@kisakursunkalem
|
Ağrı daha gözlerimi açmadan sertçe beynime vuruyordu. Hafif inleyerek açtım gözlerimi. Bir elimle başımı tutarken diğer elimle de yattığım yerden destek alarak doğruldum. Yine aynı odadaydım. Üzerimdeki kıyafetler aynıydı. Ellerime bir şey bağlamamışlardı. Kapılar ve camlar kapalıydı, etraf aydınlıktı. Sanırım güneş doğmuştu. Ellerimle başımı ovup en son ne olduğunu hatırlamaya çalıştım.
Odadan çıkmıştım, adamları atlatıp o depo benzeri yere gitmiştim. Adamı bayıltıp kapıyı açmıştım. Sonra...
Sonra Semih'i görmüştüm. O adamın ona silah doğrulttuğunu. En son sırtıma vurulduğunu hissetmiştim. Sonrası yok zaten.
Aniden olduğum yerden kalkmaya yeltendiğimde başımın dönmesiyle yatağa düştüm. Niye böyleydim ki ben? Ne yapmışlardı bana? Sadece bayılmakla sabah etmiş olamazdım değil mi? Ne vermişlerdi bana?
Kafamdaki soruları bir kenara atıp tekrar doğruldum. Yataktan kalkıp kapıya doğru ilerledim. Baş ağrısı ve dönmesinden pek düzgün ilerleyemiyordum ama düşmemiştim de. Zor bela kapının kulpunu tutup indirdim. Kitliydi. Tabii ki kitliydi. Tüm gücümü kullanarak kapıya vurmaya başladım.
"Açın şu kapıyı! Heey! Kime diyorum? Açsanıza!"
Sesimi duyduklarını sanmıyordum, daha fazla uğraşmayıp kapının önünden çekildim. Hava almak için pencereyi açmayı denedim, ama açılmadı. Gidip balkon kapısına baktım, o da açılmadı. Sinirle kapıya tekme atıp banyoya girdim.
Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Yüzüm solmuştu. Gözlerimin altında hafif morarma vardı. Ellerime baktım. Bir elim küçük bi sargı beziyle sarılıydı, dün borudan kayarken kestiğim yer. Onlar yapmışlardı belli ki. Bileklerime baktım hafif kelepçe izi vardı. Dokundum, acıyıp acımadığını merak etmiştim. Ama acımıyordu. Sadece izi kalmıştı işte. Suyu açıp ellerimi yıkadım bileklerimi ovarak. Sonra suyu yara olmayan elimin avucunda biriktirip yüzüme vurdum. Kendime gelmem lazımdı. Burada böylece savunmasız gibi gözükmemeliydim. Her şeye hazırlıklı olmalıydım. Bu adamların ne yapacağı belli olmazdı. Üstelik Semih'e ne yaptıklarını hala bilmiyorum. Adam silahı doğrultmuştu ama vurmuş muydu bilmiyorum. Bayılmıştım, göremedim ki bir şey. Çok merak ediyorum. Ona bir şey olmasından çok korkuyorum.
Başımdaki bereyi düzeltip içeri girdim. Tam ne yapacağımı düşünecekken odanın kapısı birden açıldı. Öylece ayakta dikilip karşımdaki adama baktım. O da öfkeli bakışlarını bana göndererek kapıyı kapattı. Hemen başımı çevirip başka yere döndüm. Ne diye gelmişti bu?
Adımları yaklaşırken gözlerim yine ona kaydı. Yavaş yavaş bana yaklaşıyordu. Adımlarını gözlerimle takip ederken ben de geriye gidiyordum. Bu adam bana niye yaklaşıyordu ki?!
"Yaklaşma bana!" dediğimde biraz daha yaklaştı. Bakışlarım ayaklarından ellerine kayarken sıkmaktan kasıldığını fark ettim. Biraz daha yukarılara kayınca saçının başının dağılmış, yüzünün sinirden hafif kızarmış olduğunu gördüm. Üzerindeki gömleğin ilk birkaç düğmesini açmış ve kollarını da dirseklerine kadar katlamıştı. Gözlerimi kaçırıp onun bana yaklaştığı kadar uzaklaştım ondan.
