tekme attım. O yerle buluşurken sağdakine elimdeki bıçağı saplayıp ondan kurtuldum. Sapladığım yerden çıkardığım bıçağı sol taraftakinin koluna sapladım. Oradan da çıkarıp yaklaşan herkese bıçak savurmaya başladım ve kendimi duvar kenarına aldım. Onlar bana yaklaşamazken hala neden silah kullanmadıklarını anlamamıştım. Etrafıma baktığımda Semih'i götürdüklerini fark ettim.

 

"Nereye götürdünüz Semih'i?"

 

Hepsi durmuş bana bakarken neden durduklarını anlamamıştım. Gözlerim o ele başlarına gittiğinde elleri cebinde beni izlediğini fark ettim.

 

"Lan şerefsiz nereye götürdün Semih'i?" diye bağırdım ona. Adam bana yaklaşmaya başlayınca yine bağırdım.

 

"Yaklaşma! Yaklaşma öldürürüm seni!"

 

Yürümeye devam edip gelebildiği kadar yakına geldi. Daha da yaklaşmaya niyetinin olduğunu anlayınca bıçağı savurmaya başladım. Üç dört hamlemden ustaca kurtulduktan sonra o saldırıya geçti. Bıçakla karşılık verirken elime vurmasıyla bıçak elimden düştü. Biraz daha yaklaşmaya başlayınca yumruk savurdum. Son anda kurtulurken bir an bile fırsat vermeyerek saldırmaya başladım. O sadece kendini savunurken ben asla durmadan saldırıyordum. Kısa bir süre böyle devam ettikten sonra bir şekilde kolumu yakalayıp ters çevirdi. Kolumu çevirince istemsiz birbirimize yaklaştık. Bunu fırsat bilerek ona kafa atacaktım ki yine kurtuldu. Sonra aniden diğer elimi de tutup tek eliyle iki elimi kavradı. Sonra da plastik bir kelepçeyi takıp iterek ilerlememi sağladı.

 

"Bırak!" diye tısladım. Her ne kadar boş olsa da bu dediğim. "Bırak beni dedim sana!"

 

"Çeneni kapa yoksa iyi olmayacak!" diye tısladı o da arkamdan. Beni evden çıkarmaya çalıştığında el mecbur konuştum.

 

"Paltomu alayım!"

 

Bu kadar adam beni açık saçık görmüştü. Can havliyle tesettürümü de unutmuştum. Paltoyu giyersem en azından kollarımı ve saçımın bir kısmını kapatabilirdim.

 

Adam önce durdu, ardından da üzerindeki paltoyu çıkarıp omzuma koydu.

 

"Senin kıyafetini istemiyorum. Sadece paltomu istedim." dediğimde sinirle soluyup konuştu.

 

"Biraz daha konuşursan bunu da alırım." dedi paltoyu gösterip. Sonra boynundaki geniş atkıyı da çıkarıp başıma ve boynuma doladı. Her ne kadar iğrensem de bir şey diyemedim. En azından biraz kapanabilmiştim.

 

Ayakkabılarımı giyip evden çıktıktan sonra beni iterek yürütmeye devam etti. Bahçeye baktığımda bizim korumaların hepsinin yerde yatıyor olduğunu gördüm. Hepsini vurmuşlardı. Beni zorla siyah bir arabaya bindirmeye çalıştı ama çok direniyordum. Zor da olsa bindirdiğinde o da benim yanıma bindi. Ön tarafa da iki adam bindiğinde beni hala tutuyordu. Çıkarabildiğim tüm zorlukları çıkarıyordum ama fayda vermedi. Arabayı çalıştırdıklarında bunun gibi üç araba önümüzden gitti. Arka tarafa baktığımda bir üç tane daha olduğunu gördüm. Arabanın kapısını kilitledikleri için istesem de açamazdım. Yanımdaki adam çok sakin bir şekilde önüne bakarken ondan olabildiğince uzaklaşıp kapıya yapıştım. Bana ters bir bakış atıp önüne döndü. Ellerimi çok sıkı bağlamıştı. İmkanı yoktu çıkaramıyordum. Sinirle ona dönüp konuştum.

 

"Nereye götürüyorsun beni?"

 

Bana bakıp tekrar önüne döndü.

 

"Heey! Sana diyorum, nereye götürüyorsun beni?!" diye sesimi yükselttim bu sefer. Bana bakmayıp konuştu.