"Demek canını bile tehlikeye atacak kadar seviyorsun o şerefsizi!"
Aramızda aşağı yukarı bir metre kala durmuştu. Tıslar gibi söylediği cümleyle sinirlenip yumruklarımı sıktım. Benim Semih'le olan ilişkimle neden bu kadar ilgilendiğini asla anlamıyordum. Semih'e olan öfkesinin nedenini de. Neden Semih'e zarar verip beni rehin aldığını da asla anlamıyordum.
"O ite kocam dediğin yetmiyormuş gibi bir de onun için canını tehlikeye atıyorsun öyle mi?!"
Bir adım daha atınca yine geriledim. Üstüme geldikçe yumruklarımı daha da sıkıyor iyice geriliyordum. Bu adamın elinde rehindim ben. Bana istediği şeyi yapabilecek bir ortamın içindeydik. Korkuyordum açıkçası. Bana dokunmasından çok korkuyordum. Dövmesi veya işkence etmesinden değil, bana gerçek anlamda dokunmasından çok korkuyordum. İçimden Allah'a yalvarırken bu adamın karşısında güçlü durmaya çalıştım. Beni güçlü görsün ki her şeye cesaret edemesin. Bana sert davransın ama dokunmasın. Benden nefret etsin, iğrensin, uzak dursun. Sadece eziyet etsin yeter ki bana dokunmasın...
Nefesimi kontrol edip cesur gözükmeye çalıştım. Bana yaklaşmaması için tıslar gibi konuştum.
"Uzak dur benden."
Karşımdaki adam yaklaşmayı bıraktığında nefes alış verişlerini sıklaştırmıştı. Sert ve hızlı bir şekilde nefes alıp verirken birkaç adım gerileyip iki elini saçlarına daldırdı. Sertçe saçlarını çekiştirmeye başladığında aynı zamanda arkasını dönmüştü. Birkaç kez saçlarına eziyet edip aniden döndü ve adeta haykırdı bana doğru.
"YA NASIL BU KADAR KÖRSÜN SEN?"
Ondan olabildiğince uzak durup ne demeye çalıştığını anlamaya çalıştım. Ne demek istiyor olabilirdi? Bana kör diyecek kadar beni tanıyor olabilir mi? Hayatımı nereden biliyordu? Benim hakkımda ne biliyordu ki bunları söylüyordu? İlk kez gördüğüm bir adam beni ne kadar bilebilirdi? Semih'i o hale getirdiğine göre düşmanı belliydi. Ama bu adamın benimle işi neydi?
"Neyden bahsediyorsun sen?"
Bana cevap vermek yerine bağırmaya devam etti.
"Kafam almıyor ya gerçekten anlamıyorum! Bir polis memurusun, hafife alınmayacak kadar zekisin, şu it için bile canını tehlikeye atacak kadar cesursun!" dedi ve daha çok bağırarak devam etti. "AMA ETRAFINDA DÖNEN OYUNLARI GÖREMEYECEK KADAR KÖRSÜN!"
Artık 'neyden bahsediyor bu' diye düşünmekten bile sıkılmıştım. Bu adam bana kafayı yedirtecekti galiba. Bana resmen etrafımda bir sürü oyun döndüğünü söylüyordu. Körsün derken neyi kastettiğini anlamıyordum. Etrafımda benim görmediğim ne olabilirdi? Neyi bilmiyorum ben? Neyden haberim yok?
Çatılan kaşlarımla beraber sert bakışlarımı ona gönderdim.
"Açık konuşsana!"
Dişlerini sıktığını çene kemiğinin belirginleşmesinden ve şakağında beliren damardan anlamıştım. Gözlerini kapatıp bir elini beline diğerini de alnına yerleştirdi. Bir süre eliyle alnını ovduktan sonra gözlerini açıp bana yaklaşmaya başladı. Onun her adımında gerilesem de dört duvar arasındaydık. İki duvarın arasına kadar gerileyebilmiştim ama artık gidebilecek yer yoktu. O bana yaklaşmaya devam ederken iyice gerilmiş ve sinirlenmiştim. Öfkeyle durmasını söyledim ama beni dinlememişti. Biraz daha yaklaşıp aramızda en fazla yarım metre kalınca durdu. Ona olan yakınlığımı minimuma indirmek için kendimi duvarla bütünleştirmeye çalışırken bu sefer diğer konuşmalarına göre çok sakin bir şekilde konuştu.
"Hayatın bir oyundan ibaretti ve sen de o oyunun kurbanıydın. Hayatında kim varsa hepsini aklında tut ve sakın onları unutma. Çünkü gerçekleri öğrendiğinde hepsinden ayrı ayrı hesap sormak isteyeceksin. Başta o kocam dediğin şerefsiz ve ölmüş baban olmak üzere."
**
Gri. Çok asil bi renk gerçekten. Ne siyah kadar katı, ne de beyaz kadar sakin. Tam ortası bile değil aslında. Gri çok farklı. Sanki birçok renk karıştırılmış ve saçma çirkin bi renk yerine o renklerin izlerini barındıran özel bir renk oluşmuş gibi. Bağımsız ama aslında bir o kadar da bağımlı. Birçok rengin yansıması gibi aslında ama hepsinden uzak. Çok farklı, özgür ve asil bi renk.
Tıpkı şu duvarda olduğu gibi. Fırça darbeleri öyle kusursuz atılmış ki duvarın herhangi bir yerinde ton farkı bile yok. Tamamı özenle ve çok dikkat edilerek boyanmış belli ki. Öyle ki o duvarın minik pütürleri bile belli olmuyor kolayca. Yaklaşıp çok dikkat edilmesi gerekiyor fark edilebilmesi için.
Düşündüm de, aslında bu renkten çok güzel bi şerit olabilirmiş. Bütün olanları gözler önüne seren bi film şeridi... Baksanıza bütün geçmişimi gözler önüne seriyor. Her ayrıntısını bana anlatmak ister gibi gözüme sokuyor. Başta Semih'le olan ilişkimizin yansımasını görüyorum gri duvarda. Anormal olan, olmaması gereken bir şey arıyorum. Neyi fark etmedim, nereyi atladım anlamak istiyorum. Bir şeyler yanlış olmalıydı. Bir şeyleri fark edememiş olmalıydım. Yanlış giden, yanlış olan şeyler olmalıydı. Bir şeyi atlıyordum belli ki ama neyi? Neyi bilmiyordum ki ben? Nelerden habersizdim?
O adamın her kelimesi beynime işlenmişti sanki. Aklım bas bas bağırıyordu söylediklerini. Her ne kadar inanmak istemesem de geçen son bir yılımın insanlara inanmakla geçtiğinin farkındaydım. Hatırlamadığım her bir anımın onların bana anlattığı kadarıydım ben. Doğru veya yanlış, ailem anlatmıştı bunları bana. Onlara güvenemeyeceksem kime güvenecektim ki? Dışarıda, hayatımın bir oyundan ibaret olduğunu iddia eden o hayduta mı?
Düşüncelerim beni esir aldığı sırada kapı önce tıklandı, ardından da biraz açılıp içeriye bir çanta atıldı. Çantayı atan kişi her kimse benim yüzümü bile görmemiş hatta ben de onun yüzünü görmemiştim. Oturduğum yerden ayaklanmaya fırsat kalmadan çıkmıştı odadan. Oturduğum yataktan kestiğim elime baskı yapmadan kalktım ve odaya atılan siyah çantayı aldım. Yatağın üstüne koyduktan sonra fermuarını açıp içinde ne olduğuna baktım.