 

"Bağırıp çağırman boşuna. Sakince bekle birazdan göreceksin zaten." dedi çok normal bir şey söyler gibi. Sinirim zaten tepemdeydi. Aklım Semih'teydi. Kafayı yemek üzereydim ve bu adam çok sakindi!

 

"Ne sakini ya ne sakini!" diye bağırdım. "Neyden bahsediyorsun sen ya? Az önce evimi tarayıp kocamı ve beni rehin aldın, rehin! Üstelik kocam vuruldu kaç yerinden! Kim bilir nereye götürdünüz onu! Ne yaptınız! Bana ne yapacaksınız o da belli değil! Nereye götürüyorsunuz derdiniz ne bir cevap versenize! Kocama-" dediğim sırada eliyle ağzımı kapatıp dibime kadar girdi. Gözlerimin en içine bakarken göz renginin simsiyah olduğunu fark ettim. Ona korkmadığımı belli ederek bakmaya çalışırken tıslar gibi konuştu. Şuan tek korkum Semih'e kötü bir şey olmasıydı.

 

"Eğer bir daha o ite kocam dersen senin gözlerinin önünde canını almasını bilirim. Anladın mı beni?"

 

Her kelimenin üstüne basarak konuşurken öfkeden delirmek üzere olduğunu fark ettim. Ama eğer dediği şeyi yaparsa buna dayanabilir miydim, bilmiyorum.

 

Elini çekmeden önce tekrar konuştu.

 

"Şimdi ağzını açtığımda tek kelime edersen ağzını bantlarım başına da çuval geçiririm. Yolculuğa öyle devam edersin." deyip elini çekti. Sonra da eski yerine geçip önüne bakmaya devam etti. Ona tiksinerek bakıp ben de önüme döndüm. Çuvalla gitmektense susmayı tercih ederdim.

 

Yol boyunca geçtiğimiz yerleri inceledim belki bir şekilde geri dönebilirim diye ama mümkün değil anlaşılmıyordu. Sadece bir orman yolunda gittiğimizi anlamıştım. Etraf zifiri karanlık olduğu için hiçbir şey anlaşılmıyordu. Anlaşılsa ne olurdu ki? Her taraf orman işte!

 

Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra araba durmuştu. Diğerlerinin de durduğunu fark edince geldiğimizi anlamıştım. Yanımdaki adam arabadan çıkınca diğerleri de çıktı. Hemen sonra benim kapım da açılınca başka bir adam beni arabadan çıkarttı.

 

"Dokunma ben çıkarım!" diye tıslayıp çıktım arabadan. Şuan kaçsam da hiçbir anlamı yoktu. Yakalamaları an meselesi olurdu ki yakalayamasalar bile kurt falan yerdi herhalde beni. Ele başları dediğim adam biraz ilerde yanımdaki iki adama işaret verip gitti. Ne yapacaklarını anlamamıştım ama iki kişi kollarımdan tutup beni önünde durduğumuz villaya doğru götürmeye çalıştı.

 

"Sıkma kolumu! Ben kendim giderim, bırak!"

 

Adamlar beni dinlemeden götürmeye devam ederken yanımda oturan adamın olduğu yere bakıp bağırdım. Evin hemen yanındaki depoya benzer yere gidiyordu. Ondan önce de oraya girenler olmuştu.

 

"Semih nerede? Ne yaptınız ona?" Tepki vermeyince devam ettim. Tabii hala eve götürülüyordum.

 

"Heey! Sana diyorum! Ne yaptın Semih'e?"

 

Adam bana yandan bir bakış atıp yürümeye devam etti. O sırada da beni eve sokmuşlardı bu iki maganda.

 

Ev kocamandı ve gri ağırlıklı dizayn edilmişti. Öyle ki duvarlar bile koyu gri rengindeydi. Adamlar beni merdivene doğru yürüttüğünde merdivenin kenarında bir kapı olduğunu fark ettim. Merdivenleri çıktığımızda dört beş tane oda gördüm. Beni en ortadaki odaya soktular. Oda büyük ve ferahtı. Siyah ve gri ağırlıklı döşenmişti ve bir yatak odasıydı. Adamlardan biri elimi çözmek için hamle yapınca uzaklaşıp paltonun kenarından ellerimi çıkardım.

 

"Çöz."