Bir sürü kıyafet vardı bunda. Birçok renkten ve türden. Hepsi de kadın kıyafetiydi. Valiz benzeri çantayı kaldırıp içindekileri döktüm tam olarak neler olduğunu görmek için. En az dört beş renkten üçü siyah üçü mavi olmak üzere on tane elbise vardı. Aynı şekilde bir sürü eşarp, bone, çorap ve tayt da vardı. Eşofman, tişört, kazağın hepsinden de azar azar vardı. Hatta sinirlenmeme sebep olsa da iç çamaşırı bile vardı. Bu adamın niyeti iyi değildi belli ki. Daha ne kadar burada kalacağımı düşünüyor ki?! Bu kadar kıyafet de neyin nesiydi? Hayır yani daha ne kadar bizi burada tutmaya niyeti var? Ne yapayım ben bu kadar kıyafeti ya?! Allah Allah!
Çantanın diğer taraflarına, yani küçük gözlerine de baktığımda onların da boş olmadığını gördüm. Bir gözünde saç lastikleri, yaklaşık birkaç on tane, diğer gözlerinde ise tarak, diş fırçası, diş macunu falan vardı. İçimden bol bol sabır çektikten sonra yine her şeyin siyahından alıp banyoya gittim. Üzerimde hangi adamın olduğu belli olmayan kıyafetlerle gezmektense etiketi üstünde kadın kıyafetleri giymeyi tercih ederdim. Saçma sapan davranıp, sizin hiçbir şeyinizi istemiyorum, diye bağıracak halim yoktu. Zaten doğru dürüst kıyafetim yoktu yanımda, en azından üzerimi örtecek bir şeyler giymeliydim. Başka ne yapabilirim ki?
Önce berenin altında iyice dağılmış olan saçlarımı bereden kurtarıp açtım. Sonra bağladığım ipi de çıkardıktan sonra ellerimle taramaya başladım. Şu an saçlarıma iyi davranmak gibi bir çabam yoktu. Bir an önce üzerimi giyinmek istiyordum. Bu yüzden aceleyle saçlarımı düzeltip sağlam bir topuz yaptım. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama öğlene yaklaşmıştı muhtemelen. Bu yüzden önce abdest aldım. Ardından siyah elbiseyi giyip boneyi bağladım. Siyah eşarplardan birini de bağladıktan sonra, iğne olmasa da mıknatıs koymuşlar, önde kalan iki parçayı boynumdan çaprazlayıp arkadan bağladım. Bu şekilde eşarp bozulmadan düzgün duruyordu. En son taytlardan yine siyah olanı giyip üstüne bol siyah eşofmanlardan birini giydim. Çünkü hem hava soğuktu hem de bu kadar adamın yanında yalnızca taytla bulunmak hiç iyi hissettirmiyor ve asla güven vermiyordu.
Son olarak çorapları da giydikten sonra kendi çapımda maksimum önlemlerimi almıştım. Kendimi zırhına kuşanmış bir asker gibi hissedince ister istemez gülümsemiştim. Fakat bu gülümseme aynada kendimi görmemle son bulmuştu.
Yüzüm gözüm solmuş, rengim bi tık açılmış gibiydi. Gözlerimin altında hafif morluklar vardı sanırım. Omuzlarım çökmüş elim yaralanmıştı. Ve bakışlarım durgunlaşmıştı.
Bu halimle yüzleşince hemen başımı iki yana salladım. Böyle olmamalıydım. Bu halde gözükmemeliydim. Özellikle Semih onların elinde tehlikedeyken benim güçlü kalıp onun için savaşmam gerekiyordu. Adamlardan biri onun kafasına silah doğrultmuştu. Ama sonra ne olduğunu bilmiyorum, beni yakalamışlardı görememiştim.
Yine düşüncelere dalmamak adına banyodan çıkıp yatak odasına tekrar girdim. Şu an kapana kısılmış gibiydim. Çünkü buradan çıkabileceğim her yer kapalıydı. Yani anlaşılan kendi imkanlarımla buradan çıkamayacaktım.