 

Adam elindeki bıçakla beni çözdükten sonra diğeriyle beraber odadan çıktılar. Ardından gelen kilit sesiyle bu odada mahsur kaldığımı anlamıştım. Arkamdaki yatağa oturup başımı ellerimin arasına aldım. Aklım tamamen Semih'teydi. Kaç yerinden vurulmuştu ve bunca zaman ne olduğunu ne yaptıklarını bilmiyordum. Eğer müdahale etmemişlerse kan kaybından ölebilirdi! Gördüğüm kadarıyla göğsünde ve başında silah yarası yoktu. Ölümcül sayılmazdı ama kan kaybı çoktu.

 

Kafayı yemek üzereydim. Bu adam hem kocamı vurup hem de beni esir almıştı. Semih'i neden vurmuştu? Onunla derdi neydi? Ve niye bu adamlar mafyaya benziyordu? Semih'in böyle adamlarla ne işi olurdu? Semih'i alıp nereye götürdüler? Semih iyi mi? Ona ne yapacaklar? Bana niye bir şey yapmadılar?

 

Kafamda milyon tane soru dolanırken başımın ağrıdığını hissettim. Ellerimle başımı ovup neler yapabileceğimi düşündüm. Ama aklıma bir şey gelmiyordu. Şuan elim kolum bağlıydı. Bir şey yapamıyordum.

 

Her an içeriye bir adam girebilirdi. Oturduğum yerden kalkıp etrafa baktım. Saçımı bağlayabilecek bir şey aradım. Önce yatağın kenarındaki komidinlere baktım. Sonra dolapların içine ve yine bulamayınca odadaki diğer kapının yanına gidip açtım. Burası banyoydu. İçeri girip dolapları aradım. Çekmecelere ve kapaklara baktım. En sonunda havluların yanında şerit şeklinde bir ip bulabilmiştim. Lastiğin yerini tutmazdı ama beni idare ederdi. Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Ellerimi tarak olarak kullanıp saçlarımı düzelttikten sonra toplayıp at kuyruğu yaptım. Bir elimle tuttuğum saçlarımın altından şeriti geçirip üstten sıkıca bağladım. Ellerimle saçımı tekrar düzeltip bu sefer topuz yaptım. Ardından elimdeki şeriti topuzun etrafında çevirip tekrar bağladım. Düzgün bir topuz yaptıktan sonra içeriye geçip dolapları karıştırdım. Bir erkek odasında eşarp tarzı bir şey aramak pek akıl karı olmazdı. Ama en azından bere gibi bir şey bulabilirsem saçlarımı örtebilirdim. Çekmecelerden birinde bir sürü bere bulunca siyah olanı hemen alıp dikkatlice başıma geçirdim. Ardından sweetlerin olduğu kapağı açıp siyah bir sweet aldım. Her ne kadar bunları giymek istemesem de kollarım açıktı. Giymek zorundaydım. Aldığım siyah sweeti de elbisemin üstüne giydikten sonra bir tane de ince atkı bulup boynuma doladım. Sweetin kapşonunu da başıma geçirince artık tereddüt etmem gereken bir şey kalmamıştı. Elbisem zaten uzun olduğu için bacaklarımı örtüyordu. Ama bir dakika! Elbisenin altında kısa bir tayt vardı. Böyle bir ortamda çok riskliydi.

 

Sıkıntıyla dolaptan bir de eşafman altı çıkardım. O da siyahtı. Bana büyük gelirdi ama ipini sıkarsam belimden düşmezdi. Hızlıca onu da giyip ipini sıktıktan sonra hazır bir şekilde ayakta bekledim.

 

**

 

Saatlerdir buradaydım ama ne gelen vardı ne giden. Stresten kafayı yemek üzereydim ve çok korkuyordum Semih'e bir şey yapmalarından. Bu saate kadar ne yaptılar, neredeler bilmiyordum. Odadın içinde volta atmaktan yorulmuştum. Kaç kere kapıya vurmuştum ama kimse gelmemişti. Odayı incelemiştim işime yarayacak bir şey bulabilirim umuduyla. Sadece jilet vardı. Sweetin cebine koymuştum onu da.

 

Yürümekten yorulup yatağa oturdum. Ellerimi tekrar başıma koyduğumda başımın ağrısı da artmıştı. Bir süre kafamı sıkıp ağrının azalmasını bekledim ama olmuyordu işte. Saatlerdir bu ağrı geçmek bilmedi. Oturduğum yerden tekrar kalkıp odadaki balkona çıktım. Aşağıda adamlar gözükmüyordu. Yere olan uzaklığıma baktım, biraz yüksekti. Atlasam muhtemelen bir yerimi kırardım. Yine de kenarları inceledim. İnebileceğim oyuntular olup olmadığına baktım.