Yatağa oturup kafamı çalıştırmaya çalıştım. Nasıl buradan çıkabilirdim, nasıl Semih'e ulaşabilirdim... Aklıma sürekli Semih'e ne yapmış olabilecekleri geliyordu ama bunu düşünmemeye çalışıyordum. Çünkü bunu düşündükçe sadece gerilerdim. Hiç ilerleyemezdim ve bu yüzden ne kendime ne de Semih'e hiçbir faydam dokunmazdı. Bu yüzden sürekli buna odaklıydım ama kafam durmuş gibi aklıma hiçbir şey gelmiyordu.
Oturmak bir işe yaramayınca ayaklandım bu sefer. Bir sağa bir sola volta atarken dışarıdan sesler duydum. Hızlı hızlı merdivenden çıkma sesleri geliyordu. Çok uzun sürmeden de zaten kilit ve kapı açılma sesi duyuldu.
Bulunduğum odanın kapısı açılınca sinirle o tarafa baktım. Yine aynı adam odaya girmiş ve ardından kapıyı kapatmıştı. Acelesi var gibiydi.
"İyi, en azından hazırlanmışsın."
Ağzını açsa 'ya sabır' çekmek istediğim bu adama göz devirdim istemsizce.
"Semih'e ne yaptın? Ne zamana kadar burada tutacaksın bizi?"
Semih dediğim an sinirlendiğini fark etmem zor olmasa da o çok umursamamaya çalışıp, sanırım, konuştu hemen.
"Tutmayacağım, gidiyoruz."
Ben daha "Neden?" demeye kalmadan birkaç adımda dibimde bitti.
"Bak kızım." diye başladığı cümleyi hızlı ve sakin bi şekilde devam ettirdi. "İki dakika sus ve beni dinle. Buradan çok acil çıkmamız gerekiyor. Eğer zorluk çıkarmazsan seni bağlamam veya zorla sürüklemem gerekmez. Ama diyorsan ki ben zorluk çıkaracağım, o zaman ona göre davranmak zorunda kalırım. Yine o herifi anıp da asabımı bozma diye diyorum, bir şey yapmadık o şerefsize hala yaşıyor. Şimdi, sen kendin mi binersin arabaya yoksa ben bindireyim mi?"
Zorba herif! Eşkiya! Eşkiyanın önde gideni! Mafya bozuntusu!
Sinirle ona bakıp "Ben giderim!" dedim. Onun beni götürmesinden iyidir. Hem Allah'a şükür Semih de iyiymiş. Çok şükür... Yani umarım yalan söylemiyordur.
"Güzel." deyip sinirime sinir katan bu adam buraya getirdikleri eşya çantasını alıp kapıyı açtı. "Geç."
Ona bakmadan hızlıca yanından geçtim. Benden hemen sonra o da çıkıp kapının önündeki iki adama bir şeyler işaret etti. İkisi beraber merdivenden inmeye başlayınca yanıma gelip "İn hadi." dedi.
Adamların peşinden ben de inmeye başladım ama ağzım durmamıştı.
"Nereye gidiyoruz?"
Cevap vermeyince devam ettim.
"Semih de geliyor mu?"
"Niye kaçırdın bizi?"
"Daha ne kadar tutacaksın?"
"Ne derdin var bizimle?"
Hala tek kelime etmezken aşağıya inmiştik. Beni kapıya doğru yönlendirirken bu katta ve dışarıda bir sürü adamın olduğunu fark ettim. Yani istesem de kaçamam şu an.
"Neden geldik, neden gidiyoruz?"
Yine cevap vermezken arabanın yanına gelmiştik neredeyse. Cevap vermeyeceğini düşünsem de yine de sordum bir kez daha.
"Ne istiyorsun bizden? Derdin ne senin? Bir cevap versene artık!"