 

Balkonun en köşesine geldiğimde su borusunu fark ettim. Karanlıkta pek belli olmuyordu ama şuan tam net görebiliyordum. Borunun sağlamlığını kontrol ettim. Demirlerle duvara sabitlenmişti. Aşağısına baktım, beton zemin. Demirlerin aralıkları aşağı yukarı bir metreydi. Bu da benim işime geldi.

 

Tüm cesaretimi toplayıp balkonun cam duvarının arkasına önce sağ ayağımın ucunu basıp sabitledim. Ardından sol ayağımı da koyduktan sonra dikkatli bir şekilde boruyu tuttum. Bir ayağımla demirlerden birini arayıp bulduktan sonra zar zor sabitleyip diğerini de koydum. Demirler çok ince olduğu için pek vaktim yoktu. Hızlı davranmaya çalışıp borudan kaymaya başladım. Her demirde saniyelik durup dengemi sağladıktan sonra tekrar kayıyordum. Son kısma geldiğimde acele etmek için hızlı kayarken elim demirin sivri kısmına takıldı ve kesildi. İnleyip aşağı indiğimde kanadığını fark ettim. Elimi sweetin cebine sokup kanamayı bastırmaya çalıştım. Etrafı kolaçan ederek ilerlediğimde evin arkasına geçmiştim. Bu kısım ormana bakıyordu. Gözlerimle evin arkasını taradığımda kimsenin olmadığını fark ettim. Sessizce ilerleyip evin diğer ucuna ulaşmıştım.

 

Ele başları olan adam ilerideki depoya gitmişti. Ondan önce de giren adamlar vardı sonra da. Muhtemelen Semih'i de oraya götürmüşlerdi. Çünkü camdan gördüğüm kadarıyla bu tarafta yanan ışıklar vardı.

 

Durup oturmak yerine Semih'in yanına gitmeliydim. Ona ne yaptıklarını öğrenmem lazımdı.

 

Şuan depo tam karşımdaydı ama gördüğüm kadarıyla depo ile ev arasında adamlar vardı. Ve yanlış görmediysem deponun arka kısmında da bir adam dikilmiş duruyordu. Muhtemelen bir arka kapı vardı ve o adam da orada nöbet tutuyordu. Çünkü adamın olduğu yerde karanlıktan zor seçilse de farklı renkte kapıya benzer bir şey vardı.

 

Adamlar buraya bakmasalar hızlı bir şekilde karşıya geçebilirdim. Fakat bir sağa bir sola yürüyorlardı sürekli. Yine tüm riskleri alarak yerden çok küçük olmayan bir taş aldım. Kendimi hazırladıktan sonra arkalarına döndükleri an onların ilerisine doğru taşı fırlatıp kendimi sakladım. Taşın düşme sesini duyduğumda görünmeden onlara baktım. Hepsi tam ters tarafa bakıyordu. Bu fırsatı kaçırmayıp hızla deponun kenarına geçtim. Yine onlara baktığımda eskisi gibilerdi. Derince soluklanıp deponun arka kısmını kontrol ettim. O adam hala oradaydı. Yanına gidemezdim. Beni vurması ya da yakalaması çok sürmezdi. Dikkatini çekmem lazımdı.

 

Birkaç kez ayağımı yere vurup ses çıkardım. Çok dikkat ederek gizlendiğimde ayak sesleri yaklaşmaya başlamıştı. Demek ki duymuş ve buraya geliyordu. İyice kendimi eğilmiş pozisyona hazırladığımda silahın ucunu görmüştüm. Çok seri bir şekilde yerimden çıkıp hızla adamın karnına yumruk attım. O geriye sendelerken silah olan eline vurup silahı düşürdüm. Diğer kolumla da yüzüne dirsek geçirdiğimde iyice geriledi. Saniyesinde yerdeki silahı aldığımda hemen ona doğrulttum.

 

"Kıpırdarsan sıkarım kafana umrumda olmazsın. Sessiz ol ve arkanı dön!" dedim kısık sesimle. Adam yapacak bir şeyi olmadığını anlayınca arkasına döndü. Onun dönmesiyle beraber silahın arkasıyla vurup bayılttım onu.

 

Silahla beraber deponun arka kapısına gidip sessizce açtım kapıyı. Çok az araladığım kapıdan içeriye bakarken en son gördüğüm, yüzü gözü dağılmış olan Semih'in sandalyede oturmuş karşısındaki adamın da ona silah doğrultmuş olduğuydu.

Loading...
0%