Arabanın yanına gelmiştik ama o kapıyı açmak yerine elini sertçe arabanın üzerine koydu ve yine tam olarak gözlerimin içine baktı. Aramızdaki yakınlığa sinirlenmeme bile fırsat vermeden hızlıca konuştu.
"Hepsinin cevabını öğreneceksin, biraz sus ve sabret sadece. Anladın mı? Sus ve sabret."
Kelimelerin üzerine yaptığı vurgu öyle netti ki bir şey söylememe fırsat vermedi. Bir saniye önce arabayla onun arasındayken hemen sonra elini çekmiş ve kapıyı açmıştı. Ondan uzaklaşmak için beklemeden bindim arabaya. Benden hemen sonra şoför koltuğuna başka biri bindi. Bindiği gibi arabayı çalıştıran şoför kapıları da kilitlemişti. Arabanın etrafına hala başka adamlar vardı. Camdan gördüğüm kadarıyla beni buraya getiren adam diğerlerine emir yağdırıyordu. Dışarıdaki adamların bazıları arabalara biniyor bazıları ise Semih'in bulunduğu depo benzeri yere gidiyordu. Biraz zaman geçtikten sonra dışarıdaki kalabalık azalmış depodan birileri çıkmaya başlamıştı.
"Semih..."
Gözlerim yavaşça dolmaya başlarken sinirle cama vurup kapıyı açmaya çalıştım her ne kadar kilitli olduğunu bilsem de. İki bacağından da yaralıydı. Omzundan ve kolundan da. Ve şu anda çok kötü gözüküyordu. Onu tekerlekli sandalyeye oturtmuşlar ve elleriyle ayaklarını bağlamışlardı. Yüzünde ise torba misali bir şey vardı. Kıyafetlerindeki kan lekeleri içimi sızlatırken öfkeyle şoföre bağırdım.
"Aç şu kapıyı!"
Şoför ses vermeyince kolumu onun boynundan geçirip koltuğu tuttum ve nefes almasını engelledim.
"Aç dedim sana şunu aç!"
Adam koluyla her ne kadar bana müdahale yapmaya çalışsa da başaramamıştı. Gözüm bi onda bir de dışarıda arabaya doğru götürülen Semih'teydi. Semih arabaya bindirilmeden önce benim inmem lazımdı ama bu adam ölmeye niyetli gibiydi. Kolumu biraz daha sıkıp nefes almasını iyice engellediğimde cama vurup kapının kilidini açtı. O açar açmaz da ben çıktım arabadan. Koşup Semih'in yanına gitmeye çalıştım ama benim gitmeye çalışmamla iki kolumdan tutulmam bir oldu.
"Semih!"
Onlardan kurtulmaya çalışsam da bana izin vermiyorlar arabaya götürmeye çalışıyorlardı beni.
"Semih iyi misin? Beni duyuyor musun Semih? Ses ver iyi misin? Bırak lan kolumu bırak!"
Gözyaşlarım çoktan birikmeye başlamıştı ama onları serbest bırakmıyordum. Kendimi sıkıyordum sürekli ve bu adamlardan kurtulmaya çalışıyordum. Ama beni arabaya bindirmeleri de Semih'i başka arabaya bindirmeleri de çok uzun sürmemişti. Bütün direnmelerime rağmen beni arabaya bindirdiklerinden hemen sonra o adam da diğer taraftan yanıma oturdu. Hemen ardından kilitlenen kapıyla beraber gözlerimle Semih'i aradım ama o da arabaya bindirilmişti. Semih'in bindiği araba hareket ederken yanımdaki adam şoför koltuğunda oturana hareket etmesi için komut verdi.
Sesinden ne kadar sinirli olduğu belli olan adama dönüp baktığımda tam anlamıyla sinir küpü olduğu yumruklarını sıkmasından ve nefes alış verişinden belli oluyordu. Daha akmamış olsalar da üstümdeki elbisenin koluyla gözlerimi silip önüme döndüm. Ben de sinirliydim. Semih'i o hale getirip bize bunları yapan adamlara karşı ben de sinirliydim ama elim kolum bağlıydı. Bir şey yapamıyordum ki. Semih'in yanına gitmeme bile izin vermiyorlardı. Sinirden başıma ağrı girerken tek elimle ovmaya çalıştım belki ağrısı geçer diye ama boş çabadan başka bir şey değildi bu.
Uzun bir süre sessiz bir yolculuk yaptık. Bu yolculuk esnasında başta yedi arabayken zaman zaman bu sayı azalmış ve üç arabaya kadar düşmüştük. Diğerleri nereye gitmişti bilmiyorum, sadece bizim gittiğimiz istikametten ayrılmışlardı.
Bir süre daha ilerledikten sonra yine ormanlık bir alana gelmiştik. Fakat geldiğimiz yerdeki bu ev villaya değil de daha çok köy evine benziyordu. İki katlıydı. İlk katta dükkan gibi bir yer vardı, üstünde ise daire. Sağ tarafında merdiven vardı giriş için. Bulunduğu bahçe ise genişti. Arabalar bahçeye girmişlerdi. Hepsi durunca yanımdaki adam bir şey demeden arabadan indi. Ardından arabanın arkasından dolaşıp benim kapımı açtı.
"Geldik, in hadi."
Kenara çekilince arabadan çıkıp çevreye bakındım. Cidden şu yol ve bahçede bulunan hiçbir şey olmasa bir ormandaydık. Umarım buraya ayı falan gelmezdi.
"Takip et beni."
Rehine olmak cidden can sıkıcıymış. Bu ne ben bu adamı mı dinleyeceğim?! Zaten derdim başımdan aşkın.
"Ne zaman açıklama yapacaksın acaba?" diye kinayeli sorduğum soruya bana dönmeden cevap verdi.
"Benim fakirhaneye girince."
Sıkılarak nefes alıp verdikten sonra onu takip etmeye devam ettim. Neyse, en azından cevap verdi.
Merdivenleri çıktıktan sonra nihayet evin kapısına ulaşmıştık. Biz dışında herkes aşağıda bekliyordu. Farklı yerlere dağılmışlar etrafı gözlüyorlardı. İsmini bilmediğim bu adam ise kapıyı açmış ve ayakkabılarını çıkarmıştı. Villada ayakkabılarıyla özgürce dolaşan bu adam şimdi bu evde siyah çoraplarıyla yürüyordu. O girince ben de ayakkabılarımı çıkarıp peşinden gittim. Bir an önce bu olanların nedenini öğrensem iyi olacaktı. Evin karanlık koridorunda ilerlerken birden ışıklar yandı. Bunu yapan kişi bir odaya girdiğinde o odanın da ışığı yandı. Peşinden gidip ben de o odaya girdim.
Sanırım salondu burası. Etrafta iki kanepe ve bir soba vardı. Bir de vitrin tarzı bir şey. Bunlar dışında bir penceresi ve başka bi yere açılan kapısı vardı.
Beni buraya getiren adam kapıyı kapatmayıp pencerenin yanına gitti ve dışarıyı gözetledi bir süre. Bütün sabrımı tüketircesine onu beklerken ben o gitmiş dışarıyı izliyordu. Manzara çok mu güzeldi acaba!
"Artık anlatacak mısın?" dedim sinirle ama yüksek çıkmayan sesimle. Beni takmayıp biraz daha bekledikten sonra nihayet konuşmuştu.
"Anlatacağım." deyip gözlerini dışarıdan bana çevirdi. "Umarım bünyen sağlamdır polis hanım."
Ardından birkaç yavaş adımda karşıma geçip devam etti.
"Çünkü anlatacaklarımı her bünye kaldırmaz."
Ben kaşlarımı çatarken o ifadesini bozmadan devam etti.
"Şimdi, duyacakların için her şeye hazırlıklı ol. Sana, hayatın bir oyundan ibaretti derken şaka yapmıyordum çünkü." |
0% |